« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

22 Nis

2008

KÖY ENSTİTÜLERİ

22 Nisan 2008

Arifiye Öğretmen Lisesi yadigârı sevgili arkadaşım Servet Somuncuoğlu'yla mümkünse her gün, değilse iki üç günde bir mutlaka mülaki olur, kendi lisanımızla yarenlik ederiz. Sıradan günlük hadiseleri tiyatro gibi canlandırması pek hoştur.

Hazerfen gibidir o, her şeyi bilir. Her soruya bilinenden farklı bir cevabı vardır. En basitinden, kırmızı etin zararlarına inanmaz. Araba tekeri gibi kocaman biftekleri gövdeye indiren emperyalistlerin daha fazla et tüketebilmek için bu yalanı uydurduklarına inanır. Ben de aynı kanaatteyim. Tavuktan nefret eder. Balığa ve yeşil nebatata düşkündür. Azizciğim der, insanın canı ne istiyorsa onu yemeli, vücut eksikliğini hissettiği, kendisine lazım olan gıdayı bu şekilde dile getirir. Sonra felsefesinin temel düsturunu sayar. Altı sene Arifiye'de karnımız hiç doymadı. Üniversitede de dört sene aynı. Sonra askerlik. İşe gir, çalış çabala borç öde derken kırk yaşını aştık. Şimdi de onu yeme bunu yeme diyorlar. Bunlara hiç kulak asma, bildiğin gibi devam et.

Geçen hafta da buluştuk. Görüşemediğimiz bir iki günü hülasa ettikten sonra gecikmeye mazeret olsun diye yol üstündeki manavdan hormonsuz domates, hıyar, marul vesaire aldık. Azizciğim dedim, benim canım lahana istiyor. Al o zaman dedi, vücudunun sesini dinle.

Vücudumun sesini dinleyip kocaman bir lahanayla eve gittim. Fakat benim sesimi dinleyen yok. Hatta ben onların sesini dinledim Hepsi birden başıma üşüşüp söylendiler. Yine mi turşu yapacaksın, başaramıyorsun işte, boşuna niye uğraşıp duruyorsun.

Vakur bir tavırla, hayır, dedim, turşu yapmayacağım. Kapuska yapacağım! Bir anda herkes kaçıştı.

Kafama göre bir şeyler yapmaya koyuldum. Ocaktaki lahana kaynadıkça her tarafa kokusu yayıldı, efsunkâr bir tütsü gibi otuzüç yıl öncesine götürdü.

Arifiye Öğretmen Lisesi'nde başı üç numara tıraşlı çocuklar... Ayaklarında devletin verdiği taş gibi sağlam Beykoz kunduraları, güdük kravatları, bütün sene boyunca giydikleri yegâne elbiseleri ile bahçeden el arabalarına doldurdukları devasa lahanaları yemekhaneye taşıyorlar. Bunlar bin kişilik akşam yemeği için koca kazanlarda pişirilip kapuska yapılacak. Kantinde simit poğaçayla açlık bastırıp öğün geçiştirecek kadar harçlığı olanlar yemeğe gelmeyecekler. Dolayısıyla diğer öğünlerde cimri davranan dağıtıcılar bu defa cömert. İsteyene tabağının iki büyük gözüne silme kapuska dolduruyorlar. Yine de yemeğin çoğu dökülüyor.

Kapuska niye sevilmez ki? Palaska, palanga, pranga, kaput, kasatura gibi sert ve disiplinli kavramları çağrıştırdığından belki. Belki de düşük maliyetiyle yatılı okul, asker ocağı, mahpushane, hastane gibi aile ocağından uzak gün sayılan yerlerin gözde yemeği olmasındandır. Yoksulluğu, uyulması gereken kuralları, talimatları, kalabalık içinde önemsizleşen ferdin hürriyetsizliğini, tel örgüleri, hudutları hatırlatıyordur.

Çeyrek asırdır ağzıma sürmediğim bu yemeği durup dururken niçin canım istedi bilmiyorum. Vücudum değil ruhum özlemiş olmalı. Meğer o gün 17 Nisan Köy Enstitülerinin kuruluşunun 68. yıldönümü imiş. Bazı sol örgütler sönük geçen kutlama programları yapmışlar.

Köy Enstitüleri öteden beri tartışma konusudur. Köylüyü filan düşündüklerinden değil. İnönü'nün eseri olduğu için sol çevreler hararetle müdafaa eder. Aynı sebeple orta sağcılar ve liberaller şiddetle hücum eder.

Kültür Bakanlığı yayını Köy Enstitüleri isimli büyük boy albüm kitaba bir daha baştan sona baktım. Fotoğraflar hiç yabancı gelmiyor, öğretmen okulları köy enstitülerinin bakiyesi olduğu için birçok ortak nokta yakalamak mümkün.

İlk sayfalarda öğretmen bekleyen vatan toprakları, yolsuz, susuz, okulsuz fakir köyler, çilekeş köylüler. İlerleyen sayfalarda Köy Enstitülerine kaydolan çocukların üst baş perişan resimleri. Akabinde aynı çocukların temizlenmiş, tıraş olmuş, devlet tarafından giydirilmiş akça pakça halleriyle aynı yerde aynı düzende tekrar çekilmiş fotoğrafları. Evinde köyünde gördüğünden daha iyi imkânlara kavuşan çocuklar mutlu. Albümün Tonguç Baba'nın Köy Enstitülerini muvaffak göstermek için Milli Şef İnönü'ye sunulmak üzere özellikle kurgulanarak hazırlandığı belli.

