« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

09 Kas

2020

Trumpsız Trumpizm Mümkün mü?

Erdem İlter 01 Ocak 1970

Önümüzdeki dönemde Trump’ın alan açtığı zeminde dans etmeye teşne sayısız siyasetçi olacaktır. Fakat Trump’ın mağlubiyeti, yeni otoriter adaylara kendilerini bekleyen sonun çok da matah olmayabileceğini göstermesi açısından son derece mühim.


Kritik eyaletlerdeki sayımların sona yaklaşması ile birlikte tam ismiyle Joseph Robinette Biden Jr. rekor katılımın sağlandığı seçimlerde Amerikan tarihinin en fazla oy alan başkanı sıfatıyla zaferini ilan etmiş bulunuyor. Biden’ın başarısı Amerika’nın yarısı için (ve kendilerini Trump’la eşleyen diğer otokratlar dışında dünyanın geneli için) dört yıl süren bir kabustan uyanışın ilk sinyali olsa da Biden’ın zaferini ezici bir üstünlükle taçlandıramaması Donald Trump fenomeninin düşünülenden çok daha güçlü olduğunu ortaya çıkardı. Trump’ın başkanlık yarışını kaybetmesine rağmen rekor katılım sağlanan yarışta tabanını yüksek bir motivasyonla sandığa götürebilmiş ve oylarını birkaç milyon daha arttırarak görevdeyken en yüksek oyu alan başkan olması 2016’daki başarısının tamamen konjonktürel veya şans eseri olmadığını ispatlamış bulunuyor.



Demokratlar için başkanlık süresi boyunca attığı her adım tartışılan, sürekli yalan söyleyen, kendi çıkarından başka siyasi ve ahlaki hiçbir prensibi olmayan, her fırsatta cehaletini dışa vuran, kanunları ve normları çiğnemekte beis görmeyen, otokratlara hayran, etrafındaki hiç kimse ile geçinemeyen, sürekli birilerini kovan veya istifaya zorlayan, dini ve etnik azınlıkları dışlayan, mülteci düşmanı, aşırı sağcıları ve paramiliter ırkçı grupları cesaretlendiren, hemen hemen tüm politikaları belli bir ekonomik sınıfı gözeten, özellikle de pandemi sürecindeki yönetimiyle kriz yönetmedeki beceriksizliğini ispatlayan, yüzbinlerce insanın ölümüne yol açan bir figürün oylarını daha da arttırması ve milyonlarca oyun kullanıldığı kritik eyaletleri ancak onbinlerle ifade edilen farklarla kaybetmiş olması demokrasi için tehdidin Trump’ın şahsından çok daha derinlere işaret ettiğini gösteriyor. Çünkü bir seçimden ziyade Trump referandumuna dönen bu seçimde ülkenin neredeyse yarısı Trump’ın kişiliğini, siyasetini ve dört yıllık karnesini onaylamış bulunuyor.



Bir Kabusun Fragmanı

Bu yüzden genel inanış, Trump’ın dört yıllık başkanlığının sona ermesiyle bu kabusun bitmediği, aslında Trump’ın dört yıl boyunca bize ilerde yaşanacak kötü bir kabusun fragmanını izlettiği yönünde. Birçok yazar Trump gitse de Trumpizm’in – otoriter eğilimli, aşırı milliyetçi, azınlık düşmanı, mülteci karşıtı, beyaz üstünlükçü, içe kapanmacı ve popülist dalganın- kalıcı olacağını ve hatta Trump’ın başarısını örnek alacak olan daha hesaplı kitaplı, yüksek kapasiteli ve tehlikeli versiyonlarının önünün açıldığını düşünüyor.



