TÜRKEŞ: 240 MİLLETVEKİİM OLSA SİLİNDİR GİBİ ÇİĞNER GEÇERİM!
KISMÎ SENATO SEÇİMLERİ
İFŞAATLAR
HABER VE YORUMLAR
Dünya, 4 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ, AŞIRI AKIMLARA DİKKATİ ÇEKTİ
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün Afyon’da CKMP İl Merkezinde bir konuşma yapmıştır.
<<Bugün memleketimiz, ciddî tehlikeler ve büyük buhranlarla karşı karşıyadır. Bu tehlikelerin başında vatandaşlar arasındaki münasebetleri bozucu ve millî birliğimizi yıkıcı çeşitli akımlar gelmektedir. Bunların içinde komünizm, mezhepçilik ve bölgecilik akımlarına özellikle dikkati çekmek gerekmektedir. Partizanlık faaliyetleri ise, her çeşit kötülüğü kışkırtıcı bir hal almıştır. Dışarıdan beslenen zararlı hareketler bu hallerden faydalanmaktadır. İktidarın yöneticileri, komünizme ve diğer yıkıcı akımlara karşı tam bir bilgisizlik ve acz içinde görünmektedirler. Parlâmento çalışmaları ise, başta iktidar yöneticilerinin hatâlı tutumları yüzünden ve bazı muhalefet partilerinin de şuurusuz, ciddiyetsiz ve aşırı davranışlarıyla durmuş gibidir. Uğursuz didişmeler, kin ve garez niyetleri belirten davranışlar ne kişilere, ne de topluluklara fayda sağlamaz.>>
Yeni Tanin, 4 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ İKTİDARI BİLGİSİZLİKLE SUÇLADI
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün Afyon’da yaptığı konuşmada <<partizanlık faaliyetlerinin her çeşit kötülüğü kışkırtıcı bir hal aldığını>> söylemiştir. Türkeş <<iktidar yöneticilerinin komünizme ve diğer akımlara karşı tam bir bilgisizlik ve aciz içinde bulunduklarını>> da sözlerine eklemiştir.
KAPLAN’IN SÖZLERİ
Öte yandan, CKMP Genel Sekreteri Mustafa Kaplan da dün partinin seçim çalışmaları ile ilgili bilgi vermiş, şunları söylemiştir:
<<- 10 Ekim iktidarı, başarısız ve ümit kırıcı olmuştur. Milletin lâyıkı ile beklediği bu değildir. Türkiye’nin meseleleri eğer, iktidarın artan milletvekili sayısı ile hal yoluna girecek ise, iktidar partisine hatırlatırız ki, CKMP olarak Meclis’teki Milletvekili ve Senatör koltuklarımızı şimdiden kendilerine terketmeye hazırız.>>
Yeni İstanbul, 7 Mayıs 1966.
Dünkü müzakereler sırasında dinleyici locasından Adalet partililere galiz küfürler savuran senatör Sıtkı Ulay Mecliste döğüldü.
Hürriyet, 7 Mayıs 1966.
Oturumu locadan takip ederken kendisine “Ne bakıyorsun?” diye lâf atan AP lilere küfürle cevap veren Senatör Sıtkı Ulay Mecliste dayak yedi.
Ulus, 8 Mayıs 1966.
Senatör Sıtkı Ulay, dün bir demeç vererek menfur saldırıyı anlatmış, <<Hortlayan, gözü dönmüş soygun çetelerinin bir daha temizleninceye kadar bu uğurda dökülecek bütün kanlarım helâl olsun>> demiştir. Ulay şunları söylemiştir:
<<İntikam hırsı ile yalnız bulunduğum locaya tebessümümü vesile sayıp aşağıdan küfürler edip, saldırıya geçen düşük, soyguncu ve hırsız bir devrin uşakları öldürme kastı ile üzerime saldırdılar. Bilmelidirler ki, ihtilâlci kurşunsuz, demir, tekme ve yumrukla kolay öldürülemez. Bu arada insan eti yiyen kudurmuş köpekler gibi yan taraftan kulağımı ısıranlar da vardı.
Meclis adabına riayetkâr olarak tabanca taşımıyorum. Bundan sonra nefis müdafaası için eşkıyalarla dolu bir toplulukta cebimde bomba taşımak hakkına malik olacağımı herkes kabul eder.
Hâdiseye hayret edilmemeli. Atatürk’e küfreden, kız ve erkek evlâtlarımızın şeref ve namuslariyle oynıyan, Türk vatandaşlarını alevî, sunnî, nurcu gibi düşmanca kamplara ayırma yolunda olan, mukaddes İslâm dinini haris çıkarları uğruna politikaya âlet eden hele lâyık Atatürk Cumhuriyetinde din adamlarını siyasete sokup fetvalar verdiren, düşmanlarımızla birleşerek yurdu bölgecilik kamplarına ayırma yolunda olan cahil kışkırtıcıların bir oyuncağı haline gelen bir grubun vatana yakın zamanda getireceği felâketler yanında Ulay’ın yaralanması önemli bir hâdise sayılmaz.
Benim varsa bir suçum belki vicdanlı bir insan olarak ihtilâlde elime düşenleri o gün binlerin arasındaki linçe bırakmamak ve bir çoğunun ucuz kurtuluşu uğrunda bazı gayretler sarfetmiş olmaktır.
Hortlayan, gözü dönmüş soygun çetelerinin bir daha temizleyinceye kadar bu uğurda dökülecek bütün kanlarım helâl olsun.
Beni bizzat ziyaret etmek ve temsilcilerini göndermek suretiyle hatır soran büyüklere, muhtelif müessese ve teşekküllere ve evlâtlarımıza minnet ve teşekkürlerimi takdim eder, beklemelerini ve müsterih olmalarını rica ederim.>>
Ulus, 8 Mayıs 1966.
Meclis Geceyarısı Basıldı
İçişleri Bakanı ve AP’li idarecilerin düzenleyip yönettikleri gayri meşru bir tertip ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne tecavüz edildi,
TBMM de, AP tarafından, gece yarısından sonra yürütülen kanun dışı baskın olayı üzerine, dün saat 11.30 da İnönü’nün başkanlığında CHP Senato ve Meclis Grupları Yönetim Kurulları ile Merkez Yönetim Kurulu toplantısından sonra şu bildiri yayınlanmıştır:
<<6 Mayıs gününü 7 Mayıs’a bağlayan geceyarısı saat 2.30’da Türkiye Büyük Millet Meclisinde yetkisiz bir takım kimselerin CHP Grubuna tecavüz ederek arama yaptıkları tespit edilmiştir. Bu aramanın diğer bazı gruplarda ve CHP ne mensup Millet Meclisi Başkanvekilinin odalarında da yapıldığı öğrenilmiştir. Yasama Meclislerinin her türlü kolluk tedbirleri, Anayasamız gereğince, ancak Meclis Başkanlarının eliyle ve usulü dairesinde alınabilir. Şimdiye kadar öğrenebildiğimize göre, Cumhuriyet Senatosu Başkanının böyle bir müdahele ve aramadan haberi olmamıştır. Millet Meclisi Başkanı kendi bilgisi altında böyle bir arama yapıldığını şu ana kadar ifade etmiş değildir. CHP Grubuna böyle bir arama konusunda hiçbir resmî tebligatta bulunulmamıştır.
Bu durumda, geceleyin Türkiye Büyük Millet Meclisine dışardan ve içerden gayri meşru bir tertip ile tecavüz edildiği meydandadır. Tertibin İçişleri Bakanına ve Adalet Partisine mensup Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi İdare Âmirlerine bağlı olduğu söylenmektedir.
Bu şartlar altında Türkiye Büyük Millet Meclisi her an tecavüze maruzdur ve Türkiye Büyük Millet Meclisi için Anayasanın koyduğu teminat ve emniyet tedbirleri işlememektedir. Bu durum karşısında hepimize düşen ilk görev, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendi emniyetini sağlaması için gerekli tedbirleri almasını ve tecavüz edenlerin hemen kanunlara teslim edilmesini sağlamaktır. Yasama Meclislerinin hemen yarın 8 Mayıs 1966 Pazar günü olağanüstü olarak toplanıp kendilerini emniyet içinde çalışabilir hale getirmeleri ilk acele görevdir. Meclislerin toplanması için başkanlıklara başvurulmasına karar verilmiş bulunmaktadır.
*
Olay nasıl cereyan etti?
Türkiye Büyük Millet Meclisi, dün sabaha karşı, gayri meşru bir tertip ile tecavüze maruz kalmış, muhalefet partilerinin grup odaları yetkisiz kişiler tarafından basılmış ve buralarda İçişleri Bakanının emri üzerine arama yapılmıştır.
Anayasaya aykırı şekilde ve yaratılmak istenen polis rejimini uygulama alanına koymak istercesine yürütülen bu tecavüz ve baskın olayı büyük tepki ile karşılanmıştır. Sabaha karşı saat 2.00 de İçişleri Bakanlığının isteği üzerine, bazı beyannamelerin basımı için, daktilo ve teksir makinalarının Meclis binasından çıkarıldığı iddiası ile ve durumu tespit etmek amacıyla İdare Amiri Zühtü Pehlivanlı (AP), Senato İdare Amiri Hilmi Onat (AP), Levazım ve Ayniyat Müdürleri ve Meclis dışından bazı sivil emniyet memurları, Senato ve Meclis Başkanları ile Meclis Emniyet Amirinin haberi olmaksızın muhalefet grup odalarında arama yapmışlar, dolapları karıştırmışlar, daktilo ve teksir makinalarını incelemişlerdir.
Arama sırasında daktilo ve teksir makinaları dışında grup odalarındaki kilitli dolap ve çekmeceler de açılmıştır. Grup memurları herhangi bir belgenin kaybolup olmadığını henüz tesbit edememişlerdir. Bilhassa TİP ve MP Grup odaları çok sıkı bir aramaya tabi tutulmuştur. Ayrıca Millî Savunma Komisyonu ile Kanunlar Müdürlüğü odaları da aranmış, memurlar sabah Meclise geldikleri zaman, masalarını karmakarışık bir durumda bulmuşlardır. Saat 7.30 da işe başlamaları gereken Meclis hademeleri ve diğer müstahdem 8.00’e kadar kapılarda bekletilmişler ve içeri sokulmamışlardır.
Yeni Tanin, 8 Mayıs 1966.
CKMP’nin BİLDİRİSİ
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Sekreteri Mustafa Kaplan imzası ile dün yayınlanan bir bildiride, Millet Meclisinin önceki günkü toplantısında cereyan eden olaylara değinilmektedir. <<Bu tip kaba kuvvet olayları, yüce Meclisin haysiyet ve itibarını ağır surette zedelemektedir. Hırslı politikacıların şuursuz davranışları, memleket ve rejim için yeni tehlikeler yaratmaktadır. Mazinin his ve baskıları altında cereyan eden ve her gün gelişme temayülü gösteren bu olayların son bulmasını istiyoruz. İktidarı daha ağırbaşlı ve basiretli bir yönetim için ikaz ediyoruz.>>
İstanbul Son Saat, 12 Mayıs 1966.
A. Türkeş <<İhtilâl!>> söylentileri hakkında bir şey konuşmadı
Seçim kampanyasından önce Ege bölgesinin bazı illerinde geziye çıkan CKMP genel başkanı Alparslan Türkeş, Anadolu Ajansı muhabirine intibalarını anlatmış ve konuştuğu çeşitli partilere mensup vatandaşların hemen hepsinin aynı konularda şikâyetçi olduklarını bildirerek, “Hepsi geçim sıkıntısından, polis ve jandarma baskısından, bazı memurların kötü idarelerinden müştekidir.>> demiştir.
<<Vatandaşlar, kendilerinin dertlerine çare olacak çalışmalar beklerken, Millet Meclisinde devamlı didişmeler ve hattâ yumruk yumruğa varan kavgalar olmasını hem çok ayıplıyorlar, hem de bundan büyük üzüntü duyduklarını ve ümitsizliğe düştüklerini söylüyorlar.>>
CKMP genel başkanı, bazı örnekler vererek, vatandaşların, <<Sırtlarını iki büyük partiye dayamış mütegallibelerden>> de memnun olmadıklarını belirtmiş <<zaman zaman bazı çevrelerde bir ihtilâl ortamından bahsedilmesi>> ile ilgili bir soruyu <<bunlar üzerinde konuşmak istemiyorum>> diyerek karşılamış ve şunları söylemiştir:
<<Bugün memlekette bir rejim var. Bu rejimin selâmet içinde bulundurulması gereklidir. İktidar olarak AP yöneticileri hesapsız bir tutum ve davranış içindedirler. Bu kadar disiplinsiz ve plânsız bir siyasî parti görülmemiştir. İktidar yöneticilerinin kin ve garazlara ve fevri hareketlere göre ayarlanan davranışları, her şeyden önce çok çirkin ve insanlığa aykırı bulunmaktadır.>>
CKMP lideri konuşmasının bu kısmında, <<Bazı muhalefet parti yöneticilerinin tutumlarının da uygun görülecek gibi olmadığını>> söylemiş, şöyle devam etmiştir:
<<Bu olumsuz hallere çıkar yol bulmak, ancak tarafların karşılıklı saygı, ciddiyet ve ağırbaşlılık içinde müşaverelere girişmeleri ve hoş görürlükle birbirlerine el uzatmalarıyla mümkün olur. İktidara düşen daha geniş görevler vardır. İktidarın, muhalefetle daima, memleketin önemli meselelerini istişare etmesi ve onların fikirlerini de alarak desteklerinin sağlanması, diğer taraftan da iktidarın imkânlarının âdil ölçüler dahilinde muhalefete de tahsis etmesi gereklidir. Ayrıca, zabtiye zihniyetinden kurtularak köhnemiş polis metodlarının derhal terkedilmesi gayet faydalı olur.>>
Yeni Tanin, 13 Mayıs 1966.
Sunay, Liderlerle görüşme yaptı
Cumhurbaşkanı Sunay, İnönü’den sonra Alparslan Türkeş, Muzaffer Özdağ ve Mehmet Altınsoy’dan kurulu CKMP heyetini kabul etmiştir. Alparslan Türkeş Köşke girerken görüşme ile ilgili olarak şunları söylemiştir:
“2 Mayıs’ta Sayın Cumhurbaşkanımıza Meclisin çalışmaz durumdan kurtarılması için bir mektup yazmış ve kendilerinden liderler toplantısı ricasında bulunmuştum. Zannediyorum ki, ona bir hazırlık olmak üzere dâvet edildik. Mutlak surette liderler toplantısı zarurîdir.”
CKMP Lideri Türkeş, Cumhurbaşkanı ile bir saat otuzbeş dakika süren toplantıdan çıkarken de gazetecilere görüşme ile ilgili olarak demiştir ki:
<<- Sayın Cumhurbaşkanımızı ziyaret ettik. Liderler toplantısı yapılması yolunda yapmış olduğumuz teşebbüsü çok olumlu karşıladılar. Kendileri ile bu konu üzerinde görüştük. İleride liderler toplantısı yapılacağını söylediler>>
Medeniyet, 16 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ, “SEVİNİZ, BİR OLUNUZ” DEDİ
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün Parti Genel Merkez balkonundan yaptığı konuşma ile seçim kampanyasını açmıştır. CKMP Ankara İl ve İlçe Yönetim Kurulu üyeleri ile vatandaşlar tarafından takip edilen konuşmasında Alparslan Türkeş özetle şunları söylemiştir:
<<Bugün sizlere bir parti binasının balkonundan değil, Türk Milletinin arsından, Türkiye’nin ortasından sesleniyor, önünüze yeni ve ümitli sahifeler açıyorum. Gördüklerimi, duyduklarımı kuvvetlendirerek sizlere müjdeler ederim ki, bugün Türkiye yeni bir doğuşun eşiğindedir ve tohum çatlamaktadır.
Türk insanını baz olarak ele alan ve Türk insanının özüne eğilen bu hareket belki yavaş, fakat mutlaka başarıya ulaşacaktır.
Milletçe buluşma yerimiz ne doğudur, ne batıdır, ne kuzeydir, ne güneydir. Büyük Türkiye’nin kendisidir. Buluşma noktamız Türk insanının kafası, Türk insanının kalbi, Türk insanının cevheri aslisidir. Bu yer ve bu noktada milletçe asgarî müştereklerde değil, azamî müştereklerde birleşeceğiz ve mutlaka birleşeceğiz. Çünkü bu birleşme yerinin ve noktasının genel karakteri budur.
Büyük milletim, bugün sizleri partime rey vermeğe davet etmekten çok:
- Bir ânın rahatı için Türk Milletinin büyük geleceğini esir eden zihniyet ve karakter çemberini kırmağa,
- İnsanı onarmayı, uyarmayı hedef tutan ve ilmin temelini yaratan mânevi cihazlanmaya davet ediyorum.
Seviniz, birlik olunuz, bir olunuz.
İnanıyoruz ki, Allah Türk Milleti ile beraberdir.>>
Milliyet, 16 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ: <<TOHUM ÇATLIYOR>> DEDİ
Adalet, Fatin Fuad, 19 Mayıs 1966.
Türkeş’in bir sözü üstüne
Alparslan Türkeş’in seçim kampanyasını açış konuşmasını gazetelerden okudum. Ne güzel ve ne haklı söylüyor Türkeş:
- <<Seviniz. Birlik olunuz, bir olunuz. Bir ânın rahatı için Türk milletinin büyük geleceğini esir eden zihniyet ve karakter çemberlerini kırmağa, insanı onarmayı, uyarmayı hedef tutan ve ilmin temelini yaratan mânevi cihazlanmaya dâvet ediyorum.>>
Hakikaten güzel, tatlı ve haklı ama; Türkeş farkında değil ki; Türk milletinin kökünde mevcut herşeyi iyiden alma, her sözün samimiyetine bel bağlama, her fiilin mebdeinde mutlaka bir hüsnüniyetin esas olduğunu kabul etme ve insandan insana, hele aynı camianın bir ferdinden diğerine kötülük gelmeyeceğine inanma hassaları artık tükenmiş ve maalesef tükenmiş durumdadır.
Sayın Alparslan Türkeş’e burada, kendisinin yakinen anlıyabileceği mevzudan sadece bir misal vermek isterim: 1923 – 1960 yılları arasındaki her hangi bir devreyi ele alınız. O derecede bütün memleketi dolaşıp vatandaşların kulaklarına pek yakında bir ihtilâl olacağını fısıldasaydınız, hele o vatandaşlara, yüzde yüz vatanperver bir tertipten ibaret olan iihtilâl ile açılacak yeni çığıra mürettep ve müteşebbislerince, şahsî ve haricî sebep ve tesirler yüzünden mecrâ değiştireceğini, bir siyasî zümre; çoluğu, çocuğu, yakını, akrabası, dostu, sempatizanı ile milyonları aşan kitleler halinde mânen ve maddeten mahkum ve mehcûr kılınırken, öte yanda yine bir siyasî zümrenin bütün yârân ve avanesiyle taltif ve tebcil edileceğini söyleseydiniz, size inanacak acaba bir kul çıkar mıydı?
Çıkmazdı, çünkü pek yakın tarihe kadar Türk milletinin kendinden olan herkesteki samimiyete, hüsnüniyete, hele insaniyete ve hakkaniyete iman ve itimadı hudutsuzdu.
Ama şimdi tam zıddına, Türkeş’in kader arkadaşı bir Mucip Ataklı çıkıyor, gün aşırı ihtilâlden dem vuruyor, bir seher vakti köşe başlarında kellelerin koparılacağını, oluk oluk akıtılacağını müjdeliyor; bu sefer de bu gibi şeametlere inanmıyacak, endişeye düşmeyecek, bir ferd bile bulunmuyor.
Türkeş uzağa gitmesin. Partisinde kendisinden sonra en selâhiyetli kişi olarak bilinen Muzaffer Özdağ’ın geçen günkü konuşmasını hatırlasın. Bugün pis bir balon gibi pörsümüş şu Meclise Baskın yalan ve iftirası üzerine; en küçük bir teenni, bir sabır veya hakikatı tahkik gibi dürüstlüklere itibar etmeden ortaya atılan Muzaffer Özdağ yine bir ihtilâl tehdidinin rüzgârını estirmedi mi?
Nedir bu?.. Halk Partisi her gün bir tahrik yalanı imâl edecek ve bu yalanlar mesned ittihaz olunarak yapılacak bir ihtilâlin meşruluğuna, bu gibi <<Bâb-ı meşihat sekenesi>> tarafından peşin fetvâ çıkartılacak.
Herkes biliyor ki; Allah etmesin gelecek olan ihtilâl, bir elinde güvercin, diğer elinde meşe yaprakları taşıyacak değildir. Hele onların ağzında ve onların kavlinde böyle bir ihtilâl bugünkü Adalet Partisini kökünden tırpanlayacak, bu cenahta taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayacaktır.
Bu tehdid, bu dehşet ve bu şeamete muhatap olanların yekûnu da en azından 15-20 milyon.
Böylesine muhteşem bir kitle, her gün bir başka ithama, her gün bir başka iftiraya kurban edilerek; Atatürk’e düşman onlar arasında, 27 Mayısa düşman onlar arasında, Vatan haini onlar arasında, vurguncu onlar arasında, çıkarcı onlar arasında farz olunarak küfre, hakarete, istiskale maruz bırakılırsa; bir Sıtkı Ulay isimli adam bile, Adalet Partili mebusların şahsında bu 15-20 milyona <<Eşşekoğlu Eşşekler>> diye bağırır, buna rağmen baştacı edilirse, öte yanda günahları sırf Eşşekoğlu eşşekliğe tahammül edememekten ve bu küfrün sahibinin yakasına yapışmaktan ibaret olan birkaç kişi dört bir yandan insafsızcasına çok daha sunturlu küfürler ve tehdidler yerse, ve hele bu âdi bu bayağı hâdise bile, 27 Mayısa bağlanır ve 27 Mayısın ruhunu rencide eder telâkki olunursa ve nihayet bir taraf işte böylesine devamlı ve kızgın bir saldırı üstünde bulunur, diğer tarafın kendini müdafaası bile bir hıyanet mesabesinde ele alınırsa; sen kalkmışsın da kırk yılın başı, tıpkı buz üstüne yazı yazarmışçasına;
<<Seviniz. Birlik olunuz, bir olunuz.>> demişsin…
Buna inanacak bir kişinin çıkabileceğine evvelâ sen kendin inanabiliyor musun, Alparslan bey?...
Vatan, 17 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ <<TANRI TÜRK’Ü KORUSUN>> DEDİ
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bugün Yenimahallede yaptığı konuşmada <<Türk milleti, Türk örflerine, Türk ahlâkına, Türk adetlerine sadık kalarak oyunu kullanmak kararındadır. Tanrı Türk’ü korusun>> demiştir.
Yeni Tanin, 17 Mayıs 1966.
Türkeş, Türk örf, âdet ve ahlâkının korunmasını istedi
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve CKMP genel sekreter yardımcısı Mustafa Kemal Erkovan dün Yenimahalle ilçesinde birer konuşma yapmışlardır. Türkeş konuşmasında artık sınıf ve zümre kavgalarına bir son verilmesini istemiş ve şunları söylemiştir:
- Bugün bir seçimin hazırlığındayız. Aslında Türk milleti seçimini yapmıştır. Çağdaş medeniyetin teknik ve ilmi imkânlarını, Türk örflerine, Türk ahlâkına, Türk âdetlerine sadık kalarak kullanmak kararındadır. Türk milleti bizi makina çağının imânlarına kendi kıymet hükümlerimizden koparak, kendi benliğimizden sökerek götürmek istiyen her düşünceye karşı çıkmıştır. Bu çeşit çabaları reddettiğini defalarca belli etmiştir. En fazla elbirliğine, gönülbirliğine, işbirliğine muhtaç olduğumuz bu devrede sınıf, zümre, grup kavgaları çıkarmaya uğraşanları lânetlemiştir.
Türk Milletinin bu his ve kararını anlamayanla, bunu anlayıp, bir bezirgan kurnazlığı ile faydalanmaya çalışan fakat kendileri iman etmeyen kişilere milletçe lâyık oldukları dersi vereceğiz. Büyük Türk milletinin yükselmesine ve güçlenmesine kimse engel olamayacaktır. Bu hisleri istismar edenlerle anlamayanlar ancak zamanı geciktirebilirler. Bu zamanın kazanılmasına gayret etmeliyiz.
Tanrı Türk’ü Korusun.
