YUNUS EMRE DÜŞÜNCESİNDE AŞK VE EĞİTİM
Emel KOÇ 01 Ocak 1970
Özet
Yunus Emre bir halk adamı, bir derviştir. Derviş Hakk aşığıdır, bu sebeple o, insanları
da Hakk’ın tezahürü oldukları için sevmek durumundadır. Yunus’un aşkı her şeye yönelik pek
güçlü bir duygudur. Aşk, evrenin yaratıcısına yönelik olduğu kadar yaratıcıdır da.Yunus,
bizlerin ilâhî olandan ayrı olmadığımızı, yani “varlığın birliğini” kabul eder. Tüm insanlar
ilâhî varlıklardır ve onların eşitlikleri, nihai noktada, onların ilâhî oluşlarında saklıdır.
Yunus’a göre, insanlara hizmet etmek nihai ahlâkî idealdir ve birey herkesin yararına
çalışırken, kendisi için en yüksek iyiye ulaşır.
Eğitim sözcüğü Batı dillerindeki education aracılığıyla dilimize geçmiştir. Education
kelimesinin Latince kökeni, educare beslemek, educere dışarı çekmek, bir şeye doğru götürmek,
yetiştirmek anlamlarına geldiği için söz konusu kelimenin çift manalı olduğu söylenebilir (Bilhan 1991:
52). Yani Latince kökleri itibarıyla değerlendirildiğinde eğitim, bir yandan bireyi bilgiyle beslemek ve
donatmak, diğer yandan da ondaki imkânları ve gizil güçleri açığa çıkarmak anlamına gelir.
Bugün, eğitim genel olarak “bireyin davranışında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı
olarak istenilen yönde...değişme meydana getirme süreci olarak tanımlanmaktadır.”
(Büyükkaragöz ve Çivi 1999: 26). Bu tanımda “istenilen yönde değişme” ifadesi eğitimin
amaçlarına uygun değişme anlamına gelir ki bu durumda öncelikle “Eğitimin amacı
nedir?”sorusuna yanıt verilmelidir. Amacın belirlenmesi doğrudan doğruya insanda
gerçekleşmesini istediğimiz bilgi, beceri, tutum ve davranışlar gibi eğitim sonuçlarıyla
ilgilidir. Başka bir deyişle B. Russell’ın da dile getirdiği gibi, en iyi eğitimin nasıl olacağı
konusunda kesin karara varmadan önce ne tür bir insan yetiştirmek istediğimiz konusunda bir
düşünce geliştirmeliyiz. O hâlde her eğitim girişiminde bulunması gereken en önemli prensip
amaç ile sonuç arasındaki tutarlılık ve amacın koşullarını üzerinde taşıyan bir projenin
geliştirilmesidir.
Eğitimin amacı ve bu amaç doğrultusunda ulaşılmak istenen sonuç, farklı eğitim
girişimlerine göre değişiklik gösterse de, çoğunluğun uzlaştığı nokta “eğitimin insanın
şahsiyetini oluşturmasına imkân vermesi”gerektiğidir.
İnsanın şahsiyetinin oluşturulmasından söz ettiğimize göre, öncelikle şahıs ve şahsiyet
kavramlarını netleştirmeliyiz. Çoğu kez karıştırılmış olmasına rağmen, şahıs(person),
Batılıların individual(birey) dedikleri şey değildir.
Birey, bölünmez bir bütün teşkil eden varlığın adıdır. Bireyciliğin iddiasına göre,
insan, birey olarak kendi kendine yetebilen bir varlıktır. Kendi varlığını meydana getiren
parçalara yabancı unsurlar, onun dışında kalır (Lahbabi 1972:13-32).
Birey, âdeta kendi içerisine sıkışmış bir varlıktır. Oysaki şahıs, hür iradesiyle kendini,
kendi dışındaki varlıklara bağlayan ahlâkî bir “ben”dir.
O, “...insanlar-daha doğrusu şahıslar dünyası-içinde kendini yeniden bulan, muhtemel
bir egoizmden kurtulmak amacıyla kendini hürriyet hâlinde aşmaya gayret eden, diğer
insanlarla olduğu kadar tabiatla, toplumla ve Tanrı’yla ahenk kurmaya çalışan bir
varlıktır."(Gürsoy 1995: 257-258).
