« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 May

2012

ONTOLOJİK ANALİZ METODUYLA YUNUS EMRE’NİN BİR ŞİİRİNİN İNCELENMESİ

Gaye Belkız YETER 01 Ocak 1970

Özet
Ontolojik analiz metodu, şiir çözümleme yöntemlerinden
biridir. Çeşitli katmanlardan oluşan bu çözümlemede amaç,
edebî metnin sanat değerini ortaya koymaktır. Bu çalışmada,
ontolojik analiz metodu hakkında bilgi verildikten sonra, Yunus
Emre’nin dünyanın yaradılışını anlattığı şiiri İsmail Tunalı’nın
önerdiği dört tabakada incelenecektir.

Giriş
Bu makalede, Yunus Emre’nin vahdet temini işlemiş olduğu
aşağıdaki şiiri ontolojik analiz metoduyla incelenmeye çalışılmıştır. Sanat
eseri nedir? ve nasıl olmalıdır? sorusu yüzyıllardır tartışılmıştır. Yapılan
bütün tartışmalar zihindeki bu soruların cevabını bulabilmek içindir. Bu
da beraberinde sanat eserini inceleme konusunda çeşitli bakış açılarının
ortaya çıkmasını sağlamıştır. Özellikle de yirminci yüzyıla kadar klasik
inceleme yöntemleri kullanılırken, yirminci yüzyıldan itibaren
dilbiliminin de katkısıyla ve bununla birlikte değişen bakış açılarının
ortaya çıkmasıyla sanat eserini inceleme yöntemlerinde önemli
değişiklikler olmuştur. Mehmet Dursun Erdem, bu durumu şöyle ifade
eder: “Yirminci yüzyılın başlarından itibaren Saussure’ün sistemli olarak
ortaya koyduğu dilbilim (languistics) akımıyla birlikte birçok sahada
olduğu gibi dil ve edebiyat alanında da eşzamanlı bakış açıları, inceleme
teknikleri ortaya çıktı. Metindilbilim, edimbilim, göstergebilim,
yapısalcılık, anlatı bilimi gibi inceleme yöntemleri sadece metni inceleme
objesi olarak kabul edip eşzamanlı olarak incelemeye başladılar. Bunun
yanında dilbilim yöntemleri geliştikçe bundan klasik incelemeler de
etkilenerek, araştırmalarında bu yeni yöntemlerden faydalanmaya
başladılar.” (2007, s. 255).
Bir sanat eserinde estetik önemli bir unsurdur. Ontolojik
çalışmalarda da yeri olan estetik, güzellik ve hoşluk anlamına
gelmektedir. Herhangi bir sanat eseri karşısında iki şekilde tavır
alınmaktadır. Bunlardan ilki estetik tavır ikincisi ise estetikçi tavır’dır:
“Ontolojik inceleme metoduna göre sanat eseri karşısındaki okur öznenin
(suje), estetik tavır ve estetikçi tavır olmak üzere iki durumundan
bahsedilmektedir. Öznenin sanat eseri karşısında aldığı tavır estetik
tavırdır. Estetikçi tavır ise, eserin ontik açıdan anlam tabakalarını ve bu
tabakalar arasındaki münasebeti inceleyip, sanat eserini neyin mükemmel
kıldığını sorgulayan tavırdır.” (2007, s. 255).
Bir eseri inceleme ihtiyacı, o eserin ve yazarının değerini,
kıymetini ortaya koyabilmek içindir. Bir edebî eseri incelerken birçok
yöntemden faydalanılmaktadır. Şiir ve nesir çözümleme yöntemlerinden
biri olan ontolojik inceleme metoduyla sistem içinde bir bütünlük
oluşturan ses, kelime, anlam gibi unsurlar ayrı ayrı düşünülerek sistem
içine dahil edilmektedir. Yani ayrı ayrı olan tabakalar, bir bütünü
oluşturmaktadır. Bu varlık tabakaları sayesinde şairin şiirinde ne
anlatmak istediğini kolaylıkla anlaşılabilir. “Tabakalar düşüncesini
estetikte ve edebiyat eserinde ilk uygulayan Roman Ingarden olmuştur.”
(Tunalı, 2002, s. 89).