İKİ HUSÛMET KAMPI
CKMP Genel Sekreter yardımcısı Mustafa Kemal Erkovan da konuşmasında CHP ile AP’nin yer değiştirmelerinin hiç bir şeyi değiştirmediğini bu iki partinin iki ayrı kamp biçiminde olduğunu ifadeyle şunları söylemiştir:
- Türk milletinin ideal ve ihtiyaçlarına uygun yeni bir düzenin kurulabilmesi ve muvaffak olabilmesi buna inanmış olanların tatbikat ve idareyi elde tutmaları ile mümkün olabilir. Eski usüllerin, tehlikeli temayüllerin, köhne bir zihniyetin esiri olan CHP ve AP nin idarede yer değiştirmeleri hiç bir şeyi halletmeyecektir. İki husumet kampı mücadelede yer değiştirmiş olacaktır. Bunlardan süratle kurtulmak, husûmet kamplarını tasfiye etmek büyük milletimizin menfaatinedir. Yeni bir gidişe ve tatbikata sahip CKMP idaresi milleti içinde bulunduğu çıkmazdan kurtaracaktır. Milletimizin CKMP de yeni bir hüviyet, yeni bir program ve yeni bir devlet zihniyet kadrolaşmasına yardımcı olacağını ümit ediyor, yarının kuvvetinin bugünden hazırlanacağına inanıyoruz.
Hürriyet, 19 Mayıs 1966
TÜRKEŞ: “BİR HAFTADA KANUN ÇIKARIRIM” DEDİ
Altındağ’da bir konuşma yapan Alparslan Türkeş, AP nin 240 milletvekili ile hiçbir iş yapamadığını söylemiş, “Benim partimin bu kadar mebusu olsa silindir gibi çiğner geçer, bir haftada memleket yararına olan her kanunu çıkarırdım.” demiştir. Türkeş, AP nin de, “İsmet Paşa’nın yılgın, âciz, ürkek siyasetini” izlediğini sözlerine eklemiştir.
Yeni Tanin, 19 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ MİLLET BÜTÜNDÜR
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş Altındağ ilçesinde yaptığı konuşmada AP nin seçimde vaad ettiklerini yerine getiremediğini, belirtmiş, AP li idarecileri beceriksizlikle itham etmiştir. <<Türk milleti bölünmez ve mukaddes bir bütündür. Hangi partiden olursa olsun hepsi bir vatanın evlâtlarıdır. Partiler memlekete hizmet için birer vasıtadır. Bugün memleketin baş meselesi iş sahası açmak ve iş sağlamaktır. Yabancı milletler, Türk işçisini kullanmakta ve daha iyi bir hayat seviyesi isteyen yüzbinlerce vatandaşlarımız bu memleketlere koşmaktadır. O halde millete tembel denemez, yurtta iş bulurlarsa bir sürü fedakârlıklarla niçin memleket dışına gitsin?>>
BAYKAL <<DEVLETLEŞTİRME ŞARTTIR>>
CKMP Mardin Milletvekili Rifat Baykal Altındağ ilçesinde yaptığı konuşmada Türkiyenin tarıma dayanan bir endüstri sisteminin bulunmasına rağmen bunun gerekli biçimde işlenmediğini söylemiştir. Baykal demiştir ki: <<Süratle endüstrileşmeliyiz. Dünyada bizim gibi nüfusunun yetmişbirini tarıma hasretmiş, buna rağmen buğdayını başka memleketlerden alan bir devlet yoktur. Korkunç işsizliğe mani olmanın, yabancı devletlerin istismarlarından kurtulmanın ve kendi kendine yeten kuvvetli Türkiyeyi yaratmanın şartlarından en mühimi ağır sanayinin ve enerji kaynaklarının devlet eliyle yönetilmesidir. Bu husus millî güvenliğimiz bakımından da çok önemlidir.>>
Yeni Tanin, 21 Mayıs 1966.
Eski MBK üyesi Soyuyüce, “Tabiî senatörler istifa etmelidir”
CKMP Genel İdare Kurulu Üyesi ve Ankara Senatör adayı Şefik Soyuyüce, dün düzenlediği bir basın toplantısında, iki büyük parti olarak nitelendirdiği AP ve CHP’nin tutumunu faydalı görmediklerini açıklamıştır. İki partinin karşılıklı menfaat yarışması halinde bulunduklarını ileri süren Soyuyüce özetle demiştir ki:
<<Aklın, millet mesuliyetinin kıymetlendireceği zihniyet yerine CHP nin yılların verdiği politik canbazlıkları karşısında beceriksiz AP idarecilerinin oyuna düşmeleri millet için hazindir. Biz CKMP olarak AP’nin ve CHP’nin Meclis çalışmalarındaki tutumunu faydalı görmemekteyiz. İki büyük partinin hakikatte karşılıklı menfaat yarışması halinde devam eden bu çatışma milletini seven aydınlar ağırlık, yokluk ve zarur içinde bulunan halk kitlelerini huzursuzluğa, endişeye sevketmektedir.>>
Soyuyüce, daha sonra Sıtkı Ulay’ın döğülmesi ve Tabiî Senatörlük konusuna değinmiş, Tabiî Senatörlerin, Senatörlükten çekilmeleri gerektiğini bir şeref ve sadakat borcu olarak nitelemiş ve sözlerini şöyle bitirmiştir:
<<Esasen Anayasa dibacesi hiç bir kimseye, hiç bir zümreye imtiyaz tanımayacağını kabul etmekte ve sonucunda da büyük bir çelişmeye düşerek tabiî senatörlük müessesesini ihdas etmektedir. Bu kadar tezada düşen görüş tabiî senatörlüğün babadan oğula intikalini de sağlasaydı kayırdıkları kişilerin ebediyete kadar memnun olması mümkün olurdu. Tabiî senatörlerden bazıları bu durumlarla rahatsızdır. Bu durum ayrıca milleti ve orduyu da rahatsız etmektedir.
Tabiî senatörlerin çekilmeleri 27 Mayıs ruhuna ve beraberce ettiğimiz yemine sadakat ve şeref borcu sayılacaktır. Bu müessesenin derhal tasfiye edilmesi zarurîdir. Çünkü 27 Mayıstan sonra Türk Silâhlı Kuvvetlerinin temsilcileri sıfatıyla onun nam ve hesabına mesuliyet almış kişilerin siyasî çıkarları uğruna ve bir partinin amaline hizmet edip onun aracılığı ile Anayasanın zırhı altına girip istikballerini ölünceye kadar garanti etme çabaları ne milletin vicdanında ne de demokratik nizamın icablarında makes bulamaz. Aksine milleti ve Silâhlı Kuvvetleri rencide eden bir müessese olur. Ayrıca, bazı kişilerin çeşitli buhranlara sebep oluşları da dikkate alınırsa şimdilik daha açık gözükür.>>
Dünya, 21 Mayıs 1966.
Soyuyüce “Tabiî Senatörlük müessesesi kaldırılmalıdır>> dedi
CKMP Genel İdare Kurulu üyesi ve Ankara Senatör adayı 14 lerden Şefik Soyuyüce dün bir basın toplantısı düzenleyerek Ulay olayına da değinmiştir.
<<Milletin iradesine saygı gösterilmeden yapılacak olumsuz ve çıkarcı çatışmalar veya bu idareyi çoğunlukla temsil eden kişilerin bir sorumsuzluk içinde bulunması karanlık emeller peşinde koşanlar ve bu milleti parça parça edip komünizmin kucağına atmak istiyenlerin yeraltı ve yerüstü faaliyetlerine yaramaktadır.
Çoğunluk iktidarı olan AP idarecileri iktidar sandalyesinde ebediyen kalmanın, ana muhalefet partisi olan CHP de bu sandalyalara ne pahasına olursa olsun tekrar oturmanın hesap ve endişesinden başka bir şey düşünmez hale gelmişlerdir.
Biz CKMP olarak AP’nin ve CHP’nin Meclis çalışmalarındaki tutumunu faydalı görmemekteyiz. Meclisteki çeşitli hâdiseleri tek taraflı ve sadece iktidara yüklemek suretiyle mütalâa etmek mümkün değildir.
<<TABİİ SENATÖRLERİN İHANETİ>>
AP hükûmete tecrübeli ve ehil elemanlarını derhal getirmelidir. Aksi halde muvaffakiyetsizlik sadece yıkıcı muhalefetin olmayacaktır. Meclis içindeki çatışmalar, ve çıkan ferdî hâdiseleri 27 Mayısla irtibatlandırarak 27 Mayısta ordunun temsilcileri olan herkesi hedef kabul etmek bulanık suda balık arayanların bir nevi zemin yoklamalarıdır. Bu gösteriş milliyetçi bir görüşle bağdaşamaz. 27 Mayıs’ın hedefine varamayışına sebep olan ve ihanetleri tarihen sabit olan Tabiî Senatörlerin her birine yapılan şu veya bu yoldaki hareketlerin 27 Mayıs’la irtibatlı gösterilmesi sakim bir davranıştır. Meclislerin çalışmaları tüzüklerle tesbit edilmiştir. Dinleyici locasında bulunan bir şahsın Meclis Umumi Heyetine müdahale etmesi, Meclis içinden bazı kişilerin de ona müdahale etmesi, karşılıklı sorumluluk ve mes’uliyet taşıyan kişilerin ferdî hâdiseleridir.
Esasen Anayasa hiçbir kimseye hiçbir zümreye imtiyaz tanımıyacağını kabul etmekte ve sonucunda da büyük bir çelişmeye düşerek Tabiî Senatörlük müessesesini ihdas etmektedir. Bu kadar tezada düşen görüş Tabiî Senatörlüğün babadan oğula intikalini de sağlasaydı kayırdıkları kişilerin ebediyete kadar memnun olması mümkün olurdu. Tabiî senatörlerden bazıları bu durumlarla rahatsızdır. Bu durum ayrıca milleti ve orduyu da rahatsız etmektedir.
Tabiî senatörlerin çekilmeleri 27 Mayıs ruhuna ve beraberce ettiğimiz yemine sadakat ve şeref borcu sayılacaktır. Bu müessesenin derhal tasfiye edilmesi zarurîdir.>>
Havadis, 21 Mayıs 1966.
“Tabiî senatörler istifa etmelidir”
Eski Millî Birlik Komitesi üyelerinden , CKMP Genel İdare Kurulu üyesi ve Ankara senatörü adayı Şefik Soyuyüce, dün düzenlediği basın toplantısında, CKMP olarak, <<Tabiî senatörlerin çekilmelerini>> istediklerini söylemiştir.
Şefik Soyuyüce bu konuda şöyle konuşmuştur:
<<Tabiî senatörlerin çekilmeleri 27 Mayıs’ın ruhuna ve beraberce ettiğimiz yemine sadakat ve şeref borcu sayılacaktır. Bu müessesenin derhal tasfiye edilmesi zarurîdir. Çünkü 27 Mayıstan sonra Türk Silâhlı Kuvvetlerinin Temsilcileri sıfatıyla onun nam ve hesabına mesuliyet almış kişilerin, şahsî çıkarları uğruna ve bir partinin amaline hizmet edip onun aracılığı ile Anayasa’nın zırhı altına girip istikballerini ölünceye kadar garanti etme çabaları, ne milletin vicdanında, ne de demokratik nizamın icablarında makes bulamaz. Aksine, milleti ve silâhlı kuvvetleri rencide eden bir müessese olur. Ayrıca, bazı kişilerin, çeşitli davranışlarıyla hâlâ orduyu kendi âletleriymiş gibi gösterip çeşitli buhranlara sebep oluşları da dikkate alınırsa, sivrilik daha açık gözükür.>>
CKMP Genel İdare Kurulu Üyesi Soyuyüce, Meclis çalışmaları ve bu arada çıkan bazı olaylara değinerek, şunları söylemiştir:
<<Meclis içindeki çalışmalar ve çıkan ferdî hâdiseler, 27 Mayıs’la irtibatlandırılarak, 27 Mayıs’ta ordunun temsilcileri olan herkesi hedef kabul etmek ve göstermek, hattâ orduyu hedef kabul etmek, bulanık suda balık arayanların bir nev’i zemin yoklamalarıdır. Bu gösteriş, milliyetçi bir görüşle bağdaşamaz. 27 Mayıs’ın hedefine varamayışına sebep olan ve ihanetleri tarihen sabit olan tabiî senatörlerin her birine yapılan şu veya bu yoldaki hareketlerin 27 Mayıs’la irtibatlı gösterilmesi sakim bir davranıştır. Meclislerin çalışmaları tüzüklerle tesbit edilmiştir. Dinleyici locasında bulunan bir şahsın, Meclis Umumi heyetine müdahale etmesi, Meclis içinden bazı kişilerin de ona müdahale etmesi, karşılıklı sorumluluk ve mes’uliyet taşıyan kişilerin ferdi hadiseleridir. Biz, CKMP olarak Sıtkı Ulay meselesini, bu görüş altında mütalaâ etmekteyiz.>>
Zafer, 21 Mayıs 1966.
Sıtkı Ulay’ın dövülmesi 27 Mayıs’a hakarettir de
14’lere vaktiyle kelepçe vurulması 27 Mayıs’a hakaret değil midir?
Başbakan Süleyman Demirel, dün sabah Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ı ziyaret ederek memleketin meseleleri hakkında 1 saat görüşmüşlerdir. Başbakan, Çankaya Köşkünden ayrılırken gazetecilerin sorularını cevaplandırmış ve <<Her meseleyi 27 Mayıs’a karşı göstermek, 27 Mayıs’ı istismardan başka bir şey değildir. Benim bu konuya ilâve edecek başka bir şeyim yok>> demiştir.
Başbakan Demirel, (Tabiî Senatör Sıtkı Ulay’ın dövülmesinin 27 Mayıs’a hakaret telâkki edildiği söyleniyor, fakat 14’lere kelepçe vurularak hapsedildiği ve böylece yurd dışına sürüldüğü bilinmektedir. Bu hâdise 27 Mayıs’a tecavüz sayılmıyor mu?) sorusuna da, <<Bu olmuş bir hâdisedir. Üzerinde çok konuşuldu. Her meseleyi 27 Mayıs’a karşı göstermek 27 Mayıs’ı istismardan başka bir şey değildir.>> demiştir.
Yeni İstanbul, Dünya, 22 Mayıs 1966.
Radyoda İlk Konuşmayı Liderler Yaptı
A. TÜRKEŞ “KOMÜNİZM TEHLİKESİ TÜRKİYE’Yİ SARDI” DEDİ
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün, radyoda ilk konuşmasını özellikle dış meseleler ve komünizm tehlikesine dikkati çekmiştir. Türkeş’in konuşması özetle şöyledir:
“Memleketimiz bugün büyük çalkanmalar halinde bulunmaktadır. Halkın çoğunluğu, yokluklar, sıkıntılar içinde çeşitli dertlerle uğraşmakta ve kendisine aydınların, özellikle devlet idaresini elinde bulunduran yöneticilerin el uzatmasını beklemektedir.
Üzülerek söylemek lâzımdır ki, Türkiye’de kurulmuş bir çok komünist teşkilâtları vardır. Bu teşkilâtlar komünizmi iktidara getirmek için çalışmaktadırlar. Adları ne olursa olsun ve kanunlara göre kendilerini ne kadar perdelemiş bulunurlarsa bulunsunlar bunların tam bir komünist faaliyeti içinde bulundukları görülmektedir. İdarecileri arasında otuz yıldan beri komünizmi benimsemiş olanlar bulunduğu gibi bunların pek çoğu da komünist olduklarını her zaman belirtmektedirler. Bu teşkilâttan birisi tam Moskova’ya bağlı bir komünizmin peşinde koşmakta ve memleket çapında geniş siyasî faaliyet göstermektedir. Diğerleri ise bir dergi etrafında ve bazı dernekler içinde toplanmış olup Çin komünizmine bağlı olarak çaba göstermektedirler. Her iki grup da Türkiye’de komünizmi yayma faaliyetlerinde birleşmektedirler. Onlar Türkiye’yi parçalayıcı bir görüşün de taraftarı ve tahrikçisidir. Türkiye’nin bazı bölgelerine muhtariyet vermek lâzımdır, teranesiyle bir çok gençleri zehirlemek çabasındadırlar.
Hükûmet ise, yedi aydan beridir tam bir acz ve beceriksizlik içindedir. Bu yıkıcı cereyanları, diğer vatansever partilerin de desteğini sağlayarak ilmî bir plânla tesirsiz hale sokacak yerde, isabetsiz ve liyakatsiz davranışları ile daha çok yayılmasına sebebiyet vermektedir. Beş altı kişiyi komünistlik ithamı ile tevkif etmekle her işin yoluna gireceğini sanan hükûmet görülmemiş bir gaflet içindedir.
Komünistler memlekette bütün millî değerleri dejenere etmek için her şeyi yapmaktadırlar.>>
Hürriyet, 22 Mayıs 1966.
CKMP LİDERİ
Mikrofonda CKMP adına seçmenlere hitap eden Genel Başkan Alparslan Türkeş, sözlerine Hükûmeti tenkit etmekle başlamış, AP nin yedi aydan beri müspet hiçbir iş yapmadığını belirtmiş, oy avcılığı yüzünden birlik ve beraberliğimizi yıkmağa çalışan “Mideci ve satılmış” politikacıların milletçe “Başlarının ezilmesi” gerektiğini ifade etmiştir.
Yeni Tanin, 22 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ’İN KONUŞMASI
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün radyoda partisi adına yaptığı konuşmada özetle şunları söylemiştir:
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün radyoda partisi adına yaptığı konuşmada özetle şunları söylemiştir: - Millî şuur sahibi haysiyetli bir devlet, daima kişiliği olan ve kendi millî menfaatlarına en uygun bir politika izlemelidir. Geçmiş devrelerde çeşitli partilere mensup hükümetler dış politikada çok pasif, hatalı ve her biri gaf ve gaflet olan davranışlarda bulunmuşlardır.
Son Baskı, 22 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ’İN KONUŞMASI
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş radyo propaganda konuşmalarının ikincisini bugün yapmıştır.
Türkeş konuşmasında memleket kalkınmasının gerçekleşebilmesi için yorucu ve sistemli bir çalışma zorunluluğunun şart olduğuna temas etmiş ve özetle şunları söyleniştir:
<<Yurdumuzda düzen ve huzurun sağlanması için, vatandaşlar arasında yükler ve nimetler, liyakat, çalışmak, gayret, kabiliyet esaslarına göre adaletle dağıtılmalıdır. Herkese imkân eşitliği sağlıyacak bir düzen kurulmalı ve toplumsal adalet, toplumsal güvenliği süratle kuracak bir teşkilâtlanmaya gidilmelidir. Fakir olsun, zengin olsun herkes aynı imkânları elde edebilmelidir. Bu devlet eliyle sağlanmalıdır. Yetim, dul, yoksul, kimsesiz, hasta, sakat herkesin korunmasını, iş sahibi olmasını, yardım görmesini sağlıyacak geniş bir yardımlaşma teşkilâtı süratle kurulmalıdır.>>
Türkeş konuşmasına devamla, Türkiye’nin bir ahlâk buhranı içinde bulunduğuna temas etmiş ve her tarafta rüşvetin, iltimasın, ilerlemekte olduğunu söylemiş ve <<Ciddiyetsizlik, disiplinsizlik, toplumda adeta bir kaide haline gelmiş, devlet işlerinde ise laubalilik her kademeyi sarmış durumdadır>> demiştir.
Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, 23 Mayıs 1966.
ERKEK VE NAMUSLU BİR SES!..
Eski Millî Birlikçilerden, Albay Türkeş’in partisinden erkek namuslu bir ses yükseldi. Bu ses, Şefik Soyuyüce’nin sesidir. Soyadına yakışır, mert; erkek bir asker sesi.
* *
Soyuyüce diyor ki:
“Tabiî senatörlerin çekilmeleri 27 Mayıs sonunda ve beraber ettiğimiz yemine sadakatle şeref borcu sayılacaktır. Bu müessesenin derhal tasfiye edilmesi zarûridir. Çünkü 27 Mayıs’tan sonra, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin temsilcileri sıfatıyla, onun nâm ve hesabına mes’uliyet almış kişilerin, şahsî çıkarları uğruna ve bir partinin âmaline hizmet edip onun aracılığı ile, Anayasanın zırhına girip, istikballerini ölünceye kadar garanti etmek çabaları ne milletin lisanında, ne de demokrasi nizamında hiçbir zaman mâkes bulamaz. Aksine, milleti ve silâhlı kuvvetleri rencide eden bir müessese olur.>>
<<Anayasa da hiçbir kimseye ve zümreye imtiyaz tanınmıyacağını kabul etmekte, sonra da büyük bir çelişmeye düşerek tabiî senatörlük müessesesini ihdas etmektedir. Böylesine tezatlı bir görüş, tabiî senatörlüğü, babadan oğula intikalini de tanısaydı, kayırdıkları bu adamlar ebedî senatör olurlardı ve bunlar ebediyete kadar menün kalırlardı.>>
İşte bir yara ki, bu yaraya cesaret ve dirayetle parmağını basan Şefik Soyuyüce’dir. Genç demokrasimizin temelindeki bu temelli senatörlük müessesesi, yarınımız için, demokrasimizin istikbali için çok tehlikelidir.
Cesaretle, açık kalblilikle bu meseleyi ele almanın zamanı gelmiştir.
Kendilerini millete adadıklarını söyliyenler, kendilerini “ölmezler” listelerine geçirenler, resimleriyle; isimleriyle bu listeleri her yere asanlar, astıranlar; seçimlerden sonra siyasî hayattan çekileceklerine, namusları, vatanları üzerine yemin edenler, sadece emekliye ayrılarak onbinleri aşan emeklilik paralarını almışlar, maaşlarını almıya devam etmişler; sonra da yeminlerinde durmayıp, ölünceye kadar, kaydı hayat şartiyle senatörlüğe de sahip çıkmışlar, üstelik bir de akıl ve mantıkla; insaf ve vicdanla, milletle alay edercesine “Biz kendimizi vatana adadık” demişlerdir. Hey!. Böyle adaklığa, böyle adaklara can kurban!.
Türkiye’de herkes, her vatandaş bunu Soyuyüce gibi düşünmekte; içten içe kızmakta; homurdanmaktadır.
Yanan bir ateşin üzerine kül atmakla, kanayan bir yarayı görmemezlikten gelmekle bu iş halledilemez.
Gerçekten Türkiye’de demokrasi varsa, bu demokrasiyi yaşatmak istiyorsak, bu pürüzlerin giderilmesi lâzımdır.
Yeni İstanbul, Dünya, 23 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ, AP İKTİDARINA DOĞRU YOLU GÖSTERDİ.