Şahsiyet olma ve bir değerler sistemine bağlanma yolundaki insan için hürriyet, kendini
aşma ve ahenk gibi varoluşsal girişimler önem kazanır. O hâlde farklı eğitim girişimleri, şahsiyet
oluşturma yolundaki beklentilerimizi ne ölçüde karşılamaktadır? Biz bu soruya büyük Türk
mutasavvıfı Yunus Emre (m. 1240-1320) ve O’nun mensubu bulunduğu tasavvuf düşüncesi
çerçevesinde yanıt aramaya çalışacağız. Tasavvufun, insan konusundaki düşüncelerine geçmeden
önce tasavvufu tanımlamak yerinde olacaktır.
“Tasavvuf, Allah’ı bilme ve bulma yoludur.” (Anadol 1993: 94). “Tasavvuf, bir derunî
yaşantı, bir dinî deneyim ya da manevî bir hâldir ...iyi bir ahlâktır ...terbiyedir ...kalbi
temizlemek, Allah’ı yüceltmek ve kurallara şefkat beslemektir.”(Çubukçu 1995: 103).
Tasavvuf, Allah’a kulluk için nefsi olgunlaştırmak ve kalbi yüce Hakk’a bağlamaktır.
Tasavvuf düşüncesinin temelinde Tanrı, insan ve tabiat aşkı vardır. Yunus’a göre,
Tanrı öncesiz bir varlıktır.
“Tanrı, öncesiz olduğu gibi, insanın ruhu da Tanrı katında öncesizdir. Nitekim
Kur’an’da yüce Allah insanı varetmesi hakkında şöyle buyurmuştur:”Onu düzelttim ve kendi
ruhumdan üfledim.” (Çubukçu 1987: 82). Bu durumda insanda, Yunus’a göre, Tanrı’nın
ruhundan gelen Tanrısal bir güç vardır. İnsan bedeni oluşmadan önce, ruhsal açıdan Tanrı
katındayken, aşkla dolu ve mutludur. Ancak Tanrı, alemi yaratmayı dilemiş ve yaratmıştır.
Alemin yaratılmasıyla, beden kalıbıyla kalıplanan insan için, bedeninin tutkuları ve ruhunun
Tanrı’ya özlemi arasındaki ikilemler, sıkıntı oluşturmaya başlar.
Mutasavvıflara göre alemin yaradılış gayesi aşktır. Allah, kendi güzelliğini temaşa için
mahlukatı yaratmıştır.
“Bir kudsi hadiste “Ben bir gizli hazine idim. Bilinmeyi ve sevilmeyi istedim ve alemi
yarattım.” buyrulur. Allah’ın bilinmeyi istemesi aşktır ve bu aşk özün özüdür...aşk, her
şeydir... Evrenin özünü aşk oluşturur ve bütün mevcudattaki ilk cevher aşktır.”(Pala 1995:
98). Kainatta varolan her şey, aşkın eseri olduğu ve Mutlak Güzelliğin izlerini taşıdığı için,
insanı Hakk’a ulaştıracak olan gerçek yol da yine aşktan geçer. Bu aşk Hakk’a duyulan aşktır.
Tasavvufta biri hakiki diğeri ise mecazî ya da beşerî olmak üzere iki tür aşktan söz
edilir. Hakiki aşkın konusu Hakk, beşeri aşkın konusu ise insandır.
Yaratılış, ilâhî aşkın açılıp yayılması olduğu için mutasavvıflar çoğu zaman beşeri aşkı
ilâhî aşka ulaşmada bir köprü olarak düşünmüşlerdir. Zira, yaratılmış olan her şeyi yaratandan
ötürü sevmek esastır. Bu açıdan bakıldığında Yunus’a göre tüm yaratılmış şeyler, âlem, bizi
doğrudan doğruya Tanrı’ya ve Tanrı aşkına götürür. “Çünkü insan da dahil her varlık Tanrıyla
insan gönlü arasında bir perde gibidir ...varlıklar Tanrı’nın yüzünü insandan gizleyen
perdelerdir... Yunus’a göre dünyayı anlamlı kılan şey onun perde oluşudur... Eğer Allah
perdesiz ve apaçık olsaydı....ne sır, ne aşk, ne de iman ve küfür olurdu....İşte bu açıdan her
şeyi anlamlı kılan dünyadır.” (Bayrakdar 1994: 30). Ancak diğer taraftan insan bu dünya
perdesinin gerisindeki gerçekliği görünce artık dünya, manasını yitirmeye başlar. İnsan adına
kurtuluş, Yunus’a göre, dünya perdesinin yıkılmasından geçer. Yunus, dünya perdesini yıkan
herkesin Hakk’ı görebileceğini, yıkamayanların ise sonsuz ayetine rağmen O’nu
göremeyeceğini belirtir.
