« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

18 Nis

2016

Zencani Türkiye öyküsünü neden anlatmıyor?

KENAN ÇAMURCU 01 Ocak 1970

Rıza Zerrab (veya Sarraf) Miami'de ABD'yi dolandırma suçlamasıyla tutuklandığında Türkiye'de heyecanlanan Erdoğan muhaliflerinin hayal kırıklığına uğrayacağını yazmıştım hani. Öyle oldu. Zerrab'ı tutuklayan savcı Bharara önce iddianamesinde “ABD'nin dolandırılması”nı eksen alan suçlamalarla mevzuya bakışının sınırlarını gösterdi. Nihayet geçenlerde, bizim muhaliflerin gereksiz ve abartılı iltifatına mazhar olan önemsiz bir toplantıda yaptığı konuşmada, Zerrab'ın Türkiye'de gözaltına alınma gerekçesinin kendi dosyasıyla ilgisi bulunmadığını söyleyerek girişiminden heyecanlanan çevreleri üzdü.

Zerrab'ın Türkiye'deki işlerine iddianamesinde detaylı biçimde yer veren Bharara'nın, Türkiye'de gözaltına alınmasına neden olan meseleleri yoksayması aslında Zencani-Zerrab dosyasının ABD-İran güzergahında farklı bir mecrada aktığının da kanıtı oldu. Anlaşılan o ki, ABD yargısı Zerrab'ın tutuklanmasında Türkiye'yi sadece iş ve işlemlerin mekanı olarak hesaba katıyor. Hatta İran'a yaptırım uygulandığı sırada mesela bir Türk kamu bankasının yaptırım kararına aykırı davrandığı gerekçesiyle iktidarı suçlamaya kalksa hükümetimiz ona “sanane” diyebilir. Zaten Bharara bunu bildiği için o topa hiç girmiyor. Dolayısıyla Türkiye'de iktidar değişimine göz dikenlerin Bharara'dan bahar çıkabileceği varsayımı Godot beklemekten bile umutsuz vaka.

Esas itibariyle Erdoğan muhaliflerinin ondan ve AKP iktidarından bir an önce kurtulmak istemesinde anormal bir şey yok. İktidar rekabetinin doğasında bu var. Muhaliflerin gayri meşru yollarla da olsa Erdoğan'ın devrilmesini istemesi ise cesaretini, Erdoğan'ın Suriye, Irak, Bahreyn, Yemen gibi yerlerde gayri meşru yol ve yöntemlere destek vermesinden alıyor.

Suriye'de Amerika'nın liderliğinde batılı başat devletler ve Körfez şeyhlikleriyle hükümet darbesi peşinde koşan AKP iktidarına benzer mukabeleyi özleyen veya çağıran muhalifler neden kabahatli olsun? Mesela Bahreyn'de altı senedir Suud'un uydusu saltanat rejiminin halkın demokrasi talebini sokakta aktivistleri katlederek ve siyasi liderleri tutuklayarak bastırmaya çalışmasına Erdoğan destek vermiyor mu? Davutoğlu “Bahreyn, mezheplerin ahenk içinde yaşadığı ülke” taltifiyle sokakta dökülen kanları, işkencehanelerde işlenen cinayetleri, yıkılan ev ve camileri kutlamadı mı? Bahreyn'deki diktatörlüğü destekleyen AKP'nin Türkiye'de kendisine karşı demokratik âdâp içinde mücadele beklemesi fazlasıyla saçma. İkiyüzlülük. Arsızlık.

Muhaliflerin başına başına milli irade bayrağı sallayan AKP ne Suud'da, ne de Körfez şeyhliklerinde demokratik rejim olmamasının derdinde. Ama onlarla birlikte Suriye'ye demokrasi götürmeye histerik hevesli, istekli, arzulu. O kadar ki, eline silah almış vahşi grupları bile “muhalif” ünvanıyla baştacı edip rejime karşı destekliyor. Bu çabasında dur durak da tanımıyor. Demokrasi ve barış namına bu kötü politikalarında iktidara tahdit hatırlatmaya kalkanlarsa soluğu hapiste alıyor.

