« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Mar

2016

Çabala kaptan, çabala...

YAVUZ BAYDAR 01 Ocak 1970

Sağlam bir 'geriye sayma hali' algısı var, kesin.

Yönetimde ipin ucunun iyice kaçtığı, ekonomide kırmızı bip bip seslerinin sıklaştığı bir sürecin kalıcı olacağına aklı başında olan kimse ihtimal vermiyor artık.

Anayasanın ihlal üstüne ihlal ile iyice delik deşik edildiği, topluma asgari de demokratik bazı güvenceler sağlayan sistemin askıya alındığı günler haftalar geçeli de çok oldu.

Doğa kanunları da, sosyolojik gerçekler de, siyaset tarihi de, insanlığa yön veren temel öğretiler de aynı şeyi söyler:

Hiçbir şey sonsuza dek aynı kalamaz, kalmayacaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç yıl önce ala valayla, muazzam yandaş tezahüratı eşliğinde 'ustalık' diye ilan ettiği iktidarının üçüncü döneminde, siyasi kariyerinin en zorlu günlerini yaşıyor.

'Ustalık' dediğimiz şey, son birkaç ay içinde, tarihe geçecek bir çırpınmaya dönüştü.

Kendisi de bunun gayet farkında.

Olmaması mümkün değil.

Anayasal sistemin ihlaller silsilesiyle askıya alınması, kendisinin 'işte bakın herşey tıkandı, bize başkanlık lazım' stratejisinin bir parçasıydı.

Gözü gibi sakınması ve dantel gibi işlemesi gereken Kürt barış sürecinde, orduyu sadece güvenlik ve asayişe indirgenmiş bir siyaset etrafında yanına çektiğinden emin olduktan sonra masayı devirmesi de duyguları ve ezberleri aklının önünde giden milliyetçi muhafazakar Türk kitleyi bu yolda kaldıraç olarak kullanma taktiğiydi.

Bunlar artık - tabir caizse - kabak gibi ortaya çıkmış gerçekler.

Ama işler hiç öyle sanıldığı kadar kolay değil.

Mutlakiyet takdim eden, tam yetkiyle donatılmış, sorgulanması teklif dahi edilemeyecek başkanlık modeline geçiş için zaman daralıyor, şartlar kum taneleri gibi elden kaçıyor.

Zaman artık Erdoğan'ın aleyhine işliyor.

Acele bu yüzden, artan öfke bu yüzden, ülkede ne kadar kurum, kuruluş, sisteme ait ne kadar kalıcı unsur ve etkili şahsiyet varsa köküne kadar meydan okuma bu yüzden.

Zorlandıkça çıtayı yükseltiyor Cumhurbaşkanı.

Yükselttikçe sahayı test ediyor, tepkileri ölçüyor, gelen ve gelmeyen tepkiler üzerinden güne göre şekillenen bir algı kontrolü ve basınç siyaseti geliştiriyor.

Başka çaresi yok.

İktidarı şahsileştirdikçe bunun ürettiği muazzam yük omuzlarına bindikçe biniyor. Başka çaresi yok.
Ama, en son kurucu AKP'li aksaçlıların açık tasfiyesi ardından kendi kendisine kurguladığı tecrit halinde, tekleştirilmiş karar mekanizması, geriye doğru giden saat tıklamalarıyla, ve kontrolünden çıkmaya başlayan şartların ivmesiyle, hata payını da artırıyor.

AKP içinde kıpırtılar, 'ülkedeki esas problem tektir, anladık da, ne yapacağız, bu böyle gitmez' noktasında kabarıyor, çatlak camda yürüyor.

Ekonomi, başta turizm, ciddi alarm veriyor. İşsizlik, büyüme, enflasyon, vs göstergeler, güvensizliği kuvvetli bir rüzgarla besliyor.

Istanbul sermayesi, genelde ödlek olsa da, bazı büyük sermaye, ama esasen Anadolu ve Trakya sathında orta ve küçük ölçekli işletmelerin sahipleri 'bu böyle gitmez, yönetimin ucu kaçtı, bedeli biz ödeyeceğiz' moduna geçeli çok oldu. Son olarak Boydak hamlesi de 'korkun ve susun' gibi bir mesaj olarak algılansa da, bu çevrelerde satın alınmayacak.

Masayı bile bile devirdikten sonra 'Kürtleri döv, ez, yak yık ki, ülkenin geri kalan kısmında kara kalabalıkların hayranlığını kazan' siyaseti de, aklı başında olan herkesin tahmin etti gibi alarm veriyor. Dayak atma siyaseti gencecik asker çocukların, Kürt çocuklerının, kısaca vatan evladının bir hırs uğruna heba edilmesi olarak görülmeye başlanmadı sadece, aynı zamanda muhasara/abluka hamlelerinin aylarca sürmesine rağmen sonuç veremediğini, ve en önemlisi Kürtlerin her kesiminin kalbinin fena helde kırılmasına, inancının sıfırlanmasına yol açtı. Ateş aça aça ilerlenilen Kürt tünelinin ucunda, yalancı havuz ve havuç medyasının pompalarına rağmen, hiçbir ışık gözükmüyor.
Suriye ve bölge politikalarında Erdoğan'ın hala ısrar ettiği çizgi, tıkanıklığın aşılmasına çare olamıyor.
Cumhurbaşkanı'nın iç siyasette kendi etrfaında ördüğü 'tecritle iktidarını güçlendirme' kurgusu, dış siyasette de Türkiye'nin tecritiyle senkronize gidiyor, biri yoğunlaştıkça öbürünü besliyor.

Erdoğan'ın zihnini bir tek soru meşgul etmektedir:

Ne yapıp etmeliyim ki, sürdürülebilir olmayan bu 'anayasal düzeni askıya almışlık' halini, başkanlığı kaparak meşrulaştırayım?