Kısmî Senato seçimleri dolayısiyle dün radyoda konuşan CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, seçim kanununda ısrar eden AP için “Meclisteki bütün sandalyalarımızı kendilerine bırakmaya razıyız. Yeterki halkın acele beklediği hizmetleri yapsınlar” demiştir. Türkeş’in konuşması özetle şöyledir:
“Türkiye’yi, başkalarına avuç açmadan kendi gücüyle ayakta durabilen kuvvetli, refahlı ve uygar bir ülke haline getirebilmek için yeni hamleler yapmak zorundayız. Bunun için hepimizin ağır yükler altına girmekliğimiz icabetmektedir. Fakat köylüsü, şehirlisi, aydını ile başbakanı, boyacısı ile herkesin bu yükleri adaletle paylaşması lâzımdır. Her şeyden önce halkı inandırmak, millete iman ve ülkü vererek harekete geçirmek lâzımdır. Bir ev halkı birbirinden habersiz, ilgisiz, karşılıklı dayanışmasız, münasebetsiz ve yardımsız olarak yaşarsa o ev huzur ve selâmet içinde bulunmaz. Türkiye bugün böyle bir eve benzemektedir. Bir taraftan iman ve ahlâk nurunu kaybetmiş kimseler, her çeşit değerlerin tahribi pahasına, vurgun, yağma ve menfaat peşinde, diğer taraftan milyonlarca köylü ve halk fışkı ve çamur deryası ortasında maddî ve manevî karanlıklar içinde kendi kaderine terkedilmiş bulunmaktadır. Bunun için aydınların lambalarını yakması lâzımdır. Ve idarecilerin halka yönelmeleri, halkın içinde, halk gibi yaşamaları gerekmektedir. Birer fildişi kuleden farksız olan birkaç büyük şehrin dar çerçevesinden kurtularak ilim adamlarımızla, üniversitelerimizle, idarecilerimizle köylüye ve halka doğru akmamız lâzımdır. Atatürk’ün yıllarca önce söylediği gibi, “memleketin efendisi köylüdür”. Fakat gerçekler bambaşkadır. Bugün en çok ezilen ve en çok hakları çiğnenen köylülerdir. Ve en büyük sıkıntılar içinde yuvarlanan köylülerdir. Üzülerek söylemek lâzımdır ki, şimdilik memleketin efendisi olmaktan çok uzaktırlar. Bir toplumun en sağlam dayanağı ahlâktır. Ahlâkı bozuk olan, halka saygısı bulunmayan ve adaletsizlik içinde yüzen bir ülkede, huzur, düzen ve hayır olamaz. Bugün Türkiyemiz büyük bir ahlâk buhranı içinde bulunmaktadır. Her tarafta rüşvet, iltimas almış yürümüş, ciddiyetsizlik, disiplinsizlik toplumda adeta bir kaide haline gelmiş, devlet işlerinde ise laubalilik her kademeyi sarmış durumdadır. Halk baskı altında bunalmış olup rüşvetsiz, iltimassız olarak işlerini gördüremez haldedir. Başta hükûmet olmak üzere milletçe hepimiz yeni bir ahlâk devrimi yapmak zorundayız. Hükûmet ise bu önemli durumdan habersiz görünmekte ve bugüne kadar ümit verici hiç bir harekete girişmemiş bulunmaktadır. Hükûmeti, genel seçimlerden beri geçen yedi aylık devrede seçim kanunundan başka hiçbir şey alâkadar etmemiştir. Seçim kanunun değiştirecek, muhalefeti tasfiye edecek, Mecliste tam ve kesif bir dikta kuracak. İşte hükûmeti yedi aydır muhalefetle kanlı bıçaklı hale düşüren görüş ve davranış bu olmuştur. Seçim kanunun değiştirilmesine CKMP olarak biz de taraftarız. Daha 10 Ekim seçimlerinden önce seçim kanununu değiştirmek gerektiğini açıklamış, fakat iktidarın istediği gibi bir geriye gidiş değil, daha ileri ve hakiki demokrasiyi sağlayacak olan dar bölge nisbî seçim sisteminin kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Sevgili yurttaşlarım,
Biz CKMP olarak bunların hepsinden de vazgeçiyoruz. İktidarın seçim kanununu değiştirmesine razıyız. Hatta meclisteki bütün sandalyalarımızı kendilerine bırakmaya razı ve hazırız. Yeter ki yukardanberi sıralamış olduğumuz ve halkın acele beklediği hizmetleri yapsınlar ve memlekette refah ve düzeni sağlasınlar. Fakat idarecilere bugüne kadar bizi sevindirici bir anlayış ve tutum görmüş değiliz, memlekete hizmet her şeyden önce Hakka inanmak, ülkü sahibi olmak, cesur ve dürüst hareket etmekle mümkündür.>>
Dünya, 23 Mayıs 1966.
İnönü, Kayseri’de CHP hakkındaki iddialara cevap verdi
<<Sahte din istismarcılarının elinden Allah vatanımızı ve milletimizi korusun. İç politikada hatalar hafif değildir. En başta Türk’ü Türk’e, Müslüman’ı Müslüman’a düşman eden dinsizlik, komünistlik iftiraları gelir. Dini siyasete alet eden kanun suçlusu sahtekârlar büyük cüretle çalışmaktadırlar. Mezhep kavgalarını canlandırıyorlar. İtikada, ibadete, vicdan hürriyetine tecavüz ediyorlar. Bu seçim için bir gazetenin kaba bir yalan olarak uydurduğu, Cumhuriyet Halk Partililer Genel Başkanlarını ahırzaman peygamberi ilân ediyorlar, yalanını dillerine dolamışlardır. Yalanın kasden uydurulmuş bir seçim düşmanlığı olduğunu istediğiniz kadar söyleyiniz. Bütün sahtekârlar her yerde bunu tekrar ediyor. Cenabıhak ismiyle siyasî bir söz söylemek lâzımsa söyliyeyim: Bu sahte din simsarlarının şerrinden Allah vatanımızı, milletimizi korusun. Tarihten ve kendi hayatımızdan tecrübemiz odur ki, siyasette din istismarcılarının memlekete zararları gerçekten endişe edecek kadar geniş bir ölçüde olabilir. Ardı arası kesilmeyen komünistlik iftirasına da cevap vereyim. Biz ilk komünistlik iftirasına Vahdettin’in Şeyhülislâmı Dürrizade’nin fetvası ile ve Millî Mücadele zamanında uğradık. Bunu idam fetvaları takip etti, halife orduları Yunan orduları ile beraber memleketi yıktılar. Çok şükür bu iftiralar muvaffakiyetimizle perişan oldular. İkinci komünistlik iftirasına İkinci Dünya Savaşında tutulduk. Hitler Almanyası Sovyet Rusya’yı istilâ ettiği vakit, memleketimizde de Hitler usulü milliyetçi ve ırkçı geçinen bir zümre peydah oldu. Bu zümre Türkiye’nin Hitler’le beraber Sovyet Rusya’ya ve müttefiklerine karşı savaş açmasını istiyordu. Hitler orduları Stalingrad’dan çekildikten sonra Milliyetçi nam altındaki zümre azgın bir halde Hitler lehine ve Sovyet Rusya aleyhine kışkırtma yapıyordu. Bu tehlikeli devirden vatanımızı güç hâl ile selâmete çıkardık. İkinci Dünya Savaşının sonunda Sovyet Rusya Doğu Avrupa memleketlerini işgal ettikten sonra bizimle eski münasebetleri yenilemek için arazi talebinde bulundu. Yalnız başımıza, kesin olarak bu talepleri reddettik ve vatanımızı savunmak için tekrar çadırlı ordugâha girdik. Türkiye bu devirden de kurtuldu. Bundan sonra Makarios ve geçen Yunan hükûmeti bizi Rusya ile tehdide başladılar. Bundan da kurtulduk. Ondan sonra 1965 seçimlerinde tekrar komünizm meselesi ile Cumhuriyet Halk Partisini karşı karşıya getirdiler. Şimdi tekrar edeyim. Biz, Millî Mücadelenin başından beri Sovyet Rusya ile eski düşmanlıkları kaldırdık. Komünizm rejimi bizim memleketimize asla uymaz. Asla kabul etmeyiz kanaatiyle Millî Mücadele devrinden beri dayatırız. Vahdettin’in Şeyhülislâmından 1965 seçim propagandasına kadar bizi komünistlikle itham ederler. Bu ithamcıların insafdan, vicdandan, vatanseverlikten zerre kadar nasibi var mıdır? Komünist rejim bizim memlekete uymaz. Biz, bağımsız bir vatan, hürriyet rejimi içinde kalkınma programı, Atatürk ilkeleri ve 27 Mayıs Anayasası üzerine kurulmuş bir devletiz. Bu devletin şeklini, prensiplerini canımızla, başımızla savunuruz. Türkiye’de vicdan hürriyeti vardır, komünist rejimi yasaktır. Bu şartlar içinde memleketi kalkındırmak isteriz. Şimdi Senato seçimlerinde tekrar din istismarı, komünistlik ithamı ele alınmıştır. Gene Milliyetçi adı altında, daha türlü kılıkta kıyafette Adalet Partisi nüfuzlularından teşvik, destek gören bir propaganda ile uğraşmaktayız. Bunların hiç birisi Cumhuriyet Halk Partisinin devletçiliğine, halkçılığına, devrimciliğine dokunamaz. Vatandaşlar arasında düşmanlık yaratmaya çalışan bütün sapıtmışların, komünist rejimi taraftarlarının, din istismarcısı mürtecilerin kesin olarak karşısındayız. Bütün geri fikirler, iftiracılar, saldırıcılar ve çıkarcılar Millî Mücadelenin başından Cumhuriyet ilânından beri bizimle uğraşmışlar ve bizim ideallerimiz karşısında âciz ve perişan olmuşlardır. Bundan sonra da böyle olacaklardır.>>
Yeni Tanin, 23 Mayıs 1966.
CKMP Lideri Alparslan Türkeş radyo konuşmasında özetle demiştir ki:
<<- Başta hükûmet olmak üzere, hepimiz milletçe yeni bir ahlâk devrimi yapmak zorundayız. Adaleti her için temeli kabul eden ciddî, vazife sever bir duruma süratle getirmek lâzımdır. Rüşvet ve iltimas kaldırılmadan, ahlâk meselesi düzeltilmeden halkın rahat nefes almasına imkân yoktur. Hükûmet ise böyle bir durumdan habersiz görünmekte ve bugüne dek ümit verici hiç bir harekete girişmemiş bulunmaktadır. Hükümeti Genel Seçimlerden beri geçen yedi aylık devrede seçim kanunundan başka bir şey alâkadar etmemiştir. Geçici bir anlık menfaatler, bencillik uğruna hakkı ayaklar altına almak, ne oldum delisi kişilere boş gurur ve yapmacıklara kapılmak insanlar için çok çirkin bir şekilde küçülmek olur.>>
Hürriyet, 24 Mayıs 1966.
DÜNDAR TAŞER DÜN 14’LERİN İHRACINI ANLATTI
Kısmî Senato seçimleri dolayısiyle Türkiye radyolarında partilere ayrılan zamanlar, bazı sözcüler tarafından, propaganda dışı maksatlarla kullanılmağa başlanmış, dün akşam CKMP adına konuşan emekli subaylardan Dündar Taşer, ihtilâl devrinde Millî Birlik Komitesi üyeleri arasında çıkan ihtilâfları anlatmıştır. Şimdiki tabiî senatörlere şiddetle çatan, tabiî senatörlüğün, idarenin Kurucu Meclise teslimi işinin bir komisyonu olduğunu söyleyen Taşer, “14’lerin, şartlar sağlanmadan bir seçim yapılmasına taraftar olmadıkları” yolundaki söylentileri de doğrulamıştır.
Dündar Taşer, 14’lerin 13 Kasım 1960 da memleketten uzaklaştırılmalarına CHP’nin sebep olduğunu söylemiştir.
Taşer’e göre CHP, o devirlerde MBK’ye durmadan telkinde bulunarak erken seçim yapılmasını istemiş, “İhtilâl kimseye karşı yapılmamış olmaz.” diyerek, eski iktidar mensuplarının cezalandırılmasında ısrar etmiş, “Seçim yapılmalı ve seçim neticesinde de bizi iktidara getirmelisiniz.” demişlerdir.
Taşer bu duruma, MBK’cıların vasat değişmeden seçim istemiyen 14 lerle, seçim isteyenler ve kim gelirse gelsin bundan daha iyi olur anlayışında bulunanlar olmak üzere üçe ayrıldıklarını söylemiş, CHP nin memleketi bir “Mağlûplar – galipler” diyarı haline getirdiğini, “İhbar cinneti” başladığını kaydetmiştir.
Dündar Taşer, daha sonra CHP ye çatmış, CHP nin iktidardan düşürüldüğü Şubat 1965 te “Hakka, akla ve ahlâka karşı” bir idarenin sona erdiğini, fakat AP iktidarının tecrübesizliği yüzünden hiçbir iş yapamadığını söylemiş, Demirel’e hitap ederek “Muhalefet beni çalıştırmıyor, diye tazallum etmek sizi kurtarmaz, bir ilkokul talebesini bile, bilmediği dersten bu bahane ile sınıf geçirmezler.” demiştir. Taşer, küçük partilerden bir kısmının AP iktidarına daha başlangıçta yardımcı olduklarını söylemiş, “Fakat ilk hücumu onlara karşı açtınız. Onları Parlâmentodan silmeye yöneldiniz. Müttefiklerini hasmı ile ittifak haline getiren ilk politika adamı olmak şerefi sizin eseriniz.” diye konuşmuştur.
Tercüman, 24 Mayıs 1966.
DÜNDAR TAŞER, “TABİÎ SENATÖRLÜK, İKTİDAR İÇİN CHP’NİN ÖDEDİĞİ ÜCRETTİR”
Siyasî partiler adına dün radyo konuşmalarının ilkini CKMP adına eski MBK üyesi 14’lerden Dündar Taşer yapmış ve 27 Mayıs İhtilâlinden sonra memleketin mukadderatına hâkim olan MBK’de cereyan eden hâdiseler hakkında önemli açıklamalarda bulunmuştur. Taşer MBK içinde 3 görüşün hâkim olduğunu, hükûmetin başında bulunan kimseler yüzünden Türkiye’deki çekişmelerin meydana geldiği görüşünde olanların bir, <<Gece kurnazlığı>> ile diğer komite üyelerini enterne edildiklerini söylemiştir. Taşer, böylece 13 Kasım 1960 tarihinden sonra ihtilâl idaresinin tarafgir bir davranışa girdiğini bildirmiş, bu konuda şunları söylemiştir:
<<O devrin tek ve kalabalık partisi mensupları da MBK üyelerine telkinde bulunuyor, ihtilâl kimseye karşı yapılmamış olmaz, bunlara fırsat verilirse size kin ve intikam hırsıyla saldırırlar, suçlular ağır şekilde cezalanmalı ve bir seçim yapılmalı, tabiî seçim neticesinde de bizi getirebilirsiniz, diyorlardı.
Eğer kendileri gelirse ihtilâl komitesi mensupları senatonun ebedî üyesi olacaklar, altın heykelleri dikilecek, millet bu kahramanları ebedî şan ve şerefle selâmlayacaktı.
İkinci gruptaki arkadaşların şahsî düşüncelerine de uygun gelen bu teklif ikisi arasında bir anlaşma ve birleşme yarattı. O güne kadar ihtilâlin düşmanı yok, dostu çoktu. O günden itibaren hem düşmanı, hem dostu vardı ve bütün memlekette bu hava hızla sindi. 13 Kasım darbesini müteakip bir kurucu meclis teşkil edildi ve bu meclisin beşte dördü CHP mensuplarından seçildi. Bu suretle iktidar bir partiden alındı ve hasmına devredildi. Tabiî Senatörlük bu devir ve teslim muamelesinin komisyonundan ibarettir. Bununla beraber bu olay, 27 Mayıs’tan Türkiye için refah, kudret, adalet ve hizmet bekleyen, milletin ve ordunun infialini mucip oldu.
6 Haziran 1961, 22 Şubat 1961, 21 Mayıs 1963 gibi olayların doğmasına yol açtı. 1964 Şubatına kadar bir tehdit vasatı yaratıp korku ittifakı ile iktidarı devam ettirenler, hattâ 13 Kasımcıların bile bıkkınlığını getirdiğinden, Parlâmentodaki bütün partilerin ve 27 Mayısçıların birleşmesi ile hükûmetten çekildiler, hakka karşı, akla karşı, halka karşı bir iktidar son bulmuş oldu.
Yeni İstanbul, 24 Mayıs 1966.
DÜNDAR TAŞER, CHP’Yİ ŞİDDETLE İTHAM ETTİ
CKMP adına dün radyoda konuşan 14’lerden Dündar Taşer, konu olarak 27 Mayıs ortamı ve MBK içindeki gruplar ve CHP’nin ihtilâl sonrası oynadığı oyunları seçmiş ve “iktidar, bir partiden alındı ve hasmına devredildi. Tabiî senatörlük bu devir ve teslim muamelesi komisyonundan ibarettir” demiştir. Taşer konuşmasında özetle şunları söylemiştir:
“Bu esnada o devrin tek ve kalabalık partisi mensupları da MBK üyelerine telkinde bulunuyor, ihtilâl kimseye karşı yapılmamış olmaz. Bunlara fırsat verilirse bize kin ve intikam hırsıyla saldırıyorlar. Suçlular ağır şekilde cezalandırılmalı ve bir seçim yapılmalı ve tabiî seçim neticesinde de bizi getirmelisiniz diyorlardı. Eğer kendileri gelirse ihtilâl komitesi mensupları Senatonun ebedî üyesi olacaklar, altın heykelleri dikilecek, millet bu kahramanları (!) ebedî şan ve şerefle selâmlayacaktı. Bu gün sabit olmuştur ki, CHP’nin muhalif olduğu her iktidar diktatörlüktür. CHP’nin muhalif olduğu her iktidar zâlimdir. Çünkü en iyi bildikleri siyaset budur. Bugün sabit olmuştur ki, CHP’nin muhalif olduğu her iktidar tarafgirdir. Zira en iyi bildikleri idare budur.>>
Yeni İstanbul, 25 Mayıs 1966.
CKMP Parti Kavgasından Vazgeçilmesini İstiyor
CKMP Genel İdare Kurulu üyesi Rahmi İnceler, dün yaptığı radyo konuşmasında 1960 öncesi ile 1950 sonrasının önemli olaylarını tahlil etmiş, “1919’dan beri devam eden Türk Kurtuluş Harekâtı birinci safhasında müstevli düşmanı bertaraf etmiş, ikinci safhasında devlet be hükûmet düzeni kurmuş, üçüncü safhasında halkın söz hürriyetini tahakkuk ettirmiş ve 1960 da da siyasî hürriyetleri teminatlı kılmıştır.” demiştir. İnceler, bugünkü durumda artık iktisadî kalkınma çağının gerektiği şekilde büyük hamleler yapmak zorunda olduğumuzu belirterek parti kavgalarından vazgeçilmesini istemiştir.
*
AP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Osman Turan İnönü’yü ve CHP’yi suçladı “CHP Türkiye’yi sola kaydırdı”
Tercüman, 26 Mayıs 1966.
R. Baykal: “İNÖNÜ, İKTİDAR HIRSI İLE İHTİLÂLCİLERİ ALDATTI”
Siyasî partiler arasındaki propaganda konuşmalarında, muhalefet yine aşırı akımlar, 27 Mayıs, din istismarı gibi konularda iktidarı suçlamaya devam etmişlerdir. Radyoda yapılan konuşmaların alt kademede yapılması ilgiyi azaltırken, bu kimseler daha sert konuşmalarla dikkati çekmeye çalışmışlardır.
Bu arada 14 lerden büyük bir kısmını bünyesinde barındıran CKMP, dün de 14 lerin tasfiyesi konusunda CHP’ye karşı <<Yaylım>> atışlarına devam etmişlerdir. Rifat Baykal, 14 lerin ayrılışından sonra Milliyetçiliğin söndüğünü ileri sürmüş, işbaşında kalan üyelerini iktidarlarına CHP’yi ortak etmekle suçlamışlardır.
CHP’Yİ ORTAK ETMİŞLER
Eski MBK’li ve yeni CKMP li Rifat Baykal, 14’ler ve 13 Kasım’dan sonra cereyan eden olaylar hakkında geniş açıklamalarda bulunmuş, 13 Kasım’dan sonra iş başında kalan MBK üyelerinin iktidarlarına CHP’lileri ortak ettiklerini ileri sürmüştür.
“Milliyetçiliğe düşman olan kuvvetler 14’lere karşı birleştiler ve 5,5 aylık iktidardan sonra idealist milliyetçileri iş başından uzaklaştırdılar. Zayıfın kuvvetliye, haksızın haklıya, memleket gerçeklerini anlamayanların CHP ile birleşerek müstakil kalmayı isteyen, doğru yolu gösteren biz 14’lere karşı hareketleri elbette müsbet bir netice veremezdi, nitekim vermedi…
O güne kadar ağırlığımızla tarafsız olan, parti farkı gözetmeksizin bütün vatandaşları bir tutan MBK, 14’lerin gönderilmesiyle bu vasfını kaybetti. CHP ile birleşti., iktidarına ortak etti. Bu yüzden 27 Mayıs’ın yönü değişti. Bugünkü sıkıntı ve sancıların sebebi budur.
Hiçbir ilgimizin bulunmadığı 6 Haziran, 22 Şubat ve 21 Mayıs silâhlı hareketleri ileriyi görmeyen, devlet idaresi vasfından uzak, zayıf, beceriksiz, haksız ve zalim olan hükûmetlere karşı yapılmıştır.
İhtilâlin ilk günlerinde, bir an evvel iktidara gelebilmek için MBK’nin şimdiki tabiî senatörler grubunun bazılarını kandıran sayın İnönü, acele seçimlere gitmekte sayısız faideler vardır, diyerek partisinin bütün imkân, organ ve teşkilâtını kullanmış, tarafsız kalmaya çalışan MBK’ni sıkıştırmış, yıpratmış ve bölmüştü.
Rejimin neden ve kimlerin ihtirasları yüzünden oturmadığını anlamalıdır. Bugün rejimden şikâyet eden CHP lideri ile bir kısım tabiî senatörler eserinden memnun olmayan müellifler durumundadır.>>
*
TÜRKEŞ’İN DEMECİ
CKMP Başkanı Türkeş, dün bir yazılı demeç vererek, vatandaşları partisine davet etmiştir. Demeç şöyledir:
<<Büyük Türk milleti, İkinci Kurtuluş Savaşını veriyoruz. Bunu başarmalıyız. Ve başaracağız. Kendi fırınında, kendi ununu pişirecek, askerin kendi silâhını taşıyacak, donanman kendi gemilerinden kurulacaktır. Bu arzu ve irâdeyi taşıyanları CKMP ye davet ediyoruz.>>
Yeni İstanbul, 26 Mayıs 1966.
R. Baykal: “CHP Milliyetçileri zindanlarda yatırmıştır”
CKMP adına radyoda konuşan Rifat Baykal özellikle Türk milliyetçiliği konularına temas etmiştir. Baykal’ın konuşması özetle şöyledir:
“CKMP milliyetçi bir partidir. Programımız da, tüzüğümüz de liderimizle birlikte kadromuz da Türk milliyetçisidir. Bizim milliyetçiliğimiz özelliklerini Türk tarihinden, halk sevgisinden, toplum geleneklerinden ve Atatürk ilkelerinden alan barışçı, hürriyetçi, demokratik ve her türlü emperyalizme karşı bir milliyetçiliktir. Türk milleti, hayat, kader, kültür ve ideal birliğinin yarattığı devamlı tarihî ve sosyal bir varlıktır. Türklüğün büyük ve şerefli mazisini ve aydın geleceğine inanıyoruz. Bizce Türk oluş, kendini Türk milletine mensup bilme şuuru, Türk kültürüne sevgi duygusu, Türk olarak yaşamak iradesi ve Türk devletine sadakattir. CKMP nin milliyetçilik anlayışını da şöyle özetleyebiliriz. Türk insanını ve vatanını sevmek, bugüne kadar olan iktidarların çare bulamadıkları yokluk, açlık, işsizlik ve cehaleti kaldırmak için çalışmaktır. Biz, Türkiye halkının refah ve mutluluğunu kişi, zümre, sınıf ve parti menfaatlerinin üstünde görürüz. CHP’nin oklarından bir tanesi milliyetçiliktir. Ne yazık ki büyük kurucu Atatürk’ten sonra bu ok kırılmış ve vatanını, milletini canından çok sevmekten başka suçu olmayan şerefli Türk milliyetçileri tevkif edilmiş, aylarca zindanlarda yatırılmıştı. Bu mütevazi milliyetçiler en ulvî ve idealist bir meslek olan öğretmenlikten uzaklaştırılmışlardı. Komünist eğilimli öğretim üyelerinin o günlerde vazifelerine devam ederek taze zihinleri bulandırdıklarını esefle ilâve etmek isterim. Halkımızın maddî manevî sıkıntı ve yokluklarını giderecek olan sosyal ve iktisadî reformlarına ise CHP iktidarında el atıldığı görülmemiştir.
27 Mayıs 1960 da MBK nin Atatürkçü reformist ve milliyetçi kanadı olarak inançlarımızın ışığında Türkiyenin sosyal ve iktisadî meselelerini milliyetçi bir açıdan
*
Türkeş: “Dünya yüzünde sözü geçen bir devlet olmalıyız” dedi
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün bir yazılı demeç vererek, vatandaşları partisine davet etmiştir. Türkeş’in “Büyük Türk Milleti” hitabıyla başlayan demeci şöyledir:
“Büyük Türk Milleti, İkinci Kurtuluş Savaşını veriyoruz, bunu başarmalıyız ve başaracağız. Kendi fırınında, kendi ununu pişirecek, askerin kendi silâhını taşıyacak donanman kendi gemilerinden kurulacaktır. Dünya üzerinde sözü geçen devlet olmalısın. Uyduluğu içine sindirmiş politika adamları bırak uyacak kutup arasınlar. Milleti geri bırakanlar, günahı sana yüklüyorlar. Sen, iktisadî kalkınmanın azmini, haysiyetli devlet olmanın şerefini, kudretli millet olmanın şânını taşıyorsun. Bu arzu ve irâdeyi taşıyan vatandaşları CKMP’ye davet ediyoruz.”
