« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

10 Oca

2022

Mehmet Emin Yurdakul

13.05.1869 – 14.01.1944 01 Ocak 1970

Mehmet Emin Yurdakul, 13 Mayıs 1869'da İstanbul’un Beşiktaş semtinde dünyaya gelmiştir. Milli Edebiyat ve Türkçülük akımının önemli temsilcilerindendir. Küçük, mütevazı bir ahşap evde, okuma yazma bilmeyen bir anne babanın çocuğu olan Mehmet Emin, baba tarafından Terkos köylerinden Zekeriya Köylü’dür. Annesi ise Edirne yöresinden, bugün Bulgaristan sınırları içinde kalmış Uzuncaova Hasköy’ünden İstanbul’a gelmiş göçmen Kömürcü Mehmet Ağa’nın kızı Emine Hanımdır[1].



Mehmet Emin, Türk halk kültürünün ve zevkinin tüm inceliklerini teneffüs eden sosyal bir çevre içinde büyümüştür.[2] Kendisi bu hususu 75. yaş gününde Eminönü Halkevi’nde onuruna düzenlenmiş bir jübile münasebetiyle İsmail Hakkı Baltacıoğlu’na şu cümlelerle ifade eder: “Ben halk çocuğuyum. Halk evladı bir ana ile babanın kucağında büyüdüm. Atalardan kalma halk öğütleriyle, halk ninnileriyle çocukluğumu geçirdim”[3]… Biraz yetişkin çağa geldiğim vakit bu halkı çok acıklı bir halde gördüm”[4] diyerek içinde yetiştiği ortamı ve inkıraz devrinin özelliklerini ifadelerine yansıtmaktadır. Söz konusu bu sosyal çevrede Türk halk kültürüne has değerleri daha küçük yaşta içine sindirmeye başlayan Mehmet Emin, 7 yaşına geldiğinde “Saray Mektebi” adıyla bilinen Sıbyan Mektebi’nde eğitim hayatına başlamıştır. Üç yıl sonra da Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’ne devam etmiştir.[5]



Beşiktaş Askeri Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra bir süre Mülkiye Mektebi'nin idadi kısmında okuyan Mehmet Emin, 1887’de 18 yaşında iken Mülkiye-i İdadi’den ayrılıp Bab-ı Âli Sadaret Dairesi Evrak Odası’na maaşsız kâtip olmuş ve iki yıl sonra da Hukuk Fakültesi’ne girmiştir. Bu dönemde Şebinkarahisar’ın tanınmış Türk ailelerinden birinin kızı olan Müzeyyen (Dilber) Hanım ile 19 yaşında evlenmiştir. Uzun yıllar son derece mutlu geçmiş olan bu evliliğinden üç erkek ve bir kız çocuk dünyaya gelmiştir.[6]



Mehmet Emin, Hukuk Mektebi’ne devam ederken edebiyata olan ilgisinin bir tezahürü olarak özellikle Münif Paşa’nın Edebiyat dersleri ile Hikmet-i Hukuk ve Medhal-i Hukuk derslerinin etkisinde kaldı. Fakat bir süre sonra hukuk eğitimine ABD’de devam etmek ve İngilizce öğrenebilmek için yurtdışı umuduna kapıldı. Kendisine bu konuda yardım vaadinde bulunan Madam Mut’un âni ölümü üzerine hukuk mektebini de yarıda bırakan Mehmet Emin 1891’den itibaren eğitim-öğretim hayatıyla ve okullarla ilişkisini keserek kendisini tamamen edebiyata ve şiire vermeye başladı.[7] Onun edebî kişiliğinin şekillenmesinde okul hayatının doğrudan rolü olmasa da Mülkiye İdadisi’ndeki hocası şair ve yazar Lâstik Sait Bey ve tarihçi Abdurrahman Şeref’ten etkilenmiştir. Hatta Said Bey’in J.J. Roussea’dan çevirdiği Fezail-i Ahlakiye’ye yazdığı önsözdeki: “Arabca isteyen Urbân’a gitsin / Acemce isteyen İran’a gitsin / Frengiler Frengistan’a gitsin / Ki biz Türküz bize Türkî gerekir.[8] Söz konusu dizeler Mehmet Emin’in milli kimliğinin oluşmasında ve Türkçe bilincinin gelişmesine katkısı olmuştur. Onun milli kimliğinin oluşmasında ilk maya okuma-yazması dahi olmayan babası balıkçı Salih Reis olmuştur. Babasının halk edebiyatından duyduğu derin zevk, Mehmet Emin’e halkın duyacağı, hoşlanacağı, yararlanacağı tarzda ve anlayacağı bir dille bir “Millî Edebiyat” icra etme gereğini ilham etmiştir. Çünkü babası Salih Reis kendisi ümmî olduğu için oğluna Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Battal Gâzi, Köroğlu veNamık Kemal’in Evrak-ı Perişan gibi eserlerini okutur dinlerdi. İlerleyen dönemlerde Vatan Şairi Namık Kemal’in diğer bütün eserlerini de okuyacak olan Mehmet Emin, böylece daha çocukluk yıllarında halk edebiyatıyla ve sade Türkçe ile tanışmış, millî duygu, vatan sevgisi ve heyecanı hissetmeye başlamıştır.[9]