Çeşitli tabakalardan oluşan sanat eserini bir bütün olarak ele alan
ve ona estetik bir gözle bakan Roman Ingarden’e göre sanat eseri çeşitli
varlık tabakalarından oluşmuştur. Bu varlık tabakaları birbirleriyle uyum
içinde ve iç içe geçmiş bir şekilde sanat eserinde mevcuttur. Onlar sanat
eserinde bir bütünü oluşturmakla birlikte Roman Ingarden’in de ifade
ettiği gibi “Bu bütün, bir tabakalar çokluğunu gösterir; ve her tabaka,
birbirinden farklıdır. Ve her tabaka, bütünün gösterdiği ontik yapıdan
zorunlu olarak pay alır. ‘Tek tek tabakalar, 1. her tabaka için karakteristik
olan material; 2. onlar, her tabakanın hem öbür tabakalar hem de eserin
bütün yapısı bakımından oynadığı rol yönünden birbirlerinden
ayrılırlar.’” sanat eserinde bu şekilde varlık gösterirler. (Tunalı, 2002, s.
89).
Edebî eserin anlaşılmasını sağlayan bu varlık tabakalarını Roman
Ingarden şu şekilde sıralamaktadır:
1. Kelime sesleri ve onlara dayanarak meydana gelen ve daha
yüksek bir basamağı gösteren ses yapıları,
2. Farklı derecelerdeki anlam birlikleri tabakası,
3. Farklı şematik görüşler tabakası,
4. Tasvir edilen şeylerin (nesne, insan, ve olaylar) ve onların alın
yazılarının (kader) tabakası. (Tunalı, 2002, s. 90)
Modern ontolojinin kurucusu Nicolai Hartmann da bir eserin dört
tabakadan oluştuğunu ifade eder. Bu tabakalar sırasıyla şunlardır:
1. Ses tabakası
2. Anlam tabakası
3. Karakter veya ruhî özellik adını alan tabaka
4. Alınyazısı/kader tabakasıdır.1
Bütün bu kurallar dikkate alınarak bir edebi eserin sanat değerini
ortaya koymak mümkün olacaktır. Son yıllarda bu yöntemden
faydalanarak önemli ve başarılı çalışmalar yapıldığı da muhakkaktır.2
Varlık Tabakalarına Göre Şiirin İncelenmesi
Çalışmanın bu bölümünde ortaya konulan inceleme yönteminden
yola çıkarak Yunus Emre’nin aşağıdaki şiirini ontolojik analiz metoduna
göre inceleyeceğiz.
Hak bir gevher yarattı kendinin kudretinden
Nazar kıldı gevhere eridi heybetinden
Yedi kat yer yarattı ol gevherin nûrundan
Yedi kat gök yarattı ol gevherin buğundan
Yedi deniz yarattı ol gevher damlasından
Dağları muhkem kıldı ol deniz köpüğünden
Muhammed’i yarattı mahlûka şefkatinden
Hem Alî’yi yarattı mü’minlere fazlından
Gaib işin kim bilir meğer Kur’an ilminden
Yunus içti esridi ol gevher denizinden (2006, s. 249)
Yunus Emre
1 Bu dört madde ve özellikleri için bk. Tunalı, İ., 2002, 110-111. Ayrıca
bk. Uslucan, F. (Ekim 2001). Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Değirmen” Şiirine
Ontolojik Analiz Metoduyla Bir Yaklaşım Denemesi. Hece. 58, 73.
2 Örneğin bk. Tokel, D. (Mayıs 1996). Ontolojik Analiz Metodu ve Bu
Metodun Bâkî’nin Bir Gazeline Uygulanışı, Yedi İklim. 74, 53.
Bayram, Y. (Mayıs 2005). Estetik Estetikbilim ve Necip Fâzıl’ın “Bacalar”
Şiirinin Ontolojik Çözümü, Bilimin ve Aklın Aydınlığında Eğitim. 63, 105-110.
1. Şiirde inceleyeceğimiz ilk tabaka ses tabakasıdır. Şiirin daha
çok dış yapısını ele alan ses tabakasında ilk olarak gözümüze çarpan şey,
kelimeler ve onların arasındaki uyumdur. Özellikle şiirde kelime tekrarı
önemli bir ahenk unsurudur. Şiir içinde ritim ve müzikalite; seslerden,
kelimelerden kelime tekrarlarından, şiirin vezninden ve kafiyeden
meydana gelmektedir. İncelemiş olduğumuz şiir, hece vezninin 7+7 on
dörtlü kalıbıyla yazılmıştır. Yedi kelimesinin şiir içinde sürekli tekrar
edilmesi ve 7+7’lik hece vezninin kullanılması dikkat çekicidir. Bizce
Yunus Emre’nin bu şekilde bir kullanıma gitmesi tesadüfî bir durum
değildir. Hem yedi kelimesinin sık kullanımı hem de 7+7’li hece vezninin
kullanılması şiirde önemli bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şiirde vezinden sonra, ahengi oluşturan bir başka unsur kafiyedir.
