« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Ağu

2022

Ejderhaya nanik yapmak

Bahadır Kaynak 01 Ocak 1970

ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti, uluslararası siyasetin yoğun gündemine rağmen en tepeye oturuverdi. Sene başından beri zaten diken üstündeki kamuoyu ‘Üçüncü Dünya Savaşı Asya’dan mı çıkacak‘ korkusuna kapıldı.

Böyle durumlarda sıklıkla ortaya atılan teoriye göre küresel ekonomik kriz ancak savaşla çözülebilirdi. Bundan dolayı da siyasetçiler on milyonlarca, belki de yüz milyonlarca insanın hayatına mal olacak bir çılgınlığı kışkırtıyordu.


Çok fazla düşünülmeden ortaya atılan bu komplo teorisinin temel sorunlarından biri, bütün ekonomik krizleri birbiriyle aynı zannetmek ve dolayısıyla aspirin gibi her derde deva çözümler olduğu zannına kapılmak.

1929’un ‘Büyük Buhranı‘ndan sonra bir türlü toparlanamayan dünya ekonomisi, ancak İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği devasa silahlanma harcamalarıyla çıkışa geçmiş olabilir ama içinde bulunduğumuz sorun daha çok 70’lerin stagflasyonuna benziyor. Buradan da savaşla değil, sürünerek çıkacağız.

Tayvan meselesine dönersek en sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Bu gerginlikten şimdilik bir savaş çıkmadı, çıkmayacak. “Dünya ekonomisini toparlamak için bir büyük kan banyosuna hazır olun” diyenler boşuna ortalığı velveleye veriyor. Lakin bu, Uzak Asya’daki jeopolitik gerginliğin hafifsenmesi gerektiği anlamına gelmiyor. Bilakis orada taşlar yerinden oynadığı zaman aylardır konuştuğumuz Ukrayna savaşını bile mumla aratacak ölçekler mevcut. Öyle ki Avrupa’nın büyük devletleri Asya standartlarında pigmeye dönüşebiliyor. Hala kişi başı refah seviyesine bakıldığında Batı fersah fersah önde ama ibrenin Doğu’ya kaymakta olduğu çok açık.

Önce Japonya ile başlayan, Soğuk Savaş yıllarında Asya kaplanları ile devam eden ve son olarak Çin’deki büyük değişimle zirveye çıkan atılımla Asya’nın dünya ekonomisinin ve siyasetinin göbeğinde olması kaçınılmaz. Bize uzak olduğu için çoğu zaman gözden kaçırdığımız bu coğrafyanın merkezi rolünü teslim edelim.

Öte yandan geçen haftanın Tayvan krizi bir kırılma noktası değildi. Uzun dönemli bir güç mücadelesinin bir süre sonra unutulacak kilometre taşlarından birisi geçildi.

Önce neden Pelosi’nin Tayvan ziyaretinin bu kadar tepki çektiğini ve konunun Ukrayna’ya Rus müdahalesinden farkını tartışalım. Tayvan, 1949 yılında komünistlere karşı iç savaşı kaybeden milliyetçi hükümetin sığındığı bir ada. Pekin’deki iktidarı tanımayan Batılılar uzun süre Tayvan’daki hükümeti bütün Çin’in meşru temsilcisi olarak kabul etti. Hatta BM Güvenlik Konseyi’nde Çin’e ayrılan koltuğa onları oturttular. Ne zaman ki Sovyetler ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki gerilim artmaya başladı ve ABD Pekin’i yanına çekmeye karar verdi, durum değişti. Çin’in meşru hükümeti olarak Pekin’deki yönetim tanındı ve iki düşman Sovyet karşıtlığında birleşti.

Yine de ABD, Tayvan’daki yönetimi tamamen gözden çıkarmadı. Washington bu yakınlaşmaya rağmen Tayvan’ın güç kullanmak suretiyle anakaraya bağlanmasına rıza göstermeme politikasını sürdürdü. Bu durumda adanın kendi iradesiyle Çin’e bağlanmayı kabul etmesini birleşmenin tek yolu haline getirdi ki bugün bunun çok mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Tayvan’da kâğıt üstünde Çin’le birleşmeye daha sıcak bakan partiler var ama pratik olarak bunun hayat geçirilmesi mümkün görünmüyor.

Öte yandan Tayvan, Ukrayna’nın aksine BM’ye üye bağımsız bir devlet değil. Ülkenin bağımsızlığını tanıyan, çoğu Pasifik’teki ada devletlerinden oluşan bir avuç ülke var. Yani Pekin’in ada üzerindeki egemenlik iddiası, Putin’in Ukrayna toprakları üzerindeki tuhaf tezlerinden çok daha sağlam.

Konuyu patlayıcı hale getiren risk, Çin’in bu fiili durumu değiştirmek üzere harekete geçmesi halinde otomatik olarak gelecek ABD müdahalesi ihtimali. Amerikalılar fiili durumu dondurmakta kararlı, ancak Çin’in egemenlik iddiasının doğrudan karşısına çıkmak yerine daha dolaylı bir tutum sergiliyorlar.

İşte Pelosi’nin Asya gezisinin duraklarına Tayvan’ı da dahil etmesi bu ülkeye bağımsız bir devlet muamelesi yaptıkları izlenimini uyandırdığından Çin’in doğal olarak tepkisini çekiyor.

