Şangay Zirvesi’ne Dair
Deniz Ülke Kaynak 01 Ocak 1970
Ülkemizde çokça referans gösterilen “ilim Çin’de olsa gidip alınız” hadisi iki boyutlu bir bakış açısını temsil eder. Birincisi ilim için dünyanın en uzak noktasına bile gitmek lazım geldiğinde gidip, ondan faydalanılması gerektiğine; ikincisi ise dünyanın en uzak noktası olarak tahayyül edilen yerin “Çin” olduğuna işaret eder.
Bu ifadenin zaman zaman tartışılmakla birlikte bir hadisi şerif olduğunu düşündüğümüzde bir başka boyut daha ortaya çıkar ki, o da binlerce yıldır ilmin ve bilimin kaynağının Çin coğrafyası olduğudur. Bu durum uzun bir zaman sürecinde şekillenmiş kadim bir kabul olsa da son yüzyıllarda unutulmuş ve hatta 18. yüzyılla birlikte yükselen Batı uygarlığı tarafından unutturulmuş bir gerçekliktir.
Bugünkü Çin, yaklaşık beş bin yıllık bir uygarlığın süreklilik çizgisinde gelinen son noktadır. Nitekim İpek Yolu’nun 2200 yıllık tarihi de bu bereketli coğrafyanın ürettiği zenginliklerin, kültürün ve bakış açısının Batıya doğru hareket edişinin hikâyesidir. Sözü edilen sadece ipeğin, baharatın, değerli taşların ticaret yoluyla taşınması değildir. Zira bu hikâye, aynı zamanda matematik, tıp, astronomi gibi alanlardaki bilginin; inançların, fikirlerin ve yaşam stillerinin ürettiği ortak “insan medeniyetinin” tarihi serüvenini de anlatır. Bu bakımdan Çin’in sessizliğini bozması, yani Napolyon’un deyimiyle “ejderhanın uykusundan uyanması” yalnızca güncel bir gündem konusu değil insan medeniyetinin bütününe dair sonuçları olabilecek devrimsel bir gelişmedir.
Şangay İşbirliği Örgütü
Yüzlerce yıldır uykuda olan Çin’in dünya sahnesine dönmesi ani ve beklenmedik bir durum değil. Zira Çin son 50 yıldır uyanış pozisyonuna geçmiş, bugün bahsedilen sıçramanın ısınma egzersizleri ise 1980'lerde başlamıştı. Çin’in 1978 - 2000 yılları arasındaki yıllık büyüme oranı % 9-10’un altına hiç düşmemişti. 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne üyelikle birlikte %10 aşan büyüme rakamları pandemi ve siyasi krizlerle birlikte %45 civarına gerilese de büyüme hep devam etti. Çin’in bu süreçte sadece sivil üretimi değil askeri yatırımları da arttı; küresel işbirlikleri genişledi; dünya sorunlarına dair liderlik vasfı belirginleşti ve Xi Jinping’in ifadesiyle “utanç yüzyılı” bitti.
Şangay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) ilk adımları 1996 yılında Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan beşlisi arasında sınır güvenliği ve bölgesel istikrarı sağlamak amacıyla imzalanan antlaşmayla atıldı. Beş ülke kısa sürede ekonomik, politik ve kültürel işbirliğini de içeren bir kapsam ve Özbekistan’ın da katılımıyla 2001 yılında Şangay İşbirliği Örgütü'ne dönüştü.
Temel güvenlik sorunları “terörizm, ayrılıkçılık ve aşırıcılık” olarak tanımlanmaktaydı. Bu tarihler El Kaide’nin dünya sahnesine çıktığı ve her üç kavramı da sembolize edebilen bir “küresel tehdit” haline dönüştüğü yıllardı. Radikalleşmiş İslami örgütler en net “tehlike tanımıydı.” Örgütün temsil ettiği radikal düşüncenin salt Afganistan merkezli olmadığı biliniyordu. El Kaide etkisi Orta Asya cumhuriyetlerinde de hissediliyordu. Özbekistan’ın ve Tacikistan’ın direkt olarak hissettiği tehdit, Rusya açısından Çeçenistan ve diğer Müslüman topluluklara, Çin açısından Doğu Türkistan’a uzanabilecek ve ayrılıkçı hareketi radikal İslamcı bir güce dönüştürebilecek bir potansiyeldi. Bu nedenle örgütün ilk aldığı kararlardan birisi de Bölgesel AntiTerör Yapısı (RATS) adlı kurumun kuruluşu oldu.
Şangay İşbirliği Örgütü 2000li yıllar boyunca çıkan diğer küresel krizlerle birlikte içeriğine yeni başlıklar ekledi. Pandemi, örgüt açısından işbirliği ve dayanışma bacağını güçlendirirken, Ukrayna krizi ve Rusya’ya yönelik yaptırımlar ise ŞİÖ’nün Batı’ya karşı alternatif bir blok olarak gelişiminin önünü açtı.
Şangay’dan yansımalar
12 Eylül 2025 tarihli, 20’den fazla ülke liderinin katıldığı ŞİÖ zirvesi dünya siyaseti açısından çok önemli. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Jinping, Putin ve Modi’nin de katıldığı bu zirve kuşkusuz her konuda bir anlaşma sağlanacağının garantisini vermiyor. Lakin ABD ve İsrail’in birlikte ürettiği Gazze’deki insani travmaya karşı toplu bir karşı duruşun dünya sathında ses getirmesi mümkün. ŞİÖ’nün bu konuda inisiyatif alması halinde dünyadaki krizler karşısında ahlaki ve insani duruş temsiliyetini BM’den ve Batı sisteminin elinden alması şaşırtıcı olmaz.
Şangay’ın ruhu, Türkiye’nin dış politikada bir süredir yeniden dönüş yaptığı “köprü” rolüne de oldukça uygun. Örgüt, bir yandan ABD merkezli dünyaya karşı çok kutupluluğu savunurken, bir yandan da bünyesinde çatışmalı üyeler olarak hem Hindistan hem de Pakistan’ı; hem aralarında sınır uyuşmazlığı bulunan Tacikistan’ı ve hem de Kırgızistan’ı; hem İran’ı hem de diyalog ortağı olarak Suudi Arabistan’ı bulunduran uzlaştırıcı bir role soyunuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB üyelik sürecinin tıkandığı bir yerde, demokratik ilkelere ilgisi olmayan ŞİÖ’yü alternatif plan olarak göstermesi vaktiyle oldukça büyük bir tepki çekmişti. İster AB’ye karşı bir pazarlık ya da blöf unsuru olarak kullanılsın, ister gerçek bir eksen değiştirme olarak görülsün, Çin artık bize çok uzak değil; ŞİÖ de artık gündem masamızda. Kim bilir belki küresel kurtlar sofrası artık buralarda kurulur?