“Nişânsuzın nişânun kimse bilmez
Egerçi bî-nihâyet ayetün var.”
Dünyaya sürekli olarak bel bağlayıp kalanlar, dünyadan vefa bekleyenler asıl
gerçeklikten uzaklaşırlar. Dünya onun için adeta bir konaklama yeri olarak görülmelidir.
“Bu dünyaya gelen göçer
Gelen göçer, konan göçer.”
“Meyil etme bu dünyâya
Hiç kimseye kılmaz vefâ.”
İnsan, Yunus’a göre fani dünyaya meyiletmeyip ondan uzaklaştığı yani varoluşsal benliğine
(nefs) yabancılaştığı ölçüde olgunlaşarak, Hakk’a yaklaşacak ve O’nu kendi içinde bulacaktır. Zira, nefs
Tanrı ile insan arasında bir perde olduğu için nefsi kontrol altında tutmak gerekir. Tasavvuf, nefsin
öldürülmesi değil, onun derece derece terbiye edilmesi esasına dayanır. Ancak nefsin olgunlaşmasını
önleyen kibir, cimrilik, öfke, gıybet, hased gibi engeller vardır. Bu engellere karşı verilen meşakkatli
sınavda Yunus, doğruluk ve kanaatkârlıktan vazgeçilmemesi gerektiğini söyler.
“Toğrulık mancınıgı istigfâr taşıyıla
Toğru vardı atıldı, yıkıldı nefs kal’ası”
“Kanaati yar idin, uyma nefs dilegine
İresin hakîkata, yirün buldun tur indi.”
Böylece dünyalık benliğini yani nefsini kontrol ederek olgunlaştıran, erdemlerle ruhunu
besleyen insan, Tanrı ile arasındaki perdeleri kaldırarak, ilâhî aşkta gerçek benliğine kavuşur. Gerçek
benliğini kazanması ikilikten kurtulup birliğe ermesidir.
Başka bir deyişle insan adına yapılacak ilk şey “masivadan, (Allah’tan başka herşeyden
vaz)geçmektir. Bu da nefse hakim olmayı ve “ben”den kurtulmayı gerektirir. Böylece insan giderek
fenafillaha erer ve sevgiliye kavuşur.” (Pala 1995: 99). İnsanın hakiki benliğine ulaşabilmesinin yolu
eğitimden geçer. Tasavvuf eğitimi gönüle yönelik bir eğitimdir. Zira Yunus’a göre, insandaki en değerli
şey “gönül”dür. Gönül, Hakk katından geldiği için sevgi ve iman yeridir.
“Gönül mi yig Ka’be mi yig ayıt bana aklı’iren
Gönül yigdürür zire ki gönüldedûr dost turagı”
Gönlün olgunlaşması, hakikati kavrayabilecek bir düzeye gelmesi, entelektüel bir bilince sahip
olmakla ya da çok kitap okumakla değil, aşk kitabından okumakla ilgilidir.
“İy çok kitâblar okıyan sen kim dutarsın bana dak
Tâ bilesin sırrı ıyân gel ışkdan okı bir varak”
“İlim hod göz hicâbıdur dünye ahret hisâbıdur
Kitâb hod ışk kitâbıdur bu okunan varak nedür.”
Sevgi ve aşk, taş gönülleri olgunlaştırıp pişiren, onları terbiye eden temel güçtür
“Işkı var könül yanar yumşanur muma döner
Taş gönüller kararmış sarp-katı kışa benzer.”
“İşidün iy yârenler ışk bir güneşe benzer
Işkı olmayan gönül meseli taşa benzer.”
Hakk’a kavuşma yolunda akıl ve aklın ürünü olan kuru bir ilim, aşk karşısında değersiz
kalır.
“İlm-i hikmet okuyanlar ışkdan feragatdur bunlar
Mansûr oldum asun beni her dillerde söyleneyin.”
Gönüllerin olumsuzluklardan arındırılması ve yeniden olumlu değerlerle beslenmesi aşk
yoluyla olur. Allah’ın bir lütfu olan aşk, gönülleri olgunlaştıran sonsuz bir ilimdir. Gönül ise Yunus’a
göre Hakk’ın görünme yeridir.