Birinci beyitte -et’ler tam kafiye iken -inden’ler rediftir. Şiirdeki
beyitlerin son kelimeleri hem tam kafiye hem de redif olan -inden’ler
açısından önemlidir. Kafiyelerin birbirleriyle olan benzerlikleri ahengi
kuvvetlendirmektedir. Birinci beyitte mısra sonundaki tam kafiyeyi
oluşturan iki ses benzeşmesi ve şiirin bütününe hâkim olan iç kafiye ritim
açısından önemlidir. Şiirin genelinde e,i,a,u,ı ünlülerinin oluşturmuş
olduğu asonans (Şiir içinde; “e” ünlüsü 41 defa, “i” ünlüsü 32 defa, “a”
ünlüsü 33 defa, “u” ünlüsü 10 defa, “ı” ünlüsü 13 defa kullanılmıştır.) ve
n, y, g, h, d, l, r ve t ünsüzlerinin (Şiir içinde; “n” ünsüzü 31 defa, “y”
ünsüzü 13 defa, “g” ünsüzü 8 defa, “h” ünsüzü 12 defa, “d” ünsüzü 22
defa, “l” ünsüzü 14 defa, “r” ünsüzü 22defa, “ t” ünsüzü 18 defa
kullanılmıştır.) oluşturduğu aliterasyon önemli birer ses unsurudur. “t”
ünsüzündeki şiddet ve vurgulayıcılık özellikle de yarattı kelimesindeki
varlığıyla Allah’ın yaratıcılığındaki kudreti göstermektedir. “l” ve “y”
sesleri ise akıcı ünsüzlerdir ve Allah’ın yaratma kudretindeki devamlılığı
çağrıştırmaktadır.
Şiir içinde, kelimeler arasındaki ilişkide özellikle, gevher, yedi ve
yarattı kelimelerinin sürekli tekrar edilmesi dünyanın yaradılışı dikkate
alındığında şiirde önemli bir ahenk ve anlam unsuru olarak değer kazanır.
Bu kelimeler, hem beyit içinde hem de şiirin tamamında ayrı bir bütün ve
ritim oluşturmuştur. Ayrıca bu husus şiirin beyitlerinin anlamlı bir bütün
olarak algılanmasını sağlamaktadır. Bu kelimeler, sistemi bir bütün haline
getirmekle birlikte şiirin ne anlatmak istediğine de yardımcı olmaktadır.
Şiirde işaret ettiğimiz kelimeler, şiirin anlaşılması için gerekli
anahtarlardır. Bütün bu vezin, kafiye, aliterasyonlar, asonanslar ve kelime
tekrarları ses tabakasını oluşturmakla birlikte, şiirin okunuşu esnasındaki
ses güzelliğini de ortaya koymaktadır. Şiirde, canlı bir ahenk ve ritim
karşımıza çıkmaktadır. Bu ahenk ve ritmi hece vezninin hatasız
uygulanması, duraksamadan şiirin okunması, dildeki sadelik gibi unsurlar
sağlamaktadır. Şiir içindeki ses tabakası bu özellikleriyle anlamı
kuvvetlendirmekte ve anlama katkı sağlamaktadır.
2. Şiirde anlam tabakasında; şiiri oluşturan kelimelerin tek tek
anlamları incelenerek şairin şiire yüklediği ilk anlamı ortaya çıkarmaya
çalışacağız. Bu anlamı çıkarabilmek için şiiri oluşturan bütün kelimelerin
gerçek ve mecaz anlamlarının verilmesi gereklidir. “Hartmann’ın tespit
ettiği diğer üç tabaka sanat eserinin irreal alanında yer alır. İsmail Tunalı,
bu alanı “anlam tabakası” olarak adlandırmaktadır. Çok katmanlı bir yapı
arz eden anlam tabakası’nda artık seslerle değil, birtakım seslerden
oluşan kelimeler, ardından bu kelimelerin birbirleriyle meydana
getirdikleri birleşimler ve bunların ifade ettiği anlamlar üzerinde
durulur.” (Issı, 2004, s. 140)
Kelimelerin gerçek ve mecaz anlamları şiirin anlaşılmasında ve
çözümlenmesinde en önemli yardımcıdır. Şiirde şu kelime kadrosunu
görmekteyiz:
Hak: Allah, Tanrı.
Bir: Sayıların ilki, tek, benzeri olmayan. Mec. Allah’ın eşi ve
benzerinin olmaması, vahdet.