Olay ilk patlak verdiğinde Pelosi’nin kendi başına sırf kişisel kaprisleriyle böyle bir tasarrufta bulunduğuna dair komik iddialar da ortadan kalktığına göre bu tutumun ABD’nin resmi politikasının bir parçası olduğu üzerinden analizimizi yapabiliriz…

Savaş uçakları refakatinde ve Çin’in bütün protestolarına rağmen Tayvan’ı ziyaret eden ABD Temsilciler Meclisi başkanı hangi mesajı vermiştir? Olayları başlatan Washington’un niyeti nedir?

Pelosi’nin ziyaretinin Tayvan’a yönelik dolaylı bir tanınma anlamına geleceği ve dolayısıyla Pekin’in tepkisini çekeceği belliyken şu aşamada bu tutumun arkasında yatan stratejiyi anlamaya çalışalım.

Bir yandan Çin Halk Cumhuriyeti askeri tatbikatlar, Tayvan açıklarına atılan roketlerle zevahiri kurtarmaya çalışsın, son ziyaretin ABD tarafından yapılan bir meydan okuma, bir provokasyon olduğu aşikâr. Açıkça kendi siyasi ve askeri üstünlüğünün altını çizerek tüm Asya kıtasının da başat aktörü olduğunu vurguluyor. Küresel hegemonyasını sürdürebilmek için hiçbir bölgesel gücün dünyanın belli bir köşesinde hakimiyetini konsolide etmesine izin vermeyeceği görülüyor. ABD merkezli dünyaya en güçlü meydan okumayı yapan Çin’in de Asya’yı domine etmesine bu sebeple karşı çıkıyorlar. Rusya, belki ABD hegemonyasına açıktan direnç gösteren en görünür oyuncu fakat elindeki imkanlar sınırlı. Oysa Çin ekonomisinin büyüklüğü şimdiden ABD’nin dörtte üçüne ulaşmış durumda ve önümüzdeki dönemde açığın kapanması kaçınılmaz. Çin’in yavaşlamasına rağmen bunun gerçekleşeceğini görebiliyoruz ancak elbette kişi başı gelir bakımından hala gerideler. Askeri harcamalardaysa ABD’nin açık ara üstünlüğüne rağmen Çin’in ikinci sıradaki yeri de sağlam. Washington’dan dünyaya bakanlar bu veriler eşliğinde ‘Asya ejderi’ni dizginlemek gerektiğini görüyor. Son iki yıldır NATO strateji belgelerine de yansıyan bu vurgu, içinden geçmekte olduğumuz gerginliğe de ışık tutuyor.

ABD, İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’nın Asya kıtasını hakimiyetine almasına izin vermemişti. Savaşı tetikleyen olay Pearl Harbor baskını olsa bile temel jeopolitik anlaşmazlık, kıtanın tek bir güç tarafından domine edilmesine yönelik itirazdı. Şimdi aynı endişe Çin’in yükselen gücü karşısında da hissediliyor. Şu açık ki ABD’nin Asya’da angajmana girmemesi halinde bölge ülkelerinin -belki Hindistan hariç- Çin’in dümen suyuna girmesi kaçınılmaz. Kore yarımadasından Avustralya’ya uzanan eksendeki tüm bölge ülkeleri bir araya gelse bile böyle büyük bir gücü dengeleyemez. Uzak Asya’nın bu baskı karşısında havlu atma riskine karşı ABD’nin daha küçük aktörlere askeri ve siyasi desteğinin devamı gerekiyor. Geçen hafta gördüğümüz gövde gösterileri bu anlamda Washington’un Çin’i çevreleme ve dengeleme politikasındaki kararlılığını gösteriyor. Obama zamanından beri Amerikan dış politikasının ekseninin Asya kıtasına kayacağına dair söylemler de böylece anlam kazanıyor. Çok uçlara gidip ABD’nin aralarında bizim coğrafyamızın da olduğu yerlerden çekileceğini söylemek yanlış ancak bugün ve gelecekte öncelikli meselenin Asya Pasifik olduğunda şüphe yok.

Çin’in stratejik sektörlerde, katma değerli ürünlerde ABD ile rekabet etme niyeti de bu çatışma potansiyelini körüklüyor. Bununla beraber Çin’in küresel ekonominin vazgeçilmez bir parçası olduğu, bugünden yarına gözden çıkarılmasının mümkün olmadığını da ekleyelim. Küresel üretim ağlarına, finansal piyasalara böylesine eklemlenmiş bir ekonomiyi dışlamak mümkün değil. Ayrıca bugün için ABD’nin de Çin’in de böyle bir niyeti yok.

Velhasıl geçen hafta Pasifik’te kabaran dalgalar durulacak. Batı ittifakının Avrupalı üyeleri bir süre daha kendi dertlerine düşecek, dünyanın öteki ucundaki yükümlülükleri de ABD’ye ve Asya’daki müttefiklerine bırakacaklar. Amerikalılar ejderhaya nanik yaparak şimdilik üstünlüğünü de göstermiş oldu. Yine de altta yatan dinamikler işlerinin uzun vadede kolay olmadığını gösteriyor.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,02 M - Bugn : 15665

ulkucudunya@ulkucudunya.com