« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

17 Oca

2008

SEYYİD AHMED ARVASÎ

17 Ocak 2008

Uzun yıllar yattığı değişik cezaevlerinde tuttuğu günlüklerini kitaplar halinde neşreden değerli bir Ülküdaşımız, Kapıaltı isimli kitabında rahmetli Seyyid Ahmed Arvasî ile ilgili kısa bir bölüme yer vermiş.

İstanbul'dan mektup gönderen bir arkadaşı; MHP davası sanığı ve seyyidler soyundan büyük mütefekkirin tamamen inzivaya çekildiğini, kapısına gelenleri bile pek kabul etmediğini yazarak sitem ediyormuş. Kitap yazarı arkadaşımız bu bilgiye istinaden üzüntülerini belirtmiş; çözüldük mü, fikirlerimiz iflas mı etti, baş bildiklerimiz böyle tavırsız olurlarsa cezaevinde direnmenin anlamının kalmadığı, şeklinde notlar almış. Günlük notları 1985 yılına ait.

Bahsi geçen notlar yayınlanmamış olsa idi başkalarını pek alâkadar etmez, arkadaşımızın şahsî kanaati olarak günlüklerinde kalmış olurdu. Fakat kitap halinde neşredildiği zaman artık oradaki düşünceler umuma şamil olur ve bu kanaatler okuyanlara tesir ederek asılsız bir suîzan uyandırabilir. Bu sebeple neşriyattan önce dikkatli davranılarak kişisel hükümler daha etraflıca tahkik edilmeli, varsa hataların tashihi cihetine gidilmeliydi.

Çok değerli kitaplarından istifade ederek yolumuzu aydınlattığımız, günlük köşe yazılarını okuyabilmek için ertesi günü iple çektiğimiz, tanıyanların bahsetmesiyle gıyaben tanıdığımız merhum Seyyid Ahmed Arvasî hocamızla yaşımızın elverişsizliği, zaman ve mekan farklılıklarından dolayı bir ziyaretin dışında daha yakın teşrik-i mesai imkanı bulamadık. Bu eksiklik içimde hep tahassür uyandırır.

Cezaevindeki arkadaşımızda belki hüsnüniyetli fakat mübalağalı ve maksadı aşan kanaatlerin oluştuğu zamanlarda biz de Hocamızı ziyaret maksadıyla sevgili arkadaşımız Gündoğar Manga ile birlikte üniversite talebesi iken Bursa'dan İstanbul'a geldik. 1986 yılıydı.

İstanbul'da kendilerini tanıyan bir dostumuzun refakatiyle Erenköy'deki evini bulduk. Sağlık problemlerinden dolayı rahatsız olduklarını işitiyorduk, çekinerek zili çaldık. Kapı açıldı, merdivenleri çıktık ve içeriye buyur edildik.

Tertemiz, karayağız ve vakur bir çehre. Zeki, mütebessim ve aynı zamanda yüreğe kadar işleyen, kendine güvenen ve karşısındakine güven veren derin bakışlar. İnce, zarif, fakat aynı zamanda heybetli bir duruş. Her haliyle insanı rahatlatan yerli ve samimi bir tavır. İlim haysiyeti her zerresine işlemiş mübarek bir âlim, çilekeş bir dava adamı...

Evvelâ isimlerimizi sordu. Heyecandan belli belirsiz telâffuzumda kendi adımı kendim bile tam işitememiştim. Fakat hoca tekrar sormaya ihtiyaç duymadan hemen kavramıştı, hiç tereddüt etmeden iki saatlik sohbetin sonuna kadar gözlerimizin içine bakarak ismimizle hitab etti.

Az sonra kapıya tepsiyle bir demlik çay bırakıldı. Biz davranacak olduk, müsaade etmedi. Koskoca âlim kalktı, tepsiyi getirdi, her birimize deminin nasıl olacağını sordu ve bizzat kendi elleriyle doldurarak ikram etti. Müteakip çayları da bizim doldurmamıza imkân vermedi. Bu büyüklük karşısında mahcubiyetten ter döküyorduk. Yaşı kemâle ermiş koca bir âlim hasta haliyle gencecik üniversite talebelerine çay sunuyor! Hatırladıkça her defasında gözlerim yaşarır.