Mehmet Emin 1891’de ilk eserini Fazilet ve Asalet adıyla yayınlar.[10] Ahlâk, hukuk ve felsefe alanındaki bu eser üç formalık olup şiir diliyle yazılmış nesir özelliğindedir. Söz konusu eseri yayınlamadan önce dönemin önde gelen ediplerinden Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhakhamit Tarhan, Muallim Naci ve Sait Beylere gönderen Mehmet Emin onların da onayını almıştır. Eser basıldıktan sonra çalıştığı Sadaret Kâtipliği Dairesi’nin en büyük âmiri olan Sadrazam Cevat Paşa’ya eserini sunan Mehmet Emin, sadrazamın büyük takdirini alarak yüksek maaşla Rüsumat Tahrir Kalemi (Gümrük Müdürlüğü)’ne getirilmiştir.[11] Bu görevde on dört yıl gibi uzun bir süre kalan millî şair, çeşitli yolsuzlukların da yaşanabileceği böyle bir kurumda dürüstlükten ayrılmamıştır. Mehmet Emin’den önce ve sonra gümrük müdürlüğü vazifesinde bulunan Hasan Fehmi Paşa, onun dürüstlüğüne bir atıf yaparak şöyle der: “Saraya ve günün büyüklerine çatarak bin bir dalavere çeviren kimselerin eksik olmadığı bu dairede o daima dürüst ve namuslu kalmıştır.”[12]



1893 yılı Mehmet Emin’in Gümrük Müdürlüğü’ne geliş tarihi olmakla birlikte aynı zamanda onun fikirlerinin, heyecanlarının ve ideallerinin sistemleşip bir ekol haline gelmesini sağlayacak olan Cemaleddin Afganî[13] ile de tanışma zamanıdır. Türk-İslam dünyasında ve Avrupa’da oldukça şöhretli bir fikir, ideal ve mücadele adamı olan Afganî, İslam milletlerinde milliyetçiliğin uyandırılması gerektiğine inanır. Tüm Müslümanların Osmanlı Devleti etrafında Büyük İslam Birliği’ne vücut vermesi gerektiğine inanan Afganî, millileşme ve milletleşmenin önemi üzerinde dururken Ümmet kavramının Milletin bir üst çatısı olması gerektiğini vurgular. Fakat esas olan her İslam toplumunun milletleşerek milli bir bilinci taşımış olmasıdır. Afgani’yi kendine rehber olarak gören ve sık sık ziyaretine giden Mehmet Emin, Afganî’nin kendi üzerindeki etkisini şöyle açıklar: “Beni o yoğurmuştur. Eğer ruhların ebediyet ve layemutiyyeti (ölümsüzlüğü) varsa derim ki o, etlerini, kemiklerini Maçka Mezarlığı’nın topraklarına bırakmış ise, ruhunu da bana yâdigâr etmiştir. Cemaleddin’in ruhu ben de yaşıyor.”[14] Mehmet Emin’e göre Cemaleddin Âfganî sohbetlerine katılanlara kararlılık, kalp kuvveti, sözünde durmak, fedakârlık, ölümden korkmamak gibi ruhî ve ahlakî esaslar telkin ederdi. Ayrıca İslam toplumlarının zaafiyetlerine dikkat çekerek milleti kalkındırmak, yükseltmek, esaretten kurtarıp hürriyet, medeniyet ve hâkimiyete ulaştırmak gerektiğini etkili bir dille anlatmıştır. Millî Şair, Şeyh Cemaleddin Afganî’nin tüm İslâm âlemi için olan reçetesini Türk milletine uyarlayarak millî dil ve edebiyat ihtiyacının önemini, hürriyetsizliğin ve medeniyetçe geri kalmışlığın acısını tüm benliğinde hissetmiştir.



