« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

24 Haz

2009

Müziğimiz Teksesli mi? (1) / Cinuçen Tanrıkorur

01 Ocak 1970

Müzikle biraz olsun ilgili olup da “çok sesli müzik, teksesli müzik” deyimlerini duymamış olan herhalde yoktur. Zira insanımız bu deyimlerle ta ortaokul sıralarından itibaren tanıştırılır. 70 yıl boyunca ortaokul ve lise müzik kitaplarında öğretildiği şekliyle tek sesli müzik, adı üstünde tek sesli, ilkel, çağdışı alaturka müziktir (yani kendi müziğimiz).

Çoksesli müzikse, adı üstünde çok sesli, gelişmiş, çağdaş ve evrensel “klâsik müzik”tir. Şu klâsik müzik sözü ne zaman geçse, “Siz klâsik müzik sever misiniz?” diye soranları, “Hangisini kastediyorsunuz, bizim klâsik müziğimizi mi, Batınınkini mi” sorusuyla şaşkına çevirdiğimi keyifle hatırlarım. “Eııı, tabiî Batı klâsik müziği” diye düzeltmek zorunda kalan bu yarı cahillerin aklına, bizim de bir klâsik müziğimizin olduğu hiç gelmez çünkü. Neyse gelelim konumuza. Nedir şu teksesli/çoksesli meselesi? Ve nasıl bir ilgisi vardır çağdaş ya da çağgerisi olmayla?

Tabiatta hiçbir müzik sesi yalnız başına değildir; doğuşkan veya armonik adı verilen, ana sesin önce 8'lisi (oktavı), sonra 12'lisi (5'lisi), 15'lisi (4'lüsü), 17'lisi (büyük üçlüsü) vs. düzeninde ve hep daha hafifleyerek giden yan seslerle birlikte duyulur. Bu demektir ki, birden fazla sesin aynı anda duyulması demek olan armon, sesin tabiatında vardır. Peki o zaman, armoni, kontrpuan, füg gibi polifonik sanatın temelini oluşturan bilim ve teknikler ne olacak? Söyleyelim. Birlikte iş görme alışkanlık ve verimini müzik eşliğinde (bir tür heyamola tekniğiyle) artırmayı amaçlayan Kilise, insan seslerinin önce kadın ve erkek olarak ikiye, onların da kendi içinde üçe ayrılmasından yararlanıp, herkesin ses imkanlarına göre rahatça söyleyebileceği ezgileri farklı tonlarda notalarla göstermiş, böylece aynı ezgiyle eşliğin birden fazla müzik dizeği (porte) üzerine yazılıp söylendiği bir şarkı tekniği doğmuştur. Insan seslerinin yapısındaki tabiî farklılık çalgıların yapısında da olduğu için, bunların da malzeme, ses hacmi ve teknik imkânlarına göre, aynı anda çalınan farklı ezgilerin oluşturduğu bir çalgı tekniği meydana gelmiştir. Zamanla sesler, sazlar çoğalmış, müzik dizi ve aralıkları sadeleştirilmiş ve ortaya kendi felsefesi ve imkânları içinde ihtişamlı bir müzik âbidesi çıkmıştır. Ancak bu sanat kendi insanlarını dahi uzun süre tatmin edememiş, atonal, çeyrek sesli, dodekafonik, elektronik vb. adlarla yeni türler aranmıştır. Biz ise; Batı oktavının 12 sesine karşılık 43 perdemiz, onların 5 temel dizi (4 minör, 1 majör) kalıbına karşılık 587 makamımız, yine onların 2 ve 3 zamanlı sadece iki temel ritmine karşılık 80 değişik usûlümüzle, tek sesli olmak şöyle dursun, bin renkli sesler ve ritmler okyanusunda yaşamayı yeğ tutmuşuz. Şu kısa açıklama dahi, “Türk müziği tek seslidir, onun için ilkeldir; Batı müziği çokseslidir, onun için gelişmiştir” sözlerinin ne kadar zavallı, ne kadar cahilce olduğunu isbata yeter sanırım.