*
“Millet ve tarih CHP’nin günahını affetmeyecektir”
CKMP Genel İdare Kurulu üyesi ve Elâzığ Senatör Adayı Kemal Cabioğlu, dün yaptığı Basın toplantısında, CHP’ye şiddetle çatmış ve “millet ve tarih, CHP’nin günahlarını affetmeyecektir.” demiştir.
Yüzde yedi kalkınma hızıyla bugünkü gelişmiş devletler seviyesine 73 sene sonra erişebileceğimizi, fakat o memleketlerin o zaman çok daha ileri olacaklarını belirten Cabioğlu, ahlâka dayanan bir iktisadî seferberlik ilân edilmesini, milletin bütün fertlerine Büyük Türkiye şuurunun aşılanmasını, bürokrasi çemberinin kırılması, devlet idaresinden parazitlerin temizlenmesini, maarif teşkilâtının A’dan Z’ye ıslahını istemiş, CHP’ye temasla şunları söylemiştir:
- “Bugüne kadar gelip geçen iktidarlar, temel meseleleri bir kenara iterek politik ihtiraslariyle nilleti kaderiyle başbaşa bırakmışlardır. 1938 denberi 28 sene içinde 17 yıl iktidarda kalan CHP, sanki bu günkü sefalet tablosunda hissesi yokmuş gibi davranmakta, yıkıcı küçük ayak oyunlarına tevessül etmektedir. CHP’yi bu yolda yürüten yarım asırlık idarecileri, sakim politikalarında ısrar ettikleri takdirde felâket taşının altında ezileceklerdir. Öte yandan fakir aile çocukları bugün iktidardadır. Fakat nerden geldiklerini, neler vaad ettiklerini unuttukları gibi nereye gittiklerinin de farkında değildirler. Millete hizmet şartlarını kendi elleriyle kaybetmekte olan bu gafillerin CHP taktik çemberi içinde erimeleri bize ıstırap vermektedir.”
Yeni Tanin, 27 Mayıs 1966.
Kaplan’ın Konuşması
Bir süreden beri Adana ve çevresinde seçim konuşmaları yapan CKMP Genel Sekreteri Mustafa Kaplan, dün de Yavuzlar mahallesinde bir toplantıda özetle şunları söylemiştir.
- Zaptiye devleti değil, gülen ve halkın yüzünü güldüren bir hizmet ve refah devleti istiyoruz. Tarım toprak ve sanayi reformu temel çalışmalarımızdandır. Türk toplumunun mânevî ve ahlâkî değerlerini koruyacak, geliştirecek ve yükselteceğiz.
Son Baskı, 27 Mayıs 1966.
27 Mayıs günü de Radyo’da suçlamalar devam etti
TÜRKEŞ’İN KONUŞMASI
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş bugünkü radyo konuşmasında, bazı Millî Birlik Komitesi üyelerini CHP ile işbirliği yapmakla suçlamış ve bunlar DP iktidarını süratle yıkarak, idareyi CHP’ne vermek ve İnönü’yü de Cumhurbaşkanlığına getirmek istiyorlardı>> demiştir.
CKMP Genel Başkanı Türkeş konuşmasında, Komite içersinde bu görüşü benimsemediklerini, İnönü’nün şahsiyetinin yıprandığını ileri sürdüklerini bildirmiş ve özetle şunları söylemiştir:
<<Her taraftan, çeşitli vatandaş grupları bizi tebrik ediyorlar ve (bizi siz idare edin, sakın İnönü’nün eline bırakmayın) diyorlardı. Bize karşı cephe alan CHP ile sıkı bir işbirliği yapan bir kısım arkadaşlarımız ise (bir an evvel seçim yapalım , iktidarı İsmet Paşa’ya bırakalım ve biz de Tabiî Senatör olalım) diyorlar ve bizi şiddetli tazyik altında bulunduruyorlardı.>>
Türkeş konuşmasının son kısmında Hindistan’dan döndüğünde yayınladığı bildiriyi okunuştur.
Tercüman, Ahmet Kabaklı, Gün Işığında, 27 Mayıs 1966.
TABİÎ SENATÖRLER
Seçim kampanyası ve hele radyo konuşmaları, özlenen seviyenin çok altındaki açmazlara vurmuştur: Yüksek Seçim Kurulu’nun bunları, bir kez de çocuklarımızın terbiyesi açısından incelemesini dilerdim. Deve güreşlerinin köpürmüşlüğü içinde hiçbir umut ışığı göstermeksizin birbirlerini boğmaya çalışan politikacılar, demokrasinin ancak Türk Milletinin efendiliği sayesinde ayakta durduğunu isbata mı çalışıyorlar?
* * *
Bu küfür hercümercinde kulaklara önemli bir ses geliyor ki, o da <<Tabiî Senatör>> lerimizle ilgili, Millî Birlikçi eski arkadaşlarının tok ve dolgun ithamlarıdır. 27 Mayıs’ın altıncı yıldönümünde olduğumuz şu günde, bu suçlamalar büsbütün ma’na kazanıyor.
<<Hiçbir şahsa, hiçbir zümreye karşı yapılmadığı>> için milletçe kabul edilmiş olan <<İhtilâl>>in, meşruluk temellerine, daha sonra pek kirli sular akıtıldığı söyleniyor. 27 Mayıs’ın bizzat onu yaptığı bilinen bazı kimselerin bir parti ile yaptığı pazarlıklar sonunda ayak altına alındığı iddia ediliyor.
Bu iddianın sahibi bir <<Yassıada hükümlüsü>> olsaydı, elbet onu konuşturmazlardı ve elbet sözlerinden şüphe edebilirdik. Ama bu ses, ihtilâl devinin tantanalı bir ziyafetle yemek istediği <<On dört>> evlâdından geliyor. Bunlardan sayın Dündar Taşer, radyo konuşmasında:
İhtilâlden sonra MBK içinde üç görüş bulunduğunu, bir zümre tarafında <<gece kurnazlığı>> ile 14 lerin ayıklandığını ve 13 Kasım 1960 tan sonra ihtilâl idaresinin tarafgirliğe başladığını anlattıktan sonra diyor ki:
<<O devrin tek ve kalabalık partisi mensupları da MBK üyelerine telkinde bulunuyor…İhtilâl kimseye karşı yapılmamış olamaz. Bunlara fırsat verilirse size kin ve intikam hırsiyle saldırırlar, Suçlular ağır şekilde cezalanmalı. Seçim yaparak bizi işbaşına getirmelisiniz! diyorlardı.
Eğer kendileri gelirlerse İhtilâl Komitesi mensupları senatonun ebedî üyeleri olacaklar, altın heykelleri dikilecek, millet bu kahramanları, ebedî şan ve şerefle selâmlayacaktı.
O güne kadar ihtilâlin düşmanı yok, dostu çoktu. O günden itibaren hem düşmanı hem de dostu vardı ve bütün memlekete bu hava sindi.
13 Kasım darbesini müteakip bir Kurucu Meclis teşkil edildi. Bu meclisin beşte dördü CHP mensuplarından seçildi. Bu suretle iktidar bir partiden alınarak hasmına devredildi. TABİÎ SENATÖRLÜK, BU DEVİR VE TESLİM MUAMELESİNİN KOMİSYONUDUR.
Bu olay, 27 Mayıs’tan Türkiye için refah, kudret, adalet ve hizmet bekleyen milletin, ordunun infialini mucip oldu.>>
Tabiî Senatörlere iktidar komisyoncusu demeye dilimiz varmaz. Fakat eski arkadaşları pek zalimane söylüyor. Söylüyor ve işin tuhafı şudur ki pek öfkeli bildiğimiz, elini arka cebine atıcı veya localardan ona buna küfür edici Atak’lılarla Ulay’lar Taşer’e, Baykal’a cevap veremiyorlar. Alım – satımın <<Âkit>> lerinden bir olduğu söylenen partiden de ses seda gelmiyor. Sayın Özdilek, Sayın Demirel’e yazdığı o tehditkâr mektupları arkadaşlarına yazamıyor. Solcu veya benzerî gazeteler, Taşer’in konuşmasını sütunlarına almaktan korkuyorlar.
Hiç şüphe yok, 27 Mayıs’ın şu altıncı yıldönümünde artık malûmları ortaya dökmek, Tabiî Senatörlük müessesesinin meşru olup olmadığı üzerinde düşünmek, 27 Mayıs’ın yıkıcılarını teşhir etmek gerekiyor. Millî Bayram gibi kutladığımız bu günü, onun bunun küçük hesaplarından, şu veya bu kişinin parazitliğinden kurtarmak gerekiyor.
Evet MBK üyeleri eğer mükâfatlandırılmak gerekiyorsa, hayatta olanlardan hiçbirini ayırdetmeksizin <<Hidematı vataniye>> tertibinden yararlandırabiliriz. Ama ancak seçimle gelinmesi gereken bir Meclis’i, kaydı hayat şartiyle imtiyazlı kişilerin arpalığı halinde tutmak 27 Mayıs’ın felsefesine hakarettir.
Medeniyet, E. Gökhan [Gökhan Evliyaoğlu], Başyazı, 28 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ KOMEDİSİ
Adalet Partisinin iktidara geldiği günden beri Büyük Millet Meclisini çalışamaz hale getiren inat ve ısrarların konusu olan mevcut seçim kanununun <<Millî Bakiye>> hesabı tartışıladursun, aynı seçim kanununun son derece garip bir yönü sayesinde bir komedi sürüp gitmektedir.
Türkeş komedisi…
Millî Bakiye sistemi yüzünden parlâmentoya on bir milletvekili getirebilen CKMP, sonradan gerçeği görüp istifa edenlerle Mecliste grup kurabilme şartlarını ve imkânlarını kaybetmiş bulunuyor.
Akıl almaz hatalar sebebiyle hem parlâmento grubu dağılan hem de teşkilâtı çöken ve dağılan CKMP (artık buna Türkeş partisi demeli) şimdi sadece sembolik bir teşekküldür.
Öyle olduğu halde, grubu dağıldığı için Büyük Mecliste grup adına konuşma yetkisi ve yeteneği kalmamış bulunan bu partinin şimdi, kısmî Senato seçimleri münasebetiyle radyoda yapılmakta olan seçim konuşmaları saatinden faydalanabilmesi ve grubu ve teşkilâtı olan partilerle eşit imkânlara sahip olması bir hukuk ve siyaset garabetidir.
NE YAPTIKLARINI ŞAŞIRDILAR
Parti teşkilâtını ve grubunu kaybetmiş bulunan Türkeş ve iki üç arkadaşı bu durum karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlardır.
Türkeş, ara sıra <<Liderler toplantısı>> talebetmek ve bu suretle ancak; ismini liderler arasında duyurmak istiyor. Sahici bir lidermiş gibi büyük büyük lâf etmek istiyor.
Fakat işin asıl komik tarafı, radyo konuşmaları sırasında önce iki arkadaşını ileri sürerek onlara söylettiği, havayı yokladıktan sonra da kendisinin tekrara cüret edebildiği bir <<tema>> yı ısrarla işleme gayretidir.
NİTELİĞİ BELLİ OLAN BİR KOMPLEKS
Niteliği belli bir kompleksle, parlâmentonun tabiî senatörlerini kıskanan ve kendileri sadece bir defa olarak Millî Bakiye sistemi ve o zaman henüz yıkılmamış bulunan CKMP teşkilâtı sayesinde Milletvekili olabildikleri ve bu şans bir daha ellerine geçemiyeceği için sağa sola saldıran Türkeş ve arkadaşları, şimdi Sayın İnönü’ye çatmak Tabiî Senatörlere hücum etmek suretiyle AP ye kur yapmakta ve bu flört neticesinde AP yi bir izdivaca sürükleyip onun yönetimini ele geçirmek gibi bir ham hayal peşindedirler.
KAYDI HAYAT ŞARTIYLA DİKTATÖRLÜĞE NE DEMELİ
Şimdi kalkıp, 27 Mayıs Millî Birlik Komitesi üyelerini, Tabiî Senatörleri bu sıfatları bakımından tenkid ve itham edenler, açığa çıkan iddialara göre, eğer muvaffak olsalardı, tasfiye edilmeselerdi kayd-ı hayat şartıyla kendi diktalarını ilân etmek hazırlığı içinde bulunan bu romantik kişilerdir.
Fırsatı, bir daha ellerine geçmemek üzere kaybetmiş bulunan bu, 27 Mayıs kadrosundan da, politik hayattan da tasfiye edilmiş romantik kişiler başarılarını bir türlü hazmedemedikleri Tabiî Senatörlerle, ondörtlerden olup da aklı başında politika yaptıkları için girdikleri partilerde daima muvaffak olacak olan diğer uyanık arkadaşlarını lekelemeye çalışmaktan usanmıyacaklardır.
Güya böyle yaparak Adalet Partisinde kendileri için aralanan kapıdan içeri sızacak ve CKMP yi ele geçirdikleri gibi AP ye de el koyacaklardır.
Hem AP yi ve AP lileri hem de CKMP içindeki Türkeşçileri yakından tanıyan, bu satırların yazarı bu ham hayal karşısında sadece gülümsemekte hem de bu çocuklara acımaktadır.
Sayın Senatörler! Üstünde daha fazla durmağa değmez bir konudur bu. Bırakınız daha nerelere kadar saplanacaklarını acı tebessümle izleyelim.
Haber, Başyazı, 29 Mayıs 1966.
D. TAŞER’İN İFŞAATI VE CHP
CKMP Genel İdare Kurulu üyelerinden eski MBK’ci Dündar Taşer ile Rifat Baykal, radyoda yaptıkları seçim konuşmalarında Cumhuriyet Halk Partisi’nin pek hassas bulunduğu bazı me’eleler hakkında önemli ifşaatta bulunmuşlardır.
Bu ifşaat, sadece günlük politikamız bakımından değil, ihtilâl tarihinin aydınlanması bakımından da büyük bir önem taşıdığı için üzerinde durmakta fayda görürüz.
Dündar Taşer, CHP’nin ihtilâl idaresi yanında oynadığı rolü şu sözlerle ifade etmiştir: <Bu esnada o devrin tek ve kalabalık partisi mensupları da MBK üyelerine telkinde bulunuyor ve ihtilâl, kimseye karşı yapılmamış olamaz, bunlara fırsat verilirse size kin ve intikam hırsı ile saldırırlar, suçlular ağır şekilde cezalanmalı ve bir seçim yapılmalı, tabiî seçim neticesinde de bizi getirmelisiniz, diyorlardı.>>
İhtilâlle birlikte CHP’nin, siyasî rakiplerini ezip bertaraf etmek ve kısa yoldan iktidarı eline geçirmek için çevirdiği dolapları bu memlekette politika ile uğraşıp da bilmeyen var mıdır* Böyle olduğu halde neden Dündar Taşer’in sözleri bu alanda yetkili bir insanın ağzından çıktığı için ayrı bir önem ve özellik taşıyor.
İhtilâlle birlikte bu memlekete kin ve intikamı getirmeye çalışanların kimler olduğu artık bütün yönleri ile ortaya çıkmış bulunuyor. Demokrat Partilileri ağır cezalara çarptırıp, on yıldan beri hasretini çektikleri iktidarı ele geçirmek için türlü çabalar harcayanların kimler olduğunu artık iyice tanımış bulunuyoruz.
Gerçek şudur ki, 1950’den sonraki siyasî tarihimizin her olayında CHP’nin rolünü birinci derecede aramak mecburiyeti vardır. Bu rol, gereği gibi belirtilmeden son yılların siyasî olaylarını gerçek sebepleri içerisinde izah etmek imkânsızdır.
27 Mayıs’ın objektif bir tarihi henüz yazılmamıştır. Bugüne kadar yazılanlar gerçeği ortaya koymak düşüncesinden ziyade, türlü hissî sebeplerin ve politik hesapların etkileri altında kaleme alınmıştır. Hakikati ortaya koymak istiyenler ise, yürürlükte bulunan Tedbirler Kanunu sebebiyle gerçeğin tamamına dokunamıyorlar.
Ama tarih, er veya geç, her şeyi gün ışığına çıkaracaktır. Nitekim, Dündar Taşer ve Rifat Baykal, Cumhuriyet Halk Partisi’nin çevirdiği oyunların bir kısmını ortaya koymuşlardır. Yarın daha çok şey söylenecek ve tarihin dosyası tamamlanacaktır.
İhtilâlin üzerindeki esrar perdesi aralandıkça, Halk Partisi’nin 27 Mayıs’tan sonra oynadığı rolün mahiyeti daha iyi öğrenilecek, bu partinin sınırsız ihtirasının bu memlekette neler getirdiği daha iyi anlaşılacaktır.
Bu ifşaat münasebetiyle bir, iki noktaya işaret etmek istiyorum.
CHP, eski MBK’cıların ifşaatı karşısında ağzını açıp tek kelime söylememiştir. İhtilâlle birlikte Türkiye’de kardeşliğin kurulmasına çalışmış olduğunu iddia eden bir partiye bu sükûnet yakışır mı? Ne CHP’li basın, ne parti propagandacıları bu bahse dokunmuşlardır. Zira bu alanda açılacak bir tartışmada CHP’nin daima mağlûp ve perişan çıkacağını biliyorlar.
İşaret etmek istediğimiz ikinci nokta şudur:
Eski MBK üyeleri, CHP’nin hep 27 Mayıs’tan sonraki davranışlarını anlatıyorlar: 27 Mayıs’tan önceki devre hakkında da bizlere söyleyecekleri bir söz, tarihe tevdi edecekleri bir vesika yok mudur? Politikada herkes kendine yaradığı ölçüde söz söylese bile, tarihin bu endişelerden hiç birine kapılmayacağını bilmeliyiz.
Yeni İstanbul, Hürriyet, 28 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ’İN BÜYÜK İFŞAATI: BİZİ İNÖNÜ PARÇALADI
6 yıl önce Radyo’da ihtilâli bildiren TÜRKEŞ 27 MAYIS’I ANLATTI
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün radyodaki konuşmasında İnönü’yü ve CHP’yi şiddetle suçlamış ve <<27 Mayısta İnönü, iktidara gelmek için, gerdeğe girecek bir delikanlı gibi hırslı ve ihtiraslı idi. Komitedeki adamları vasıtasıyla bizi parçaladı” demiştir.
İstanbul Son Saat, 28 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ 27 MAYIS VE 14 LERİN PERDE GERİSİNİ ANLATTI
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, akşamki radyo konuşmasında şunları söylemiştir:
“Bu akşam 27 Mayıs’ın 6 ncı yıldönümüdür. 6 yıl önce Silâhlı Kuvvetlerimiz millet adına ve milletle beraber idareye el koymak lüzumunu duymuştu.
27 Mayıs gününden önceki olaylar ve hazırlıklar sırasında birbirinden farklı başlıca iki görüş karşı karşıya gelmişti. Bunlardan birisi, yapılacak hareketin partiler üstü bir hüviyet taşımasını ve millete bir bütün gözüyle bakarak hürmetle, adaletle ve eşitlikle hizmet edilmesini ön görüyordu. Bizler, yani sonradan, 14’ler diye adlandırılan kimseler bu birinci grubda bulunuyorduk. Diğer taraf ise, İsmet İnönü’nün genel başkan bulunduğu CHP’nin memleketi idareye ehliyeti bulunan yegâne parti olduğunu ve Demokrat Parti iktidarını süratle yıkarak idareyi Cumhuriyet Halk Partisine vermeyi ve İnönü’yü de Cumhurbaşkanlığına getirmeyi istiyorlardı. Biz bunlara karşı, milletin yarısından azını teşkil eden CHP ile birleşerek milletin geri kalan diğer kısmına karşı cephe almanın memleketi yıkmak demek olacağını, İsmet İnönü’nün ise şahsiyetinin yıpranmış bulunduğunu, bu sebeple millî birliği temsil edemiyeceğini söylüyorduk. İnönü ve CHP’yi iktidara getirmenin orduyu partizan bir tutuma düşürmek olacağını, daha kötüsü bu durumun CHP’yi de seçim yoluyla iktidarı alamayınca orduyu kışkırtarak zorbalığa başvurmuş bir parti haline düşüreceğini ve neticede bunun parti için, büyük bir leke teşkil edeceğini ileri sürüyorduk. Bunun için partilerüstü bir kimseyi Cumhurbaşkanlığına getirmeyi ve partilerüstü millî bir idare kurmayı ve oy kaygusu olmadan halkı süratle kalkındıracak hamleleri yapmayı düşünüyorduk.
Kongrelerini yapmadığı gerekçesiyle DP li bir avukat tarafından mahkemeye verilen DP müstakil bir mahkeme tarafından kapatılmıştı. Milletimizin yarısını teşkil eden ve oy vermekten başka suçu olmayan bu çoğunluk bizim milletimizdi. Partili hayata başlayınca elbette onları organize eden kişiler bulunacaktı. Ehliyetsiz kimseler tarafından kurulacak bir parti memleketi buhranlara sürükleyebilirdi. Bunun için vatansever, Atatürkçü, milliyetçi ve reformist olan MBK, Millî Birlik Partisini kurarak bu kabil tehlikeleri önlemeli idi. Sayın Gürsel bu fikri benimsemiş ve CHP sempatizanı birkaç komite üyesinin itirazına rağmen bu teklif komitede kabul edilmişti. Maalesef yurt dışına gönderilmemiz bunu tatbike mani oldu. Zayıf ve beceriksiz AP liler kadrosu memleketi bu buhranlı günlere kadar getirmekle ne kadar haklı olduğumuzu ortaya koydu.
27 Mayıs hareketi 14’lerin görüşüne uygun bir şekilde başladı. Partili bir başkan değil, tarafsız bir başkan başa getirildi. Ne sivil halktan ne de devlet kuvvetlerinden bir itiraz ve karşı koyma olmadı. Türk milleti 27 Mayıs’ı büyük bir sevinç ve coşkunlukla karşıladı. Her taraftan çeşitli vatandaş grupları mektupla, telgrafla veya şahsen gelerek tebriklerini bildiriyorlar ve “bizi siz idare ediniz, sakın İnönü’nün eline bırakmayınız” diyorlardı.
Bu arada MBK çalışmaya başladı. İlk iş olarak bir anayasa hazırlandı. Bu anayasanın bir maddesi partilere mensup kimselerin kurulacak hükûmetlere alınmayacağı idi.
Memlekette yaraları sarmak ve huzur getirmek için partizan olmayan bir idare kurmaya çalışıyor ve milleti kalkındırmak için büyük hamlelere girişmek istiyorduk. Bu maksatla da birçok işlere teşebbüs etmiştik. Fakat, evvelden beri diğer görüşün sahibi bulunan komite üyeleri bize şiddetle karşı koyuyorlar ve bu işlerin icraatına niçin girişiyoruz. Bunlar uzun vâdeli işlerdir. Biz hain bir iktidarı yıktık, vazifemiz bitti. Şimdi hemen seçim yapalım. Böylece iktidara gelecek olan parti bu işleri düşünsün, diyorlardı. CHP de bu grubu devamlı olarak kışkırtıyor ve tam bir işbirliği halinde bulunuyorlardı. Sayın Gürsel o günlerde İnönü ile görüşmüştü. İntibalarını komitede şöyle anlatıyordu. “Sayın İnönü, gerdeğe girecek bir delikanlı gibi iktidar için arzulu ve ihtiraslı” nitekim Dünya gazetesinde merhum Avni Doğan yayınlanan hâtıralarında İnönü’nün M. Birlik Komitesini parçalamak ve iş göremez hale sokarak iktidarı almak için nasıl çabalar gösterdiğini açıklamaktadır.