“Gönül Çalab’un tahtı gönüle Çalap bakdı
İki cihân bed-bahtı kim gönül yıkarısa .”
Bu durumda Hakk’ı bilmenin yolu insanın kendi gönlünden geçer.
“İlim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür
Sen kendüni bilmezsin yâ nice okumakdur
Okumakdan ma’ni ne kişi Hakk’ı bilmekdür
Çün okudun bilmezsin hâ bir kurı emekdür.”
İnsanların okumaktan gayeleri, “kendilerinden hareketle, Hakk’a ulaştıran yolu bilmek
istemeleri” olmalıdır. Yunus, yukarıdaki dizelerde ilim kavramını Ledün, batınî bilgi, hakikat
karşılığında kullanmaktadır.İlim kendin bilmektir derken, ilmi de nefs bilgisi manasına geniş bir
kavram olarak ele almıştır.
Kendi kendini bilmek ve kendi içindeki ilâhî cevheri sezmek irfandır. İlim denilen şey, Yunus’a
göre, ancak irfan ise değerlidir. Gerçek ilmi, irfanı, ma’rifeti ise insana aşk kitabı öğretebilir.
Gönlünde ma’rifet güneşi parlayan irfan ehli bir kişinin bunu dili ile söylemesi, Yunus’a göre,
gereksizdir. Çünkü ma’rifet dil ile değil, gönül ile ilgilidir.
“Sufiyem halk içinde tesbîh elümden gitmez
Dilüm ma’rifet söyler gönlüm hiç kabûl itmez.”
Bilgiçliği, bilmek iddiasını terketmek gerekir. Çünkü aşk yoluna giren kişi ma’rifeti Tanrı’dan
aşk medresesinde öğrenmiştir.
“Biz taliblerüz her dem ışk sebakın okuruz
Tanrı virür sebakı ışk hod müderrisidür.”
“Dervîşün kulagı sak Hakk’dan işidür sebak
Deprenmedin dil-dudak sözi işiden gelsün.”
Yunus’a göre bilgilenmenin amacı, nihai noktada Hakk’ı bilmek olduğu için, ulaşılmak istenen
insan tipi de irfan ehli, kâmil insan(arif) olacaktır. Kâmil insana ulaşmada izlenecek olan yol nedir?
Tasavvuf eğitiminin birinci koşulu bir mürşit, şeyh ya da Yunus’un ifadesiyle, ere tam olarak
bağlanmaktır. Çünkü nefsiyle mücadelesinde eksikliklerini farkeden insanın, kendisiyle hesaplaşarak
özünü kavraması, ruhunu erdemlerle besleyerek dinginliğe ulaşması ve bu ruhsal dinginliği diğer
varlıklara yansıtması, mürşitsiz tek başına başarılacak bir şey değildir. Bu sebeple aşk yoluna giren
kişinin, kendi hür iradesiyle bir mürşide teslimiyeti ve onun yanında kabul görmesi esastır.
Tasavvuf eğitimi öğrencilerle birebir meşgul olmayı ve şeyhlerin müritleriyle tek tek
ilgilenmesini temele alır (Ergün 1997: 185). Kendi eksikliklerini fark ederek, hür iradeyle bir mürşide
bağlanma, insan için şahsiyet oluşturma yolundaki en önemli adımdır.
“Kendi bilişiyle kişi, hiç irişe mi menzile
Allah’a iremez kalur, er etegin tutmayınca.
Aklum başuma gelmedi ışk şarâbın tatmayınca
Kandalıgum bilimedüm girçek ere yitmeyince.”
O hâlde Yunus’a göre kendimizi bilmenin yolu bir ere yani Dostun dostuna dost olmaktır.
“Sen gerçek âşıkısan dostun dostına dost ol
Ger böyle olmazısan dostum dimegil bayık.”
Tasavvuf eğitiminin öğrencilik dönemi dervişlik-miskinlik olarak bilinir. Dervişlik
Farsçada fakirlik anlamına gelir.
Dervişlik sabır ve kanaattir, nefsini yenme, iradeyi eğitme, kavgaya, nifaka, bilgiçliğe, iddiaya,
gösterişe, sevgisizliğe, kine tahammül edememe demektir (Kabaklı 1991: 88). Dervişlik, miskinlik
demektir. O hâlde dünya malını elden bırakmayan, Yunus’a göre, derviş olamaz.