Gevher: Elmas, cevher, inci, bir şeyin aslı, esası, maya, yaradılış,
bir maddenin vazgeçilmez aslı. Kelime evren ve insan gibi birkaç anlamı
birden karşılamaktadır. 1. beytin 2. mısraında gevher insandır. Tanrı
insanı yaratmıştır. Gevher kelimesi, mücevher, varlık ve âlem anlamında
tevriyeli olarak kullanılmıştır. Bu tevriyeli kullanım objenin değerinin
anlaşılmasında önemlidir. Gevher kelimesi bu metinde mecaz olarak
Kur’ân anlamında da kullanılmaktadır.
Yaratmak: Olmayan bir şeyi var etmek.
Kudret: Kuvvet, Allah’ın ezelî gücü, Allah yapısı. Kudret ve
kadir kelimesi arasında bir bağlantı bulunmaktadır. Kâdir /Kudret
Allah’ın sıfatlarından biridir.
Nazar kılmak: Bakmak, göz atmak. Mec. Allah’ın kuluna bakışı
ve evrenin bu nurdan yaratılması.
Erimek: Katı cismin sıvı içine karışarak sıvı durumuna geçmesi.
Mec. Yok olmak, bitmek, tükenmek. (Katı maddenin sıcaklık karşısında
yumuşaması ve sıvılaşması, aşığın aşk ateşinde yanıp erimesi vs…)
Heybet: Korku ile saygı duygularını aynı anda uyandıran hâl
veya gösteriş.
Yedi: Altıdan sonra gelen sayının adı. Mec. Yedi gök. Eski inanç
sistemimizde; 3, 5, 7, 9, 40 gibi ritüel sayıların önemli bir yeri
bulunmaktadır. İncelemiş olduğumuz şiirde “yedi” kelimesi hem çokça
kullanılmaktadır hem de bizim için şiiri çözümleme noktasında
önemlidir. Aslında her bir sayının sistem içerisinde kendine özgü bir
anlamı bulunmaktadır. “Eskilere göre her biri yedi gezegenden birine ait
ve biner seneden ibaret olmak üzere yedi devir vardır. Bu devirlerin
başlangıcı Zühâl kabul edilmiştir ki, buna Devr-i Âdem de denir.” (Kam,
2003, s. 276)
“Dünyayı dokuz felek çevreler. Bunlar, iç içe geçmiş şekilde
soğan zarı gibi dünyayı çevrelemişlerdir ve dünya göğünden başlamak
üzere yedi tanesi yedi gezegenin feleğidir.” (Pala, 2000, s. 136)
Kat: Tabaka.
Gök: İçindeki gök cisimlerinin hareket ettiği sonsuz boşluk,
uzay, semâ, asûman, fezâ.
Buğ: Buğu, duman.
Deniz: Yer kabuğunun çukur bölümlerini kaplayan, birbiriyle
bağlantılı, tuzlu su kütlesi.
Damla: Yuvarlak biçimde, çok küçük miktarda sıvı. Mec.
Allah’tan bir nur, bir parça.
Dağ: Yer kabuğunun çıkıntılı, yüksek eğimli yamaçlarıyla
çevresine hâkim ve oldukça geniş bir alana yayılan bölümleri.
Muhkem: Sağlam kılınmış, sağlamlaştırılmış, kuvvetli.
Ol: O, şahıs zamiri. Şiirde, Ol kelimesinin tekrarı da önemlidir.
Ol kelimesi şiirde tevriyeli kullanılarak âlemin yaradılışı sırasında
Allah’ın; Kün (Ol), demesini aklımıza getirmektedir. Diğer taraftan Yasin
suresindeki “İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehû kün fe
yekûn” o ol dedi mi hemen oluverir ayetine de telmih bulunmaktadır.
Köpük: Çalkalanan, kaynatılan, mayalanan, yukarıdan dökülen
sıvıların üzerinde oluşan hava kabarcıkları yığını.
Muhammed: Birçok defalar hamd ü senâ olunmuş, tekrar tekrar
övülmüş mânâsına gelen bu kelime, Hz. Muhammed’in adıdır. Mec.
Sevgili.
Mahlûk: Halk olunmuş, yaratılmış her şey, insan… “Bilindiği
üzere tasavvufun esası tek varlık (vahdet-i vücûd) düşüncesine dayanır.
Madde âlemi Tanrı’nın yokluktaki (âdem) görüntüsüdür (tecellî), Tek
varlık olan Tanrı’nın sıfatları madde âlemindeki bütün varlıklarda
yayılmıştır. Yalnız insanda Tanrı’nın ismi ve sıfatlarının hepsi mevcuttur.
Bu sebeple, ilâhî kaynağın bütün özelliklerine sahip olan insan,
varlıkların en mükemmeli (ekmel-i mahlûkat) ve en şereflisi (eşref-i
mahlûkat)’dır. Bunun için insan her şeyden önce kendini bilmeli, taşıdığı
yüce vasıfları tanımalı, geldiği ilâhî kaynağa lâyık olmaya çalışmalıdır.”