Bize karşı cephe alan CHP ile sıkı bir işbirliği yapan bir kısım arkadaşlarımız “Bir an evvel seçim yaptıralım. İktidarı hemen İsmet Paşa’ya bırakalım. Biz de tabiî senatör olalım” diyorlar, bizi şiddetle tazyik ediyorlardı. Halbuki daha yeni anayasa hazırlanmıştı. Halkın arasındaki ikilik ve düşmanlık olduğu gibi duruyor, memleketin kalkınması için gerekli hamleler yapılmamış, hattâ plânlama teşkilâtı kurulmamış bulunuyordu. Onların komite içindeki bu baskılarına paralel olarak CHP de bütün propaganda imkânlarını seferber ederek bizi kötülemeye girişmişti. Bizim kuyruklar ve düşükler diye adlandırılan kimseleri himaye ettiğimizi ve onlarla işbirliği yaptığımızı, diktatörlük kurmak istediğimizi, seçim yapılmasına karşı olduğumuzu, her tarafta yayıyorlardı. Komünistler de bizim milliyetçi ve anti komünist olduğumuzu anlamış bulundukları ve bizi kandırarak kullanabilme ümitleri kalmadığı için CHP ile tam işbirliği halinde aleyhimizde çalışıyorlardı. Hakkımızda faşist olduğumuz, Nazi ve Hitlerci olduğumuz, ırkçı bulunduğumuz yolunda ve daha akla gelmedik başka bir çok iftira ve yalanları da sıralıyarak halkı aleyhimize çevirmeye çalışıyorlardı. CHP ileri gelenlerinin aleyhimizde olmalarının sebebi kendilerine iktidarı ecele devretme niyetinde olmadığımızı anlamış bulunmalarıydı.
Biz acele seçimlere gitmenin memleketi tekrar huzursuzluğa sürükliyeceği inancındaydık. Bir süre devleti partilerüstü olarak yönetmenin, bu suretle millî birliği zedelemiş olan düşmanlığı kaldırmak için halkı barıştırmanın gerekli olduğuna inanıyorduk. Aynı zamanda da partilerin oy kaygusu ile yapamadıkları ve yapamıyacakları radikal hamleleri yapmak isteğindeydik.>>
CKMP Genel Başkanı daha sonra, Hindistan’dan döndükten sonra Türk Milletine hitaben yayınladığı bildiriyi nakletmiş, yarınki konuşmasında da aynı konuya temas edeceğini bildirmiştir.
Yeni İstanbul, 29 Mayıs 1966.
CKMP LİDERİ: “İNÖNÜ 27 MAYIS’I ARKADAN HANÇERLEMİŞTİR” DEDİ
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün radyoda yaptığı konuşmada 13 Kasım olaylarına temas etmiş, sebeplerini ve oluş şekillerini açıklamıştır.
Türkeş, konuşmasında daha sonra özetle şunları söylemiştir:
“13 Kasım hareketi 27 Mayıs’ın arkadan hançerlenmesidir. Aynı zamanda bir Anayasa ihlâlidir. Bütün MBK üyelerinin, kabul ve imza ederek ilân ettikleri 27 Mayıs Anayasasının çiğnenmesidir. Bir taraftan Yassıada’da eski iktidar mensupları Anayasa’yı ihlâlden muhakeme edilirken, bir taraftan da 13 Kasımcılar kendi yaptıklarını Anayasayı ayaklar altına alarak 27 Mayıs’ı katletmişlerdir. 13 Kasım’ın yapılmasında komünistlerin büyük rolü olmuştur. 13 Kasım’dan sonra memleket tam bir partizan idarenin tesirinde kalmıştır. Toplanan Kurucu Meclis üyelerinin beşte dördünü CHP’liler teşkil etmiştir.
CHP’ne mensup olmayan vatandaşlara karşı gittikçe artan bir baskı ve korku almış yürümüştür. Bizim arkamızdan da bizi kötülemek için binbir yalan ve iftiraya baş vurulmuştur. Bir takım fırsatçılar ve politika bezirgânları arkadaşlarımızı istismar ettiler. 27 Mayıs hedefine ulaşamadı. Hedefinden saptırıldı. Bunun baş sorumlusu İnönü ile Tabiî Senatörlerin bir kısmıdır. Şimdi 27 Mayıs’ı katletmiş olan bu insanların 27 Mayısçı rolüne çıkmaları ve 27 Mayıs’ı savunur görünmeleri çok hazindir. Bunların yaptıkları 27 Mayıs’ı savunmak değil, kendi çıkarları için 27 Mayıs’ı istismar etmektir. AP’nin yerine memlekete hizmet edecek başka bir kadro ararken CHP’nin gözden uzak tutulması gerektiği iyi bilinmelidir.
Birleşiniz, af ediniz, hoş görünüz, sevininiz, bir olunuz.
Zafer ülkü kaynağının çeşmesidir.
Zafer, birçok gönüllerin birleşmesidir.
Gönülleri birleşenler, selâm sizlere,
Uzaklarda cenkleşenler [dertleşenler], selâm sizlere..”
Hürriyet, 29 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ, İNÖNÜ MBK’YA RÜŞVET TEKLİF ETTİ, DEDİ
27 Mayıs ihtilâlinin kudretli albayı CKMP Genel Başkanı olarak Türkiye radyolarında yaptığı konuşmalarda, ihtilâl yönetimine ait açıklamalarına devam etmektedir.
Türkeş, dün de, 14’lerin yurt dışına çıkarılışı olaylarına dokunmuş ve 13 Kasımdan evvel, Millî Birlik Komitesinin dört yıl iktidarda kalmaya ve bu süre içinde bir parti haline gelmeye karar verdiğini açıklamıştır.
Türkeş’e göre, Komite, Eylül 1960 ayından itibaren birbirine düşman iki gruba ayrılmıştır. İnönü, bu sırada kendisiyle temas halinde bulunan Komite üyelerine, Tabiî Senatörlük teklifi yapmış, bu teklif, hararetli tartışmalar sonunda 11’e karşı 26 oyla reddedilmiştir.
Türkeş, “Bu bir siyasî rüşvettir. İsmet Paşa’nın iktidarı elimizden almak için uzattığı bir kemiktir ve modern hiçbir memlekette böyle bir müessese yoktur. Bu bizim yeminimize de aykırıdır.” demiştir.
İhtilâlin “Başbakanlık Müsteşarı” bütün bu gelişmelerin 13 Kasıma yol açtığını söylemiş, şöyle demiştir:
“13 Kasım hareketi 27 Mayıs’ı arkadan hançerlemiştir. Aynı zamanda bir anayasa ihlâlidir. Bütün Millî Birlik üyelerinin kabul ve imza ederek ilân ettikleri 27 Mayıs Anayasasının çiğnenmesidir. 13 Kasımın yapılmasında, CHP nin ve komünistlerin büyük rolü olmuştur.”
Ulus, 29 Mayıs 1966.
Spiker ihtilâlci
29 Mayıs ihtilâliyle tek ilgisi, ihtilâl sabahı radyoda, ihtilâl bildirisini okumaktan ileri gitmeyen ve ihtilâl olur olmaz sabırsız bir açıkgözlülükle ve kendiliğinden Başbakanlık Müsteşarlığı koltuğuna yerleşiveren Alparslan Türkeş, kinini kusmakta devam etmektedir. Kimi şundan ötürü: Adam kendi sesiyle okunan bildiride ihtilâl yapıldıktan üç ay sonra seçimlere gidileceğini vadetmesine rağmen, bu sözünü unutmuş ve seçimden vazgeçerek, Türkiye’yi kendi dahil bulunduğu askerî ekiple uzun süre yönetmek istemiş. İsmet Paşa da buna karşı çıkmış: <<Hayır, demiş, seçime gitmekte sayısız faydalar vardır>> Ve sonuçta İsmet Paşa’nın görüşü haklı çıkmış, memleketi seçimle gelecek bir iktidara devretmek eğiliminde olanlarla Türkeş arasındaki çatışmalar sonunda seçimciler, yani demokrasiye inananlar, galip gelmiş ve memleket onların görüşlerine uygun olarak ihtilâl idaresinden demokratik rejime geçmiş, Türkeş bunu bir türlü hazmedemiyor.
Son radyo konuşmasında <biz acele seçimlere gitmenin memleketi tekrar huzursuzluğa sürükleyeceği inancındaydık.>> demek suretiyle de kendi okuduğu bildirideki vaadi unutarak, hiçe sayarak, seçimsiz memleketi yönetmek arzusunu açıkça ikrar ediyor. İsmet Paşa’nın buna fırsat vermeyen davranışını ve komite içinde kendi gibi değil de, İsmet Paşa gibi düşünenlere hücum ediyor. Ve İsmet Paşa’nın iktidar ihtirası içinde sabırsızlandığını söylüyor.
İsmet Paşa, bir siyasî Partinin Genel Başkanıdır. Siyasî partiler, ilkelerini iktidara geçerek gerçekleştirmek amaciyle belli görüş etrafında birleşmiş insanlar topluluğudur. Siyasî parti ne Kızılay derneğidir, ne de Çocuk Esirgeme Kurumu. Elbette siyasî partinin hedefi iktidarı almaktır. Ama Türkeş hazretlerinin isteği gibi gayri meşru şekilde değil, seçimle. İsmet Paşa da bir siyasî partinin Genel Başkanı sıfatiyle ve demokrasinin kurucusu olarak, ihtilâlcilere, <<demokratik rejimi sürdürünüz, seçim yapınız>> demişse bunda kınanacak ne var? Demokrasiye geçişi telkin eden mi haklı, yoksa seçimsiz olarak süresiz ikbal sürmek heveslileri mi?
Türkeş’in 27 Mayısı anlayış tarzı da aynı mantıksızlıkla malûl, üstelikte Anayasaya tamamen aykırı: Yine son radyo konuşmasında 27 Mayısı şöyle niteliyor: <<27 Mayıs, hiç bir parti ve zümreye karşı ve herhangi bir şahıs, zümre ve parti lehine bir hareket olarak yapılmamıştır.>> Bu Türkeş’in incisi. Lütfen bir de Anayasayı açınız ve başlangıcını okuyunuz: <<Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlariyle meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı…>>
Şimdi kime inanacağız? Kurucu Meclise mi? Kurucu Meclisin yaptığı Anayasayı referandumla tasvip eden millet çoğunluğuna mı? Yazılı anayasaya mı, yoksa Türkeş cenablarına mı? Türkeş, <<27 Mayıs hiç bir parti ve zümreye karşı değil>> derken, Anayasa <<meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı>> diyor. Elbetteki Anayasaya inanacağız ve eski Demokrat Partililere <<biz ihtilâli sizler için yapmadık>> diye hoş görünmek cilveleri yapan albaya inanamayacağız?
Yalnız, ihtilâlci eski bir albayın ihtilâlin ne demek olduğunu bilmemesi garibimize gitti. İhtilâl, beğenilmeyen bir sosyal – ekonomik düzeni zorla değiştirerek, o düzeni yürütenleri iş başından uzaklaştırmak demektir. Bu anlamile her ihtilâl bir şeye karşıdır. Zulme karşıdır, kötü gidişe karşıdır, haksız idareye karşıdır ve böyle yönetimleri sürdürenlere karşıdır. Onun için 27 Mayıs ihtilâli de, Anayasanın çok açık ifadesiyle, Anayasayı çiğneyen, vatandaşı birbirine düşüren, devlet hazinesini yağma eden, kişi hürriyetlerini tamamen ortadan kaldıran, böylece Anayasa ve hukuk dışı davranışlarda buluna Demokrat Partiye karşı idi.
Üstelikte Türkeş milletvekilidir ve bu Anayasayı uygulamak, uygulanmasını denetlemekle görevlidir. Daha başlangıcından bile haberi yok, spiker ihtilâlcinin…
Ulus, 29 Mayıs 1966.
Ecevit, Türkeş’in radyo konuşmasına cevap verdi
27 Mayıs’ta ihtilâl yerine seçim olsaydı CHP iktidara gelirdi
27 Mayıs devrimini gözden düşürmek için, onu bir partinin oyunu gibi göstermek isteyenler var
CHP Gaziosmanpaşa ilçesi tarafından kapalı salon toplantısı düzenlenmiştir. Zonguldak milletvekili ve Parti Meclisi üyesi Bülent Ecevit özetle şunları söylemiştir:
<< -Gaziosmanpaşa, Türk’ün iş ve dış düşmanlar karşısında özgürlüğünü koruma azmini dile getiren türkülerden adını almış bir ilçemizdir. 27 Mayıs, ulustan aldıkları vekâlete ihanet edenlere, demokrasiyi yıkmaya çalışanlara Türk ulusunun verdiği derstir.
27 Mayıs devrimini gözden düşürmek için, onu bir partinin oyunu gibi göstermeye, CHP’nin seçimsiz iktidara gelmek amacıyla başvurduğu bir hareket olarak yorumlamağa kalkışanlar var. Bu, kendi kendilerini aldatan insanların bir yalanıdır. Üstelik bu, halk çoğunluğunun oylarıyla yürürlüğe giren yeni Anayasanın başlangıç sözlerini red eden bir yalandır. Eğer 37 Mayıs’ta bir ihtilâl yerine bir serbest seçim olsa idi CHP büyük çoğunlukla iktidara gelebilecek durumda idi. Fakat o zamanki iktidar sorumluları serbest seçim yolunu kapatmışlardı. Demokrasiyi benimsemiş bir toplumda serbest seçim yolu kapanınca, mutlâka ihtilâl yolu açılır.>>
Ulus, 30 Mayıs 1966.
Türkeş’le hesaplaşma..
Aslında CKMP’nin Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in görüşleri ve düşünceleri üzerinde durmak gereksizdir. Nitekim dünkü nüshamızda kendisinin gerek ihtilâlden sonra demokrasiye geçip geçmeme konusu üzerindeki görüşlerini, gerekse 27 Mayıs’ı anlayış tarzı üzerindeki çelişik fikirlerini ele almış ve bunların gerçeklere ne kadar aykırı olduğunu ortaya koymuştuk. Fakat 27 Mayıs’ın spiker ihtilâlcisi ve karanlık oyunların tertipçisi olan Türkeş, dünkü radyo konuşmasında da yine aynı hezeyanlara devam ettiği için bugün de onu karşılamayı faydalı bulduk. Çok az da olsa bazı vatandaşların kendisinde bir güç vehmettiği bu zatın bütün kişiliğini ortaya koymakla bir politika müflisini tanıtmış olacağız.
Radyo konuşmasının sonunda: <<Yüzümüzü daime maziye ve geriye çevirmemeliyiz. Geçmişteki olaylar geçmiştir, şimdi yüzümüzü geriye çevirelim>> dediği halde, başından sonuna kadar konuşmasını yakın geçmişin artık herkesçe bilinen olaylarına tahsis eden Türkeş, radyoda bağırıp çağırmakla hâlâ ihtilâlin ilk günü yaptığı etkiyi devam ettirmek çabasındadır. Ama çırpındıkça çukura çöktüğünün farkında olmadan.
Neymiş? İnönü, Millî Birlik Komitesi üyelerinin normal idareye geçtikten sonra tabiî senatör olmalarını teklif etmiş. Bu bir fikirdir ve sonunda da uygun karşılanmış, milletin tasvibinden geçmiştir. İhtilâlciler, işin başında hiç bir şey beklemediklerini ilân etmişlerdir. Fakat, idareyi seçimle gelen partilere devrettikten sonra kendilerinin ne olacağı meselesi uzun boylu tartışılmıştır. Politikaya karıştıkları için tekrar eski rütbeleriyle orduya dönmeleri mümkün görülmemiştir. Her türlü teminattan yoksun olarak emekliliğe sevkleri ve Meclis dışında bırakılmaları mahzurlu mütalâa edilmiştir. Seçimin nasıl bir sonuç vereceği belli olmadığı için, bir süre, seçimle gelecek idareye parlâmento içinde yardımcı olmaları en çıkar yol olarak görülmüştür. Bunun da dünya yüzünde örnekleri mevcuttur. Bu sebeplerle tabiî senatörlük kabul edilmiştir. Bu bir formüldür ve ihtilâlcilerin hizmete devamını sağlamıştır, uygulamada faydalı da olmuştur. Her halde tabiî senatörlük yalnız karşılık ve menfaat olarak ele alınamaz.
Eğer 27 Mayıs ihtilâlini yapanlara teklif edilen her hizmet bir karşılık ya da menfaatse bu konuda da Türkeş’in kimseye bir şey söylemeye hakkı yoktur. Çünkü Öncü gazetesi macerasını bilmeyen yoktur. İhtilâlden hemen sonra, Yapı Kredi Bankası sahibi Kâzım Taşkent’in ihtilâlin felsefesini yaymak için bir gazete çıkarılmasını ve kendisinin yardıma hazır olduğunu Sayın Cemal Gürsel’e bildirmesi üzerine, hemen bu teşebbüse sahip çıkan ve Kâzım Taşkent’in bankasından Ziya Tansu vasıtasiyle çekilen 350.000 lira ile çıkarılan Öncü gazetesine, hiç bir sermaye iştirâki olmadığı halde, karısını ortak eden Türkeş’ten başkası değildir. Madem ki ihtilâlden hiç bir karşılık beklemiyordu da niçin Kâzım Taşkent’in bankasından çekilen 350.000 liralık sermayeye karısı vasitasiyle ortak olmuştur?
Türkeş, kendisinin arkadaşlariyle birlikte 13 Kasım’da Millî Birlik Komitesinden uzaklaştırılarak yurt dışına gönderilmesini geçici Anayasaya aykırı bulmakta ve <<bir taraftan Yassıadada Anayasa ihlâlinden DP’lileri yargılarken, diğer taraftan, 13 Kasımcılar Anayasayı ayaklar altına alarak 27 Mayıs’ı katletmişlerdir>> diyor. Buna cevap vermek bize düşmez. Ancak aklımıza gelen bir soru var:
Şayet 13 Kasımcılar, erken davranıpta demokratik rejime geçiş aleyhtarı ve dikta heveslisi olan Türkeş’i tasfiye etmeseydi, kendisi, aradığı taraftarları sağladıktan ve bir kuvvete sahip olduktan sonra acaba aynı şeyi yapmıyacak mıydı? Ve bütün gizli kapaklı toplantıları, çalışmaları, kulisi, hattâ Demokrat Partililerle olan münasebeti hep bu maksat için değil miydi?
CHP 27 Mayıs’ın içinde değil, fakat yapıldıktan sonra yanındaydı. Ancak 27 Mayıscıların da ihtilâlde CHP’den güç aldığını niçin inkâr etmeli? Sayın Cemal Gürsel İzmir’den getirildikten sonra Sayın İnönü’ne telefon açarak <<Direktiflerinizi peygamber buyruğu olarak kabul edeceğiz, emrinizdeyiz>> dememiş midir? 27 Mayıs’ta üç saat içinde başarılan ihtilâlin devirdiği gayrı meşrû idare ile on yıl canını dişine takarak savaşan ve onları bir kaç saat içinde teslim alınacak bir döküntü haline getiren her halde Alparslan Türkeş’in gizli kapaklı faaliyeti değil, CH Partisinin Meclis içi ve Meclis dışı şerefli mücadelesi idi. Eğer ihtilâl yapılmasaydı, ilk seçimde CHP iktidara gelecekti. O halde ihtilâlden sonra CHP’nin kurulacak idare üzerinde söz sahibi olması en büyük hakkı idi. Yolu kesilen, başına taş atılan ve zalim idarenin bütün kahrına uğrayan Sayın İnönü’yü ihtilâl sabahı ilk ziyaret eden ve elini öpen de Türkeş’ten başkası değildi. Yalan mı Türkeş beğ?
Son Havadis, Orhan Seyfi Orhon, 30 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ’E TEŞEKKÜR
Son radyo konuşmasından dolayı sayın Türkeş’e teşekkür ederim. Kendisini küçük parti menfaatlerinin dışarısına çıkartarak, siyasî hayatımız üzerine hâlâ tesir ettirilmeğe çalışılan tarihî bir olayı bütün gerçekleriyle açıklamıştır.
27 Mayıs İhtilâlini bize ondan daha iyi salâhiyetle kimse anlatamazdı. Bu ihtilâli millete haber veren beyannameyi kendi kalemiyle yazdığı gibi, onu 27 Mayıs sabahı kendi diliyle okumuştur.
Hiç bir tarih vesikası onun bize verdiği bu beyanname kadar kesin olamaz. İhtilâlin niçin yapıldığını, kendisi halka nasıl tanıttığını bu vesikadan anlıyoruz.
27 Mayıs ihtilâlinin asıl yüzü budur.
* * *
Ondan sonra buna uymıyan hareketler, ihtilâlin gerçek benliğinden uzaklaşmasından ibarettir.
Bu beyanname, 27 Mayıs ihtilâlinin sonradan bir husumet feveranı haline getirilen hüviyetiyle, asıl yüzünü, maksat ve mânasını kaybettiğini gösterir.
27 Mayıs sabahı ihtilâl, kendisini millete şöyle takdim etmiştir:
<<Gayemiz bu hareketi selâmetle bir neticeye vardırmak ve tarafsız bir idare tahtında en kısa zamanda serbest seçim yaparak hangi taraf kazanırsa, kim kazanırsa kazansın idareyi ona vermektir.>>
Millet onu bu beyan ile kabul etmiştir. Burada ne parti, ne şahıs husumeti vardır. Maksat, çığırından çıkan parti çatışmalarını durdurarak memleketi demokratik bir nizam içinde huzur ve sükûne ulaştırmaktır.
Daha açıkçası Temsilciler Meclisindeki Halk Partisi çoğunluğunun Anayasa başlangıcına yazdığının tam tersidir.
* * *
Beyannamenin bundan sonra gelen fıkrası bunu hiç bir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde gösteriyor:
<<Kim olursa olsun, hangi partiye mensup bulunursa bulunsun, hiç bir fark gözetmeksizin aynı milletin mensupları bulunduklarından bütün vatandaşların hepsine aynı muamele, hürmet ve sevgi gösterilecek ve hepsi kanunî teminat altında bulunacaklardır.
Bunun; bütün memleketi demokratik bir kardeşlik için kucaklayıp göğsünde birleştirmesi nerede, Halk Partili çoğunluğun Anayasaya koydurduğu başlangıç nerede?
<<Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışları ile meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnmek hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 devrimini yapan Türk milleti...>>
Burada ihtilâlin tarafsız, menfaatsiz, kinsiz, tertemiz idealizmi kaybolarak onun yerine Halk Partili hukuk profesörlerinin müdaheneleri karıştığı farkediliyor.
İhtilâl beyannamesinin saf, mâsum, samimi ifadesinin yerine politika yapan hukukçuların üslûbu ortaya çıktığı bellidir.
* * *
İşte, bundan memleket böylece iki düşman kampa ayrılmış, iftiralar başlamış, baskılar artmış, ıztıraplar çekilmiş, gözyaşları akmıştır.
Sayın İnönü en başta hâlâ buna hasret çeken, bunu bu tarzda devam ettirmeye çalışan, bununla demokratik hukuk devleti rejimini yıkmaya uğraşan, <<iktidar bana gelsin de isterse memleket anarşiye düşsün, komünizme kaysın!>> diyenler vardır.
Şuna şehadet ederim ki sayın Türkeş, seçimlerden önce iki arkadaşı ile birlikte beni ziyarete geldiği zaman bu beyannamede yazdığı gibi konuşmuştur.
İhtilâlde kan dökülmemesi için ne kadar gayret sarfettiğini anlatmıştır. İnönü’nün bir mevki ele geçirmek çabasından da pek kısa bahsetti.
<<- Cumhurbaşkanı olmak ister miydi?>> diye sorduğum zaman: <<Evet, hem de nasıl?>> diye cevap vermişti.
* * *
Buna şunu da ilâve etmeliyim: Sayın Türkeş’e;
<<- Şimdi ne yapmak istiyorsunuz?>> diye sormuştum.
Bana çok samimî, çok mütevazi bir tarzda;
<<- Küçük bir ekiple de olsa Mecliste demokrasiyi devam ettirmeye çalışmak…>> demişti. Kendisine teşekkür etmiştim.
* * *
Normal bir hukuk devleti rejimine girdiğimiz şu sırada sayın İnönü’nün artık bir tarih hatırası olması gereken 27 Mayıs ihtilâlini, bugünkü demokratik iktidarı yıkmak için kullanmasına karşı gerçek yüzü ile bu tarihî olayı açıklayarak sözünü tuttuğu için sayın Türkeş’e tekrar teşekkür ederim.
Adalet, 30 Mayıs 1966.
Şefik Soyuyüce’nin İfşaatı: Demokrat Partiyi CHP’li Ş. İnan Kapattırdı
O zaman Bakan olan Şefik İnan’ın bu oyunu tasvip görmemiş ve kendisi azledilmiştir.
14 lerden CKMP li Şefik Soyuyüce dün Kırıkkale’de yaptığı seçim konuşmasında 27 Mayıs’ı takiben DP’nin kapatılması komplosunu, o zaman bağımsız olduğu zannedilerek Millî Birlik Hükûmetinde bir Bakanlığa getirilmiş bulunan CHP’li Şefik İnan’ın hazırladığını açıklamış, <<Bu oyun anlaşılınca, MBK derhal o Bakanı makamından azletmiş ve komite çevresinden uzaklaştırmıştır>> demiştir.