Türkiye'deki iktidar rekabeti ve mücadelesini dışarıdan izleyen bu satırların yazarı, herşeye karşın hakikate sadakat tarafında kalmayı tercih etti. Bu tarzın tasvip görmediğinin, bu üslupla ne iktidara ne de muhalefete yaranılamayacağının farkındayım. Olsun. Kur'an'da buyurulduğu gibi, insanların pek azının anlayabildiği fâni bir dünyada hakikatin nöbetini tutmaya devam edeceğiz. Nöbet süremiz bittiğinde nihaî ve ebedî hayata, dâr-ı bekâya gideceğiz. Orada, iktidar mücadelesinde yalanlarla ve ahlaksız yöntemlerle yol alıp başarı grafiğini her daim dik tutmamıza ödül verilmeyecek. Bilakis, böyle davrananları kaçamayacakları acı bir karşılık bekliyor olacak. Üç günlük geçici dünyada, Hz. Ali'nin küçümsemesiyle “keçi sümüğünden kıymetsiz” iktidar için ahireti berbat etmeye değer mi?

Gerçi Rıza Zerrab'ın Amerika'da tutuklanmasından AKP'nin ağır hasar alacağına dair muhalif kanattaki umut, beklenti ve temenni, AKP'nin ülke içinde ve dışında kovaladığı çirkin umut, beklenti ve temennilerden daha beter değil. Lakin ahaliye başka ve daha iyi bir dünya vadetmesi gereken muhaliflerin temenniyi gerçek sanması da tabii ki ciddi sorun. Pek çok örneği gösterilebilir ama en güncel olanı Bharara vakası.

Muhaliflerimiz, Zerrab tutuklandığından beridir Bharara'nın etkinlik programını yakından takip ediyor. Her ağzını açtığında AKP iktidarının sabaha çıkamayacağı umuduyla. Oysa adı geçen İndo-Amerikalı savcı, “Zerrab'ın Türkiye'deki gözaltısının bizim dosyamızla ilgisi yok” diyerek ilinti zincirini koparmışken ona hâlâ bel bağlamak akıllıca mı? Göçmenliğin ezikliğiyle oraya buraya sataşıp vukuat çıkarmasından vatanseverlik kanıtlama kompleksini aşamadığı aşikar bu savcı, diyelim ki AKP hükümetini suçladı, oradan nereye varabilir? Seçilmiş hükümete ne yapabilir? Amerikan başkanı, onun fezlekesiyle bizim başbakanı görevden mi alacak? BM Güvenlik Konseyi AKP hükümetinin görevine son verip CHP'yi iktidar mı yapacak? Uluslararası siyaset böyle mi çalışıyor?

Belki alternatif düşünmek lazım. Ya savcı Bharara, bilakis örtbas sisteminin parçasıysa? Dakika bir gol bir, zanlıya “Sarraf” demeyip “Zerrab” nüfus kaydıyla iddianame düzenlemesi ve Türkiye'deki gözaltı gerekçesini kendi dosyasıyla ilişkilendirmemesi önemsiz karineler mi? O gözaltı gerekçesini referans alıp Türkiye'deki zincire bağlanması gerekirken aksini yapıp halkaları koparıyor. Âmiyâne tabir kullanıp sorarsak, Bharara kimin adamı bu durumda? İktidarın trolleriyse Gezi günlerindeki bir hackerı hapisten kurtardığından bahisle onun hükümet devirme operasyonunun kilit ismi olduğunu iddia ediyor. Her düzeydeki trol, ya bilmediğinden ya da dikkat dağıtma amaçlı, Bharara karşıtı kampanya yürütüyor. Oysa belki de İndo-Amerikalı savcı, Zerrab dosyasında izleri kapatıyor. Kimbilir.

Muhalifler, Bharara'nın iktidarı yıkacağından umutlu, yandaş takım da kendince Bharara'nın hükümeti yıkma komplosunu ifşa ediyor. Erdoğan'ın “yeni Türkiye”si işte bu kadar içler acısı.

Acaba Cumhuriyet gazetesi, Bharara'dan bir şey çıkacağından umudunu kestiği için mi “Zencani 3 bakana rüşvet verdiğini mahkemede itiraf etti” asparagas haberini yayınlamaya mecbur kaldı? Çünkü Zencani'nin avukatı müvekkilinin mahkemede böyle bir beyanı ve itirafı olmadığını söyledi. Adını anarak Cumhuriyet gazetesini yalanlarken de “Erdoğan'a muhalif bir gazete. Siyasi koz olarak müvekkilimi kullanmak istiyor.” dedi. Üstelik bu tekzip, davayı yakından izleyen ve mevzuyu derinleştirmeye uğraşan reformcu medyada yayınlandı.