(Mazıoğlu, 1991, s. 4)
Şefkat: Acıyarak ve esirgeyerek sevme.
Ali: Ebû Tâlib’in oğlu ve Hz. Muhammed’in damadı ve
amcazadesi. “Rivayete göre kâinatın sırrı Kur’ân’da, Kur’ân’ın sırrı
besmelede, besmelenin sırrı be harfinde, be’nin sırrı, altındaki noktada ve
noktanın sırrı da Ali’dedir. ‘Peygamberimiz, ‘Ben ilmin şehriyim, Ali de
onun kapısıdır. O halde ilim isteyen kimse kapıya gelsin’ Buyurmuştur.”
(Pala, s. 2000) Bu anekdotta da belirtildiği gibi Yunus Emre, Hz.
Mumammed’i mürşid, Hz. Ali’yi de rehber olarak şiirinde işlemiştir.
Tasavvufta, âlem Allah’ın tecellisi olarak kabul edilmekte ve yaratılan
her şey onun bir yansımasıdır.
Mümin: İman etmiş, İslam dinîne inanmış, İslam, Müslüman.
Fazl: Fazla, ziyade, artık, baki, fazlalık, üstünlük, iyilik, lütuf,
erdem, fazilet.
Gaib: Görünmeyen, hazır olmayan, yok olan, kayıp, bilinmeyen,
sır.
Meğer: Bilinmeyen, farkında olunmayan bir durum için
kullanılan söz, meğerse, oysa, oysaki.
Kuran: Hz. Muhammed’e inen kutsal kitap.
İlm: Bilme, biliş, bir şeyin, doğrusunu bilme, okuyarak öğrenilen
bilgi.
İçmek: Bir sıvıyı ağza alıp yutmak. Mec. İlâhi aşk şarabından
içip âşık olmak.
Esri: Sarhoş olmak, mest olmak.3
3 Kelimelerin açıklanmasında faydalanan kaynaklar:
Şiir içinde, her kelimenin kendine ait bir ses değeri vardır. Bir
şiirde müzikal yapıyı oluşturan sesler ve kelimelerin varlığı hem ses
tabakasını hem de anlam tabakasını etkilemektedir. Özellikle kelime
tekrarları bu müzikalitede önemli bir yer ihtiva etmektedir. Yunus
Emre’nin bu şiirinde, kelimeler sadece gerçek anlamlarında
kullanmamıştır, şiirin derinliğini sağlamak için Yunus’un, bazı kelimeleri
mecaz anlamlarıyla kullanmış olduğunu görüyoruz. Mecaz anlamlı
kelimelerin şiir içindeki konumu, beyitleri anlamamız açısından
önemlidir.
İncelenen metinde birbirleriyle ilişkili kelimelerin varlığı anlam
tabakasını güçlendirmek adına önemlidir. Şiirde yer alan gevher, yedi,
yarattı, hak, kudret ve mahlûk kelimeleri şiirin daha iyi anlaşılmasına
katkı sağlayacaktır. Bu kelimelerle şiirde âlemin yaradılışı ve bu
yaradılışın bir sebebi olduğu anlatılmaktadır.
Şiirin anlam tabakasında göze çarpan ilk anlam, İskender
Pala’nın tasavvuf nazariyesine göre anlatmış olduğu şu olayın kıssasıdır:
“Allah’ın aşk-ı zatî nedeniyle kendini görmek ve göstermek istemesi
âlemin yaratılmasına sebep olmuştur. İnsan nasıl kendini görmek için
aynaya bakarsa Allah da kendi güzelliğini temaşâ için bir ayna hükmünde
olan âlemi ve onun en değerli varlığı olan insanı yaratmıştır. Allah önce
bir nûr yaratıp ona “Kün Muhammedâ” buyurdu. “Nûr-ı Muhammedî”
denilen bu nûr Allah’ın haşmetli nazarı karşısında terledi. Onun terinden
denizler ve köpüğünden de eflâk yaratıldı. Sonra sırasıyla anâsır-ı erbaa,
mevâlid-i selâse ve nihayet Âdem belirdi.” (Pala, 2000, s. 383-384).