Şefik Soyuyüce, konuşması sırasında <<Bakan>> diye bahsettiği Şefik İnan’ın adını, konuşması bittikten sonra, kendisini çembere alan meraklıların ısrarı üzerine özel olarak açıklamıştır
Şefik Soyuyüce, seçim konuşmaları sırasında 27 Mayısla 13 Kasım arasındaki olayları anlatırken, <<Bazı partizan yazarlarla sola meyilli gazetelerin bu olaylarla ilgili açıklamaları tevil çabasına düşmelerinin nedenleri>> üzerinde duracağını bildirmiş ve şöyle demiştir:
<<Bunlardan birisi DP nin kapatılmasına dokunmaktadır. Olayın aslı şöyledir: O zamanlar bağımsız zannedilerek hükûmete alınan bir bakan, DP li bir avukatla anlaşarak bu oyunu tertip ve icra etmiş, DP’nin kapatılmasına hüküm almıştır. Bu oyun anlaşılınca MBK derhal o bakanı makamından azletmiş ve komite çevresinden uzaklaştırmıştır. O zat, bu gün CHP’nin tertip ve tezvir ustalarından biridir.>>
Yeni İstanbul, 30 Mayıs 1966.
Şefik Soyuyüce de açıkladı “DP yi CHP Kapattırdı”
Bağımsız zannedilen bir bakan, CHP ile anlaşarak bu durumu tertip etti
Dün Kırıkkale’de konuşan CKMP Genel İdare Kurulu üyesi Şefik Soyuyüce, 27 Mayıs ihtilâliyle ilgili olarak yapılan önemli ifşaatlardan birini daha açıklamıştır. Soyuyüce DP nin kapatılması ile ilgili olarak şunları söylemiştir:
- “DP nin kapatılmasının aslı şöyledir. O zamanlar bağımsız zannedilerek hükûmete alınan bir bakan CHP ile anlaşarak bu oyunu tertip ve icra etmiştir. DP’nin kapatılmasına hüküm almıştır. Bu oyun anlaşılınca, MBK derhal o bakanı makamından azletmiş ve komite çevresinden uzaklaştırmıştır. O zat bugün CHP’nin tertip ve tezvir ustalarından biridir. Bu konuşmalardan maksadımız particilik yapmak değildir. Zira bu seçimin iktidar değiştirmekle ilgisi yoktur. Biz nâmına iktidar ettiğimiz Türk Milletine devrimizin hesabını veriyoruz. Buna vicdanî ve ahlâkî zarûret vardır. 27 Mayıs ile 13 Kasım arası cereyan eden olayların açıklanması bazı partizan yazarları ve sola meyilli gazeteleri altı yıldır kustukları zehiri tevil çabalarına sürüklemiştir. Sayın yazar MBK içindeki çekişmeyi özetlerken de fasiki mahrum durumdadır. Savunduğu zattan da ileri tarafgirlik etmektedir. Yazar diyor ki, İnönü erken seçim, İnönü demokrasi istiyordu, 14’ler seçimi geç yapmak istiyorlardı. Bu iddiada bir eksiklik mevcuttur. 24 Temmuz 1963 1964 tarihli La Tribune De Lasanne gazetesine İnönü tarafından verilen cevap ki, kendi gazeteleri Ulus o yazıyı Ağustos ayında iktibas etmiştir. “Soru: Türkiye’de siyasî istikrar var mıdır? İnönü’nün cevabı: Her ihtilâlden sonra bir otoriter devreye ihtiyaç vardır. Bu zarûrettir. Bizde bu devre bir buçuk sene sürmüştür. İhtilâl komitesi üyelerinin bir kısmı bu müddetin kısa olduğunu ileri sürmüşlerdir ki, bir sene içinde iki darbe teşebbüsü kendilerini haklı çıkarmıştır.” Erken seçimin hatâsını İnönü itiraf ettikten sonra, savunucularına sükûttan başka bir şey düşmez.”
Yeni İstanbul, 30 Mayıs 1966.
ER: MİLLİYETÇİLİK MİLLETLERE FİKİR VE ŞAHSİYET VERİR
CKMP adına radyoda konuşan Ahmet Er, İstanbul’un Türkler tarafından fethinin 513. yıldönümü münasebetiyle sözlerine şöyle başlamıştır.
“513 yıl önce bugün yüce Fatih Sultan Mehmet Han yeni bir çağın kapısını açarak İstanbul’a girerken karanlıklar aydınlığa teslim oluyor, kötülükler iyiliğe mağlûp, zulüm adalete boyun eğiyordu.”
Ahmet Er, daha sonra vatandaşların arasındaki bölünmelerin, kırgınlıkların tahlilini yapmış, bunları 350 yıldanberi devam eden insan benliğindeki dalgalanmalara bağlamıştır. Er, konuşmasına şöyle devam etmiştir.
– “Kıymetli Türk aydınlarını ve Türk gençliğini ve bütün Türk milletini bu noktada da tekrar düşünceye dâvet ederim. Bugün Türkiye’de asırlardır devam eden insan benliğindeki dalgalanmaları onarmak, Türk insanını uyarmak görevi bütün sorumluluk ve hizmetlerimizin en önüne geçmiş bulunmaktadır. Bunu Türk milleti için bir çıkış noktası ve kurtuluş hareketimizin ilk basamağı olarak kabul ediyoruz. Tokları açlara, zenginleri yoksullara şikâyet etmek yerine beni bana, seni sana, onu ona şikâyeti ve tarafları gaflet ve dalaletten uyarmayı ahlâki bir görev kabul etmekteyiz. Unutulmamalıdır ki Havva’dan, Adem’den bu yana gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerin kuruluşunda rakamların sıhhatı değil, inançların sıhhatı rol oynamış, medeniyetlerin çöküşüne de rakamların zafiyeti değil, inançların zafiyeti sebep olmuştur. Yani medeniyetler para ile değil, inançla kurulmuşlar, parasızlıktan değil, inançsızlıktan çöküp gitmişlerdir. Bu bütün medeniyetlerin müşterek karakteridir. Bu ülkeye nice nice modeller ve şekiller davet edilmiştir. Bunların kimi eskimiş, kimi çürüyüp gitmiştir. Her gün yeni bir model için yeni bir kapı çalmak ne gariptir. Müslüman Türk milletinin fikir, mâna ve ruh manzumesi içinde şekil ve model siparişi ne hazindir. Büyük bir gerçek üç beş yıldanberi değil, asırlardanberi dikkatten uzak tutulmaktadır. Milliyetçilik milletlere şahsiyet veren fikir ve his manzumesidir. Kendi kaderini milletin kaderine bağlayan her insan milliyetçidir. Milliyetçilik ayrılığı değil bütünlüğü ifade eder.”
Yeni İstanbul, 30 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ’İN ADANA KONUŞMASI
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün Adana’da yaptığı konuşmada bilhassa Kıbrıs meselesi üzerinde durmuş ve şunları söylemiştir:
“ – Kıbrıs Türkiye için bir emniyet meselesidir. Kıbrıs Türkiye için bir milliyet meselesidir. Kıbrıs Türkiye için bir haysiyet meselesidir. Türk milleti şu veya bu parti demeden bu dâvadan geri bir hükûmeti takbih etmekle birliktir. Kıbrıs’ın terkine göz yummayacağız.”
Türkeş, alkışlarla karşılanan konuşmasında diğer konulara temasla şöyle demiştir:
“Sayın vatandaşlarım, bir af tasarısı mevcuttur. İhtilâl ertesi şartlarının icabı binlerce kişi, siyasî sebeplerle hüküm altındadır. İktisadî düzensizlikten doğan günahlarla onbinlerce kişi mahkûmdur. Memleketimiz büyük hercümerçler içindedir. Bir personel kanunu vardır, kanun çıktı uygulanması bir türlü ele alınmadı. Memlekette komünist hareketler yayılmaktadır. Sol propagandalar fikre karşı fikirle mücadele edilir sözünü yayarak hükûmeti tedbirden uzaklaştırmak gayretindeler. Esefle görüyoruz ki bu propaganda hükûmet üzerinde de makes bulmaktadır. Komünizm, insanı maddeden ibaret saymaktadır. Bütün maneviyatı inkârdır. Bunun fikirle münasebeti yoktur. Kalkınma ve sefaletin yenilmesi komünizmi önlemek için değil, bu asil ve büyük milletin şeref ve haysiyetine lâyık ve hakkı olan seviyeye çıkarmak için düşünülmelidir. Komünizm, fakirlikle olur demek, zengin olmayanlara hakarettir.”
Medeniyet, 30 Mayıs 1966.
Hamido ve bazı AP’liler tarafından desteklenen A. Türkeş, AP nin Genel Başkanı olacakmış!
Kabibay ve Karan “Türkeş 27 Mayıs düşmanlarıyla el ele” dediler
Kısmî Senato seçimleri münasebetiyle yapıkları radyo konuşmalarında durup dururken tabiî senatörlere çatmağa başlayan, Adalet Partisine kur yapan Türkeş ve arkadaşlarının bu davranışları Başkentte günün konusu olmuş ve 14’lerden Kabibay ile M. Karan Türkeş’i sert beyanlarla cevaplandırmışlardır.
AP de tebessüm yaratan söylentilere göre Türkeş, AP ye girip arkadaşları ile birlikte partiye el koymak ve CKMP de olduğu gibi Genel Başkan olmak istemektedir.
Bunun için AP kitlesiyle ve 27 Mayıs düşmanlarıyla flörte başlayan emekli albayın seçimden sonra hem Seçim Kanununun değiştirilmesi, hem de tabiî senatörlüğün kaldırılması için AP ile birlikte hareket edeceği ve AP Genel Kongresinde Süleyman Demirel’i devirip Genel Başkan olacağı söylenmektedir. Bazı muzip AP liler, Demirel’in Türkeş’i bu ham hayalle oyalayıp bir müddet ondan istifade edeceğini, sonra da ortada bırakacağını söylemektedirler.
Türkeş’i bu konuda samimiyetle destekleyen bir iki AP li de vardır. Babıâlide Sabah adlı bir gazete ile Hamido’nun da bu konuda Türkeş’e yardım edeceği ifade edilmektedir.
Eski MBK Üyesi 14’lerden Orhan Kabibay ile Muzaffer Karan, CKMP Lideri Alparslan Türkeş’i Radyo konuşmalarından dolayı sert bir dille <<27 Mayıs düşmanlarıyla elele olmak>>la suçlamışlardır.
Milliyet 30 Mayıs 1966.
Türkeş’in radyo konuşmaları tepki yarattı
Kabibay ve Karan Türkeş’i 27 Mayıs’ı kundakmakla suçladı
CKMP Genel Başkanı, 27 Mayıs ihtilâlini yapan MBK komitesi üyesi, 14’lerden Alparslsn Türkeş’in Radyoda, ihtilâl ve CHP konusunda yaptığı konuşmalar geniş tepki yaratmıştır.
Türkeş konuşmalarında, 13 Kasımda 14’lerin tasfiyesi hareketinde CHP ile bir kısım Tabiî Senatörlerin başsorumlu olduklarını ve ihtilâlden sonra iktidarın CHP’ye devri için bazı kimselerce teşebbüste bulunulduğunu söylemiştir. Türkeş’in bu konuşmalarına dün 14’lerden Kabibay ve Karan ile CHP Genel Sekreteri Satır ve Suphi Baykam cevap vermişlerdir.
Kabibay ve Karan, CKMP lideri Türkeş’i, <<27 Mayıs düşmanları ile elele olmak>> ile suçlamışlardır.
KABİBAY İLE KARAN TÜRKEŞ’İ SUÇLADILAR
Eski MBK Üyesi 14’lerden Orhan Kabibay ile Muzaffer Karan, CKMP Lideri Alparslan Türkeş’i Radyo konuşmalarından dolayı sert bir dille <<27 Mayıs düşmanlarıyla elele olmak>>la suçlamışlardır.
KABİBAY: 27 MAYIS’A ZARAR
Kabibay beyanatında Türkeş’in 27 Mayıs cephesini kundakladığını da söylemiştir. Kabibay’ın beyanatı şöyledir:
<<Birkaç günden beri, seçim kampanyası münasebetiyle Türkeş’in radyolarda yaptığı konuşmalar hep birlikte tarihî görev yapmış kişileri yaralamaktadır. Seçim heyecan ve ihtirası ile yapılmış bu beyanlarda gerçekle ilgisi olmayan hususlar da dahil olmak üzere, bütününün doğuracağı netice, 27 Mayıs İhtilâlinin yüceliğine zarar verir, bu uğurda mücadele etmiş geniş kitleleri üzer. 27 Mayıs ihtilâlini gerçekleştiren kişilerin millet önünde birbirlerine girmeleri ibret verici hazin bir tablodur. Neticesi 27 Mayıs düşmanlarını sevindirir, asil bir hareketin manâsını küçültür. 27 Mayıs’a baş koymuş olanların bu tarihî hizmetlerini basit parti mülâhazalarına feda etmeleri bu büyük olayı yaratmış insanların vasıfları ile tezat teşkil etmektedir. Arkadaşlarımın bundan kaçınmalarını tavsiye ederim. Bu türlü beyanlar 27 Mayıs düşmanları ile elbirliği, işbirliği yapmak, 27 Mayısı savunan cepheyi kundaklamak demektir.>>
KARAN: ATATÜRK’E İHANET
Karan da konuşmasında, <<Gerici çevrelerden 3-5 oy koparmak amacını güden her çeşit beyanın karşısında>> olduğunu belirtmiş ve verilen tavizin Atatürk’e de ihanet anlamını taşıdığını söylemiş ve şöyle demiştir:
<<Bâzı çıkarlar sağlamak uğruna, şahıs ve zümreleri kötüleyen ve durup dururken aslını inkâr edercesine eski MBK’cılara saldıranların bu çok yanlış ve sakim davranışlarından utanç duymakta ve ibretle irkilmekteyiz. Gerici teşekküllerle ve 27 Mayıs düşmanları ile kumpas kurmak isteyenlerin tuttukları yol ancak kara irtica saflarında nihayet bulacaktır. Zaman zaman 14’ler adına ahkâm kesip, kendi kendilerine fetvalar vermekten bir türlü vazgeçmiyenlere bir kere daha hatırlatmak isteriz.>>
SATIR: İHTİLÂLCİLERİ TEŞVİK ETMEDİK
CHP Genel Sekreteri Dr. Kemâl Satır, dün Diyarbakır’da düzenlenen Açıkhava toplantısında Türkeş’in iddialarını cevaplandırmış ve şunları söylemiştir:
<<27 Mayıs ihtilâli meşruluğunu kaybeden bir iktidara karşı Türk Silâhlı Kuvvetleri tarafından yapılmıştır. Bugün öğreniyoruz ki ihtilâlciler fikir olarak ikiye bölünmüşler, bir kısmı tam tarafsız kalmayı, diğer kısım da Halk Partisi ile işbirliği yapmayı münakaşa etmişler. Bizim bunların hiçbirisinden haberimiz yoktur. Herhangi bir ihtilâlci ile veya ordu mensubu ile bir ayaklanmayı teşvik edici davranışımız olmamıştır. İhtilâlden sonra da ihtilâlcilerin bölünmelerini teşvik edici bir tutumun bize izafe edilmesi, düpedüz yalan ve iftiradır.>>
BAYKAM: <<TÜRKEŞ, AP’YE KUR YAPIYOR>>
CHP nin dünkü Fatih ilçe kongresinde Senatör adayı İhsan Topaloğlu plân ve petrol konuları üzerinde durmuş, Suphi Baykam, Türkeş’e çatmış, Kasım Gülek de CHP nin sol partisi olduğu iddiasını reddetmiştir. Kongre, delegelerin isteği üzerine <<Türkeş’e radyoda Orhan Kabibay veya Orhan Erkanlı’nın cevap vermesi için Genel Merkez Kuruluna başvurulmasını>> kabul etmiştir.
Milletvekili Suphi Baykam, Türkeş’in ihtilâl ve CHP ile ilgili konuşmalarına değinerek şunları söylemiştir: <<Ben Merkez İdare Kurulu üyesi olduğum için o olayların içinde yaşadım. Türkeş yalan söylemekte, AP’ye kur yapmaktadır. İnönü, Türkiye’nin demokrasi düzenine oturması mücadelesi içinde idi. Türkeş, bu konuşmalarla Türkiyede yeni bir mücadelenin tohumlarını ekmeye çalışıyor. CHP, daima diktanın karşısında olmuştur. Türkeş, kasten fikirleri bulandırıp, asil ihtilâlcileri lekelemek istiyor.
Son Baskı, 30 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ, ESKİ DP’Lİ BAKANLARIN İSVİÇRE’YE YOLLANMALARINI İSTEDİ
CKMP Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ bugün Adana’da bir konuşma yaparak ihtilâlden sonra DP’li Bakanların İsviçre’ye gönderilmeleri konusunda çalıştıklarını söylemiş, ancak bazı politikacıların bunu önlediğini açıklamıştır. Özdağ’ın yakın tarihimize ışık tutan konuşması özetle şöyledir:
<<İhtilâlden sonra devrik iktidarın bakanları ve bazı yetkililerinin durumları ile mütenasip maaş bağlanarak İsviçre’de iki yıl ikâmete tabi tutulmaları Türkeş tarafından teklif edilmişti. MBK Başkanı Cemal Gürsel, (Sizin gibi vatanseverlerden zaten böyle bir teklif bekliyordum. Çok teşekkür ederim= diyerek Türkeş’in boynuna sarıldı. Bu konuşma devrin Dış İşleri Bakanı Elim Sarper, Türkeş ve Cemal Gürsel arasında geçmiştir.
İsviçre Hükûmeti ile temasa geçilerek gerekli hazırlıkların ikmal edilmesi, Gürsel’in arzusu ile Sarper’e ulaştırıldı. Bütün bu hazırlıklar, bir dehşet içerisinde iktidara gelmeyi tahayyül eden siyaset adamlarının tertip ve tezvirleri sonucu gerçekleşememiştir.
Tercüman, Kadircan Kaflı, 30 Mayıs 1966.
Sözleri Özlerine Uysaydı!..
Siyasî partilerimizin sözcülerinden hangisine sorsanız yalnız kendilerinin <<sözü özüne uygun>> olduklarını iddia ederler. Bu iddianın gerçeğe uyup uymadığını anlamak için geçmişlerini incelemek, tutumlarını uzunca bir zaman izlemek gerekiyor.
Sözlerine uymayan tutumlarını kendileri de bildikleri halde bunu itiraf etmek cesaretini gösteremiyorlar, çünkü işlerine gelmiyor. Düşündükleri gibi, tasarladıkları gibi konuşmuyorlar, nasıl konuşurlarsa daha kazançlı çıkacaklarını sanıyorlarsa öyle konuşuyorlar. Bilhassa kendilerini göstermeğe pek çabalıyorlar. Oy alamadıkları için kızdıkları toplumu ellerinden gelse sıra dayağından geçirmek istedikleri halde yağcılık ediyorlar. Onları bilmeyenler arasında aldananlar bulunuyor, fakat bilenler gülümsüyor.
Bu türlü radyo konuşmalarından birini dinlediğim bir akşam hep düşündüm. Bu düşüncelerin etkisi altında kalmış olmalıyım ki rüyamda ilk defa bir ihtilâl sabahı aynı yerden duyduğum bir ses şöyle diyordu:
<<Muhterem vatandaşlarım. Sizlerden oy toplamak için her parti bir nitelik takınıyor. Bizim takındığımız nitelik de <<milliyetçilik>> dir. Biz böyle bir milliyetçiyiz ki sonu yoktur, bu prensibin en son ucundayız. Kalkınmak için <<millî bir diktatörlük>> şart olduğunu ileri sürenlere itibar ediyoruz ve onlara dayanıyoruz.
Bir sürü partinin bulunduğu bir memlekette kalkınma olmaz, çünkü her biri bir tarafa çeker, birinin yapmak istediğini veya yaptığını ötekiler bozarlar. Halkı sıkı bir nizama bağlamak, düşünen başların mutlak idaresine vermek lâzımdır, düşünen başlar ise bir baş ve etrafında ona kayıtsız şartsız bağlı on baştan fazla olmamalıdır. Avrupada bu idare şeklini kuranlar milletlerini felâkete götürdüler ama bu netice onların beceriksizlikleri yüzündendir.
Maksadımız devleti ele geçirmektir. İhtilâlden sonra bunu başarmak üzere idik, fakat bir aksilik oldu, avlayıverdiler. Daha sonra da denemelere hazırlandık, fakat mümkün olmadı.
Bununla beraber aynı denemeyi partimizdeki köhnelere karşı başarı ile uyguladık.
Şimdi programımızda demokratik idare tarzına bağlı olduğumuzu bildirmemiz candan değildir. Köprüyü geçinceye kadar böyle görünmemiz gerekiyor. Siz de bilirsiniz ki siyasette maksada ulaşmak için her vasıta meşrudur. Geçen seçimlerde yüz kadar milletvekili çıkaracağımızı umuyorduk, zira liderimiz efsaneleşmiştir. Efsanelere inandığınızı sanıyorduk, yanılmışız. Doğrusu hepinize darıldık ama belli etmemek zorundayız. Bununla beraber <<milli ortaklık>>dan beş on arkadaş milletvekili olduk. Parti dediğiniz birer <<Millî ortaklık>> değil midir ki? Siyasette menfaat gözetmeyen teşekkül mü var? Sadece hizmet kasdi güdenler yüzde beşten fazla mı sanıyorsunuz?
Sayın vatandaşlarım. Bu defa bize fazla oy vermezseniz………>>
*
Hatip birdenbire çok öfkelenmişti, suç işleyeceğini sandım, onun hesabına korktum ve uyandım.
Vatan, Dünya, 31 Mayıs 1966.
Alparslan Türkeş’in yaptığı açıklama üstünde tartışmalar devam ediyor
CHP Balıkesir Milletvekili Süreyya Koç CKMP Genel başkanına cevap vererek şunları söylemiştir:
<<Türkeş, 33 yıllık arkadaşımızdır. 27 Mayıstan çok önceleri meşruiyetini kaybettiğine inandığımız düşük iktidar hakkında bir ihtilalin zaruretine inanmışlardan iki arkadaş olarak görüşmeler yapmışızdır. Radyodaki konuşmalarını hakkın suiistimali olarak mütalâa ediyorum. Cevap hakkı olmayan bir durumda olayların tek taraflı anlatılması zannederim daha ziyade kendisini yaralayacaktır. Kendilerinin 27 Mayıstan sonraki mücadeleleri milleti ilgilendirmez. Asıl olan bugünkü ve yarınki memleket meseleleridir. Hemen hatırlatalım ki 27 Mayıs ne 38 ler, ne 23 veya 14 lerin değil, Türk milletinin ve ordusunun eseridir. Onun muhasebesini tarihe bırakmak bir memleketseverlik borcudur. Bu gün pek çok isimsiz kahraman emeklilik köşesinde ömrünü tüketirken, 27 Mayıs’ın yarattığı ve yaratacağı yeni Türkiye ile teselli bulmaya çalışmaktadırlar. Bu konuları deşerken Türkeş’in kendisini değil, milleti düşünmesi ve eski silâh arkadaşlarının cevap vermelerinin mümkün olmadığı bir ortamda konuşmamaları daha mertçe bir hareket olurdu.>>
Vatan, 31 Mayıs 1966.
Şefik İnan Soyuyüce’ye cevap verdi: <<Ben DP’yi dâvâ eden avukatı hâlâ tanımam>>
CKMP listesinde Senatör adayı olan eski MBK üyesi Şefik Soyuyüce’nin Demokrat Parti’nin kapatılması olayında suçu kendisine yüklemesi üzerine CHP Çanakkale Milletvekili Şefik İnan bugün bir açıklama yapmıştır. İddiaları reddeden İnan’ın açıklaması şöyledir:
30 Mayıs 1966 tarihli bazı gazetelerde, 14 lerden Sayın Şefik Soyuyüce’nin, inkılâptan sonra Demokrat Partinin kapatılması hakkında Kırıkkale’de şöyle bir konuşma yapmış olduğunu, okudum:
<<O zamanlar, bağımsız zannedilerek hükûmete alınan bir Bakan, Demokrat partili bir avukatla anlaşarak, bu oyunu tertip ve icra ve Demokrat Partinin kapatılmasına hüküm almıştır. Bu oyun anlaşılınca, Millî Birlik Komitesi derhal o bakanı makamından azletmiş ve komite çevresinden uzaklaştırmıştır. O zat bugün, CHP nin tertip ve tezvir ustalarından biridir.>>
Sayın Soyuyüce konuşmasını bitirdikten sonra, bu bakanın kim olduğunu soran meraklılara, bahsettiği bakanın benim olduğumu söylemiş. Bu iddialara cevaplarım şunlardır:
1- Sayın Şefik Soyuyüce’nin bu iddiaları tamamen gerçeğe aykırıdır.