Spekülatif bir yanı olsa da böyle düşünenlere hak vermek için elimizde yeterince veri var. Trump’ın bir istisna ve anomali olmadığının; tam tersine Amerika’nın toplumsal, ekonomik, kültürel, tarihi çelişkilerinin, çıkmazlarının, iki asırlık siyasi yönetim sisteminin bir ürünü olduğunu düşünenler için Amerika’nın her zaman yeni Trumplara sahne olma ihtimali olduğu kuşku götürmez bir durum. Dahası Trump’ın dört yıl sonra geri gelmeyeceğinin de garantisi yok.



Yenik Bir Trumpizm’in Geleceği

Tüm bunlara rağmen Trump fenomenin ancak kazandıkça ayakta kalabilecek bir olgu olduğunu, yenilgisinin ise Trumpizme vereceği zararın boyutlarının gözardı edildiğini düşünüyorum. Bugün eski Alaska Valisi, reality show sunucusu ve John McCain’in 2008’deki başkanlık yarışında yardımcısı olarak belirlediği Trump gibi marjinal bir kişiliği olan aşırı sağcı popülist Sarah Palin’in adını ve siyasetini ancak komedi malzemesi olarak hatırlıyorsak bunun en önemli sebebi başkanlık yarışını kaybedip sıradan bir siyasi figüre dönüşmesiydi. Bu yüzden dünyanın en önemli ve güçlü koltuklarından birini işgal eden muzaffer bir Donald Trump absürtlüğü, anti-entelektüelliği, ırkçılığı, ayrımcılığı, komplo teorilerini, bilim karşıtlığını, demokrasiye saldırıyı, marjinal ve kriminal aşırı sağcı paramiliter gruplara devletin en üst kademesinde açtığı meşruiyet alanını hem kendi ülkesinde hem de dünyada normalleştirirken; mağlup olmuş, kararlarının hiçbir bağlayıcılığı kalmamış, kanunları çiğnemenin bedeliyle karşılaşacak olan yenik bir Trump’ın, Trumpizm dalgasını devam ettirmesi son derece zor bir durum.



İlk döneminin sonunda yenilmenin, Amerikan siyasal tarihinde sadece birkaç başkanın deneyimlediği son derece istisnai ve küçültücü bir durum olduğunu göz önünde bulundurursak, bu yenilginin yaşatacağı moral kaybın boyutlarını da anlayabiliriz. Trump dışardan geldiği halde kazandığı için parti içindeki farklı çıkar gruplarını temsil eden geniş koalisyona kendisini dayatabildi. Dört yıllık yönetiminin sonunda seçilemeyerek yarışı kaybetmesi Trump’ın stratejisinin, kişiliğinin ve meşruiyetinin de sorgulanmasına yol açacaktır.



Ayrıca geleceğe miras bırakabilmek için geride çok ciddi bir kurumsal yapı ve kadro bırakmak gerekir. Trump seçilmelerine moral destek verdiği birkaç temsilci ve atadığı bazı yargıçlar dışında ne parti içinde ne de devlet içinde bir inşa faaliyetine girebilmiş değil. Manevi destek verdiği temsilciler geldikleri bölgelerdeki seçmene, atadığı yargıçlar ise görev sürelerince yasaya karşı sorumlular. Kısaca yıkıcılıktaki performansı belli sonuçlar verse de, Trump başkanlığı süresince ideolojisini kurumlaştırmış ve onu taşıyacak bir bürokratik yapı kurmuş değil. Bu yüzden Trump mirası dediğimiz olgu retorikten öteye geçebilmiş değil. Trump’ın yeniden başkan olamaması bu retoriğin zararı derinleştirmesinin de önüne geçti. Daha yüksek oyla, kişisel referandumuna döndürdüğü seçimde halktan aldığı güven oyuyla ikinci dönemini yaşayabilseydi hem ülkeyi kurumsuzlaştırma hem de kendi siyasetini kurumsallaştırma adına çok daha ciddi mesafe alabilirdi. Yenilgisi bu tehdidi de kısa vadede bertaraf etmiş durumda.