Yunus Emre de yaradılışın ilahi aşkıyla, o bilgiyi vecd halinde
bizzat yaşamakta ve bu durumu şiirleştirmektedir. Şiirde önemli olan bir
başka husus da; kıldı ve yarattı fiillerinin sıklıkla kullanılmasıdır. Bu
fiiller, bize dünyanın oluşumundaki kudretten ve Yunus’un içindeki ilâhî
aşkın coşkusunu haber vermekle birlikte, okuyucuyu adeta o dünyanın
içine çekmektedir. Şiirde yarattı fiili altı defa, kıldı fiili ise iki defa
kullanılmıştır. Bu iki fiil anlam olarak birbirlerine yakın olmakla birlikte
yaratma kudretinin sadece Allah’ta mevcut olduğunu göstermesi
1) Türkçe Sözlük, (2005). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
2) Devellioğlu, F. (2002). Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat,
Ankara: Aydın Kitabevi.
3) Pala, İ. (2000). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul: Ötüken
Yayınları.
açısından önemlidir. Burada gösteren ve gösterilen arasındaki ilişkinin
önemi ortaya çıkmaktadır. Bu göstergeler kader tabakasını anlamamıza
ve yorumlamamıza yardımcı olacaktır.
Şair, şiirinde yer, gök, deniz, dağ gibi somut objeleri, insana göre
dev boyutlarda olan varlıkların adını kullanarak okuyucuya dünyanın
yaradılışının nasıl olduğunu ve sevgilinin vasfını, büyüklüğünü gösteren
bir tablo çizmiştir. Bu kelimeler arasındaki ilişki üçüncü tabaka olan
karakter/obje tabakasında ayrıntılı şekilde ele alınacaktır.
Ses tabakasında, şiirde kelimeler arasındaki ilişkiyi sağlayan
unsurlardan biri olan edebî sanatların varlığından yukarıda bahsedilmişti.
Edebî sanatlar içinde üzerinde ilk durulacak olan telmihtir. Özellikle
nazar kıldı, erimek, Ali, şefkat gibi kelimelerde telmih sanatı
bulunmaktadır. Nazar kıldı ve eridi gibi kelimeler Hz. Mûsâ’nın Tûr
dağında başından geçen şu hadiseyi hatırlatmaktadır:
“Hz. Mûsâ Mısır’a dönmek üzere ailesi ve iki çocuğuyla yola
çıktığında Tûr-ı Sina’ya yaklaştığı zaman şiddetli bir rüzgâr ve yağmurla
karşılaştı. Yolunu şaşırdı. Ateş yakmak istediyse de çakmağı ateş almadı.
O sırada uzaktan bir ateş gözüne ilişti. Ateşe yaklaşınca onun bir ağaç
tepesinde olduğunu gördü. Korkarak geri dönmek istedi. O zaman
ağaçtan ‘Yâ Mûsâ! Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ım!’ diye bir nida
geldi. Mûsâ secdeye vardı. Bu sırada ikinci bir nida ile ‘Yâ Mûsâ, ben
senin Rabbinim. Nalınlarını çıkar. Sen Tûvâ denilen kutsanmış
vadidesin.’ O zaman Mûsâ ‘Yâ Rabbi! Bana Zat’ını göster sana bakayım’
dedi. Allah da ‘Sen Beni göremezsin.’ dedi. ‘Fakat dağa bak. Eğer benim
tecellime tahammül edip durursa beni görürsün.’ Allah dağa tecelli etti.
Dağ parçalandı. Mûsâ bayılıp düştü. Bu mülâkattan sonra Hz. Mûsâ’ya
Kelimullah denildi.” (Pala, 2000, s. 295).
Kuran’ın sırrını Hz. Ali bilmekle birlikte, ney’in sırları Ali’ye
söylemesi hadisesi akıllara gelmektedir. “Rivayete göre Hz. Peygamber
ilâhî aşk sırrını Hz. Ali’ye söylemiş. Bu sırrın yükü altında ezilen Hz. Ali
gidip Medîne dışında kör bir kuyuya bu sırrı anlatmış. Kör kuyu bu sır ile
coşup köpürmüş ve taşmıştır. Su, her yeri kaplayınca kenarlarında
kamışlar yetişmiş. Oralardaki bir çoban bu kamışlardan birini kesip
muhtelif yerlerinden delmiş ve üflemeye başlamış. Çıkan ses kalplere
coşku ve heyecan verip İlahî sırrı anlatır olmuş. Hz. Muhammed
tesadüfen bu çobanın ney sesini işitince durumu anlamış. O günden sonra
ney, ilhâm kaynağı olmuş.” (Pala, 2000, s. 315).
