« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

12 Eki

2015

Cevat Şakir Kabaağaçlı nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı

01 Ocak 1970

“Merhaba” diyerek başlanmalı Halikarnas Balıkçısını anlatmaya.” Çok sever Merhaba demeyi ve şöyle açıklar sebebini; “Merhaba, ‘rahat edin benden size kötülük gelmez’ demektir. Merhaba sözcüğü eski harflerle yazıldığı zaman yelkenliye benziyor. Belki bunun da etkisi var, merhabayı sevmemde.”

A.AİLESİ VE ÇOCUKLUĞU

Nasıl Bir Çocuktu?

Sürprizlerle dolu bir insandır Cevat Şakir Kabaağaçlı. On parmağında on marifet olan, ender kişilerdendir. Okur, yazar, çizer, tarımla ilgilenir. Tarihe ve felsefeye olan aşkından eski dilleri bile öğrenir. Resim sevdasına İtalya’ya kaçar. Kalem sevdasına sürgün’e düşer. Bodrum’a hayatını adar. Kimsenin bilmediği bir kıyı kasabasıyken sessizce sevdalanır sürgün yerine. Kaderine razı olduğundan değil, kendiliğinden. Denizine hayran olur. Taşına, toprağına evladı gibi emek verir. Bir gün herkes’in Bodrum’u tanıyacağını söyler, bunun için elinden gelen her şeyi yapar. Halikarnas Balıkçısı olana kadar birçok zorlu yoldan geçer Kabağaçlızade Cevat Şakir.

Asıl adı Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı olan Halikarnas Balıkçısı’nın hikâyesi 17 Nisan 1890’da Girit’te başlar. Osmanlının son köklü ailesinin torunudur. Babası Mehmet Cevat Paşa, annesi Sare İsmet Hanım’dır. Girit’te evlenen bu çiftin iki erkek, dört kız çocukları olur. Dedesi Afyonlu Kabağaçlızade Mustafa Asım Bey, Şurayı Askeri Dairesi Reisi’dir. Adını ikinci Abdülhamit sadrazamı olan amcasından alır. Babası ve amcası, aynı zamanda yazardır. Babası Atina’da safirlik ve Valilik yaptığı için çocukluğunu Atina Faleron’da geçirir Cevat Şakir. Babası Türkiye’nin Atina Safiri iken Faleron’da ilk evi babasının yaptırdığını söyler. Çocukluk çağını Parthenon’un mermerleri arasında geçiren Halikarnas Balıkçısı’nın Antik çağ ile ilk tanışması belki de böyle başlar. Cevat Şakir’in o yıllarda bir tutkusu resim, diğeri de denizdir. Okuma yazma öğrenene kadar sürekli resim yapar. Deniz altındaki yaşama küçüklüğünden beri meraklıdır, bu yüzden denizcilik okumak ister. Babası iki alanda da desteklemez Cevat Şakir’i ve bu yüzden Halikarnas Balıkçısı, kendini hiç istemediği bir eğitim hayatının içinde bulur. Kitaplarında denize sevdalı ama denizden mahrum insanları konu edinmesi bundandır. İleride sanatın birçok dalıyla hemhal olacak olan Cevat Şakir’in kardeşleri de sanatçılardır. Kız kardeşleri Fahr-el Nisa ve Aliye dünya çapında ünlü ressam olurlar. Ayşe piyanisttir. Diğer kız kardeş’in kızı Füreyya ise ilk kadın seramikçi olarak aileyi gururlandıracaktır.