“Derviş olan kişilerün miskînlikdür ser-mâyesi
Miskînlikden özge bize mâl u mülk ü şâr gerekmez.”
Bu dervîşlik yolına ışkıla gelen gelsün
Ya dervîşlik neydügin bir zerre tuyan gelsün.”
Yunus, hiçbir manevî gelişmesi olmadığı hâlde, yalan söyleyerek kendisini derviş gibi gösterenleri şiddetle eleştirir.
“Taşum dervîş içüm boş dilüm tatlu sözüm hoş
İllâ ben itdügümi dînin degşüren itmez.”
“Dervîşlik didükleri hırkayıla tâc degül
Gönlin derviş eyleyen hırkaya muhtâc degül.”
Dervişlik, hırkada ve tacda değil; Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değil, kişinin kendi gönlünde
aranmalıdır. Yunus, dervişlik eğitiminde aşama aşama göz önünde tutulması gereken şeri’at, tarikat,
ma’rifet ve hakikat kapılarından bahseder.
“Evvel kapu şeri’at, emr ü nehyi bildürür
Yuya günahlarunı her bir Kur’ân hecesi
İkincisi tarikat kulluğa bil bağlaya
Yolı togrı varanı yarlıgaya hocası
Üçüncisi ma’rifet cân, gönül gözin açar
Bak ma’ni sarâyına arş’a degin yücesi
Dördüncüsi hakikat ere eksük bakmaya
Bayram ola gündüzi kadir ola gicesi.”
Yunus için din şeri’attan ibaret değildir. Tarikat gibi şeri’at da ancak Allah’a varmak için
vasıtalardır. Şeri’at ve tarikat bizi ma’rifete ulaştırır. Ancak ma’rifet de gaye değildir, onun da
derininde hakikat vardır (Kabaklı 1991: 72). Bu dört kapının da kendi içinde diğerlerine göre daha ileri
olan ayrıntılı durakları vardır.
“Şeri’at-tarikat yoldur varana
Hakikat-Ma’rifet andan içerü.”
“Dört kapudur kırk makâm, yüz altmış menzili var
Ana irene açılur vilâyet derecesi.”
Yunus iyi yetiştirildiklerinde dervişlerin ilim ve irfanlarının derinliğinden ve sabırlarından
bahseder.
“Dervişlik bir lokmadur yirile gökden ulu
Bu azâmet lokmayı yudup sinüren gelsün.”
“Ben dervişem diyen kişi iş bu yola ar gerekmez
Derviş olan kişilerün gönli gendür tar gerekmez”
Dervişlik, baktığı herşeyde Hakk’ı gören bir mürşide tam teslimiyeti gerektirdiği için,
mürşitlerin sohbetleri ve sözleri tasavvuf eğitiminin esasını oluşturmuştur.
Dost meclislerinde topluca sohbet etmek ve müzik dinlemek insanı ruhsal açıdan olgunlaştırır
ve Tanrı’ya yaklaştırır (Çubukçu 1991: 5). Bu sebeple eğitimde söze ve sözlü anlatıma çok önem
verilmiştir.Evrendeki her şey gibi söz(dil) de Tanrı’nın bir tecellisi olduğu için insanda dile gelen de
Tanrı’nın iradesidir.
“İy sözlerün aslın bilen gel di bu söz kandan gelür
Söz aslını anlamayan sanur bu söz benden gelür.”
“Söz karadan akdan degül yazup okımakdan degül
Bu yüriyen halkdan degül Hâlik avâzından gelür.”
Yunus’a göre dost meclislerinde oluşan manevî eğitim ortamı, gönüllerin eğitiminde
okumaktan çok daha etkilidir. Çünkü kendi içinde ruhsal dinginliği ve huzuru yakalamış, aşk
ile dolup taşan somut bir şahsın yani mürşidin, gerek davranışlarıyla gerekse sözleriyle
müritleri üzerindeki etkisi son derece önemlidir.
“Sohbet cânı semirdür, hem âşıkun ömridür
Hakk Çalab’un emrile erenün himmetidür.”
Tasavvufî sohbetlere katılıp da aşk ateşiyle yanma sırrına ermemek, Yunus’a göre aşıklığın
elde edilemediğini gösterir.