İslâm âlemini harekete geçirmek ve millî bilinç kazandırmak için yıllarca Doğu ve Batı Medeniyeti’ni dolaşan, yenilik ve inkılâp taraftarı olan Afganî,[15] gerçekten de Millî Şair Mehmet Emin Yurdakul üzerinde sadece bir ideale bağlanma, millî bilinç uyandırma gibi etkilerde bulunmamış, onun Türk dili ve Türk kimliğinin millî bilince dönüştürülmesi gerektiği düşüncesini sistemleştirmiş, kuvveden fiile indirmiş, kısaca kurumsallaştırmıştır. Hatta denebilir ki Mehmet Emin’deki bu söz konusu Millî Düşünce Sistematiği M. Kemal Atatürk’ü de derinden etkileyerek Cumhuriyet dönemi inkılâplarının fikir mimarisinin alt yapısını oluşturacak ve yeni Türk devletinin temellerinin milli kültüre dayanmasını ve Batı medeniyetinin modernleşme modeli olarak esas alınmasını sağlayacaktır.



Millî Şair ilk şiirini Gümrük müdürü olduğu yıllarda yayınlamıştır. “Köyde Fırtına” adlı bu şiir18 Ekim 1895’te Resimli Gazete’de yayınlanmıştır.[16] Genç şairin Türk dünyasında ün kazanmasını sağlayan ilk şiir ise 1897 Türk-Yunan Savaşı için Selanik’teki Asır Gazetesi’nde yayınlanan Cenge Doğru adlı şiirdir. Bu manzume Türk Edebiyatı’nın Türklük heyecanıyla terennüm edilen ilk ünlü şiiri olmuştur. Millî Şair bu manzumede:



Ben bir Türküm; dinim cinsim uludur, / Sînem özüm ateş ile doludur.

İnsan olan vatanının kuludur / Türk evladı evde durmaz; giderim.

Yaradan’ın kitabını kaldırtmam / Osmancığın bayrağını aldırtmam

Düşmanımı vatanıma saldırtmam / Tanrı evi vîran olmaz; giderim[17]



Millî Şair bu şiirini üstadı Afganî’ye okuduğunda O: “İşte sizin edebiyatınız ve çizginiz budur”[18] diyerek alkışlamış, büyük teşvikte bulunmuştur. Afganî’nin teşvikleri sadece millî konularda değil; kutsal, dinî değerler alanında da olmuştur. Bu şiirin yayınlanmasından iki yıl sonra Millî Şairin ilk şiir kitabı 1899’da[19] Türkçe Şiirler adı ile yayınlanmıştır.[20] Bu eserdeki Kuran-ı Kerim şiiri Afganî’nin dinî alandaki teşviklerine örnek gösterilebilir:



Bu Kitaptır her insana için dışın öğreten / Gökte, yerde, tende canda bir yaratan sezdiren

Bu kitaptır her insana benlik veren yol açan / İnsanlığın sergisine armağanlar asdıran

Bu kitaptır yürekleri iyilikle besleyen / “El bağına girme!”diyen dost yarasın bağlatan

Bu kitaptır akıllara her şeyi sorduran / “Düşün, sonra inan!” diyen doğru yollar gösteren[21]