2- Ben, Şefik İnan, Demokrat Partinin kapatılması ile sonuçlanan davayı açan avukatın adını sanını bilmem. Kendisini de tanımam. Ne o zaman tanırdım, ne de şimdi tanırım. Kendisiyle hiç bir zaman, bir defacık bile olsun karşılaşmış, görüşmüş değilim
3- İnkılâp hükûmetinde Bakanlar kurulu toplantısında Demokrat Partinin kapatılması konusu konuşulmuş, fakat kapatılma kararı alınmamış, Demokrat Partili avukatın açmış bulunduğu davanın sonucu beklenmiştir.
4- İnkılâp hükûmetinden ayrılışım, ferdî bana mahsus bir olay değildir. Bakanlar Kurulunun bilgisi dışında bazı önemli kararlar alınması üzerine, istifa etmek lazımgeldiği fikrini ilk defa ben ileri sürdüm. Arkadaşlar da kabul ettiler. Kabinedeki bütün arkadaşlar toptan istifa ettik. Böylece on sivil bakan kabineden ayrıldık.
5- Bu sözlerimin doğruluğuna, başta sayın Orgeneral Özdilek olduğu halde bütün hükûmet üyelerini işhat ederim.
6- 1961 Milletvekili seçiminde aday oluncaya kadar CHP li değildim. CHP ye adaylığımı koymak suretiyle girdim. Fakat, İstiklâl Savaşında, soyum sopum Kuvayı Milliyeci idi. İki ağabeyim, Halifeci isyancılar tarafından idama mahkûm edilmişti. Ailece Kuvayı Milliyeci ve Atatürkçü idik. Ben de altı yaşımdan itibaren öyle yetiştim. İnkılâp hükûmetinde, su katılmamış bir Atatürkçü olarak vazife aldım. Siyaset hayatına atılırken de yerim pek tabiî olarak Atatürk’ün ve İnönü’nün partisi olabilirdi.
Dünya, 31 Mayıs 1966.
“ŞEREF ORDUNUNDUR”
CKMP Genel Sekreter Yardımcısı 14 lerden Dündar Taşer dün bir demeç vererek, 27 mayıs hakkında yürütülen tefsirlerin üçe ayrılabileceğini, birinci grupun, 27 Mayıs’ı kendi iktidarlarının âleti olarak kullanmak istediklerini, ikinci grupun, karışıklıktan yararlanarak kendi ideolojilerine yol bulmaya çalıştıklarını, üçüncü grupun da 27 Mayıs’ı anlayamamış olduğunu, 13 Kasım’ı da 27 Mayıs’ın tatbikatından saydıklarını belirtmiştir.
14 lerin ayrı evlerde oturan kardeşler olduğunu da hatırlatan Taşer, 14 leri bir ve beraber olmaya çağırmış ve şunları söylemiştir:
<<27 Mayıs’ın şerefi Türk ordusunundur, o bu hareketi bir sayılı tebliğin ruh ve metni olarak kabul etti, benimsedi ve savundu. Mesuliyeti MBK ne aittir. Hatalar, pürüzler, günahlar MBK nindir. MBK nin üyesi olarak ilân etmeye mecburuz ki 13 Kasım ve devamından ordu sorumlu değildir.
14 ler şu veya bu çekişme cephesinin yanında veya gerisinde olmamalıdır. 14 ler hakkaniyet, adalet, kardeşlik ve tarafsızlık cephesinin başında olmalıdır. 14 ler gaflet, delâlet ve hıyanet cephesinin karşısında kalmalıdır. 27 Mayıs’ta şeref ordunun, sorumluluk bizimdir.>>
Ulus, Fikret Ekinci, 31 Mayıs 1966.
İrade İfşaatı
Konuya dokunmamakta büyük bir titizlik gösterdim. Ancak, bir Hamido seviyesinde ve yüzde doksan dokuz buçuğu yalan olan bir biçimde 27 Mayıs sonrası ve öncesi olayları anlatma, yorumlama, AP kindarlarından daha iğrenç bir hezeyanla tabiî senatörlere saldırma karşısında, CKMP liderlerinin tutumuna kısaca değinmek zorunlu olmuştur.
Bir kere radyoda yapılan konuşmaları dinleyen vatandaş, kendi kendine bunların seçimle ne ilgisi var sualini sormuştur. Bu konuşmalar, teskin edilmemiş kinlerin bir çeşit radyodan milletin üstüne fışkırtılması gibi yorumlanmıştır. İkincisi; ihtilâl arkadaşlarının bilip, dışarıya namus belâsına söyleyemedikleri, CKMP lilerin gradosunu ortaya koymuştur. Üçüncüsü, zayıf olduğu zaman ağzından minnettarlık, o anı geçirdiği kanısına vardığı ve fırsat bulunca gerçeği de tahrifle neler yapabileceğinin delilini vermiştir. Son kurultayından sonra karşılaştığı güçlükleri yenen kendisi değil, bugün sayıp sövdüğü senatör arkadaşlarıydı. Gürsel kendisini kabulü red etmişti. Tabiî senatörler, Gürsel’i ikna ile onu kabul ettirmiş, diğer kudret sahiplerini de yumuşatarak kabine konusundaki müşkülü yenmişlerdi. Yakın geçmişten tek bir örnek, suçladıkları ile arasındaki farkı göstermeğe yeter.
Geçmişteki olmuş olayların üstünde tartışma açmaktan kimse kaçınmaz. Bundan sadece zararlı kendisi çıkar. Ama, bir tek şeyi açıkça yazmak gereklidir. Bugün radyo konuşmalarıyla kendisi hakkında azıcık ihtimal payı ayıranları da uyarmıştır. Bu konuşmalarla bir tek rey de fazla almayacaktır. AP li kindarlar için önemli olan, onun anlattığı hikâyeler midir? AP liye ne bundan? AP liyi ilgilendiren 27 Mayıs sabahıdır. Onun dâvacısı olduğu gayri meşru idareye son veren, o sabahtır. Ondan sonra olanlar, şöyle olmuş, böyle olmuş, ona ne? O ihtilâlciler arasındaki meseleler. CKMP lideri, 27 Mayıs’a katıldı mı? Katıldı. Gerisi, AP li için boş. Ne yapsa artık onlara yaranamaz. Bunu anlamayan bir liderin, siyaset sahnesinde silinip gideceği şüphesizdir. Nitekim akibet kendini göstermiştir. Daha hazini, iki nurcunun koltuğuna sığınarak politikada da bu hallere düşmesidir. Meseleyi burada kesiyorum. Bizim hedefimiz, memleketi nur organizasyonunun kucağında karanlığa iten AP’dir. Saidî Nursî’nin müritleri, Türk Milliyetçiliğinin en büyük düşmanları olmalarına rağmen, bugün milliyetçilik kılığında memleketi karanlık bir geleceğe itmek çırpınışındadırlar. Milliyetçi kılığa bürünmüş nur erbabı, AP gibi CKMP nin de dimağında bir ur haline gelmiştir. Diyanet işleri başındaki zat, nurcuları imam ve vaiz olarak geniş ölçüde yurt yüzeyine yaymıştır. Bunda AP iktidarının himmeti büyük olmuştur. Vaktiyle bu zatı Diyanet İşlerinin başına getiremeyen CKMP li Mehmet Altınsoy’un da AP iktidarına minnettarlık beslemesi pek normaldir.
Seçim mücadelesi memleketin yüz yüze geldiği tehlikeli gidişi bütün çıplaklığıyla vatandaşa açıkça söylemek imkânını sağlamıştır. Yapılan uyarmalardan yararlanılacak mıdır, yoksa şimdiye kadar yapıldığı gibi yalanları karşılamaya çalışılıp, bildikleri yolda devam mı edeceklerdir? Görünen odur ki gidiş değişmeyecektir ve buhran daha ciddî noktalara ulaşacaktır. İktidar partisi Başkanı, ben gayri meşru bir idarenin yıkılışını kabul etmeyim, sen de bunda ısrar etme, ihtilâl bir kaza idi, başa gelen çekilir kabilinden kabul edelim, ve bu işi kapatalım kafasındadır. Bu kafa değişmedikçe, rejim buhranı şiddetlenecektir. Esefle belirtmek zorundayız ki seçim, buhranı hafifletmiyecektir. Bay Demirel ve ekibi değişmedikçe işler çığırına girmeyecektir. Birleşmiş olan muhalefet ve memleket aydınları rejimin meşru temelini daha şiddetle savunacaklardır. Seçim Meclis içindeki muhalefet birliğini, yurt yüzeyinde de devam ettirmiştir. AP bu birlik karşısında çökecektir. İfsat etmiş iradelerin, sağlam irade karşısında hiç bir hükmü olmadığını, bay Demirel anlıyacaktır.
Yeni İstanbul, 31 Mayıs 1966.
Türkeş
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün Adana’da yapılan açık hava toplantısında konuştuktan sonra, Ceyhan ve Osmaniye ilçelerine de giderek kapalı salon toplantılarında birer konuşma yapmıştır.
Alparslan Türkeş, Ceyhan’da yaptığı konuşmada, Türkiye hudutları dışında kalan Türklerin de hak ve hukuklarını korumamız gerektiğini söylemiş, bu konudaki sözlerine özetle şöyle devam etmiştir.
“Bugün dünyada 90 milyonun üstünde Müslüman Türk vardır. Bunun sadece 32 milyonu Türkiye’de yaşar, geri kalanın ekserisi komünist memleketlerde veya muhtelif idareler altındadır. Hâlen Afrika’da zencilere haklar tanınırken, self determinasyon sağlanırken, Türkler bu haklardan mahrumdur, bizim de sınırlarımız dışında bulunan Türklerin haklarını korumamız icab eder.”
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, “Söylediğimiz sözleri her an ispata hazırız. CHP ve Temelliler 13 Kasım’ı hazırlamışlardır. Rolleri büyüktür. Bu millet CHP’den çok çekmiştir.” demiştir.
Dinleyenlere “yurttaşlarım, vatandaşlarım” yerine “milletdaşlarım” diye hitap eden Türkeş, Türkiye’nin 60 milyonu besleyebileceğini, dışarıya işçi gönderilmesinin doğru olmadığını söylemiş, “Bilhassa Türk kız ve kadınlarımızın başı boş bir vaziyette Avrupa iş alanlarında çalışması bir ıstırap ve dert kaynağıdır” demiştir.
Yeni Tanin, 31 Mayıs 1966.
TÜRKEŞ VE ÖZDAĞ ADANA’DA KONUŞTULAR
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ, dün Adana’daki açık hava konuşmasında Adana’lılara hitabetmişlerdir. Türkeş, konuşması sırasında sık sık <<milletdaşlarım>> tâbirini kullanmıştır. Türkeş özetle şunları söylemiştir:
<<- Biz Türkiye’nin tümünün ele alınması, tüm meselelerin halledilmesi azim ve kararındayız. Bu arada toplumsal yardım ve güvenlik teşkilâtı kurmak ve sosyal adaleti tam olarak gerçekleştirmek emelindeyiz.
En heyecanlı konuşmasını Osmaniye’deki bir kahvenin çardak altında yapan Türkeş, bu arada şu maniyi okumuştur.
<<Yer beni, yer beni, içime bir kurt düştü, yer beni
Ben bu işin uhdesinden gelemezsem, ölürüm, kabul etmez, yer beni..>>
CKMP Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ ise <<Türkiye’nin Tüklüğün son kalesi olduğunu>> belirtmiş, <<bu kaleyi el birliği ile korumak gerektiğini>> söylemiştir.
Yeni Tanin, 31 Mayıs 1966.
YTP Genel Sekreteri Akurgal, Türkeş’i faşistlikle suçladı
YTP Genel Sekreteri Fikri Akurgal, CKMP Elmadağ ilçe idare kurulu üyelerinin YTP’ye iltihak edişleri dolayısı ile yaptığı bir konuşmada, CKMP’ye şiddetle çatarak şöyle demiştir.
<<- Bir 13 Kasım sabahının alaca karanlığında suçüstü yakalanmış demokrasi düşmanlarının çöreklendiği eski partiniz CKMP’de yaşanan hadise, tıpkı tıpkısına bir hukuk kuşu trajedisine benzemektedir. Sayın Ahmet Tahtakılıç gibi, şahsiyeti ile o teşekküle ışık tutmuş, Türk siyasî hayatında başlı başına bir isim olabilmiş zât bile yıllarca emek verdiği sevgili partisinden kendisini daradar dışarıya atmıştır.
Eski Genel Başkanınız, karanlık emellerini tahakkuk ettirmek imkânını kaybettiği 13 Kasım sabahındanberi aynı emellerin peşinden bir an bile ayrılmamıştır. İki senelik uzaklaştırılmanın sonunda, yurt kapısından daha girerken, Türk Milletine beyanname adını verdiği saçma sapan, ama başından sonuna kadar demokrasi düşmanı iç varlığını dışa vuran sözlerinin o zamanlar basın tarafından önemsenmemesini bir türlü hazmedememiş olacak ki, partilere verilen radyo konuşmaları imkânını kötüye kullanarak kendi ağzından ve bozuk Türkçesi ile bağıra çağıra okumaktan kendini men edememiştir. Sayın Türkeş iyice bilmelidir ki, Türkiye yukarıda da işaret ettiğim gibi, ancak demokratik hürriyetler içinde yaşar ve kalkınır. Kendisinin ve yakın arkadaşlarının temsil ettiği nasyonal sosyalist tutumun bu memlekette yeri yoktur.>>
Yeni İstanbul, Dünya, 1 Haziran 1966.
TÜRKEŞ AF KONUSUNA TEMAS ETTİ
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş 5 Haziran’da yapılacak olan Cumhuriyet Senatosu üçte bir yenileme seçimleri için çıktığı seçim gezisinde Adapazarı’nda yaptığı konuşmada af konusuna değinmiştir. Türkeş, vatandaşlar arasında büyük ilgiyle karşılanan konuşmalarından birini dün Adapazarı’nda yapmış ve bilhassa genel af üzerinde durmuştur. Türkeş, özetle şunları söylemiştir:
<<İhtilâl ertesi şartlarının icabı binlerce siyasî kişi siyasî sebeplerden hüküm altındadır. İktisadî düzensizlikten doğan günahlarla onbinlerce kişi mahkûmdur. İçtimaî kararsızlıktan doğan suçlarla binlerce kişi mahbeslerdedir. Memleketimiz büyük bir hercümerç içindedir. Bütün bunlara bir çizgi çekmek siyasî ve içtimaî hayatımızı bir beyaz sayfa ile başlatmak zorundayız. Hükûmetin getirdiği af tasarısı şümullü ve ihatalı bir görüş mahsûlü değildir. Ürkek, mütereddi bir ruhun ifadesidir. Cesur ve sevgi dolu bir gönülle bütün vatandaşı kucaklamak ve kucaklaştırmak lâzımdır. Ümitleri kırıcı teciller, bayramdan bayrama tehirler, kaderin mazlumlarına karşı yapılan bu oyunlar kabul edilemeyecek kötü hareketlerdir.>>
Türkeş, CHP lideri İnönü’ye şiddetle çatmış, Türkiye’nin çektiği ve çekmekte olduğu rahatsızlıkların baş müsebbibinin İnönü ve CHP olduğunu söylemiştir.
Zafer, 1 Haziran 1966.
İ. Yılanlıoğlu: “Türkiye’nin geri kalmasına sebebiyet veren Halk Partisi’dir”
CKMP Genel İdare Kurulu üyesi İsmail Hakkı Yılanlıoğlu dün yaptığı radyo konuşmasında <<Halk Partisi’nin eseri, geri ülkeler arasında 76 ncı sırada emekleyen Türkiye’dir>> demiştir.
CHP ve Liderinin bu güne kadar rakibi bulunan partileri yok etmek için gayret sarfettiğini söyliyen Yılanlıoğlu konuşmasına özetle şunları demiştir:
<<Bu partinin genel başkanı partisinin ve demokrasi dizgininin başkasının elinde olmasına tahammül edemez, atı verse dahi dizgini vermez. İşte bu yüzden demokrasi atının üstünde kim varsa onu yere indirmek, indiremezse atı da biniciyi de alaşağı etmekte tereddüt göstermez. Zamanı idaresinde sol faaliyetlere göz yumması ve hattâ himaye etmesi neticesi bugün memlekette pervasızca faaliyet gösteren aşırı sol akımların günahı, vebali elbette ki sayın İnönü’ye aittir. Buna mukabil 1944 de komünizme karşı reaksiyon gösteren Türk milliyetçilerine Irkçı – Turancı damgasını vurup en ağır işkenceleri revâ gördüğü de unutulmamıştır. Birinci Cihan Harbini müteakip Türkiye gibi içtimai bünyesinde köklü değişiklikler yapan milletler kalkınmış, ilerlemiş fakat Türkiye geri ülkeler arasında kalmıştır. Her Hükûmet elbette çalışacak, eser verecek, iş yapacaktır. Halk Partisi’nin eseri ise geri ülkeler arasında 76 ncı sırada emekleyen Türkiye’dir.>>
Yarın, 1 Haziran 1966, Sayı 163.
Lider bu akılda olursa!
Bu seçimlerin en dikkate değer konuşmalarını CKMP’liler yapıyor. Bilhassa Genel Başkanları. Bakın Türkeş ne diyor:
<<…. diktatörlük kurmak istediğimizi, seçim yapılmasına karşı olduğumuzu her tarafta yayıyorlardı…..>>
Türkeş bunların iftira ve yalan olduğunu söylüyordu.
Aynı Türkeş radyodaki konuşmasında bundan hemen sonra şunları ilâve ediyordu:
<<Biz acele seçimlere gitmenin memleketi tekrar huzursuzluğa sürükleyeceği inancındaydık. Bir süre devleti partiler üstü olarak yönetmenin bu suretle millî birliği zedelemiş olan düşmanlığı kaldırmak için halkı barıştırmanın gerekli olduğuna inanıyorduk. Aynı zamanda da partilerin oy kaygusu ile yapamadıkları ve yapamayacakları radikal hamleleri yapmak isteğindeydik.>>
Şimdi 10 dakikalık bir konuşma içinde birbirini takiben söylenen şu iki fikre bakın ve kimin yalan söylediği hakkında karar verin.
Bu kadarla kalmıyor sayın Türkeş, ertesi gün radyolardan vatandaşlara hitab ederken MBK toplantılarından birinde referandum yapılarak halkın tasvibi alınarak <<… Komitenin dört yıl iktidarda kalması ve bu süre içinde MBK’nın Millî Birlik Partisi halinde teşkilâtlanması ve böylece seçimlere gidilmesi…>> teklifinin 11 muhalife karşılık 26 oyla kararlaştırıldığını açıklıyordu.
Şimdi gelin de <<14 ler devamlı iktidar istiyorlardı>> diyenlere hak vermeyin.
Bir partinin başına nasıl geçtiği bilinen bir kimsenin <<biz daha iktidarda kalalım mı?>> diye referandum yapınca nasıl hareket edeceğini var kıyas edin.
Bazı MBK üyeleri CHP’yi işbaşına geçirmek istemiş olabilirler. Bazı MBK üyeleri <<bir an önce seçim yaptırıp iktidarı hemen İsmet Paşa’ya bırakalım>> demiş olabilirler. Gürsel İnönü için <<gerdeğe girecek bir delikanlı gibi iktidar için arzulu ve ihtiraslı>> demiş olabilir. Ama Türkeş aynı ihtirasın kendisini de sarmış olduğunu inkâr edemez durumdadır. Hem kendisi öyle tenakuzlar içindedir ki, bir taraftan <<partilerin oy kaygusu ile yapamayacakları radikal hamleleri yapmak isteğindeydik>> derken bir taraftan da oy kaybettireceğini itiraz ettiği radikal hamleleri yaptıktan sonra parti haline geçip seçimlere girmekten bahsetmektedir. Yoksa Türkeş ve arkadaşlarının düşündüğü CKMP Kongresindeki gibi bir oylama mıydı?
Türkeş ve emrindekiler şecaatlerini arzederken başka şeylerini söylemektedirler.
Haber, Başyazı, 2 Haziran 1966.
TÜRKEŞ’İN İFŞAATI
Seçim kampanyası son günlerde enteresan olmağa başladı. Bazı sözcüler ve özellikle CKMP’liler, yakın tarihimizin henüz iyice aydınlanmamış olan konuları üzerinde bazı önemli ifşaatta bulunmuşlardır.
Bir seçim ortamı içinde yapılan bu konuşmalara gerçeği ortaya çıkarma gayretinden ziyade, oy toplama çabasının hâkim olduğunda şüphe edilemez. Her sözcü, seçtiği konuyu kendisine oy getirebileceğini sandığı bir açıdan ele alıyor ve gerçeğin ancak bir yanına dokunuyor.
Bu itibarla, bir seçim kampanyası içinde geçen bu türlü konuşmalar yakın tarihimizin karanlık noktalarına bir dereceye kadar ışık tutmuş olsa bile gerçeğin bütününü ifade etmekten gene de uzaktır.
İlkin şu noktaya işaret etmek istiyoruz:
Türkeş ve arkadaşları, siyasî partiler arasında 1960 yılının baharında başgöstermiş olan gerginliği bertaraf etmek ve bir kardeş kavgasını önlemek gibi bir düşünce ile ihtilâl yapmış olduklarını söylüyor ve bu nokta üzerinde ısrarla duruyorlar.
Öte yandan, Milliyet gazetesinde tefrika edilmeye başlayan, eski ihtilâlcilerden emekli Albay Dündar Seyhan’ın hâtıralarından ihtilâl teşkilâtının daha 1954 yılında kurulmağa başlandığını ve bizzat Türkeş’in de daha o tarihlerde ihtilâl teşkilâtının Ankara grubuna dahil bulunduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
Şu halde, Türkiye’de bir ihtilâl teşkilâtını daha 1954 yılın itibaren hazırlamağa başlayanların görüş ve düşünceleri acaba nelerdi? Zira 1960 yılında mevcudiyeti ileri sürülen bir kardeş kavgası ihtimali 1954 yılında mevcut olmadığına göre, saha o tarihten itibaren hazırlığına girişilen ihtilâlin sebebi ve amacı acaba neden ibaretti? CKMP’liler bu noktayı da aydınlatırlarsa ihtilâlin tarihine büyük bir hizmette bulunmuş olacaklardır.
Türkeş ve arkadaşlarının tabiî senatörlük hakkındaki ifşaatları da ilgi çekicidir. Millî Birlik Komitesi içerisinde başgösteren önemli anlaşmazlığın hangi sebepten ileri gelmiş olduğunu bu suretle öğrenmiş bulunuyoruz.
Ayrıca, iktidarı bir an önce ele geçirmek hırs ve arzusu içinde yanıp tutuşan İnönü’nün Komite üyeleri arasında oynadığı rolün mahiyeti de bu ifşaat sayesinde iyice aydınlanmış oluyor.
Meselenin bu yanı da başka türlü bir önem taşıyor. Gerçeklerin ortaya çıkması bakımından Anayasa taslağını hazırlamış olan ilim adamlarımızın da seslerini duymak ihtiyacındayız.
İhtilâl içerisinde türlü yönden rol almış olanlar, sadece kendilerinden politikada faydalı olmak düşüncesi ile değil, gerçekleri ortaya koymak endişesiyle konuşmalıdırlar.
Haber, Siyavuşgil, 2 Haziran 1966.
İHTİLÂLİN GİZLİ TARAFI
Seçimler sayesinde epey şeyler öğrendik. Türkeş, 14 ler hikâyesini kendi bakımından, tafsilâtla anlattı. Gazetelerde ihtilâl hazırlıklarının iç yüzünü ifşa eden hatıralar çıkıyor. 22 Şubat ve 21 Mayıs hareketlerini de bütün teferruatiyle yine gazete tefrikaları sayesinde öğrenmiş bulunuyoruz.