“Dün gün riyazat çeküp hâlvetlerde diz çöküp
Sohbetlerde baş çatup yanmayan âşık mıdur?”
Eğitimde söz önemlidir; ancak söze gerçek değerini verebilmek için sözden anlamak gerekir.
“Arife bir söz yeter, tende cevher var ise.”
İnsanların sözden anlamaları ise onların ancak nasipleri oranındadır.
“Gevhersüz gönüllere, yüz bin söz eydürisen
Hak’dan nasîb olmasa nasîb olası degül.”
Gönülleri eğitmede sohbet kadar etkili bir diğer manevi eğitim aracı aşktır.Yunus, aşk ile
yoğrulduğunu ve terbiye edildiğini söyler.
“Ben ham idim aşk pişirdi
Karayı aktan seçer oldum.”
İzzet ü erkân, eyü ad, ışk yolına noksandurur
Ben niderem eyü adı, çün terbiyat ışkdan yirim.”
Aşk ile terbiye edilmek ya da aşkın üstün ahlâk ile ilişkisini göstermek, Yunus’un
düşüncesinin en önemli yönlerindendir. Kainatta gördüğü düzenliliği, toplumsal yaşamda da
görmek isteyen, insan ruhunun ancak erdemlerle donatıldığında Hakk’a yaklaşacağını
düşünen Yunus; adalet, doğruluk, bilgelik, hoşgörü gibi erdemleri temele alır. O’nun için
Hakk aşığı aynı zamanda üstün ahlâkın seçkin bir örneği olmalıdır. Bu sebeple ilâhî aşk ve
üstün ahlâk bağlantısı doğrultusunda O’nun ulaşmak istediği insan tipi de netleşir.
Eğitimin hedefi kendisiyle iç hesaplaşmalarını tamamlayarak, bir sır olan kendi varlığını
çözümlemiş, hatalarından ders alarak tövbe edecek olgunluğa erişmiş, Hakk’ın yarattığı her şeyde
güzellikler görebilen kâmil insan yani ariftir (Ergün 1997: 202-204). Arif, tanıyan, bilen, irfan, marifet
sahibi demektir (Bursalı 1980: 295). O, batınî bilgiyi arayan, gönül gözüyle görendir.
Kâmil insan, sabırlı insandır. Varoluşsal benliğiyle hesaplaşması esnasında ızdıraplı bir yol
katetmiş ve sabretmesi gerektiğini öğrenmiştir.
“Sabırsuz kişilerün dirligi ham
Kim sabrıla eyi olur ser-encâm.”
Kâmil insan, dünyanın bir geçit yeri, ölümün kesin bir olgu olduğunu farkederek, dünya
nimetlerine bağlanmamayı öğrendiği için, cömerttir.
“Diyelim dinle Kârun’un zevâlin
Virüp îmânını virmedi mâlın.”
“Sehâvet iderisen ışk alasın
Tamâm terk olıcak ışkda kalasın.”
Kâmil insan, gönlünü kin ve kibr gibi olumsuz duygulardan arındırmıştır.
“Adumuz miskindür bizüm
Düşmanumuz kindür bizüm
Biz kimseye kin tutmazuz
Kamu âlem yârdur bize.”
“Sakıngıl olmagıl kibrile yoldaş
Kibir kandayısa anunla savaş.”
Kâmil insan, ruhunu sevgi ve hoşgörü duygularıyla beslemiştir.
“Gelün tanşuk idelüm, işi kolay tutalum
Sevelüm sevilelüm, dünyâ kimseye kalmaz.”
Kâmil insan, her şeyin sahibinin Tanrı olduğunu görebilen insandır. Sevgiyle tevhide
ulaşabilen, çoklukta birliği görebilendir.
“Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan
Halka müderris ise, hakikatte asidir.”
“Yetmiş iki milletün hem ma’şukı oldurur
Âşıkı ma’şukından ayırmaklık fâl degül.”
“Geçdüm hod-bîn ilinden el çekdüm dükelinden
Ol ikilik belinden birlige bitüb geldüm.”
Kâmil insan, candan geçmeyince canana ulaşılamayacağını bilen, canını aşk yoluna vererek
ikilikten kurtulup tevhide erendir.