“Türkçe Şiirler” eseri yayınlandıktan sonra M. Emin içeride ve dışarıda büyük ilgi uyandırdı. Özellikle yurtdışında Viladimir Minorsky[22] P.Horn[23], ayrıca “Ottoman Poems” ve “A History of the Poetry” adlı eserlerin yazarı E.J. W. Gibb,[24] Macar Türkolog Vambery[25], Gaspernisky gibi Avrupa’nın önde gelen bilim ve sanat adamları “Türkçe Şiirler” hakkında tetkikler, tenkitler makaleler ve mektuplar yazarak takdirlerini iletmişlerdir. “Türkçe Şiirler”’in yayınlanması Millî Şair’in popülaritesinin arttırarak, bazı şiirlerinin seçkinlerin dergisi olan Servet-i Fünun’da çıkmasını sağlamıştır. Bunlar: “Kibritçi Kız”, “Kesildi mi Ellerin”dir. Servet-i Fünuncuların sade Türkçe ile ilgilenmedikleri bir dönemde Mehmet Emin, Türkçe şiirin orijinal örneklerini vermiştir. O inandığı dili örneklerle yaşatıp sevdirmeye çalışmıştır. Kendisine sorulduğunda bu konuda: Mademki bütün diller anlamak, anlatmak için bir vasıtadır; Türkçemizin de bu gayeye göre halk tarafından anlaşılacak bir surette arınması gerekiyordu. Şu halde bu dilin içinde sürüp giden yabancı kurallar yıkılmalıydı işte biz dilimizi Arab ve Acem tamlamalarının zincirinden kurtararak hür yapmak istedik; şiirlerimizi bu millî ve hür dille yazdık.[26] Türkçenin öz benliğine dönmesi konusunda Millî Şair, bir başka ifadelerinde şöyle diyor: “Şiir ve sanatta bence arûz vezni de hece vezni de birer terennüm aletidir. Bu cihetle ben ruh ve manâ, hayal ve his bir kelime ile mevzu ararım… Bâki’yi ve Fuzulî’yi çok yüksek bulurum. Fuzuli’yi aşk ve hicranlarımızı terennüm ettiği ve Bâki’yi de koca bir şehamet devrimizi yazdığı mersiye ile bir destan suretinde yaşattığı için tebcil ederim. Yalnız eserlerinin lisan ve şekil itibariyle bizim öz dilimize uygun bulunmaması ve bunların sunacağı iksirin az kişiye nasip olması beni üzüyor. Bundan dolayıdır ki ben öz dille şiir yazmak ihtiyacında bulundum.[27]



Mehmet Emin, bazı şiirlerini İzmir’deki “Muktesebas” ve Selanik’teki “Çocuk Bahçesi” dergilerinde yayınlattı. Millî Şair’in Selanik’teki yazıları Filozof Rıza Tevfik, Ömer Naci, Hüseyin Cahit ve Raif Necdet’in münazaralarına konu olmuştur.[28] 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı döneminde Erzurum’da valilik vazifesinde iken şiirlerine ve yazılarına devam eden Millî Şair, 31 Mart Vakıası’nda (13 Nisan 1909) Trabzon Gümrük Müdürlüğü’nde görevlidir. Ayaklanmanın bastırılmasının ardından İstanbul’a Matbuat Umum Müdürlüğü görevi için çağrılmış fakat bu görevi kabul etmeyerek Bahriye Nazırlığı Müsteşarlığı görevine atanmıştır. Kısa bir süre sonra Hicaz Valiliği’ne atanarak (1909) Mekke’ye gitmiştir. İlkeli ve dürüstlüğü Mekke Şerifi ile ihtilafa düşmesine neden olmuş, 1910’da Sivas Valiliği’ne atanmıştır. Fakat bu görevde de çok kısa süre kalacak (üç ay) ve ardından İstanbul’a dönecektir.



