« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Şub

2016

AĞYARINI MÂNİ OTORİTERLİK

Kenan Çamurcu 01 Ocak 1970

Yarım yüzyıl önce Pakistan'da Ebu'l-Ala Mevdudi, İran'da Ali Şeriati ve Mısır'da Seyyid Kutub'un odaklandığı ortak konu, tevhid inancının omurgasını oluşturan bazı kavramların içinin boşaldığı, Müslüman toplumların bu yüzden siyasi otoriteyle ilişkiyi doğru tarif edemediği meselesiydi. “Dinî düşüncenin ihyası” mirası içinde yeralmakla birlikte “Biz neden geri kaldık?” sorusuna cevap aramaktan da geriye, ta en başa, itikadı oluşturan linguistik idrakteki hataya kadar gitmiş bir çabaydı onlarınki. Türkiye'de Erbakan'ın, dindar seçmene, laik sağdan kopmasını sağlayacak Milli Görüş'ü takdim etmesinin İslam dünyasındaki fikrî atmosferi yani.

Mesele, İslam dünyasında eski tip sömürgecilikten kurtulmuş ülkelerde tek parti ve tek adam rejimlerinin ortaya çıkmış olması, bunların otoriter, totaliter ve kapalı rejimler kurması ve muhaliflere karşı acımasız davranmaya başlamasıydı. Bu “tek adam”ların ağyarını mâni otoriterlikleri, Kur'an'da sıkça geçen “rab” kavramının mana ve mahiyetine karşılık gelen bir politik hâlet-i ruhiye içindeydi. Geleneksel monarşilerin yetki/iktidar temerküzü ile modern devletin totaliter doğasından oluşan ürkütücü kimya.

Merhum Mevdudi “Kur'an'da Dört Terim”de, Ali Şeriati “Dine Karşı Din”de, Seyyid Kutub “Yoldaki İşaretler”de temel sorunu tarif etti: İslam'ın münzel ve mürsel kaynağından uzaklaşan Müslüman ahali, tarihteki emsalleri gibi 'rab'leşmiş siyasi otoriteye korku veya taraftarlık motivasyonuyla itaat ediyor. O otoriteler, halkı, dinî kavramların içini boşaltıp tahrif edip o kavramlara başka manalar yükleyerek aldatıyor. Bu sosyal mühendislik operasyonunu dörtlü çete gerçekleştiriyor: Firavun-Haman-Karun-Belam (yarı-tanrı lider, siyasi iktidar, finansal iktidar, dinsel iktidar). Şu halde vahyin indiği güne döner ve kavramların hakiki manalarını ahaliye anlatırsak baskıcı, zorba, despot, tiran, diktatör liderlerin yarı-tanrı veya tam-tanrı rolü oynadıkları cevrü cefa iktidarlarından kurtulmak mümkün olabilir.

Siyasi liderin “rab”leş(tiril)mesindeki psikiyatrik evreyi anlamamızı sağlayan çok örnek arasından bir tanesi şu mesela (Bakara 258):

“Allah mülk/iktidar verdi diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışanı görmedin mi? İbrahim demişti ki: “Benim dirilten ve öldüren bir rabbim var.” O da dedi ki: “Ben de diriltip öldürebilirim.” Bunun üzerine İbrahim, “Allah güneşi doğudan getiriyor, hadi sen de batıdan getir bakalım” deyince kâfir afallayıp kaldı.” (?????? ???? ????? ??????? ?????? ???????????? ??? ??????? ???? ?????? ?????? ????????? ???? ????? ???????????? ??????? ??????? ??????? ????????? ????? ????? ??????? ????????? ????? ???????????? ??????? ?????? ??????? ??????????? ???? ??????????? ?????? ????? ???? ??????????? ???????? ??????? ??????)

Hz. İbrahim'le tartışan otokratın, elindeki iktidarın mutlaklığına doyamayıp fazlasını istemesi, modern zamanlarda bir otokratın halkın vekaletiyle yetinmeyip onun velayetini, hatta mülkiyetini talep etmesidir. Çünkü vekalette asıl olan halk ve seçmen. Otokrat (iktidarperest), halkın asıl olmasına tahammül edemiyor. İlişkiyi tersine çevirip kendisini asıl (metbu), halkı ise bağıl (tâbi) makama oturtmak istiyor. Hal böyle olunca, tanrısal iradesiyle o da birilerini öldürebilir, başkalarını da diriltebilir (ihya). İktisadi mutlak iktidarı elinde tutan iktidarperestin dilediğini bir gecede ihya edip diriltebileceğini örnekleriyle biliyoruz. İnsanların lideri, idarecisi, temsilcisi olmanın heva ve hevesi kesmediği ve illa rab (efendi, sahip) hissetmenin peşine düşen çılgını durduracak olan tabii ki ilahî nedensellik (İbn Rüşd'e rahmet ve selam ile). Hz. İbrahim'in rabbi güneşi doğudan getiriyor, rab olmaya meraklı otokrat da batıdan getirsin de görelim.

Soru şu: Elinde mutlak iktidarı bulunduran hükümdarın, rab apoleti de takıp yarı-tanrı veya tam-tanrı olma/görülme arayışının sebebi ne? Bu yalnızca mental marazla açıklanabilir mi? Hiç mi rasyonel nedeni yok?