Sonuç olarak, gerek Yunus’a gerekse mensubu olduğu tasavvuf düşüncesine göre, ilâhî aşk
insanları son noktada toplumsal ve evrensel birliğe götürecektir. Evrendeki herşey Tanrı’nın
dilemesiyle meydana geldiği, Hakk’ın sevgisinin eseri olduğu için, bizi Hakk’a ulaştıran yol da diğer
insanları, toplumu, tabiatı kısacası varolan her şeyi herhangi bir çıkar gözetmeksizin sevmek olacaktır.
Yunus’a göre, dil, din, millet ayrımı yapmaksızın tüm insanları yaratandan ötürü sevmek ve bu sevgiyi
bizzat yaşama geçirmek esastır. Sevgi ve ilâhî aşkın ateşiyle yanıp tutuşan gönüller ahlâkî olgunluğa
eriştikleri için bencillik, kin, nefret gibi olumsuzlukları bir tarafa bırakarak, her an yeni
doğmuşçasına
dinamizm içerisinde etraflarına ümit, merhamet, adalet ve hoşgörü ışıkları
saçacaklardır. Aşk ateşi Maşuk’tan başka her şeyi yaktığı için gerçek aşık olgun ve güzel ahlak sahibi
olacaktır. Başlangıçta da sözünü ettiğimiz gibi eğer eğitimden beklenen şey insanın şahsiyetini
oluşturmasına ve olgunlaştırmasına imkân vermesi ise tasavvuf eğitiminde aşk, kaynağı ilâhî olan
sonsuz bir ilim olarak bunu lâyıkıyla başaracaktır. Kendi iç hesaplaşmalarını yaparak gönlünün
derinliklerindeki sevgiyi kavrayan insan, hür bir iradeyle kendi dışına açılarak bu sevgiyi diğer
varlıklara ve nihai noktada sevginin menşei olan Hakk’a yöneltecektir. Hakk aşığı, ilâhî aşkın ateşiyle
yanıp tutuştuğu için vuslata mani olan her türlü engeli aşmış, dünya ve ahret menfaatlerinden
kendisini arındırarak, ahlâkî anlamda da kemale ulaşmış bir ahlâkî bendir. Böyle bir gönül sahibinin içi
ve dışı pür nur olacağı için onda toplumun ve dinin benimsemeyeceği kötü bir alışkanlık olmayacaktır.
“Pürnûr olur içi dışı
Söyler Allah deyü deyü.”
İçi dışı ilâhî aşkın nuruyla dolan insanın içi dışı bir hâle gelecek, gerek sözleri gerekse
davranışlarıyla diğer insanlar için üstün ahlâkın bir temsilcisi olacaktır.
“Neyise zâhirün bâtınun oldur
Neyise endişen ol yana yoldur.”
KAYNAKLAR
Anadol, C. (1993); Gönüller Sultanı Yunus Emre İstanbul: Kamer Yayınları.
Bayrakdar, M. (1994); Yunus Emre ve Aşk Felsefesi, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Bilhan, S. (1991); Eğitim Felsefesi, Ankara: A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları.
Bursalı, M. N. (1980); Yunus Emre, İstanbul: Erhan Yayıncılık
Büyükkaragöz, S. S.; Çivi, C. (1999); Genel Öğretim Metodları, İstanbul: Beta Basım A.Ş.
Çubukçu, İ. A. (1987); Türk-İslam Kültürü Üzerinde Araştırmalar ve Görüşler, Ankara: A.Ü.
İlahiyat Fakültesi Yayınları.
Çubukçu, İ. A. (1991); Türk Düşünce Tarihinde Felsefe Hareketleri Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi.
Çubukçu, İ. A. (1995); “Tasavvuf ve Sevgi.” Cogito. S.4, s.103, İstanbul.
Ergün, M. (1997); Yunus Emre’de Tasavvuf ve Eğitim, Ankara: Ocak Yayınları.
Gölpınarlı, A. (1991); Yunus Emre Divan ve Risalet’ün Nüshiye, İstanbul: Der Yayınları.
Gürsoy, K. (1995); “Şahsiyet Eğitimi” Türkiye I. Eğitim Felsefesi Kongresi, 1995, Van.
Kabaklı, A. (1991); Yunus Emre, İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları.
Lahbabi, M. A. (1972); İslâm Şahsiyetçiliği, çev: İ. Hakkı Akın, İstanbul: Yağmur Yayınevi.
Pala, İ. (1995); “Âh-mine’l âşk.” Cogito. S.4, s.98, İstanbul.
Tatçı, M. (1997); Yunus Emre Divanı, İstanbul, MEB. Yayınları.