İstanbul’da bulunduğu sürede 1911’de Türk Ocağı’nın [29] kurucuları arasında yer almıştır. Bu arada Millî Şair, Ocak resmîleşmeden önce Türk Ocağı’nın başkanlığı ile yayın organı Türk Yurdu Dergisi’nin sorumluluğunu da üstlenmiştir. Bu dönemde İttihat ve Terakki onu İstanbul delegesi yapmak istemişse de partinin Osmanlıcılık Politikası[30] takip ettiği kendisinin ise Millî bir politika takip edişinden dolayı Enver Paşa tarafından kabul edilmemiştir.[31] Bu görüş ayrılığı İttihatçıların onu Erzurum Valiliği’ne atamalarına neden olmuştur. Bu durum Millî Şairin Türk Ocağı başkanlığını yürütemeyişine ve Türk Yurdu Dergisi’nin ilk sayısını göremeyişine neden olmuştur. Erzurum Valiliği’nde bir yıl kadar kalan Mehmet Emin, Talat Paşa’nın sadrazamlığı sırasında 25 yıllık görev süresini doldurduğu gerekçesi ile emekliliğe sevk edilmiştir. 1913 seçimlerinde Musul milletvekili olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na girmiştir. Parlamenterliği döneminde de şiir yazmayı sürdüren Millî Şair, 1913-14 döneminde Balkan Savaşı yenilgisi ve I. Dünya Savaşı öncesi sıcak gerilimlerin yaşandığı anlarda Türk Sazı[32] adlı eserini yayınlayarak millî ruh ve heyecanı canlı tutmaya çalışmıştır.[33]



Millî Şairin millî bilinç kavramını ırk boyutlu daraltmaya mahkûm etmeyen tarzı manevî değerlere önem veren Türk milletinin nezdinde onun kabul görmesini kolaylaştırmış ve bir halk şairi, sanatçısı ve mütefekkiri olmasını sağlamıştır. O, Türk milletinin millî kültürünün dinî ve manevî değerlerden ayrı düşünülemeyeceği gerçeğini inkâr etmediği kadar Türk milletinin kökünün bin küsur yıla indirgenemeyeceğinin de inkâr edilemeyen bir gerçek olduğunun bilincindedir. Dolayısıyla 1914’te yayınlanan Türk Sazı adlı eserinde:



Ben oyum ki, tellerini haykırttığım millî saz

Beş bin yıllık mermerlere, kemiklere can verir”



diyerek, Osmanlı şairlerinin İslâm öncesi çağlarla ilgilenmediklerinin serzenişinde bulunmuştur. Ayrıca yine Türk Sazı adlı eserinde Millî Şaîr:



Biz Oğuzlar, soyu olan Türkleriz; / İlk ateşi parlatan,

İlk sabanla sert toprağa tohum atan / İlk ocağa temel koyan hep biziz

Her bucakta vahşi yeller eserken / Isığgöl’de çadır kuran biz vardık;

Urallarda boz ayılar gezerken / İlk kervanı biz Uygurlar çıkardık

Bakın bizim öz Türkçemiz ne hoş dil; / Onun her bir nağmesi

Gökten gelen hitap gibi saf sesi / Ne bülbüle ne duduya (Papağan) eş değil[34]



Türk Sazı’nın yayınlanması Türk soyundan ve ırkından ilk kez edebî bir dille şiirsel olarak bahsedilebileceği gerçeğini ortaya koydu. Dönemin ünlü şairleri “Türk Sazı”na cephe alsalar da eserin etkisi çok geniş bir coğrafyada Türk toplumunun sinesinde yer edecek ve engellenemeyecekti. Aslında yüzyıllardır ırkı ve soyu edebî, siyasî ve sosyal vurguya muhatap olmayan Türk milletinin bu durumu acaba onun ihmal edilişinin bir sonucu mu; yoksa imparatorluk yapısı gereği her millete eşit mesafede durulmak istenmesinin bir gereği mi idi? Bu gereklilik her ne kadar bu stratejiye kısmen de olsa haklılık payı verse de, Türk dilinin ve Türk kimliğinin ihmal edilmişliğinin telafisinin geçmişi soyutlamakla değil; ancak Bilimsel Milli Kimlik Politikaları’yla sağlanacağı gerçeğini göz ardı edemez. Dil ve edebiyata milli bir kimlik kazandırmak ideali uğruna Türk edebiyatına yön veren Arapça, Farsça ve son dönem itibariyle Fransız ve İngiliz dili ve edebiyatlarının etkileri büsbütün inkâr yoluna gidilerek silinmeye çalışılamaz. Çünkü yaşayan bir varlık olan dil, ancak etkisinde bırakıldığı dili içselleştirerek ve kendi içinde sentezleyerek gelişimini çağdaş ve modern seviyeye getirebilir. Türk dilinin böyle bir sentez gücüne sahip olduğunda şüphe yoktur. Bin yılların köklü bir dili olan Türkçenin başka dillerin asimilasyonuna maruz kaldığı veya kalacağı endişesi sağlam tarihî köklere dayanan Türkçe için yersiz bir endişedir.