Şefkat kelimesi şefaat kelimesini hatırlatmaktadır. Şefi sıfatı
sadece Allah’ta bulunmaktadır. Hz. Muhammed ise, kıyamet gününde
ümmetinin bağışlanması için şefaatte bulunacaktır. Bu iki özellik telmih
sanatıyla okuyucuya ve dinleyiciye hissettirilmektedir. Şiir içinde,
erimek, yedi, damla, ol ve içmek gibi kelimelerin tevriyeli kullanımı
önemlidir. Şiirde, isim cümlesi, fiilimsiler, olumsuz ve soru cümlesi
bulunmamaktadır. Şiir, basit yapılı cümlelerden oluşmakla birlikte,
dizelerin tamamı fiil cümlesidir ve bütün cümlelerde görülen geçmiş
zaman kullanılmıştır. Görülen geçmiş zamanın kullanılması, Yunus’un
âlemin yaradılışı sırasında sanki oradaki hadiselere şahit olduğunu
düşündürmektedir
Şiirde, yüzeysel yapıda Allah’ın büyüklüğü ve âlemin
yaradılışının Yunus Emre’ye vermiş olduğu vecd hali görülmektedir.
Ancak şiirin derin yapısına indiğimizde Yunus’u anlaşılanın aksine bir
ruh haliyle görmekteyiz. İşte burada karakter tabakası devreye
girmektedir.
3. Karakter tabakasında ise, şairin şiirde söylemediği, mecazlar,
mazmunlar, sanatlar vasıtasıyla gizlemiş olduğu ruhî dünyası/şairin gizli
tutulan karakteri ele alınmaktadır. Yunus’un görüşleri ve baştanbaşa
vahdeti anlatan bu şiiri göz önüne alındığında dünya ile âhiret arasında
gidip gelen, sevgiliye kavuşmak için âhirete gitmek isteyen ve bunun için
ıstırap çeken bir âşıkla karşılaşıyoruz. Yunus’un bu durumdan memnun
olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü o gevher denizinin damlasından içmiştir
ve o akşam (Bezm-i Elest) Allah’a kulluk etmeyi kabul etmiştir. Tek
isteği biran önce geldiği yere yani sevgilisinin yanına dönmektir. Ayrıca
şiirde, tabiatın coşku halinde Allah’ı zikretmesini ve bu durumun
Yunus’un hassas ruhunda yansımasını görmekteyiz.
Şiirde yüzeysel anlamda, âlemin ve insanın var oluş macerasının
anlatıldığından bahsetmiştik. Bu aşamaları şiirine konu edinen şair,
aslında bir anlam dünyası oluşturmaya çalışmıştır. Bu anlam dünyası bizi
kader tabakasına götürecektir. Ele alınan şiirde, Allah, maşuktur ve
Yunus, onun aşkıyla yanıp tutuşmaktadır. Yunus Emre, şiirin son
beyitinde, aşk sarhoşu olduğunu anlatmakla birlikte onun birçok şiirinde
sadece Yunus değil canlı cansız birçok varlık Tanrı’ya âşıktır. Bu aşk
öyle bir aşktır ki şiirde de dile getirildiği gibi dünyanın yaradılışında
olduğu gibi denizleri kaynatıp coşturur, taşları oluşturur niteliktedir.
Son beyitte derin anlamda varoluş gayesini Yunus’un
ifadeleriyle görmekteyiz. Yunus Emre müminlere, bu şiiriyle insanlıkla
ilgili bir başka macerayı; dünyanın gelip geçici olduğunu bir an önce
Allah yolunun bulunması gerektiğini öğütlemektedir. Şiirde aslında
varoluş yanında hiç söz edilmeyen ancak derin anlamdan çıkardığımız
ölüm fikri hâkimdir. Ölüm, tasavvufta varlık içinde yok olmaktır. Beşinci
beyitte Yunus, Allah’ın kulu olduğunu ve onun bilgisine sahip olduğunu
dile getirmektedir. Yaradılışın bir sır olduğunu herkesin kolay kolay bunu
bilemeyeceğini ve kendinin Kuran’dan hareketle böyle bir görüşe
vardığını belirtiyor. Aslında şiirde istenen ölüm, üzücü bir durum
değildir. Aksine şairin ruh hâlinde, mutluluk, özlem, sevgiliye kavuşma
isteği… bir aradadır.
4. Son olarak, şiirin bütününe hâkim olan düşünce, alınyazısı
tabakasıdır. Bu tabakada, Allah’ın varlığı ve birliği anlatılmaktadır.
Ayrıca hiçbir oluşumun tesadüfî ve nedensiz olmadığı bu yüzden
yaradılışın amacını bilip ona göre yaşanması gerektiği anlatılmaya
çalışılmıştır.