Eğitim Hayatı

Büyükada mahalle mektebinde öğrenime başlayan Cevat Şakir, lise için Robert Koleji’ne gönderilir. Bu yıllarda yazmaya başlar. İlk yazısı da bu dönemde İkdam Gazetesi’nde yayımlanır. İngilizce’den tercüme bir yazıdır. Oradaki öğrencilik yıllarından hüzünle bahseder Cevat Şakir ve şunları söyler: “10 yaşında bir misyoner kuruluşu olan Robert Koleji’ne gönderildim. Sabah, öğlen, akşam ve yatmadan önce dua ediyorduk. Kütüphanelerde, içleri hayat dolu kitaplar vardı. Okudum. Ama 700 öğrenci arasında o kitaplar bana yasak edildi. Elektrik feneri icat edilmişti. Gece yorganla battaniyeyi çadır yapar elektrik feneriyle, arkadaşlarıma aldırdığım kitapları okurdum. Çok yazardım İngilizce. Ama on üç yaşımdan sonra yazmadım. Çünkü pazar günü kilisede okuduklarımı yazmamı istediler. Ben de, herif eşek arısı gibi vızıldarken, yanı başlarında uyuyan arkadaşların kulaklarına çöp soktuklarını ve başka realiteyi yazdım. Skandal oldu, paylandım, artık yazmadım.” Liseyi Robert Koleji’nde çok iyi bir derece ile tamamlar Cevat Şakir. Üniversite eğitimine devam etmek üzere 1908 yılında, İngiltere’deki OxfordÜniversitesi’ne gönderilir. Bu okulun kütüphanesinden büyük ölçüde istifade ettiğini sıkça vurgular. Yeniçağlar Tarihi bölümünde eğitimini tamamlayan yazar, doğa-insan ilişkisi üzerine yoğunlaşacağı alan için uzmanlığını alır. İngiltere’ye isteksiz gittiğini her seferinde vurgular Cevat Şakir. Öğrenimini tamamlar tamamlamaz da İtalya’ya geçer ve Roma’da güzel sanatlar akademisine başlar. Kaybettiği yılları telafi eder adeta ve durmadan resim yapar. Klasikleri orjinallerinden okuyup çevirecek kadar İtalyanca ve Latince öğrenir. Bildiği diller sadece bununla sınırlı kalmaz. Arapça, Farsça, İspanyolca, Fransızca, İngilizce’nin yanında Antik Yunanca da öğrenir. Her ne kadar isteksiz gitmiş olsa da Halikarnas Balıkçısı’nın temelini oluşturan taşlar, derin tarih bilgisiyle oluşmaya başlar. Bilgileri Anadolu uygarlığı ile bütünleşmeye başladıkça eserleri peş peşe gelir.

Cevat Şakir Babasını Öldürdü mü?

1914 yılı her şeyin değiştiği bir dönüm noktasıdır Cevat Şakir Kabaağaçlı için. İtalya’dan İstanbul’a yanında İtalyan eşiyle döner Cevat Şakir. Eşi bu sırada hamiledir. Dönüşü pek hoş karşılanmaz ve babasının sert tepkilerine maruz kalır. Getirdiği tablolar (bazıları nü eserler olması sebebiyle) tavan arasına atılır. Zaten maddi sıkıntılar içinde bulunan Mehmet Şakir Paşa ile oğlunun arası iyice açılır. Mehmet Şakir Paşa Afyonkarahisar’daki çiftliğe yerleşip, maddi sorunlara biraz da olsa çare bulma arayışına girer. Oğlu Suat ve Cevat Şakir ile İtalyan eşi de çiftliğe yerleşirler. Selanik’te yaptırdıkları otel tahmin ettiklerinden daha maliyetli çıkar. Balkan Harbi ile beraber Selanik de elden çıkınca işler iyice zorlaşır. Çiftlikte yaşanan o talihsiz olaylar da bu zamana denk gelir. Şakir Paşa, oğlu Cevat Şakir’in silahından çıkan kurşunla ölür. Asıl zor günler bundan sonra başlar. Bu ölüm kimilerine göre planlanmış bir cinayet kimilerine göre kazadır. Şakir Paşa’nın İtalyan gelin ile olan ilişkisini Cevat Şakir’in öğrenip kıskançlık üzerine babasının hayatına son vermiş olduğunu iddia edenler de vardır. Ancak Cevat Şakir seneler sonra yazdığı mektupta olayı şöyle nakletmiştir. “Münakaşa pek karışık konular üzerineydi. Ve pek şiddetliydi. Babam çiftlikte, her zaman bir suikasttan korktuğu için, yanında müteaddit tabancalar ve silahlar bulundururdu. Evvela o ateş etti. Ben rastgele oradaki bir tabancayı alarak-ama onun eli dalmıştır tabancaya giderken yüzünden okudum- ona doğru nişan almadan ateş ettim. Aynı zamanda gibi bir şey. Bu münakaşa götürmez, yoksa ölen ben olurdum. Hayır! O öldü. Ben de ölümden beter mahvoldum. Korkunç bir acı duydum. Ama vicdan azabı duymadım. Ondan daha korkunç bir şey oldu. Kendime olan güvenimi kaybettim. Yani kendimi o gün bugün yalan sayıyorum. Beni methettikleri zaman kızarım. Mamafih olaylar üzerine yürürsek şöyle: Hapishanede, gece rüyamda çocukluğumu görürdüm. Uyanınca rüya imiş diye sevinirdim, hapishanede olduğum halde. Yani ondan kurtulduğuma sevinirdim.” Cevat Şakir’i, Halikarnas Balıkçısı’na dönüştürecek olan olaylar silsilesinin ilk adımını da aslında bu ölüm olayı ile meydana gelir. Cevat Şakir bu olaydan sonra on beş sene hapse mahkûm edilmiştir. Altı buçuk –yedi yıl süren mahkûmiyet hayatından sonra verem olmasından ötürü tahliye edilir.