I.Dünya Savaşı’nın ardından yurdun işgalinin yaşandığı dönemde Paris Barış Konferans’ı toplanmıştı. Millî Şair, bu konudaki endişelerini ve görüşlerini açıklamak, işgalci ve çıkarcılara seslenebilmek için Türk’ün Hukuku adlı eserini yayınladı.[35] 1918’de Hars ve İlim Heyeti üyeliğinde bulundu. Burada ayrıca Halide Edip, Akçuraoğlu Yusuf, Ziya Gökalp, Köprülüzâde Fuat ve Hamdullah Suphi üye olarak bulunuyordu. Ayrıca Milli Türk Fırkası'nın [36] kurucuları arasında yer aldı. I. Dünya Savaşı sonunda İstanbul işgal edilince, emperyalizme karşı düzenlenen Sultanahmet Mitingi'ne konuşmacı olarak katıldı. Kurtuluşun İstanbul’un iradesi ile gerçekleşemeyeceğine kanaat getiren Millî Şair, M. Kemal’in Anadolu’da başlattığı harekâta katılmaya karar verdi. Ankara’ya doğru yola çıktı, İnebolu’ya geldiğinde 1 Nisan 1921’de M. Kemal’den bir telgraf aldı: “Türk milliyetperverliğinin ilahî mübeşşiri olan şiirleriniz mücahedemizin ruh-i hamasetine ufk-i tulû olmuştur. Teşriflerinizden duyduğum memnuniyeti beyan ile sizi milletimizin mübarek babası olarak selamlarım. Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi M. Kemal” [37] Telgrafın ardından kendisini Ankara’da bizzat M. Kemal karşılamış ve daha sonra cepheden cepheye koşarak Adana, Antalya, İzmir halkını ve Kuva-yı Milliyecileri bilinçlendiren konuşmalar yapmıştır.



TBMM özlük işlerindeki kendi el yazı ile yazılmış sicil kütüğünde:“Sonuncu İstanbul Kongresi’nde dağılma kararı ilan olunduğu güne kadar İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Fırkası’nı kuranlar arasında” bulunduğunu ifade eden[38] Millî Şair, mütareke ve işgal yıllarında da millî hareketin gerçekleşmesi yolunda faaliyette bulunmuştur. Onun Ankara’ya gelişi sırasında yanında Yusuf Akçura da vardır. “Mustafa Kemal” adlı eserindeki yazı ve şiirler bu dönemin hatıralarını kapsar.Millî Mücadele’nin bitiminden sonra ise Şebinkarahisar milletvekili olarak TBMM’ye girmiş daha sonraki yıllarda ise 3 dönem Urfa ve İstanbul milletvekili seçilmiştir.[39] Millî Şair, ölümü olan 14 Ocak 1944’e kadar milletvekili olarak görev yapmıştır. İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı’nda medfundur.





