« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

26 Ara

2007

DİL BAHİSLERİ

26 Aralık 2007

Memlekette tuhaf bir adet vardır. Her şeyin en âlâsının batıda olduğuna ve muhakkak taklit edilmesi gerektiğine tereddütsüz inanan çarpık zihniyetin belki iyi niyetle başlayan tatbikatı neticede manasız bir geleneğe dönüşmüştür; bazı kurumlara imtihanla alınan muhtelif ünvandaki idareci adayları belirli kıstaslar dairesinde, günün iktisadi şartlarına, karar vericilerin tutumlarına göre zaman zaman umumiyetle kısılma yönünde değişen sürelerle bilgi ve görgülerini arttırmak için Batı ülkelerine staja veya dil kursuna gönderilir. Masrafları devlet karşılar, gidilen yerde aç açık kalınmaması, ele güne muhtaç olunmayıp memleketin yüz ağartıcı şekilde temsil edilmesi için hatırı sayılır miktar harcırah verilir. Eskiden dönüşte de üstüne hemen yabancı dil tazminatı ödenirdi. Şimdilerde tam tersi, tazminat ödememek için pek öyle her babayiğidin aşamayacağı zor imtihanlar koydular. Gidenlerin gittikleri memlekete hayran kaldıkları, bazı mihraklara ram oldukları, beyinlerinin yıkandığı entellektüel kahve sohbetlerine de konu olur. En azından stratejik ehemmiyeti haiz olamayan kurumların orta seviye personeli için tecrübeyle sabit, böyle bir tasallut yok, başkalarına oluyorsa da demek ki bizim kıymeti harbiyemizi keşfedememiş olmalılar. Belki radarları özellikle devlet idaresinde daha müessir konumdakileri yakalamaya programlıdır, onu bilemem. Ancak bir sempatizan kitlesi elde etmek için illâ misyoner faaliyeti gerekmiyor, az gelişmiş memleketlerde aydın cehaleti diz boyu olduğundan hayranlık kendiliğinden oluşuyor.

Gidenlerin kimi eğlenceyle, hovardalıkla gün geçirip 'görgü'sünü arttırır, kiminin ne bilgi, ne görgü, ne de temsil umurundadır, dönüşte arabasının modelini yükseltmek yahut kooperatif taksitlerini ödemek için boğazından kısar küçük bir sermaye biriktirir, kimisi de sürenin ve imkânların elverdiği ölçüde gerçekten gayret eder. Bütün bunların terakkiye hiç bir faydasının olmadığını, çarkın eskisi gibi dönmeye devam ettiğini Türkçe'nin büyük ustası Refik Halit Karay, yaklaşık yüz sene evvel kaleme aldığı Şeftali Bahçeleri isimli nefis hikâyesinde pek güzel anlatır.

İhtiyarıma bırakılsa pek heveskâr olmayacağım, tam bir mecburiyet de yok gerçi ama bizim devrenin sırası gelmiş, feragat etmek garip karşılanacak. Hem gidip görmekten ne zarar gelir, üç ay çabucak gelip geçiverir, hanede evlâdüıyal öteden beri meslekî seyahat sebepleriyle yokluğumuza alışkın zaten.

Yeni Dünya'nın en batısı San Francisco'dayız; şirin, güzel, mamur ve müreffeh bir şehir. Malum, San Fransisko okunuyor. İkisi de c ile yazıldığı halde niye ilk c harfi s olarak, ikincisi k şeklinde telâffuz ediliyor halen anlayabilmiş değilim, anlayan varsa beri gelsin. Mantıken düşününce ya San Fransisso, ya da San Frankisko okunması lazım. Bu kadar kafa yormaya ne lüzum var, harf yumuşaması ya da ses ahengi gibi bir şeydir zahir. Fakat kelime ek almamış ki harf düşsün veya yumuşasın. Her neyse, kendi mantığı içinde mutlaka bir izahı vardır elbet. On senedir bir c harfinin hikmetini çözemedikten sonra bizim KPDS filan aşmamız hamıhâyal. Bu durumda muhtemel özelleştirme sonrası ilk postalanacakların başında gelmekten daha tabii ne olabilir.

Bir gün akşamüstü okulda tek başıma dolanıyorum. Hocamızla karşılaştık, müfettiş kelimesini Türkçe kullanarak müfettişler nerede, diye sordu. Arkadaşlarımı kast ediyor. Aynı şekilde müfettiş kelimesini Türkçe kullanarak iki müfettiş bilgisayar odasında, iki müfettiş de alışverişe gitti, diye cevap verdim. Mesai sonrası da öğretmenliğinin devam ettiğini belirten muzip bir ifadeyle; çoğul takısı kullanmayı unuttun dedi. İki müfettişler dememi bekliyordu. Leb demeden leblebiyi anlayan cinsten gayet zeki bir kadındı. Bu basit hatayı bana yakıştıramadığı için niye olabileceği üzerinde kafa yordu ve 'mmm' dedi, siz nesnelerin başında sayı olunca çoğul olduğunu zaten anlıyorsunuz ve bu yüzden çoğul eki koymuyorsunuz. Bu izahat İngilizce'nin bittiği andı ve hocanın hayatının hatası oldu; ya işte öyle dedim, yabancı dilden vazgeçtik kendi lisanımızın sırlarını öğretmekten aciz bir eğitim siteminde yetiştik, sizden üç beş kelime öğreneceğiz diye buralara kadar düştük amma uzak cedlerimiz sayı ile ifade edilen nesnelerin zaten çoğul olduğunu anladıkları için ayrıca lüzumsuz bir çoğul eki kullanmaya ihtiyaç duyulmayan, işlek ve mükemmel bir dil miras bırakmışlar bize. O günden sonra ara sıra sınıfta biz ona Türkçe dersleri vermeye başladık, epeyce de ilerletti.