Kalebentliğe Mahkûm Ettiren Yazı

İstanbul’un ve Osmanlı Devleti’nin en buhranlı olduğu senelerde tahliye edilen Cevat Şakir geçimini sağlamak için dönemin dergilerinde resim ve karikatürler yapar, yazılar yazmaya başlar. Bir taraftan da Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bağımsızlık mücadelesi yürütülmektedir. Yavaş yavaş hapishane psikolojisinden kurtulan yazar, dönemin basını içinde yer tutmaya başlar. Bununla beraber mahkûmiyet hayatı onu derinden etkiler ve iç dünyası için bir teselli kaynağı olarak Rifai dergâhına başlar.

Üsküdar semtinde yaşamayı tercih eder, iş için Babıâli’ye gidip gelir. Yakın dostu Sedat Semavi’nin yayımladığı dergilerde çalışır. Cumhuriyet Gazetesi’nde başyazar olan Mehmet Zekeriya Sertel maddi imkânsızlıklar yüzünden gazeteden ayrılmıştır. Resimli ay dergisinin kapaklarını ve resimlerini yaptırmak maksadıyla Cevat Şakir’le tanışır. 1924 yılından itibaren birlikte çalışmaya başlarlar. İste Cevat Şakir bu dergide hapiste şahit olduğu bir hikâyeyi anlatır. Birinci Dünya Harbi’nde hapishanedeki asker kaçaklarının, idam edileceklerini bilerek eşyalarını satıp fakir mahkûmlara bağışlamalarını anlatan hikâye Şeyh Sait isyanına denk gelir. Halkı askerlikten soğuttuğu gerekçesiyle, İstiklal Mahkemesi tarafından, Bodrum’da üç sene kalebentlik cezasına çarptırılır.

B. HALİKARNAS BALIKÇISI’NIN DOĞUŞU

Arşipel’in Koyu Çividisi

Balıkçı, “Mavi Sürgün” kitabında Bodrumla ilk karşılaşmasını bir sürgün yeri gibi değil adeta keşfedilmiş yeni bir dünya gibi anlatır Cevat Şakir. Bodrum bugünkü gibi turizm cenneti merkezi bir yer değil aksine ulaşılması meşakkatli bakir bir kasabadır. Herkes bilmez nasıl bir yer olduğunu. Ankara’dan Bodruma getirilirken kimi zaman Bodrum kalesine hapsedileceğini bile düşünür, karamsar düşüncelere kapılır. Yıllar boyu hayalini kurduğu denizin en güzel kılarından birine sürgün edildiğini tahmin edemez. Bodrum’u ilk gördüğünde söylediği cümleler ise onun kaleminden dinlenmeli; “En nihayet yokuşun tepesine gelmiştik. Yolcular ‘Neredeyse Bodrum görünecek,’ dediler. Yüreğim çarpıyor. Kaç aydır buraya gelmeye çalışıyordum yahu.. Tepedeki bir dönemeci dönünce ‘şırrakguuuur’ diye Arşipel’ in koyu çividisi ölçülmez açıklıklara kadar yayılıverdi. Hani büyük camilerde ya da kiliselerde bir din adamı, bir şey söyler de, cemaat o sözü tekrarlar. Tekrarlanan söz en yakınımızdaki binlerce dudaktan, binlerce insan öteye kadar dalga dalga sıcak bir uğultu halinde enginler. Böyle bir güür…r’ler de, secdeye varılışlarla olur. Yalnız burada üstümüzü kapayan bir kubbe değil, bir derinlik var sonsuz…”