Müziğimiz Teksesli mi? (2) / Cinuçen Tanrıkorur

Batının tarihi Yunan müziği için kullandığı monodik sıfatından çevrilen teksesli’lik, kendi müziklerinden, öğrenemedikleri için nefret eden birtakım çıkarcıların, tek kollu, tek bacaklı gibi bir organ eksikliğini çağrıştırıp insanımızda Batıya kafşı aşağılık duygusu yaratmak amacıyla yerleştirdikleri bir politik terimdir.

Geçen yazıda sadece bir kısmını söylediğimiz malzeme zenginliğinden, armoni vb. efektlere ihtiyaç duymamış olan müziğimiz, en az iki porte kullanmak zorunda olan Batı müziğinin aksine sadecebir porte üzerine yazılabildiği için, bütün doğu müzikleri gibi tek porteli dir, ama asla tek sesli değildir.

Evet, çok parıeli Batı müziği, kendi imkânları ve felsefesi içinde ihtişamlı bir ses abidesidir. Ama bu abidede Itri’ye, Dede’ye, Cemil’e yer yoktur, çünkü harcında ne Segah vardır, ne Saba, ne de Şedaraban. Dahası: ne mayası vardır, ne bozlağı; ne halayı vardır, ne zeybeği. Yani güzeldir, ama benden değildir. Ayrıca ne felsefesi, ne alfabesi, benim makamlarımı, usüllerimi, taksimlerimi, uzunhavalarımı icraya imkan vermez. 120 kişilik senfoni orkestrası, Şevkefza makamında taksim yapan bir neyin önünde aciz, yapayalnız, çırılçıplaktır. Senfoni orkestrası Şevkefza makamında taksim niye yapsın, diyeceksiniz. Teşekkür ederim; yazımın bir amacı da buydu zaten. O niye ben olmaya çalışsın? Ben niye o olmaya çaIışayım? Onun dili (müzik her kültürün kendi mantık, estetik ve semantiği içinde konuştuğu bir dildir) ona güzeldir, çünkü onun tarih, inanç ve geleneklerini anlatır. Benim dilimse bana güzeldir, çünkü benim tarih, inanç ve geleneklerinıi anlatır. Bütün insanların anladığı ortak bir dil olmadığı gibi, bütün insanların aynı şekilde anlayıp duygulandığı ortak bir müzik de yoktur. Yalnız bir tek şey vardır; öbür güzel sanat dallarında da olduğu gibi birçok insanın, hangi kültürden olursa olsun, yakın duygu ve zevkler alabileceği, kültürlerüstü ortak konuları işleyen üstün müzik eserleri olabilir. O da sadece Batı sanat ve sanatkârlarına özgü değildir: Bach’ın Brandenburg konçertolarıy!a Vivaldi’nin Mevsimler’i ne kadar evrenselse, Itri’nin Segah Ayini’yle Tanbud Cemil’in Gülizar Taksimi de o kadar evrenseldir. Yoksa; bizim politik bağnazlık ve şuursuzluk yüzünden tukaka ettiğimiz “ilkel teksesli” müziğimizi dinlemek, öğrenmek, icra etmek, plâk, kaset ve CD’lerle dünyaya tanıtmak için, o bayıldığımız, o tek bizi de aralarına alsınlar diye neyimiz varsa vermeye hazır olduğumuz Batı ülkeleri niye durmadan çağırsınlar sanatçılarımı? Biz habire çoksesçi harikalarımızı öne sürup durdukça, onları kibarca reddedip niye ille de ney, tanbur, kemençe, kudüm diye tuttursunIar? Kültür basınımızda arada bir çıkan yazılarıma rastlamış olanlar, Batının klasik müzik sanatımıza karşı bu ibret dolu ilgisinin belgelerini herhalde görmüş olmalıdırlar. Zira çağdaşlık, artık daha fazla geç kalınadan öğrenmeliyiz ki, başka bir kültürün çağlar boyu uğraşıp kendi ihtiyaçları için geliştirdiği kurumları, konfeksiyon elbise gibi sırtına giyip kendini komik aynalarda seyretmek değil, asli değer ve gelenekleriyle kendini, kendinden utanmadan çağa sunabilmektir.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,43 M - Bugn : 3796

ulkucudunya@ulkucudunya.com