Zencani'nin yargılanmasına maruz ve mecbur kalınmasından Zerrab'ın tutuklanmasına kadar, neresinden bakarsanız bakın vakanın adi yolsuzluk meselesi olmadığı, kuvvetli uluslararası siyaset içerdiği besbelli. Böyle olduğunu anlamamızı kolaylaştıracak bazı turnusol işlevli sorular var:

Babek Zencani, neden Türkiye'deki mali operasyonları hakkında tek kelime bile etmedi? Bu gıpta edilesi ketumluğun sırrı nedir? Malezya ayağını detaylarıyla anlatıyor da, Türkiye kısmına gelince niye susuyor? Yurtdışı mal varlıkları ve mali operasyonların listesini İran yargısına ve hükümete verdiği halde Türkiye ayağında Zerrab'la birlikte ürettikleri öyküyü niye anlatmıyor? İran yargısı, Ruhani hükümetinden ve reformcu kesimlerden gelen tüm baskılara rağmen neden Zencani dosyasının Zerrab'la bağını kurmaya direndi?

Türkiye-Katar-Suud blokuyla Suriye'de göğüs göğüse çatışan İranlı muhafazakarların para aklama/istif işini Türkiye'de yapması nasıl açıklanır? Muhafazakarlar, o paraları mesela Lübnan'da da biriktirip aklayabilirlerdi ama orada çok fazla gözönünde ve gözaltında olacakları için mi, hem NATO üyesi ve batı ittifakının parçası, hem de Suriye'de çatışma içinde oldukları Türkiye'yi tercih ettiler? Eğer böyleyse bu durumun oldukça başarılı bir kamuflaj sağladığına kuşku yok. Yahut Ankara, İran'a neler saydırıyorken İranlı muhafazakarların sınır ötesi operasyonlarının mali kaynağına neden ev sahipliği yapıyor(du)? İran'da siyasi mühendislik için kullanılan paraları barındıran ve çalıştıran Ankara kiminle iş tutuyor?

Obama madem Ankara ve Riyad'dan sıtkı sıyrık ve bu kadar müşteki, neden onları caydıracak hiçbir şey yapmıyor? Eli kolu mu bağlı, gücü mü yetmiyor, yoksa gözetmek zorunda olduğu vazgeçilmez bir maslahat mı var, sorun ne? Obama'nın Zencani-Zerrab mali şebekesinin iş gördüğü İran, Türkiye, Malezya vs. çemberinden oluşan sistemi dağıtmak istediğinden emin miyiz?

Soruları arttırabiliriz. Ama arttırdıkça meselenin hukuki boyutunun ufukta kaybolduğuna ve uluslararası siyasetin sahasına intikal ettiğimize şahit olacağız.

İran yargısının, Zerrab'a ilişmeden Zencani'yi mahkum etmesindeki incelik neyse Bharara'nın Türkiye'deki gözaltı gerekçesini yoksayması da o. İran ve ABD yargısı Erdoğan'a dokunmayacak bir süreç planlamışsa Erdoğan'ın taşıdığı anlam ve değeri sorgulamalı asıl. O işlev, 2011'de Arap baharına model ülke olarak hazırlanırken 2009'da Peres'in dünyanın gözü önünde Erdoğan tarafından azarlanmasına tahammül etmeyi gerektirdi. Fakat Tel Aviv'deki milliyetçiler haddin aşıldığını düşünerek bir yıl sonra Akdeniz'in ortasında Mavi Marmara'da katliam yaparken Ankara 15 saat boyunca sesini çıkaramadı. 2009'daki “one minute” hakiki olsaydı 2010'daki katliam canlı yayında izlenmekle yetinilir miydi?