“Bir Gün Bodrum’u Herkes Tanıyacak”

Ceza için gittiği Bodrum’da Halikarnas Balıkçısı ortaya çıkacak ve Cevat Şakir tam anlamıyla Bodrum aşığı olacaktır. Artık Üsküdar’da oturan, Rıfai tekkesine devam eden yorgun argın adam gitmiş, yerine yaşama sevinciyle dolu, masmavi açık denizleri, sahilde yaşayan insanları, tabiatı bambaşka duygularla hisseden ve yaşayan bir insan gelmiştir. Cezasının bir buçuk yılını böyle geçirdikten sonra bir yanlış anlama sonucu bir buçuk yılı İstanbul’da geçirmek Cevat Şakir için gerçek sürgün olur. İstanbul’da yazı ve resim işinden kazandığı parayı biriktirmeye başlar. Bodrum için büyük hayalleri vardır. Nihayet Bodrum’a döner ve elindeki bütün parayı Tarım kitaplarına, tohumlara ve balık avı yakınlarına yatırır. Daha güzel olmasını ister Bodrum’un. Çocuğu gibi bakar her köşesine. Gün gelir herkes kabullenir Cevat Şakir’i. Samimiyetine inanır ve her türlü desteği vermeye başlarlar. Sonunda turunçgiller yetiştirmeyi başarır ve birçok bitki Akdeniz bölgesine hatta Türkiye’ye ilk kez getiren bir tarım uzmanı olur. Greyfurt’u da Türkiye’ye getiren o’dur. Balıkçı, yaşamı boyunca Avrupa ve Amerika’daki tarım dergilerine, bilimsel yayınlara abone olur. O günlerin koşullarında parasını cebinden ödeyerek büyük zorluklarla tohumlar getirir. Bodrum’a dev okaliptüs ve palmiyelerin hepsini kendi elleri ile dikmiştir. Hatta bu konuda eğitim için davetli olarak Antalya’ya bile gider.Tarım konusunda yazdığı tek nüshalı bir defter tarımla ilgili devlet teşkilatlarında elden ele dolaştırılırken kaybolduğu söylenir.Bir gün herkes’in Bodrum’u tanıyacağını söyler durur. Bodrumdan ayrı geçirdiği günleri yaşamamış sayar. Hayal ettiği gibi denizle iç içe yaşamaya başlar. 1921 yılından 1947’ye kadar geçen dönemi hatıra kitabında anlatan yazar, bir ceza ve mahkûmiyet sonucu geldiği Bodrum’u nasıl sevdiğini, denizi ve denizde yaşadıklarını yurt dışından getirdiği bitki tohumlarını nasıl özenle ekip büyüttüğünü edebi bir üslup içinde kaleme almıştır. 1928 yılının Nisan ayının son günlerinde Cevat Şakir Bodrum’a bu kez kendi isteğiyle gelir. 1947 yılına kadar orada kalan ve eserlerini bu küçük kıyı kasabasında veren yazar, Bodrum’un Karia çağındaki isminden yola çıkarak Halikarnas balıkçısı takma adını kullanır. Balıkçı aslında bir ironi değil gerçektir. Cevat Şakir Bodrum’da balıkçılık yapmıştır. Balıkçılar için yeni aletler icad etmiş olanları geliştirmiştir. Bodrum’un kutu gibi beyaz badanalı evlerini kendi elleriyle bile boyadığı söylenir.