Rasyonel nedeni var: Elinde hangi çap ve ebatta iktidarı toplarsa toplasın, otokrat/iktidarperest o gücün bizatihi değil, bilaraz olduğunun farkında. Yani oturduğu iktidar tahtının zâtı, özü, cevheri yok. O bir araz. Görece, geçici, görünüp kaybolan, uçup gidebilecek bir gerçeklik. Daima meşruiyet krizi yaşayan bir makbuliyet elindeki iktidar. Bunun yarattığı huzursuzluğu, elindeki iktidarı muhalif ve muarızlarına itiraf ettirerek dindirmeye çalışıyor.

Mesela karşısına tek başına İbrahim (a) çıktığında, ona meşruiyet krizini hatırlattığından, İbrahim'i (a) ezip geçebilecek cesametteki gücüne rağmen gücünü ona kabul ettirmeye çalışıyor. O nedenle yoketmesi ihtiyacı karşılayacak seçenek değil. Bilakis muarız yaşayacak ve kabul edecek ki, otokratın ruh çalkantısı durulabilsin. Yahut iktidarını itiraf ettirme ihtimali hiç olmadığında da imhaya koyuluyor. Ama işte iktidarperestler hakikatin yokedilemez cevherden varedildiğini hep unutuyor. Peygamber'in (s) getirdiği hakikati “ebter” yapma ümidiyle Hz. Hüseyin'in fani bedenini imha edince amaç hasıl olabildi mi? Bilakis “zibh-i azim”, hakikatin daha da dikkat çekecek hale gelmesini sağladı.

Hz. İbrahim de, tek başına da olsa hakikatin bayraktarlığını yaptığı için tek başına bir ümmetti (Nahl 120). Şu yaşadığımız fetret zamanlarında iktidarın her türlü nimetinden nemalanıp her türlü şenaat, fenalık ve kötülüğüne dilini tutan ve sonra çıkıp İbrahim'in (a) tek ümmet olduğuna ilişkin içli öyküler anlatan hocalarımız var.

Türkiye'de “milli reis” sistemi kurmaya çalışan -dört parmak rejiminin mimarı- milliyetçi-muhafazakarların ruhu, iki seçmenden birinin oyunu alarak ürettikleri devasa makbuliyete rağmen neden sükun bulmuyor? İktidar yanlısı onlarca medya, teslim alınmış alternatif medya, belediyelerin neredeyse tamamı, cemaatler, cemiyetler, STK'lar vs. bu büyük güce ve iktidara rağmen neden hâlâ huzursuzlar? Tüccar siyasetin tartışmasız iktidarına aidiyetlerini haykıran gençler neden o kadar saldırgan?

Çünkü seçmenin yarısının oyunu almak, medya, devlet aygıtı, iktisadi ve dinsel iktidara sahip olmak vs., hepsi makbuliyetin öğeleridir. Meşruiyetin tek öğesi vardır: Huzur. Tüccar siyasetin iktidar heybesinde birincisinden çok fazla var ama huzursuz. Bunun sebebi, meşruiyet krizi hiç bitmeyen makbuliyetin iktidarı olması.

“Bunca yalana rağmen nasıl hala yüksek oy alabiliyor?” sorusunun cevabı, tüccar siyasetin sandıktan çıkardığının meşruiyet değil, makbuliyet olduğudur. Tüccar siyaset 2010 referandumundan bu yana, derinleşen meşruiyet krizinin makbuliyet krizine dönüşmesini önlemeye odaklandı. Hilaf-ı hakikate dayalı gerçeklik dünyasının iktidarı olarak tüm dikkatini hakikatin ortaya çıkmamasına toplamış durumda. Ağır medya sansürü, baskılar, gazetecilerin hapsedilmesi, gazetelere veya kişilere saldırılar, yani kapalı rejim/toplum eylemleri, meşruiyet krizini makbuliyet krizine dönüştürecek füzyonu önlemenin çırpınışlarıdır.

Çünkü kural şu ki, meşruiyet makbuliyetten büyüktür. Makbuliyet seldir, meşruiyet ise kum.

Bunca yalanın bilinen sebebi Çavuşesku sendromu. Binlerce insanın huşu içinde dinlediği mitingte yaşlı kadının “yalan söylüyorsun” haykırışının yalan balonunu patlatması. İçeri dolan hakikat oksijenini soluyan insanların arasından Çavuşesku'nun zor bela kaçıp kurtulması. Ölü toprağı serilmiş gibi görünen Libya, Tunus, Mısır'da hakikati perdeleyegelmiş ve her alana hükmeden tek adamların bir anda tek başlarına kalıvermeleri mesela.

İyi de, hakikatle halk arasına çekilen perdenin Hak için hiçbir kıymeti olmadığı bilinmiyor mu? Allah hiç beklenmedik anlarda tarihe müdahale etmiyor mu? Tüccar siyasetin mimarları halkı kandırmak için ürettikleri yalanların Hak nezdinde nasıl bir gazaba yolaçacağını idrak edemeyecek kadar mı itikat krizine girdi?

Doğrudur, iki seçmenden biri tüccar siyasetin dört parmak rejimine oy veriyor. Fakat unutmayalım ki, seçmen çoğunluğu, kültürel hüviyetine yakın seçenekleri meşruiyet potasına aldıktan sonra makbuliyet değerlemesine tabi tutuyor. Seçmen çoğunluğu kültürel hüviyetine yakın seçeneği meşru görerek zihinsel seyahate çıkıyor. Sandığa yansıyan makbuliyet ona göre oluyor.

Tüccar siyasetin elinde tuttuğu makbuliyet, plasebo etkili meşruiyet nedeniyledir ve bu yanıltıcı etkiye yolaçan da binbir hatalarıyla muhalefettir.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,08 M - Bugn : 1488

ulkucudunya@ulkucudunya.com