Fakat daha da önemlisi yenilgisinin yanı sıra Trump’ın başkanlık performansı da gelecekteki otoriter ve popülist takipçilerinin heveslerini kursaklarında bırakacak bir miras bırakıyor. Trump yönetimi bir yandan hem Amerikan toplumuna hem de Amerikan Kongresine başkanın gücünün önemini gösterirken diğer yandan bu gücün sınırlılığını da ispatladı. Trump, birbiri ardına bürokrat kovmasına, yeni atamalar yapmasına rağmen yine de her istediğini yaptıramadı, yaptırmaya kalktığında ise azledilmekten kıl payı kurtuldu. Görev süresi boyunca attığı her adım sivil toplum, medya, köklü denge ve denetleme mekanizmalarına takıldı. Özellikle ülkenin kuruluşundan itibaren kökleşmiş olan adem-i merkeziyetçi yapı sayesinde birkaç bin nüfuslu mahallelere kadar yayılmış yönetimsel yetki devri başkanın iç politikada gücünün ne kadar sınırlı olduğunu ispatlamış oldu.



İslamofobik şiarla Müslüman birkaç ülkeye uyguladığı ayrımcı vize kararının yerel bir eyalet savcısı tarafından iptali, ırkçılık ve polis şiddetine karşı yükselen protestoları bastırmak için eyaletlere güvenlik kuvveti gönderme kararının valiler tarafından reddedilmesi, pandemi sürecinde ülkesine dönüp Amerika’daki üniversitelerde derslerine devam eden uluslararası öğrencilerin vizelerini iptal girişiminin yüzlerce üniversitenin açtığı davalarla anında iptal olması Trump’ın otoriter yönetiminin özerk kurumlar eliyle bertaraf edilişini gösteren sayısız örnekten sadece birkaçı. Trump’ın Suriye’den ani çekilme kararı ve Çin ile başlattığı dengesiz ticaret savaşı başta olmak üzere dış politikada attığı adımların boyutlarını gören kongredeki her iki parti senatör ve temsilcilerinin Biden yönetimi ile anlaşıp ileride Trump gibi liderlerle yaşanabilecek kazaların önüne geçmek için dış politikada da başkanın yetkilerini sınırlamayı gündemlerine almaları epey muhtemel.



Tüm bunların yanı sıra Amerikan sistemi, dizaynı itibarıyla patronaja hem müsait olmaması hem de kanunların buna fırsat vermemesi sayesinde otoriter eğilimli liderlerin kendilerine ekonomik olarak bağımlı geniş kitleler yaratmalarını imkansız kılıyor. Başkanın oy karşılığı seçmenine eyaletlerde memurluk tahsis etme veya sırf kendisine oy verdikleri için seçmenini maaşa bağlama gibi bir imkanı bulunmuyor. Bu Amerikalı liderlerin etrafında çeşitli çıkar gruplarının olmadığı veya Trump’ı mesih ilan edecek kadar ona hayran bir kitlenin oluşmadığı anlamına gelmiyor. Fakat hem Trump’ı destekleyen özellikle de petrol, ilaç, silah sanayi gibi alanlarda etkin olan çıkar grupları ile ona son derece bağlı olan Evanjelikler gibi ideolojik gruplar da Trump gittiğinde de etkinliklerini sürdürmeyi devam ettireceklerdir.



Geçmişleri Trump öncesine, gelecekleri de Trump’a bağlı olmayan (ve genelde her iki parti ile de çalışabilen) bu grupların Trump ile alışverişleri gecici ve konjonktürel kalacaktır. Trump’ın “Seçimde hile yapıldı. Başkan ben seçildim” yakarışına ne yardımcısı Evanjelik Mike Pence, ne atadığı üst düzey herhangi bir bürokrat, ne vergi indirimleriyle kıyak yaptığı herhangi bir şirket, ne tabanı, ne de bugüne kadar arkasında duran medya cevap vermiş değil. Çünkü bunların hiçbirini Trump var etmedi.