Aklımıza gelen gelmeyen bütün soruları, ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu problemleri ve çözüm yollarını çok vazıh bir üslupla izah etti. Günlük siyasete girmedi, sadece sağlık problemlerinin parti kongrelerinde tezahürat yapmaya mani olduğunu söyledi.

Sohbetin büyük bölümünü Milliyetçilik ve Türk İslam Ülküsü teşkil etti. Atsız da bizimdir, Necip Fazıl da, diye konuştu. Fikir hareketlerinin aydın insanlarla muvaffak olabileceğini, her şehirde yetişmiş bir aydın olsa problem kalmayacağını belirtti. O vakitler pek revaçta olan Radikal İslamcılarla ilgili tereddütlerimizi giderdi. İslam'da tek bir devlet idaresi şeklinin öngörülmediğini, durum ve şartlara göre cumhuriyetin de, demokrasinin de, seçimle gelmenin yahut babadan oğula intikalin de İslam'a uygun olabileceğini, bölücülüğe karşı hassas olunmasını, Türk Devletinin yıpratılmaması gerektiğini, cihad yaygarası çıkaranların hata yaptığını, ne idüğü belirsiz bu sahte mücahitlere itibar edilmemesini, ehl-i sünnet ve'l-cemaat yolunda yürünmesini, cihad çığlığı atsa kendisinin ortalığı bir anda ayağa kaldırabileceğini söyledi. Dini istismar eden siyasi İslamcıları da hiç sevmediğini açıkça belli etti. Burada bilhassa Dil Okulu'nda Erbakan'ın Türkeş'le karşılaştığı zamanlarda selam vermekten imtina etmesi karşısında duyduğu rahatsızlık çok dikkat çekici ve manidardır. İslam ahlakına, insanî değerlere, muaşeret kaidelerine aykırı bu çirkin davranışın bunların yüreksiz ve değersiz olduklarının göstergesi olduğunu belirtti. Zaten bunların milliyetçi de olmadığını söyleyerek doğru fikrin Türk Milliyetçiliği olduğunu söyledi. Türkeş'e selam vermemelerinden duyduğu üzüntü ve öfkeyi tam üç defa vurguladı.

Doyumsuz lezzette mest edici sohbetin sonunun gelmesini istemiyorduk, fakat kendisi belli etmemek istese de rahatsızlığı artık tavırlarından belli oluyordu, daha fazla yormamak için müsaade istedik. Ayrılırken Bursa'da Metin ve Efendi beylerle görüşmemizi, onlardan istifade edebileceğimizi de özellikle tembihledi.

Bizler için son derece mühim ve eşi bulunmaz bu muazzam tarihi sohbetin tadı hala damağımdadır ve konuşulanlar kelimesi kelimesine hafızamdadır.

Hocanın fikrî meseleleri ilmî seviyede ele almaya itina gösterdiği köşe yazılarında siyasetle ilgili çok az yazı vardır. Çalıştığı gazetede, 1987 seçimlerinden bir gün önce kaleme aldığı 'Yarın Kime Oy vereceğim' başlıklı yazısı Ülkücü hareketin köşe taşlarından biridir ve bir kitap kadar mana yüklüdür. Oy vereceği kişi ve kadrolarda aradığı müsbet nitelikleri teferruatıyla tek tek tahlil etmek suretiyle hem o kadrolara hangi özelliklere sahip olmaları gerektiğini tekrar hatırlatıyor hem de yarın sandık başına gidecek Türk Milletine kendisini felaha götürecek kadroların hangi partide olduğunu işaret ediyordu. Yazısının son cümlesinde; 'Yıldızlı göklerde dolaşan hilâlin mahzun olmasına gönlüm razı olmuyor' diyerek, o vakitler sahiden mahzun olan Ülkücülerin yüreğine su serpmiştir.

Baş tacı etmemiz gereken tevazu ehli büyük zatlara haksız yere sitem ederken, yüzüne dönüp selam verilmeyecek kibirli kişilere iltifat ediyoruz ve neticede başımıza gelen musibetlerle zararını hep birlikte görüyoruz.

Dava adamı olmaya çalışan herkesin tanıması, eserlerini özümsemesi, fikirlerinden ve şahsiyetinden örnek alması gereken rahmetli Seyyid Ahmed Arvasi hocamızı ne kadar özlüyoruz…

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,43 M - Bugn : 9654

ulkucudunya@ulkucudunya.com