Talebelerin de istihdamıyla geniş araziler üzerinde kısa sürede inşa edilen mektep binaları. Harç karan, tuğla ören, merkeple kereste taşıyan çocuklar. İnşaat süresince barınılan çadırlar. Arifiye'den, Gölköy'den, Kepirtepe'den, Aksu'dan, Çifteler'den diğer okullara yardıma giden ekipler.

Mandolin, flüt, keman çalan, motosiklet kullanan, kayak yapan, halk oyunları oynayan, halı dokuyan, sepet ören, yemek pişiren, dikiş diken, çift süren, inek sağan, ekin biçen, ziraat, balıkçılık, hayvancılık, arıcılık, tavukçuluk, marangozluk, demircilik öğrenen çocuklar. Hatta askerlik dersinde tabanca ve tüfekle nişan talimi yapan kız öğrenciler. Şimdi bireysel silahlanmaya karşı çıkan solcularımıza, hümanistlere duyurulur. Hoş onlar örgütlü devrimci ağır silahlanmaya taraftardır, vatandaşın icabında canını, namusunu korumak maksadıyla yastık altına sakladığı geleneksel çakaralmazlara laf olsun torba dolsun diye karşıdırlar. Onlara göre Deniz Gezmişlerin, PKK'lıların silahları masumdur, Mehmetçik'in silahı tehlikelidir.

Tecrübeyle sabit, Arifiye'de yüzlerce tavuk beslenirken talebeye altı senede bir defa kahvaltıda yumurta verildiği nazarı dikkate alındığında köy enstitüsü talebelerinin üretilen baldan, tutulan balıktan, etten, sütten pek de istifade ettiği söylenemez.

Kız erkek talebenin bir arada yatılı kalmasının mahzurları dikkate alınmayıp varsa iyi tarafları kabul edilebilirse buraya kadar her şey güzel. Yurdun her tarafında topyekûn ve fırsat eşitliğine dayalı eğitim seferberliği başlatılmış.

Ta ki Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencilerinin yaptığı Ephebus heykeli kopyasına kadar. İnsan boyunda Türk'e hiç benzemeyen muhtemelen Roma'lı bir adam. Enstitüler vaktine yetişemediğim için aydınlanamadığıma verilsin, kim olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok. Oğuz Han değil, Alparslan değil, Mevlana değil, Yunus değil, Fatih değil, Atatürk değil. Ephebus…

İşte burası problemin kaynağı.

Milli Şef İnönü'nün jandarma, ormancı ve tahsildar marifetiyle zulmettiği Türk köylüsüne bu defa sözde kendisini aydınlatmaya gelen fakat materyalist felsefeyle yetiştiği için kendi kültürüne yabancı, içinden çıktığı topluma ters düşen acaib bir varlık zulmetmeye başladı. Dine uzak, hatta hasım, sosyal hayatı düzenleyen adet ve gelenekleri küçümseyen, pos bıyıklı solcu, batıya hayran, her işten az buçuk anlar, hiçbir şeyi tam olarak bilmez köy enstitüsü mezunları.

Balık tutmayı en iyi balıkçı reisleri bilir. İnek sağmayı kız anasından öğrenir. Demircilik keza ustadan öğrenilir. Çift sürmek atadan babadan görülür. Daha ilerisi mütehassıs teknisyenlerin, ziraat mühendislerinin, veterinerlerin işidir.

Yine de bugünden geriye bakınca devleti yağmalayan bir takım kolejlilerin ve bazı imam hatiplilerin yanında devlet ekmeği yemiş köy enstitüsü mezunlarının gayet masum ve zararsız kaldıkları söylenebilir.

Köyler kalkınamadı. Köylüye ışık saçılamadı. Köylünün nuru ve ziyası zaten vardı. Atatürk zamanında yurt sathında başlayan milli sanayileşme seferberliği İnönü döneminde kesildiği için köyler boşaldı, ne mektep kaldı, ne de talebe.

Köy enstitülerinin tek faydası bina ve maddi demirbaşlarını Öğretmen Okullarına miras bırakması olmuştur. Şimdilerde ise oralar hepten viran.

Bu vesileyle MC hükümetleri zamanında bir dönem Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü görevinde bulunarak Başbuğ Alparslan Türkeş'ten aldığı ışıkla Ülkücü Gençliğin yetişmesinde emeği geçen Komando lakaplı Ayvaz Gökdemir'e de bu gayretleri için Allah'tan rahmet dileyelim.

Yirmibeş senedir her temmuz ayında Ülkücü Arifiye Öğretmen Okulu mezunlarını bir araya toplayıp yüzlerce kişiyi en iyi şartlarla misafir etmek için kendini yıpratan sahici reis Sakarya Barosu Başkanı Avukat Alirıza Acartürk kardeşime bu sene döner, et filan yerine kapuska eşliğinde toplantı yapmayı teklif ediyorum. İsteyen gelir isteyen gelmez. Beğenen yer beğenmeyen yemez.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,41 M - Bugn : 25941

ulkucudunya@ulkucudunya.com