Fikirleri ve Edebî Şahsiyeti



Mehmet Emin Yurdakul edebiyat yaşamına Servet-i Fünun döneminde başlamıştır. İlk kitabı Türkçe Şiirler ilgiyle karşılanmış, yankılar uyandırmıştır. Dönemin şiir anlayışı dışında, hece ölçüsünü kullanarak yazdığı şiirlerinde yalın bir dil kullanmıştır. Türk edebiyatına halk sesini getiren şair olarak nitelendirilmiştir. Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü millî kimlik ve bilinç yönünden savunan, bu konudaki düşüncelerini dile getiren öğretici şiirler yazmıştır. Şiirde biçim yönünden de yenilikler yapmıştır. Geleneksel Türk şiirinde sürekli kullanılan kalıpların yerine 15, 17, 19 hece ölçülü alışılmışın dışında kalıplar kullanmıştır. Dörtlük geleneğinin dışına çıkarak üçer, altışar, sekizer dizelik kıtalar kurmuştur. Servet-i Fünun doğrultusunda Batı'dan gelen sone biçiminde şiirler de yazmıştır. Halkçı, millî düşünce ve duyguları dile getirmiştir. Toplumsal ve millî konuları işlemiştir. Halkın ve ülkenin gerçeğini, özgürlük istemini yansıtmıştır. Coşku, umut, yüreklendirme ve öğreticilik, şiirinin belirgin öğeleri olmuştur. Ulusçu, halkçı görüşleri savunduğu şiirleriyle Millî Edebiyat akımının öncü şairleri arasında yer alan Mehmet Emin Yurdakul, öz ve biçim dengesi bakımından tam bir yetkinliğe çok az sayıda şiirinde ulaşabilmesine karşın, halkın yaşamıyla ve sorunlarıyla ilgili konulardaki içtenliği, geniş soluğuyla, kuru bir didaktizmin ötesine geçmeyi başarmıştır.



Millî Şair Mehmet Emin Yurdakul, bir fikir adamı ve felsefeci olmaktan ziyade o bir ülkü ve sanat adamıdır. Meşrutiyet döneminin karmaşık fikir anaforlarının yaşandığı ortamda Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık akımlarına siyaseten uymamış bütün bu fikirleri millî kimlikle sentezlemek gayreti içinde olmuştur. Millî Şair II. Meşrutiyet’in ilanına kadar Türkçülük akımının mensubu gibi görülse de Meşrutiyet’ten sonra Turancı fikre uygun şiirler yazdığını görmekteyiz. Onun Türkçülüğünün Turancı anlayışa yakın olması, etkisinde kaldığı Cemaleddin Afganî’nin millî kimliği İslâm toplumlarının topyekûn kalkınma projesinin bir parçası olarak görmüş olmasındandır. Dolayısıyla dar kapsamlı olmayan millî kurtuluş projesi o dönem millî şairindeki fikirlerin ve ideallerin temelini oluşturmaktadır. Millî Mücadele yıllarından sonra fikir ve ideallerinde âdeta bir hedef daralması yaşayan Millî Şairin böyle bir değişim yaşamasının sebebi açık olmamakla birlikte yaşanılan devrin özelliğinin kıt’alar arası çok geniş bir coğrafyada, çok unsurlu bir yapıyı oluşturabilme iktidar ve otoritesinin yetersizliği olabilir. Dolayısıyla devrin global hâkimleri Orta ve Yakındoğu’da kendi menfaatlerini olumsuz etkileyebilecek yapılanmalara sıcak bakmıyor olması belki de büyük hedeflerin ertelenmesini gerektirmiştir. Dönemin büyük siyaset ve sanat adamlarından Ziya Gökâlp ve Mehmet Âkif’in de aynı hedef küçültmelerine marûz kaldıkları âşikardır.





Şiirlerinde Dil, Biçim ve Konu



Millî Şair, şiir yazmaya başlamadan önce “ben ne yönde yazmalıyım” diye sormuş ve kendine şu cevabı vermiştir: “Gözleri ilk açıldığında bir balıkçı evinin isli çatılarına ilişen ve ninesinin söylediği ninnileri dalgaların uğultuları boğan bir balıkçı oğluna, bir halk evladına nasıl yazmak yaraşırsa işte öyle” O şiir dilinin ne olması gerektiğini şiirlerinde de ortaya koymuştur. Türk Dili adlı şiirinde:



“Ey güzel dil bir coşgun ırmağısın sen yurdumun

İlk Tanrılar söyler bana kumsalların

Benim ölmez ırkıma bir ebedî vatansın sen

Senin nağmen zincirli milletleri hür yaşatır”