Netanyahu'yla kucaklaştı kucaklaşak olan Erdoğan, başkanlık sisteminin yeraldığı yeni anayasanın oylanacağı referandum arifesinde İsrail'in Aşdod limanından Gazze'ye yardım göndermeye başlayacak ve mutlaka Gazze mitingini yapacak. Yani 2009 senaryosuna dönüldü. Ama bu kez kulak çekilmiş durumda ve Ankara haddi aşmayı denemeyecek bile. Şu sıralar hükümet karşıtı gibi görünen ve “İsrail'i asla affetmeyiz” lafını kayıtlara geçirip poz kesenlerin Gazze mitinginde Erdoğan'ın yanında dikileceğini tahmin etmek zor değil. 2010'da rehin alındıkları Aşdod'da bu kez pasaportlarına İsrail'e giriş mührü vurulup Gazze'ye İsrail güvenlik konvoyuyla ulaştırılabilirler. Hatta belki Mavi Marmara'yı Aşdod'a yanaştırırlar. Filistin davasının idealist kimi akım ve grupları “İsrail'e gidip siyonist rejimi meşrulaştırmayın” feryatları ediyorken mesela Yeni Şafak, “Kudüs'e sahip çıkma” sloganıyla İsrail turizmine katkı yapmaya çalışmıyor mu zaten?

2011'deki Suriye krizinden bu yana bölgemizdeki kutuplaşmayla kurulan alt sistem, bir tarafına hamle yapıldığında komple ve kötü biçimde çökecek nitelikte yapılandı. Obama'nın, bir aktöre hamle yaparsa yolaçacağı öngörülemez sonuçları göze alamadığına ilişkin tahminimiz olabilir. Çünkü Suriye'deki fay hattı bir dehşet dengesi.

Suriye sahası başta olmak üzere, bölgenin genelinde bir yanda Türkiye, Suud ve Körfez şeyhleri ve buna ilaveten son dönemeçte bayrak yarışına katılan İsrail ve Mısır, diğer yanda ise İran, Suriye, Irak, Hizbullah ve nihayet kutuplaşmayı perçinleyen Rusya var. Kutuplaşma temelli bu alt sistem birbiriyle çatışıyor ama aynı zamanda birbirini de ayakta tutuyor. Obama bu kutuplaşmada kendi müttefiklerinin bile tarafında olmak yerine “işbirliği ve entegrasyon” isteyen Obama doktrinini ortaya attı. Bir tür üçüncü seçenek denemesi. Yani İran'da Ruhani ve reformcuların temsil ettiği itidal, barış, istikrar, işbirliği deklarasyonuna benzer bir yumuşama/detant doktrini.

Biz bu yüzleşme ve meydan okuyuşların etkisini Türkiye'de hissedemiyoruz, çünkü ana muhalefet partimiz CHP'nin lideri günlerdir “önüne yatmak” ve “altına yatmak” arasına sıkışmış, linguo-politik bir evrende alakasız yerlerde yüzüyor. Ama İran, bölgesel çatışma sisteminin tüm etkilerini iç siyasette en sarsıcı biçimde yaşıyor. Rusya'nın iki senedir bahsini ettiği S-300 füze savunma sisteminin ilk partisini, muhafazakar siyasetin seçimlerde ağır yenilgiye uğraması üzerine aniden İran'a gönderivermesinin İran içindeki siyasi mühendisliğe katkısı ortada değil mi? Muhafazakarlar bu gelişmeyi manşetlerden patlatırken, reformcu yayınlar ya görmedi, ya da mesela Âfitâb-i Yezd gazetesi gibi önemsizleştirip küçümseyerek “Bir parmak bal” dedi. Hamenei, sürekli “batılılar terörizmle mücadelede ciddi değil, İslam ülkeleri birlik olmalı” deyip kutuplaşmayı körüklüyor. Devrim Muhafızları (Sipah) Komutanı nükleer anlaşmanın iftihar edilecek bir belge olmadığını tekrarlayıp ABD ile detant çağının açılmasını önlemeye çalışıyor. Sipah'ın açık veya örtülü yayınları, nükleer anlaşmayla kandırıldıkları propagandasıyla abartılı ve abanılmış bir batı karşıtlığı yapıyor epeydir.

Zencani'nin Türkiye öyküsünü neden anlatmadığını ve anlatmayacağını izah eden öyle çok ipucu, işaret, kanıt ve karine uçuşuyor ki etrafta. O sebeple Zencani-Zerrab vakasının sıkı dokulu bir bölgesel sistemin mühim ilmiği olduğunu anlamadan boş hayaller peşinde koşmak tabii ki tuhaf.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,04 M - Bugn : 29768

ulkucudunya@ulkucudunya.com