Rehberliği

Bir başka macerası da “Mavi Tur”dur balıkçının. Azra Erhat, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sabahattin Eyüboğlu ile başlar bu yolculuk. Daha sonra Erol Güney, Fuad Ömer Keskinoğlu ve Necati Cumalı da katılır. Teknesinin adını “Yatağan “ dır. Rüzgâra çok iyi yattığı için bu adı seçtiği söylenir. Yalnızca peynir, su, İstanköy peksimeti ve tütün ile ola çıkılır. Gazete alınmaz ve radyo dinlenmez. Zorunda olmadıkça karaya inilmez, günlerce denizde kalınır. Zamanla bir gelenek haline gelir. On parmağında on marifet dedik ya, işte bir diğeri mahareti de rehberlikteki başarısıdır Balıkçının. Yurt dışından gelen önemli konuklara Efes’i gezdirmeyi sever. Örneğin tarihçi Lord Kinross, Belçika Başbakanı Henry Spaak ve Fransa Cumhurbaşkanı George Pompidou bunlardan birkaçı.. Tarih bilgisi’nin derinliği, edebi üslubu, tiyatral konuşması bir araya gelince konuklar Cevat Şakir’i dinlemeye doyamaz. Hapishanedeyken bile insanlar başına toplanır, Anadolu efsaneleriyle ilgili anlattığı hikâyeleri can kulağıyla dinler. Yeğeni Şirin Devrim, turistik geziler sırasında dayısının, adeta taşa toprağa hayat verdiğini bazen Yunan Mitolojisinden bir karakter olarak tiratlar okuduğunu belirtir. Kısacası Türkiye’de Turizm rehberliğinin öncüsü olmuştur.

C. ESERLERİ VE KİŞİLİĞİ

Çok sinirli bir insan değildir aslında Cevat Şakir. Yeğeni şirin’in anlattığına göre çocukları ne yaparsa yapsın kızmaz, fakat siyasi ve felsefi konularda bir anda bambaşka bir insan olabilir. Kendine ait görüşleri vardır ve kim olursa olsun bunları sesli söylemekten çekinmez bildiğimiz gibi bu sebepten sürgün’e bile yollanır. Bu yazılarında da, Karikatürlerinde de böyledir. Onun en ilgi çekici düşüncesi, Anadolu Tanrıları kitabında çağdaş uygarlığın beşiğinin eski yunan değil, Anadolu olduğu düşüncesiydi. Buna ait pek çok kitap okuyan ve yazan balıkçı, adeta bir bilim adamı gibi tezler sunar. Kelimelerin epistemolojik yapısından, eski imparatorluklara kadar hepsi için farklı bir bakış açılarına sahiptir.. Eserlerinde Ege ve Akdeniz kıyılarında yaşayan insanları ve eski Anadolu medeniyetlerini konu edinen yazarın, on iki kitabı, altı romanı, sekiz deneme kitabı, altı çocuk kitabı ve en çok bilinen “Mavi Sürgün” adlı otobiyografik romanı vardır. Bunların yanına İngilizceden çeviri 4-5 kitabı bulunmaktadır. Eserlerinin çocuğunu Bodrum’dayken yazar ve tabi daha çok deniz’i, balıkçı ve sünger avcılarının denize bağlı kaderlerini anlatır. Bu konuda en etkileyici kitabı şüphesiz Aganta burina burinata (1945) olmalı. Belki de en hüzünlüsü. Halikarnas Balıkçısının denize olan sevgisini öğrendiğimiz gibi denizcilik okumasına izin verilmediğinde de yaşadığı hüznü de az çok tahmin edebiliriz.. İşte kitap tam da bunun hikâyesi. Denize sevdalı bir genç ve ailesinin korkuları. Azra Erhat gibi dönemin önemli yazarlarından birinide düşünceleriyle etkilemiştir. Hayatının son yıllarında Balıkçıya 1971’de devlet kültür armağanı verilir. Doğumunun yüzüncü yılında Bodrum Kalesinin avlusuna büstü dikilir. 31 Ekim 1992’de müze olarak “Balıkçı Evi” açılır ve Bodrumda bir cadde adı verilir. Bodrum’un girişinde, üzerinde resminin de bulunduğu bir tabela vardır. O tabelada şöyle der: “Merhaba! Yokuş başına geldiğinde, Bodrumu göreceksin. Sanma ki geldiğin gibi gideceksin. Senden öncekiler de böyleydiler. Akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler.”