O akşam evde günün mütalâasını yapıyoruz, bizimkilerden bir münasebetsiz, hem de sonradan sonraya kendini iyice kaptırdığı parti Ülkücülüğünde beni geride bırakanlardan; İngilizce muazzam bir dil, en az dört yüz bin kelime var, Türkçe ise çok fakir, taş çatlasa yirmi bin kelime çıkmaz, dedi. Şiddetle itiraz ettim. Zaten sen kabul etmezsin diye dörtyüzbin dedim, aslında bir milyon kelime vardır, diye devam etti. Artık uyumak ne mümkün, sabaha kadar galibi olmayan bir tartışma.

Öncelikle bir dilin kudreti kelime sayısıyla değil, ifade gücüyle ölçülür. Bizim bir kelimede anlattığımız bir kavramı onlar belki on kelimeyle ifade edemezler.

Dünyada üçyüz milyon insan anadil olarak Türkçe'yi konuşuyor. Dikkat edilsin sömürge kalabalığı değil, aynı soydan gelen aynı kültür dairesinde üçyüz milyon kişi. Kaç tane dil bu kadar yaygın bir coğrafyada, bu kadar kalabalık insan topluluğu tarafından anadil olarak konuşuluyor?

Karmaşık hesaba gerek yok, Türkçe'nin kelime sayısı diğer dillerle en azından eşittir. Her kavramın Türkçe bir karşılığı yok mu, var. Oldu mu eşit. Biraz zorladığınızda Türkçe lehine fark kat be kat açılır. Arapça'dan, Farsça'dan ve Batı dillerinden devşirilerek Türkçeleşmiş kelimeler var. Ölü kelimelerimiz var. Bugün sınırlarımız dahilinde yaşamayan doğu ve batı Türklüğünün kullandığı kelimeler var. Kim demiş Türkçe fakir diye, sadece köke bakarsanız hangi dilin kökünde kendine ait kaç kelime var ki?

Kaldı ki halen yaşayan ve sözlüklerde yer almayan binlerce kelime mevcut. Meselâ Orta Asya'dan getirdiğimiz aşık oyununun en az yüz tane kendine mahsus deyimi var ve hiçbiri sözlüklerde yok.

Çocukluğumda köyde büyükler çift sürerken saban demirinin yardığı taze topraktan yer elmasına benzer topaç şekilli bir yumru çıkarır ve kabuğunu çakıyla soyup bize verirlerdi. Adı kösgüç. Sözlüklerde bu kelime yok fakat kösgüç hâlâ toprağın altında yetişiyor. Tarlanın kuraklığında insana hoş bir serinlik ve tatlımsı, hoş bir lezzet verirdi. Türkçe hanesine ilâve edelim lütfen, kösgüç.

Bir başkası, dıbık. Dıbık da nedir, diyeceksiniz. Antep dolaylarında meyve filan yedikten sonra elde oluşan yapışkanımsı kalıntı. Bu da sözlüklerde yok. Kavramı ne güzel anlatıyor.

Kavuniçi rengine asrî olacağız diye ağzımızı yayarak oranj dersek Türkçe'deki kelime sayısı zamanla azalır tabii.

Bir hesap daha yapayım; her bin Türk'ten biri unutulmuş bir kelimeyi günyüzüne çıkarırsa üçyüzbin kelime eder. Bu hiç de imkânsız değil, örneklerini yukarıda verdim. Her bin kişilik bir topluluk yaklaşık büyükçe bir köy nüfusu eder, hemen her köy de bakir bir kelime çıkaracak kültür zenginliğine sahiptir. Bir de üfürükten değil sahici bir milliyetçi bir iktidar nasib olur da çağlar üzerinden sıçrayıp bilimde, teknikte öne geçebilirsek Türkçe nasıl bir dil imiş herkes anlar. Daha ötesi var mı?

Son yüzyıldaki teknik icadlar, yeni kavramlar maalesef yabancı dildeki karşılıklarıyla dilimize giriyorlar. Batı lisanlarının gücünü inkâr etmiyoruz. Ancak Türkçe'nin hiç de yabana atılmayacak kudrette ve zenginlikte olduğunu unutmamak icab eder. Bu memlekette Dil Kurumu hostes yerine 'gök götürü konuksal avrat' gibi inanılmaz bir garabet de üretmişti bir zamanlar. Dilimiz ne kadar güçlü ki bu hainlerin elinde yok olup gitmedi.

Yabancı dil sevdasına kapılıp Türkçe'yi küçümseme gafletinde bulunan dostlar, dil bahsinde Nihad Sami Banarlı'nın Türkçenin Sırları, Necmettin Hacıeminoğlu'nun Türkçe'nin Karanlık Günleri, Mehmet Kaplan'ın Kültür ve Dil, Nesillerin Ruhu kitaplarına göz atarlarsa fayda görürler.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,43 M - Bugn : 4491

ulkucudunya@ulkucudunya.com