Bu konu bir başka yerde eski Osmanlı dönemi edebî sanatçılarından Bâki ve Fizulî’nin sanatçılık yönlerinin inkâr edilemeyeceğini fakat dil yapılarının halkı değil; seçkinler zümresini muhatap alışını şu serzenişlerle anlatıyor: “Yalnız eserlerinin lisan ve şekil itibariyle bizim öz dilimize uygun bulunmaması ve bunların sunacağı iksirin az kişiye nasip olması beni üzüyor. Bundan dolayıdır ki ben öz dille şiir yazmak ihtiyacında bulundum” demiştir. Millî Şaire şiirden ne anladığı sorulduğunda: “Ben eski edebiyattan iki yolda ayrıldım. Birincisi yazış, ikincisi vezindir. Yazışla onlarla birleşemedim. Çünkü umum Türklere karşı şimdiye kadar geciken bu işi ancak bu yolda yazarsam görebileceğim. Onlarla vezinde ayrıldım. Çünkü bu yolda yazılan şiirleri parmak hesabından başka bir yolda söylemeye dil dönmüyor. Üslûp yahut yazış nedir? Tabiatın, insanlığın ruhta beyin ve yürekte uyandırdığı bir takım düşünceler ve duyguları başkalarına anlatmak sanatıdır ki bu her şairin yaratılışına ve içinde bulunduğu âlemin kendisine gösterdiği şeyleri duyuşuna göre olur. Ahalinin düşüncelerini kendi beyninde, duygularını kendi yüreğinde duyan ve o câhil ana baba arasında eline alıp okumak için uzanmış bir el ve zaaf-ı ruhuna kuvvet vermek için karşısında bir kuvvet göremeyen avam evladına nasıl yazı yazmak yaraşırsa işte öyle… bir Türk’e nasıl yazmak lazım gelirse işte öyle. … İntibah devri benim açtığım şiir yolu için bana pekiyi kılavuzluk etti. Eğer o zaman Luther İncil’i millî dil olan Almancaya tercüme etmeseydi halkın düşünme alışkanlıkları olacak mıydı?”[40]



Halka ait bir dille, onun anlayacağı bir anlatım düzeni içinde sanata ya da şiire yönelmek Millî Şairin yöntemidir. Türk Sazı[41] adlı eserindeki Benim Şiirlerimde:



“Bende esir yaratmayan bir Tanrı’ya iman var

Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar” [42]



İfadeleri Millî Şairin inandığı değerler uğruna taviz vermediğini göstermektedir. Vatan sevgisini ön planda tutan şair, sâde bir dille yazdığı şiirlerinin rencide ediliş seviyesindeki değerlendirmeleri muhatap olduğunda serzenişlerini şöyle ifade etmektedir:



“Ey sevgili kardaşlar, vatandaşlar, Evet siz

İnildeyen şiirime kaval sesi dediniz;

Gözyaşıma güldünüz, ben bunlara katlandım

Yalnız tahkir edilen millî ruhtan utandım.[43]



Mehmet Emin Yurdakul’un sanat görüşündeki istikrar 1926’da bir dergiye verdiği beyanatta aşikârdır. O sadece halk şairi değil; halkın da şairi olmak yolunu seçmiştir[44] Bu konuda Ömer Seyfettin “Mehmet Emin” adlı şiirinde:



Türk güneşi batıyorken / Nurlar saçtın kaleminden.

İlk önce sen Türkçe yazdın, / Gafletlere mezar kazdın!

Kıymet verdin Türk diline, / Can getirdin Türk iline!

Sen dirilttin bu milleti, / Sen olmasan bitmiş idi!



Bu ifadeler Ömer Seyfettin’in de içinde yer aldığı Millî Edebiyat Akımı’[45] tarzı bir değerlendirmedir. Mehmet Emin Yurdakul’un Şiirlerinde biçim zengin bir çeşitlilik gösterir. Belirli bir biçimi değil; hem Batılı hem de Doğulu şiir biçimlerini uygulamıştır. Bunlar: Sone[46], Terzarima,[47] Çapraz Uyak,[48] Kuple,[49] Serbest Müstezat,[50] Mesnevî,[51] Destan,[52] Özgür Biçimler.[53]



Millî Şair Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinde başlıca konular: Türklük, Turan, Türk Dili, Yurt ve Anadolu, Millî Mücadele, Savaş, Ordu’nun Destanı, Din, Özgürlük, Aile, İnsan, İnkılâp, Köy ve Orman, İş ve Sanat, Şiir ve çeşitli konular.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,03 M - Bugn : 19157

ulkucudunya@ulkucudunya.com