Agarta, Ergenekon, Nazizm, Dabbet-ul Arz
İbrahim KARAGÜL 23 Temmuz 2008
Ergenekon operasyonu, Türkiye'ye has iktidar çatışmaları, çetecilik, darbe geleneği, devlet içinde örgütlenmiş bir yapı, sistemden beslenen kontrol dışı güçler, faili meçhuller, siyasi cinayetler çerçevesinde devam etseydi kolaydı.
Bize tanıdık gelen bir konuydu, anlayabilmemiz mümkündü.
Hatta, daha ileri gidip bir sistem revizyonu olarak ele alınsaydı, 1990'larda başlayan 21. yüzyıla yönelik büyük dönüşümün Türkiye boyutu olarak ele alınsaydı, yine anlardık. Sadece “Türkiye 1990'larda yapması gerekeni on beş yıl gecikmeyle yapıyor” derdik. Daha da ileri gidip, ulus devletlerin tasfiyesi ekseninde tartışsaydık bile anlamamız mümkündü. Doğru yanlış başka bir şey, ama bu argümanlarla en azından neler olduğunu fark ederdik, en azından bir resim görürdük.
Çok tuhaf bir noktaya geldi. Türkiye boyutlarından taştı. Yüzyılları, bin yılları aştı. Geleceğe değil, bilinen tarihin daha da gerisine gitti. Böyle olunca da, olayın ürkütücü ne kadar yanı varsa kaybolup gitti. Eminim bir merak, heyecan dalgası başlattı. Hep duyduğumuz ama yakından ilgilenmediğimiz efsaneleri bugüne taşıdı. Bu yönüyle Ergenekon iddianamesi, “tarihi” bir özellik kazandı. Ergenekon az çok bilinen bir efsaneydi. Ama Agarta bilinmeyen bir tarih. Türkiye'nin tartıştığı geyrimeşru iktidar kalkışmasının böyle bir efsaneyle iddianamede yer alması, zihinleri karıştırdı.
Şimdi, Nazizmin doğuşundan kayıp kıtalara, Mu uygarlığının nasıl sona erdiğinden Ari ırkı arayışlarına, yüksek teknoloji ürünü silahlardan seçilmiş kavim hikayelerine, Hint mistizminden ezoterizme, Nazi karargahlarında bulunan Alman üniformalı Tibetliler'den Kabbala'ya, Himalayalar'da olduğu iddia edilen hayali cennet Şangri La'dan okyanus altında ya da Orta Asya'nın altında olduğu hayal edilen Agarta'ya, gizli/gizemli tarikatlerden bu tarikatlerin yönettiği devlet ve güçlere, Hitler'den sonra ABD'nin sahiplendiği tek dünya hükümranlığından Thule örgütüne, Grönland'daki Thule hava üssünden bu isimle Zülkarneyn peygamber arasında bağlantı kuranlara ve 'gamalı haç'a kadar bilinen, daha doğrusu bilinemeyen ne varsa hepsini tartışmak zorunda kalacağız. Bugünden geriye doğru birkaç bin yıla değil, tahminen on üç-on altı bin yıl öncesi olayları bilmeye uğraşacağız.
Agarta'nın efendisinin yeryüzündeki ilahi temsilci olmasından “Kutsal Dağ” ve “Dünyanın Merkezi”nin neresi olduğuna, “ataların kutsal mağaraları”ndan “gizli ülke” inanışlarına, Agarta ile Şambala çatışmasından Mu'nun dört büyük enerjisine, Hindistan'da bulunduğu söylenen nükleer saldırı kalıntılarından Mu uygarlığının nükleer silahlarla yok olduğu söylentisine, buradan kurtulan “seçilmişler”den bugünkü Uygurlar'ın söz konusu uygarlıktan kalma olduğuna ve Atatürk'ün meşhur ilgisinden Türkler'in buradan geldiğine, “Hint'teki Tevrat”tan Agartalı olmanın kurallarına, iç içe yaşadığımız ama dördüncü boyutta oldukları için göremediğimizden Dabbet'ul Arz'a, ölümsüzlük efsanesinden Hazar efsanelerine kadar ne çok bilmemiz gereken şey çıktı ortaya.
Ama gariptir, aynı efsaneler Hint'te var, Mısır'da var, Kuzey ülkelerinde var, Rusya'da var. Tıpkı Armageddon inanışı gibi. Hintliler ve Tatarlar'a göre bu yer Moğolistan'da, Mısırlılar'a göre çok çok uzak bir yerde, Ruslar'a göre Sibirya'da, bazılarına göre kutuplarda, bazılarına göre ise okyanusun altında.
Aydoğan Vatandaş (Agarta-Timaş Yayınları), bu konuları yakından izleyen bir isim. Agarta değil, özellikle Thule örgütüne dikkat çekiyor. Nazizmin, ari ırkı arayışının, siyasi ve askeri örgütlenmenin temeli bu örgüt gösteriliyor. “Agarta değil mesele. Thule örgütüyle bağlantısı önemli. Agarta çok efsanevi ve de fantastik bir konu. Dolayısıyla sıkıntılı. Ama Thule gerçek ve Agarta efsanesi yani oyuk dünya görüşünden etkilenmişler... Thule ve Nazi bağlantısı üzerinde durulmalı ve bu Agarta gerçekti demekten ziyade, bakın bu adamlar ne tür şeylere inanmışlar demek gerek” diyor. Hem Naziler hem de Ergenekoncular aynı felsefeye inanmaları çok garip!
Asıl söylemek istediğim şu: Ergenekon'u bir kenara bırakalım. 1990'dan bu yana yayınlanan fantastik kitaplara, çevrilen büyük bütçeli filmlere dikkat ederim hep. Yüzüklerin Efendisi'nden Lost dizisine, Harry Potter serisinden Matrix'e, sermaye ve gücün desteklediği filmler ve yayınlar serisine özellikle dikkat ederim. Bununla beraber ezoterizmin bu denli yaygınlaşmasına da. Hatta bir zamanlar Yeni Şafak yönetimine, konunun öneminden söz ederek, bir dizi hazırlanmasını bile teklif etmiştim.
Konu şu: 21. yüzyılda sadece dinler yeniden meydana inmiyor. Mitolojiler, efsaneler, masallar, fantastik hikayeler dikkat çekici biçimde gündelik hayatımızı yönlendirecek derecede meydana iniyor. Sanki yeni yüzyıla, geleceğe dair yeni bir düşünce biçimi, yeni bir din algısı şekillendirilmeye çalışılıyor. Bu eğilimin, 21. yüzyıla dönük hükümranlık hedefleriyle birebir örtüştüğüne inanıyorum ben.
İşte tam da bu dönemde, Türkiye'de bir operasyon, söz konusu tabloyla örtüşür vurgular içeriyor. Bu kadar önemli bir güvenlik sorunu, Türkiye'nin temel sistem sorunu, on beş bin yıl öncesinin efsaneleriyle birlikte tartışılıyor. Türkiye Cumhuriyeti yüz yaşında bile değil. Biz iddianameyi on bin yıl öncesiyle birlikte anlamaya çalışıyoruz. Peki, böyle bir zihinsel ilgi döneminde, böyle bir vurgunun Ergenekon mensuplarını efsaneye dönüştürme ihtimalini düşünen var mı?