Her insan bir işe başlamadan önce niçin bunu yapıyorum
sorusunu kendine sorar. Yunus da yaradanına âşık olmuştur ama âşık
olurken neye, kime ve niçin sorularını kendine ve dolayısıyla diğer
insanlara sormuştur. Bu şiirde Yunus, hem kendi varlığının hem de
evrendeki her şeyin varolmasının bir sebebi olduğunu vurgular. Şiirde
anlatılanlar okuyucunun, dinleyicinin hayal gücünü, duygularını,
düşüncelerini zorlayıcı niteliktedir ve onların hareketlenmesine vesile
olacaktır. Okuyucuda meydana gelen bu etki şairin şiirdeki anlatım
gücünü ve dilin imkânlarını kullanmadaki başarısını da ortaya
koymaktadır.
Kısacası şiirde alınyazısı tabakasında; bütün evrenin geçici bir
hayalden ibaret olduğunu, evrende farklı farklı görülen iyinin, güzelin,
kötünün kısacası her şeyin bir tek varlığın (Allah’ın) hayali ve tecellisi
olduğunu ve hepsinin günün birinde aslına döneceği anlatılmaktadır.
Ayrıca şair, bu çerçevede ortaya çıkan sırrın kalp yoluyla, aşkla ortadan
kalkacağı böylece gerçeklerin ortaya çıkacağını vurgulamaktadır.

Sonuç
Sonuç itibariyle, her sanatkâr eserini çok katmanlı bir şekilde
oluşturur. Eserin anlaşılması ise okuyanın/dinleyenin bilgi birikimine
bağlıdır. Şiir çözümleme yöntemlerinden biri olan ontolojik analiz
metodu da bu amacı gerçekleştirmek için okuyana/dinleyene yol
göstermektedir. Bir şairin ya da yazarın sanatkârlık yönü ne kadar
yüksekse kaleme aldığı eserin değeri de o ölçüde kıymetli olacaktır.
Kıymet ölçüsü de çoğu zaman orijinalliği ile eşdeğer tutulacaktır. Biz de
Yunus’un yaradılış konulu bu şiirini ontolojik analiz metoduyla
inceleyerek hem eserine hem de onun sanat yönüne ışık tutmaya çalıştık.
Aslında bu çalışmada amaçlanan hususlardan biri de, ontolojik analiz
metoduyla her edebî metinin (-ister nesir olsun, ister manzum-, -ister eski
olsun, ister yeni, isterse de halk edebiyatı ürünü olsun-)
incelenebileceğini ve başarılı sonuçlar alınabileceğini ortaya koymaktır.
Şiir incelemesinde eserin değerini ve şiirselliğini, sanat yönünü ortaya
koymamızda yardımcı olan bu yöntemde aynı zamanda eserin estetik bir
değer taşıdığı da ortaya konulmuştur.

Kaynakça
Bayram, Y. (2005). Estetik estetikbilim ve Necip Fâzıl’ın “Bacalar” şiirinin
ontolojik çözümü. Bilimin ve Aklın Aydınlığında Eğitim, 63, 105-110.
Bayram, Y. (2003). Ontolojik analiz metodu ve bir uygulama. Yom Sanat
Dergisi, 13, 12-15.
Devellioğlu, F. (2002). Osmanlıca- Türkçe ansiklopedik lügat, Ankara: Aydın
Kitabevi.
Erdem, M. D. (2007). Ontolojik İncelemeye Dehhânî’nin “Eyledi” Redifli Gazeli
Örneğinde Yapısalcı Bir Bakış, İnternational Periodical For the
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic,
www.turkishstudies.net, Vol. 2/3, 254-273.
Gölpınarlı, A. (2006). Yunus Emre hayatı ve bütün şiirleri, İstanbul: Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları.
Issı, A. Cüneyt. (2004). Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” başlıklı şiirinde
bir matrise ulaşma serüveninin ontolojik analiz metoduyla takibi. Gazi
Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi, 2, 137-146.
Kam, Ö. F. (2003). Divan şiirinin dünyasına giriş. Ankara: Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları.
Mazıoğlu, H. (1991). Yunus Emre 1991 sevgi yılı dolayısıyla. Türk Dili (Yunus
Emre Özel Sayısı), 480.
Pala, İ. (2000). Ansiklopedik Divan şiiri sözlüğü. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Tokel, D. (1996). Ontolojik analiz metodu ve bu metodun Bâkî’nin bir gazeline
uygulanışı. Yedi İklim, 74, 53.
Tunalı, İ. (2002). Sanat ontolojisi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları.
Türkçe Sözlük (2005). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Uslucan, F. (2001). Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Değirmen” şiirine ontolojik analiz
metoduyla bir yaklaşım denemesi. Hece, 58, 71-78.

Ziyaret -> Toplam : 123,13 M - Bugn : 30089

ulkucudunya@ulkucudunya.com