Bu kadar basittir.

Ama tam da bu noktada işler giderek çatallaşıyor.

Parti kontrolü elden kaçmaya gebe.

Seçtiği 'dediğim dedikçi' yol hiç açık değil.

'Yeter ki tam yetkili başkanlığı kapayım, gelin atlayın' diye ihtiras tramvayına buyur ettiği gölgeli, karanlık güçlerin çıkarları, bir zamanlar partisinden beklenen sivilleşme ve normalleşme süreci ile taban tabana zıt.

Kaldı ki Türkiye asla yekpare değil; burada bin türlü ayrı kesimin kümülatif, farklılıklar içeren beklenti ve çıkarları var.

Marifet tabii ki bunları hayırhah biçimde yönetmekti.

Kaptan tersini seçti.

Kumara devam diyor.

Elini artırdıkça artırıyor.

Blöfü görülmediği sürece, bunu yapmaya, ne kadar zorda olduğunu gizlemeye devam edecek.

Aslında mimarisini üstlendiği bu durumda yapması gerekeni yapıyor.

Dündar-Gül söylemini sürdürerek, IMC ve Bengü TV gibi son kalan eleştirel TV kanallarını devre dışı kılarak, Zaman grubuna kayyım hazırlıklarıyla medyayı tamamen susturmaya çalışıyor.

Yargı üzerindeki baskıyı artırdıkça artıyor ve güç denemesi yapıyor.

İş alemi dehşet içinde gözaltıları el koymaları seyretmek zorujnda kalıyor.

Bütün bunlar, anayasada sadece başkanlık maddesiyle sınırlı olmaya indirgenmiş bir referandumun yolunu açmaya yetecek mi?

Hiçbir şey çantada keklik değil artık.

Meclis'te 330 oyu bulma ihtimali hızla zayıflıyor.

Dünkü şu sözleri de ne kadar zorda kaldığının kanıtı:

“Ana muhalefet partisi ipe un seriyor. İktidarın 317 milletvekili var ama üç kişi ile temsil ediliyor. Muhalefette ise 233 vekil var, onlar dokuz vekil ile temsil ediliyor. Bu adil bir yaklaşım değil. Başbakanlığım döneminde de bunu uyguladık, çözelim dedik, ama yine kaçıp gittiler. Sorun çözmek için değil sorun oluşturmak için varlar. Şu anki durum da bundan ibarettir ama son sözü söyleyecek olan iktidar partisi vasıtasıyla millettir.”

Son cümle neyi ima ve ifade ediyor, belli değil.

Ve yine dünkü açıklamalarından bazı başka üstü kapalı 'zordayım' itirafları da şöyle:

Anayasa Mahkemesi'nin kendisini burada adeta birincil mahkemenin yerine koyması yanlış olmuştur. Yargı süreci bitti mi? Hayır. Siz daha süreç bitmemişken devreye giriyor, durumdan vazife çıkartmak suretiyle böyle bir adım atıyorsunuz. Burada gerekçeyi açıklamadan, bitmemiş bir yargı sürecini alelacele bitirme konumuna gelmek usule aykırı olduğu gibi esasa da aykırıdır. Hem usul bakımından hem esas bakımından sıkıntı var.

Şimdi birinci mahkemeye gittiğine göre, eğer birinci mahkeme kalkar da kararında diretirse Anayasa Mahkemesi’nin verebileceği hiçbir karar yoktur. Nereye gider bu? Bundan sonra isterlerse AİHM’ye gidebilirler. AİHM eğer Anayasa Mahkemesi’nin verdiği istikamette bir karar verirse, o da sadece tazminat bakımından bağlayıcıdır. Devlet de itirazlarını yapar veya o tazminatı öder.

Hal böyleyken, neymiş, bu konuda alınan tedbir, düşünce ve fikir özgürlüğünü ihlalmiş. Ne alakası var? Medya mensubu her istediğini yapma özgürlüğüne sahip midir? Ortada, devletin istihbarat teşkilatının sırlarını ifşa etme; olayları çarpıtma, Türkiye’yi DAEŞ’e yardım eden bir terör örgütü gibi göstermeye kalkışma girişimi var. Bunlara yapmaya kalkışanlara getirilen tedbire kalkıp basın özgürlüğü ihlali diyeceksiniz. Efendim, bu beraat kararı değil, bu tutuksuz yargılanma süreci. Doğrudur. Kusura bakmayın da, başkalarına uygun görülmeyen bu tür tutuksuz yargılamalar, ülkenin güvenlik sırlarını tehlikeye atanlara karşı uygulanırsa, bunun altından kalkamazsınız.
Bir şeyi daha önce de söyledim: Terörle ilintili olanların dokunulmazlıklarının kaldırılması lazım. Çok sayıda fezleke var. Dokunulmazlıkların kaldırılması veya kaldırılmaması parlamentoda neticeye bağlanmalıdır. Parlamentoda bu işe evet diyecek birçok milletvekili olduğuna inanıyorum. Çünkü bu milletin vekili bu millete ihanet edemez, bu milletin vekili devletine ihanet edemez.

Bağımsız medyayı kökünden budama, yargıya açıkça müdahale, yasamaya talimat yağdırma...

Bu sözlerin Türkçe tercümesi bu kadardır.

Ama başa dönelim:

Saat geriye doğru tıkır tıkır işlerken zorlukları hızla artan bir lider söz konusudur.

Bundan sonrası, sağduyunun mu, ya da çaresizliğin ürettiği 'acil ve yıkıcı' adımların mı galebe çalacağıdır.

İzleyip göreceğiz.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,67 M - Bugn : 18499

ulkucudunya@ulkucudunya.com