Seçimden 1 hafta önce Trump’a desteğini açıklayan NY Post, Trump’ın meşhur repliği olan ‘KOVULDUN’ manşetiyle onu uğurluyor.

Bu noktada Trump’ı örnek alacak popülist liderler ancak son derece gevşek bağlarla bağlı koalisyonlar sayesinde iktidara gelebilirler. Radikalleştiklerinde koalisyonu dağıtma, çok farklı grupları memnun etmeye kalktıklarında ise ideolojik çerçevesi son derece zayıf, stratejisi dağınık, pragmatik bir zeminde ayakta kalabilirler. Seçim sürecine girildiği andan itibaren belli ilaç fiyatlarını azaltan kararnamesi, eşcinsellere yönelik açılımı, Latinlere karşı nefret söylemini bir kenara bırakıp belli eyaletlerde onlara partide alan açması Trump’ın desteğini büyütmek için onu iktidara getiren koalisyonunun çeşitli parçalarının çıkarlarıyla doğrudan ters düşmesine yol açtı. Bu anlamda Trump’ın gücünü diğer otoriter ülkelerde görülen örnekleriyle karşılaştırıldığında derin bir stratejiden, ideolojik bir duruştan, katı ve hiyerarşik bir parti disiplininden, devlet eliyle geniş kitlelere dağıttığı ekonomik ranttan değil konjonktürün elverdiği ölçüde, son derece kaypak ve kaygan bir duruş ve zeminden ve gevşek bir koalisyon kurmasından aldığını söylemek daha doğru olur.



Sonuç olarak Trump kaybettiği için Trumpizm’in yaşama şansının çok yüksek olacağını düşünmüyorum. Kazandıkça cazibesini koruyabilen, kazandığı için tüm defoları meşrulaşan bir fenomen Trumpizm. 2016 seçimlerini kazanmasaydı muhtemelen Sarah Palin fenomeni gibi kötü bir şaka, absürt bir siyasi komedi nesnesi, berbat bir seçim stratejisti olarak kalacaktı zihinlerde. O yüzden Trump’ı iktidara getiren olguları gözardı etmeyen, ırkçılığa, cehalete, siyasi kamplaşmaya, ekonomik gelir eşitsizliğine, kültürel ayrışmaya bugünden yarına bir çözüm bulunulamayacağının farkında olmak fakat Trump kültünün başarısız olduğu ve yenildiği bir siyasi denklemde mirasının kalıcılığını da sorgulamak gerekiyor. İlk döneminin sonunda seçim kaybeden sayılı birkaç başkandan biri olmak gibi küçük düşürücü bir hezimete uğrayan bir Trump ile seçimi tekrar ve üstelik daha yüksek oyla kazanan Trump’ın bırakacağı miras arasında dağlar kadar fark var olacağını düşünüyorum.



Kısacası her gün yaydığı toksik ve yozlaştırıcı siyasi söylemi ve eylemi göz önüne alındığında ikinci döneminde ülkeye vereceği zararın boyutlarını ve geriye bırakacağı siyasi mirasın yıkıcılığını küçümsememek lazım. Dört yılın sonunda Trump’ın karşısına son derece çeşitli ve geniş bir koalisyonun olağanüstü bir politizasyon ve motivasyonla çıkıp onu durdurmaları gözardı edilemeyecek bir başarı.



Tüm bunlar Amerika’nın bugünden yarına uzun tarihi arka planları olan toplumsal, sınıfsal, ırksal, kültürel çelişkilerini çözebileceği anlamına gelmiyor. Trump’ın alan açtığı zeminde dans etmeye teşne sayısız siyasetçi de olacaktır. Fakat Trump’ın mağlubiyeti, yeni otoriter adaylara kendilerini bekleyen sonun çok da matah olmayabileceğini göstermesi açısından son derece mühim.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,25 M - Bugn : 6673

ulkucudunya@ulkucudunya.com