Yazı Üslubu

İlginçtir ki, Halikarnas Balıkçısı şiir yazmamış olmasına rağmen, şiirsel diliyle okuyanları hayrete düşürür. Yazdığı coşku dolu satırların arasına şiirsel üslubu ustaca yerleştirmeyi başarır. Halikarnas Balıkçısının şiir yüklü satırlarının bolluğu, onu sevenlerden bazılarının ona şair demesine neden olmuştur. En etkileyicisi ise Nazım Hikmet’in 1içimizden en şairimiz Cevat Şakir1” deyişidir. Balıkçının yazı üslubundan ortaya çıkan en belirgin özelliği, coşkulu anlatım biçimidir. İçe dönük, karamsar yazıların aksine, yaşama sevinciyle seslenir okuyucularına. Denizden, Balıkçılardan, felsefeden bahsederken içindeki heyecan okuyucuya geçer. Durağan anlatımdan hoşlanmaz, eserlerinde hep bir heyecan barındırır. Hayal ettiği dünyaları ustaca öyküleştirir kurallar kendi koyar. Her şey olması gerektiği gibi değil onun istediği gibi olur. Bu yüzden bir balıkçının ağzından aforizmalar duyarız kimi zaman. Tarihsel bilgiler verirken bile üslubunu bozmaz. Samimiyetten kopmamak için defalarca okuyup düzeltmez yazdıklarını. Hikâyelerindeki samimiyetin bir sebebi de budur. O dönemde Halit Ziya Uşaklıgil bile romana ara verip hikâye yazmaya başlar. Bu etki Sait Faik Abasıyanık’tan, Zeyyat Selimoğluna kadar uzanır.

Evlilik HayaTI ve son günleri

Halikarnas Balıkçısı’nın ilk evliliği, güzel sanatlar akademisi için gittiği İtalya’da tanıştığı İtalyan Model Agnesia Kafeira ile olur. Bu evlilikten olan kızına Mutarra adını verir. Pilar adında bir İspanyol kadından da oğlu olur balıkçının. Bu çocuk bir yaşındayken İspanyol iç savaşında ölür. Balıkçının resmen evlendiği ikinci eşi, dayısının kızı Hamdiye Hanım’dır. Aileler tarafından sözlendirildiklerinde Hamdiye Hanım önceleri karşı çıkar, okumak istediğini söyler. Cevat Şakir Avrupa’dan geiği sıralarda okuduğu Latince şiirler ve kibar davranışlarıyla Hamdiye hanımı etkilemeye çalışır. Hamdiye Hanım da edebiyata meraklı biri olduğu için Cevat Şakir’den etkilenir ve evlenmeyi kabul eder. Sina adında bir oğulları olur. Bodrum’da yaşadıkları sırada eşi Hamdiye Hanım’dan ayrılan Cevat Şakir, Giritli bir ailenin kızı olan son eşi Hatice Hanım’la evlenir. Bu evlilikten iki kızı İsmet ve Aliye, bir oğlu Suat dünyaya gelir. Son evliliğinden olan çocukları kul çağına geldiğinde İzmir’e taşınmak zorunda kalan balıkçı, çok sevdiği Bodrumdan ayrı kalır. Bu zorunluluğun sebebi Bodrumda yeterli okulun bulunmamasıdır. İzmir’de yazarlık ve turist rehberliği yaparak geçinir. O yıllarda Balıkçının tam bir verim içinde olduğu söylenir. İngilizce yazılarını, damadı John Noanan temize çeker. Bu arada Bodrum’u ihmal etmez sık sık gider gelir. Kemik kanseri hastalığına yakalanan Halikarnas Balıkçısı 13 Ekim 1973 günü İzmir’in Hatay semtinde hayatını kaybeder. Hikmet Çetinkaya son günlerinde çok zayıfladığını ama gözlerin ölüme meydan okuduğunu nakleder. Balıkçının ölümü Bodrum’da büyük yankılar uyandırır, halk sokaklara dökülür ve herkes cenazenin gelmesini bekler. Mavi örtüye sarılı tabutu Bodrum tepelerinde gezdirildikten sonra vasiyeti üzerine sade ve yazısız bir mezarla Türbe tepesine defnedilir. Yattığı yerden denizi göremeyeceğini söyleyip özellikle deniz gören bir yere gömülmek istemez. Son sözleri ise şunlar olmuştur. “Ah… Ne acı… Doğa en can alıcı noktada ellerimi kilitledi. Son söylemek istediklerimi yazamadım. Sanırım ki yolcuyum. Burnuma çiçek kokuları geliyor… Açın pencereleri! Son defa görmek istiyorum güneşi, özgürlüğü. Merhaba çocuklar, merhaba dünya, merhaba.” İzmir’de vefat ettiği apartmanın adı da Merhaba’dır.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,13 M - Bugn : 23251

ulkucudunya@ulkucudunya.com