Elbette, bütün bunlar arasında mübayenetler olacak. Fakat bırakalım teferruattaki farkları bir tarafa, o cömert tafsilâta rağmen, herkesin merak ettiği bir nokta var ki, üzerinde hiç durulmuyor: İhtilâlin hedefi!
İhtilâller sadece yıkmak için yapılmaz, çökertilen rejimin yerine bir yenisini koymak için yapılır. Yeni rejim de eskisinden bambaşka olur ki, icabında dökülecek olan kanın bir mânâsı olsun. İşte bu bakımdan, bu güne kadar çıkan bütün hatıraları, demeçleri tefrikaları dikkatle takip ettim, memlekette daha 1954 yılında teşkilâtlanmağa başladığı iddia edilen ihtilâl hazırlıklarının yöneldiği hedefi henüz kavrayamadım. Memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk, huzursuzluk, bütün bunlar ihtilâl yolunu aratan zorlu sebepler olabilir, fakat ihtilâl yıktığının yerine ne getirecekti, bu, bir türlü belli olmuyor.
Daha 1954 de bazı genç ihtilâlciler gizlice bir araya geliyor, aralarında:
- Sen başkan olacaksın, ben genel sekreterlik yapacağım gibi vazife taksimi yapılıyor. Sonra bu küçük ve gizli topluluklar türlü sebeplerle dağılıyor, yeniden birleşiyor, toplantılar, konuşmalar, silâh üzerine yeminler oluyor. Bütün bunlar, normal… Çünkü bu gayretler bir ihtilâlle neticelenecek. Fakat ihtilâl sonunda verilecek yön, memlekete getirilecek reformlar hakkında bütün teferruatiyle şeklini almış bir plan yok ortada. Bunun üzerinde ya hiç durulmuyor, yahut ciddî olarak düşünülmüyor. İhtilâl komiteleri daha ziyade, rejimi yıkmak için gerekli tedbirler üzerinde duruyorlar. Hasılı, bu hazırlıklar esnasında, Türkiye’nin gelecekteki sosyal ve ekonomik manzarası tesbit edilmiyor. Adeta:
- Hele bir mevcut rejimi devirelim de alt tarafı kolay der gibi bir tarzı var bu hazırlıkların…
Türkeş’in seçim dolayısiyle anlattıklarına dikkat ediyorum, yakın arkadaşlarının bir numaralı fikriyatçı nazariyle baktıkları bu lider dahi, ihtilâli müteakip Türkiye’ye verilecek biçim ve yön hakkında sarih bilgi vermiyor. Aradan bu kadar zaman geçtiği halde, demek fikirleri henüz billurlaşmamış. İhtilâlden sonra Türkiye, hangi modele göre düzene sokulacaktı? Artık 1789 modeli kâfi gelmezdi. Yakın tarihteki ihtilâller şu rejimleri yaratmıştı: Komünizm, faşizm, nasyonal sosyalizm, Frankism. Bunlar, prensipleri, kadroları, icraatı belli rejimlerdi. Peki, bizim rejimimiz bunlardan hangisi olacaktı. Hiç biri olmıyacak idiyse, hangi prensiplere dayanıp hangi metotlarla kurulacak, nasıl teşkilatlanacak, ne istikametlerde hangi plân ve programla gelişecekti? Eğer ihtilâllerin bu tarafına fikriyat demek caizse, ben 1954 ten itibaren için için başlayan hazırlıklara dair okuduğum hatırlarda, hep dâvanın bu cephesini öğrenmek istiyorum ama muvaffak olamıyorum.
Öğrenmek istediğim şey, büyük sözler ve yuvarlak lâflara sarılmış bulanık, lâstikli veya içi boş sözde fikirler değil, mânası açık, muhtevası belli, tatbikinin ne neticeler vereceği önceden kestirilebilen oturaklı düşünceler.
Ne olur, biri çıksa da bize ihtilâlin hâlâ kapalı kalan bu tarafını ardına kadar açsa! Bu sayede yakın mazimizin tarihi, <<falanca da komiteye girdi, fakat falan memlekete tayin edilince yeri boş kaldı, falan politikacıya hükûmeti devireceğimizi söyledik, bize, aman yapmayın dedi>> kabilinden hikâyeler yerine, birazıcık da, Türkiye’ye verilmek istenen yöne dair fikirlerle bezense artık! Hâdisenin bu tarafını öğrenmek istiyenlerin sayısı, gün geçtikçe, çığ gibi artıyor.
Haber, 2 Haziran 1966.
A. Türkeş CHP’den ödünç Millet vekili talebinde bulunmuş
CHP Genel Sekreteri Kemal Satır, 1965 seçimlerinden önce Türkeş’in CHP’ne başvurarak, <<Grup olmanın avantajını sağlamak ve müşterek hedef olan AP’ne daha müessir şekilde hücum edebilmek>> gerekçesiyle <<ödünç Milletvekili>> istediğini ileri sürmüş ve demiştir ki:
<<Bu talep bana iletilince şaşırdım. Biz politikayı memlekete hizmet diye yapıyoruz. Ne particilik oynuyoruz ne de diğer partilerle bu çeşit, yani Türkeşvarî gayrı ciddî alış – veriş’e gireriz. CHP’den medet uman, bulamayınca AP’nin kapısını çalan Türkeş’e, ciddî politika yapmasını tavsiye ederiz.>>
Milliyet, 2 Haziran 1966.
TÜRKEŞ: TÜRKİYE’Yİ DOKUZ IŞIK DOKTRİNİ KURTARIR
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün Taksim’de yaptığı konuşmada AP ile CHP’ye çatmış, <<Türkiye büyük fırsatlar kaçırmıştır. Bunun sebebi de beceriksiz, liyakatsız, korkak ve kabiliyetsiz devlet adamlarının iktidarı fuzuli yere işgal etmeleri oldu.>> demiştir.
Mitingde Türkeş’e <<Başbuğ Türkeş>> diye tezahürat yapılmış, okunan bir şiirde de <<Başbuğ Türkeş… Türklerin Kaanı Alparslan Türkeş… Başbuğ Gök Türkeş…>> tarzında hitap edilmiştir.
Türkeş konuşmasında, <<Yabancı doktrinlerin basmakalıp uygulanması, Türkiye’yi 2 bin yıl geri bırakmıştır. Bundan daha zararlı olan komünizmi de sok isteyenler vardır. Bunlar satılmış ajanlar değilse, gaflet içindeki kimselerdir>> demiştir. Türkeş, kurtuluş yolunun, Dokuz Işık Doktrininde>> olduğunu söylemiştir. Türkeş’e göre Dokuz Işık Doktrini şudur: 1- Milliyetçiyiz, 2- Ülkücüyüz, 3- Ahlâkçıyız, 4- İlimciyiz, 5- Toplumcuyuz, 6- Köycüyüz, 7- Hürriyetçiyiz, 8- Gelişmeciyiz, 9- Endüstri ve teknikçiyiz.
Yeni İstanbul, 2 Haziran 1966.
Türkeş, memleketi millî bir doktrinin kurtaracağını söyleyerek “Bu, bizim ifade ettiğimiz Dokuz Işık” dedi.
CKMP’nin dün saat 16’da tertiplediği büyük Taksim mitinginde bir konuşma yapan CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş “Türkiye’yi kurtuluşa götürecek olan sistem, ancak kendi millî gerçeklerine, millî tarihine, ilmin ve tekniğin gelişmelerine göre ortaya konacak yerli bir görüş, yani millî bir doktrindir” demiştir. Binlerce vatandaşın takip ettiği miting, İstiklâl Marşı ile açılmıştır.
Saat 17.30 da binlerce kişinin “Türkeş bin yaşa” nidaları ve alkış tufanı arasında kürsüye gelen Alparslan Türkeş, “Sevgili yurttaşlarım, namuslu insanlar, vatansever insanlar, sizlere sesleniyorum” diyerek konuşmasına başlamış, Atatürk’ün başında bulunduğu 15 yıllık hamleler devri dışında, beceriksiz, kabiliyetsiz, liyakatsiz, korkak iktidar adamlarının Türkiye’nin kalkınmasını baltaladıklarını belirterek şunları söylemiştir:
“Bizim Türkiye’yi kalkındıracağına inandığımız sistem yüzde yüz yerli ve millî olan ve tarafımızdan meydana getirilmiş olan Dokuz Işık doktrinidir. Ne CHP idareci kadrosunun zihniyeti ne de AP yöneticilerinin zihniyeti Türkiye’yi kurtaracak bir zihniyettedir. Bunların dışında ve bunların üstünde yeni bir varlığa, yeni bir kuvvete ihtiyaç vardır. Bu kuvvet bizim saflarımızda meydana gelmektedir. Onun için hakiki milliyetçileri vatanseverleri bayrağımız altına çağırıyorum. Bizler midecileri, menfaatçıları istemiyoruz. Memleket hizmetinden kaçmak için korkakça hesaplar güden, pısırık, sünepe insanları istemiyor, millet yoluna baş koymak isteyen ülkücüleri çağırıyoruz.”
Türkeş daha sonra Dokuz Işık prensiplerini izah etmiştir.
Yeni İstanbul, 2 Haziran 1966.
H. TANYU: TÜRKİYE DİNİ EĞİTİMLE KALKINIR
CKMP Genel İdare Kurulu üyesi ve Kayseri senatör adayı Doç. Dr. Hikmet Tanyu, dün Türkiye radyolarında vatandaşlara hitap ederek Türkiye’nin cinayet, hırsızlık, sataşmalar, türlü kanun ve ahlâk dışı hareketler sonunda hapishaneleri dolu bir memleket haline geldiğini söylemiştir. Tanyu sözlerine şöyle devam etmiştir:
- “Türkiye adetâ cinayet, hırsızlık, türlü kanun ve ahlâk dışı davranışlar, rüşvet, soygunculuk, sömürücülük yarışması içindedir. Bu suçlular kimlerdir? Bunlar, bu memleketin zavallı evlâtlarıdır. Türkiye’de işlenen suçlar, gerek batı milletleri ile gerekse diğer İslâm milletleri ile hattâ Afrika memleketleri ile karşılaştırılırsa yurdumuz için acı ve korkunç bir rekor teşkil eder. Zira hepsinde dinî ve ahlâkî eğitim başta gelmektedir. Türkiye’de bir iken Almanya’da 18 İlâhiyat Fakültesi, Amerika’da protestan üniversiteleri, kolejleri, dinî Pazar okulları, İsrail’de haftada ortalama sekiz saat din dersleri vardır. Üstelik okuma ve tarih kitapları dinî bahislerle doludur. Yalnız dünyada hapishaneleri, sürgün kampları tıklım tıklım dolu olan bir de komünist devletleri vardır. Rusya, Kızıl Çin, Küba gibi. Hâlbuki bir zamanlar Türkiye ahlâk, insanların birbirine saygı ve güveni ile örnek bir yurttu. Sevgili kardeşlerim, CKMP bunu iktisadî, içtimaî sebepler kadar kültürel, manevî, ahlakî sebeplerden de görmektedir. Türkiye’yi bu buhrana sürükleyen yıllardan beri yanlış bir yol tutmuş olan maariftir. Terbiye sistemidir. Türlü yayınlardır.”
Yeni İstanbul, 3 Haziran 1966.
Türkeş: “Hiçbir Türk subayı jurnalcilik zilletine düşmez”
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün Niğde’de düzenlenen mitingde, 27 Mayıs’la ilgili açıklamalarının CHP ile ona yakın çevrelerde telâş yarattığını söylemiş ve şöyle demiştir:
-“ 27 Mayıs hakkındaki açıklamalarımızdan telâşa düşen CHP liderleri, yaratılış ve alışkınlıklarına uygun olarak, tehdit ve iftira usullerine döndüler. Bu tutumlarına yabancı değiliz. Ben gençlik yıllarımdan itibaren bu memleketin bir çocuğu olarak, milletçe şikâyetçi olduğumuz bu zorba davranışlara karşı mücadele etmekteyim. Halkın sinesinden çıkan, Mustafa Kemal’in eseri ve hizmet kadrosu olarak tavazzuh eden CHP yazık ki ruhu, vicdanı halka kapalı, duygusuz, zorba bir ekalliyetin elinde milletten kopmuş, hedefinden uzaklaşmıştır. CHP liderleri, bazı muvazzaf subayları kendileriyle temasta olduklarını iddia ederek muhaliflerini tehdide cüret etmektedirler. Hiçbir muvazzaf Türk subayı jurnalcilik zilletine düşmez. Bu gibi tehditler, dün olduğu gibi bugün de bize vız gelir. İnönü ve çevresi şimdiye kadar zulüm ve tehdit yollarını bize karşı çok denemişlerdir. Bizi zaman zaman zindanlara atmışlar, ellerimize kelepçe vurarak dolaştırmışlardır. Hattâ, ana ve babamızın bize hediye ettiği adımızı bile bize çok görmüşlerdir. Fakat, bizi aslâ hak bildiğimiz yoldan döndürememişlerdir. Millet zâlimlerinin yolu üstüne bizi dikilmekten yıldıramamışlar, yıldıramıyacaklardır.”
Milliyet, 3 Haziran 1966.
Kabibay dün Sunay ile bir saat görüştü
CHP Sivas milletvekili, MBK nın eski üyesi Orhan Kabibay dün Çankaya’da Cumhurbaşkanı Sunay’ı ziyaret etmiş ve Cumhurbaşkanı ile bir saat görüşmüştür.
Kabibay bugün bir basın toplantısı düzenleyerek son günlerde MBK ve 14’ler üzerine yapılan tartışma ve ithamlarla ilgili açıklama yapacaktır.
Vatan, 4 Haziran 1966.
Kayseri - Türkeş <<Türk’ün dostu ancak Türktür>> dedi
Yeni Tanin, 4 Haziran 1966.
TÜRKEŞ’İN KONUŞMASI
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün saat 11’de Kayseri’de düzenlenen açık hava toplantısında bir konuşma yapmış, <<Türk milletinin varlığını korumak, yükseltmek ve devam ettirmek her çeşit düşüncemizin üstündedir>> demiştir. Türkeş daha sonra şunları söylemiştir:
<<- Milletler arasında dostluk ve kardeşlik olamaz. Karşılıklı menfaatler vardır, diyen Türkeş sözlerini şöyle tamamlamıştır: - Türkiye gittikçe artan kuvveti ve kalkınması ile etrafının hasedini çekmektedir. Türkiye’yi istemiyorlar. Türkçe konuşmayan bazı vatandaşları bizden ayırıp parçalamak istiyorlar. Halbuki bu memlekette yaşayan bu vatandaşlarımız, Türk ve Müslümandırlar. Bu bakımdan ve mezhepçilik bakımından, memleketi parçalamak isteyenlere asla müsamaha edilmemelidir.>>
KAPLAN’IN KONUŞMASI
CKMP Genel Sekreteri Mustafa Kaplan dün sabah Kozan ilçesinde şu konuşmayı yapmıştır:
- Adalet Partisi iktidarının yedi aylık başarısızlığını ve beceriksizliğini, yalnız amansız muhalefete bağlaması ve bunu halka sebep göstermesi, kuru bir bahaneden ileriye geçemez. Milletin kaybedecek günü yoktur. Üniversite nümayiş, işçi grev, muhalefet de murakabe ve engelleme yapar. Bunlar da demokrasinin bir gereğidir. Hükûmetin görevi ise, bahane değil, çalışmaktır.
Haber, Siyavuşgil, 4 Haziran 1966.
TÜRKEŞ’İN BİR NUTKU!
Türkeş, her seferinde der ki:
- Ben ne ırkçıyım, ne de Nazi’yim.
Hay hay, ben de iyi niyet sahibi bir insanım, aksi sabit oluncaya kadar her şeye inanırım. Hiçbir zaman aklımdan:
- Yok efendim, ne münasebet? Sen ille busun demek geçmez. Bu sebeple, Türkeş’in ırkçı veya Nazi olmadığı iddiası karşısında inanmamazlık edemem, peşin hükümlerden nefret ettiğim için.
Ama geçen gün Ceyhan’da verdiği bir seçim nutkunda söyledikleri, bütün iyiniyetime rağmen, benim de biraz midemi bulandırdı. Türkeş demiş ki:
- Bugün dünyada 90 milyonun üstünde Müslüman Türk vardır. Bunların ancak 32 milyonu Türkiye’de yaşar. Geri kalanların da hak ve hukukunu korumamız lâzımdır.
Şöyle zihnen bir hesap ettim. Kıbrıs’ta 110 bin, Batı Trakya’da 120 bin Türk var. Halbuki Türkeş’in verdiği hesaba göre, memleket dışında yaşayan Türklerin sayısı 60 milyon olmak gerek. Peki, bunlar nerede ve biz, Türkiye olarak, bunların hak ve hukukunu nasıl koruyacağız?
Suriye’de bir miktar var. Irak’ta ise daha çok var. Bunlar komşularımız. Yine komşularımız arasında İran’da, Bulgaristan’da da var. Yugoslavya’da bir miktar kalmış. Romanya’dakilerin sayısı 40 bin civarında. Almanya’dakiler bir rivayete göre 170 bin. Hesap ediyorum, bir türlü 60 milyon rakamına varamıyorum. Bu saydığım memleketlerde yaşayan Türkler, eski Osmanlı İmparatorluğu devrinden kalmış, millî camiamızın dağınık parçaları.
Geri kalanlar, her halde Tatarlar, Özbekler, Türkmenler, Azeriler, Başkurtlar ilâh olacak, yâni tarih boyunca Türkiye camiası içinde asla yaşamamış, içlerimden kopup bu topraklara geldiğimiz halde, kaderleri bizimkinden bambaşka bir seyir takip etmiş, âdetletiyle âdetlerimiz, dilleri ile dilimiz ve nihayet siyasî kanaatleriyle kanaatlerimiz arasında çok büyük farklar belirmiş topluluklar… Uzun asırlar, bizi fizyonomi bakımından bile değiştirmiş. Eğer Türkeş, bu toplulukların hak ve hukukunu korumamızı tavsiye ediyorsa, bu arzu, milliyet görüşünden ziyade ırk görüşüne dayanmaz mı? Bu, bir.
İkincisi, dışarıda yaşayan bu 60 milyonluk kütle:
- Siz bize ne karışıyorsunuz derlerse, ne yaparız? Hattâ arkasından:
- Madem ki, biz de sizdeniz, o halde çoğunluk bizde, biz size uyacağımıza, siz bize uyun derlerse, ne ederiz?
Bütün komşularımıza cihat ilân ederek, bu işi zorla mı yürüteceğiz?
Bundan 30 yıl önce de Almanya’da birisi, boğuk sesiyle:
- Avusturya’da Almanlar yaşıyor, oralar da bize bağlanmalı. Çekoslovakya’daki Sudet’ler Almandır. Çekoslovakya da bizim olmalı. Danzig, Koridor da kalkmalı, Lehistan alman eyaleti olmalı. Alsace -Lorraine de Almandır, memleketimize katılmalı diye bağırıyordu.
Biz o boğuk sesin emirlerine Nazilik diyorduk o tarihlerde… Neticesi ne oldu? Burada tafsilâtiyle anlatılamayacak kadar hazin!
Şimdi Türkeş’in Ceyhan’daki nutkuna yine kendisinin <Ben ne ırkçıyım, ne de Nazi>> beyaniyle karşılaştırıyorum da, bir tenakuz karşısında bulunduğumuzu zanneder gibi oluyorum.
Sonra aklıma geliyor: Acaba şu 32 milyonluk Türkiye’de kaderini refah ve medeniyet istikametine yöneltmekle başlasak daha iyi olmaz mı?
Haber, Başyazı, 4 Haziran 1966.
İFŞAAT VE ÖNEMİ
5 Haziran seçim kampanyasının özelliklerinden biri 27 Mayıs ihtilâl hareketiyle ilgili bir takım ifşaatın yapılmış olmasıdır.
Bu yoldaki ifşaata CKMP’nin lideri ve sözcüleri başladılar. Cevap vermek çabası içinde CHP’liler ifşaata yenilerini eklediler. Böylece, türlü açılardan önemli bir durumla karşılaştık.
Tartışmaya, CHP kanadında bulunan eski 14’ler başka bir eda ile karıştılar. Orhan Kabibay, CKMP’lileri suçladı ve <<27 Mayıs ihtilâlini gerçekleştiren kişilerin millet önünde birbirlerine girmeleri ibret verici hazin bir tablodur>> dedi.
Fakat, şunu iyice bilmeli ki, gerçek, her türlü düşünce ve hesabın dışında bir güce sahiptir; her türlü hesabı altüst ederek günün birinde behemehal ortaya çıkacaktır. Bunu önlemeğe imkân yoktur.
İlkin şunu söyleyelim ki, 27 Mayıs ihtilâli üzerinde biz de sayın Başbakan Demirel’in görüşündeyiz; bu hâdiseyi hiçbir surette istismar etmeksizin tarihe tevdi etmelidir. Toplumun menfaati bundadır. 27 Mayıs’ı bir kin ve nifak vasıtası olarak kullanmaktan çekinmeliyiz. Bugün yapılmış olan ifşaata da sadece bu açıdan bakıyor ve tarihî bir olayı gene tarih ölçüsü içerisinde değerlendirmek istiyoruz.
5 Haziran seçim kampanyasının 27 Mayıs ihtilâli ile ilgili olarak gün ışığına çıkarmış olduğu önemli mes’eleler şunlardır:
1) CKMP sözcülerine göre, 27 Mayıs’ı izleyen günlerde Cumhuriyet Halk Partisi, ihtilâlin ilk beyannamesi ile kendine çizmiş olduğu hedefi değiştirmeğe çalışmış ve onu yolundan saptırarak sertliğe ve şiddete doğru itmiştir: İhtilâl kimseye karşı yapılmamış olamaz. Demokrat Partililere fırsat verilmemeli ve kendileri ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
2) CHP’nin bu görüşü, Millî Birlik Komitesi içerisinde kendine taraftar bulmuş ve bazı üyeler CHP’nin teklif ettiği tabiî senatörlüğü ele geçirip iktidarı bir an önce İnönü’ye devretmek gerektiği fikrini savunmağa başlamışlar. MBK içinde sonraları büyüyen ve 13 Kasım tasfiyesiyle sonuçlanan çatışmaların gerçek sebebi bu olmuş.
3) Gene CKMP’lilere göre, 14’ler, DP liderlerinin muhakeme edilmemeleri, bunlardan bir kısmının İsviçre’ye gönderilmesi fikrini savunmuş ve fakat bu görüşlerini gerçekleştirememişler; bir iddiaya göre de buna o zamanki Dışişleri Bakanı Selim Sarper mâni olmuş.
4) CKMP’liler, DP’nin kapatılması olayının altında da CHP’nin rolünü aramak gerektiğini söylemişlerdir. Partinin kapatılması için teşebbüse geçmiş olan avukatı bu yola sevkeden, o tarihlerde kabinede bulunan CHP’li bakanlardan biri imiş.
CKMP sözcüleri tarafından yapılmış olan bu ifşaat, Halk Partisi’nde derin bir hiddet ve tepki, aynı zamanda da bir şaşkınlık uyandırdı. CHP’liler bu şaşkınlık içinde bir takım yeni ifşaatlarda bulundular. Bu açıklamaları şöylece özetlemek mümkündür:
1) Ulus gazetesi, Milli Birlik Komitesi üyelerinin tabiî senatör olarak parlâmentoya girmeleri teklifinin İnönü’den gelmiş olduğunu kabul ve itiraf etti ve bu davranışın doğruluğunu savundu.
2) CHP ile MBK arasındaki ilişkileri anlatan Ulus gazetesi, 27 Mayıs günü İzmir’den Ankara’ya gelen Cemal Gürsel’in İnönü’ye telefon ederek: <<Direktiflerinizi peygamber buyruğu olarak kabul edeceğiz, emrinizdeyiz>> dediğini açıkladı.
3) CHP’ye ve onun komite üzerinde kurmak istediği etki ve nüfuza karşı savaşarak tarafsız bir idare kurmağa çalışmış olduğunu söyleyen Türkeş’e, Ulus gazetesinin verdiği cevaplardan biri de şudur: Türkeş ihtilâl sabahı İnönü’yü ziyaret ederek elini öpmüştür.
4) Halk Partisi Genel Sekreteri Dr. Satır da, İnönü’nün idamları önlemek için çaba harcadığını söylemiş ve bu husustaki vesikayı yakında açıklayacağını ilan etmiştir.
Bütün bunlar, ihtilâl tarihi bakımından önem taşıyan olaylardır. Bir seçim atmosferi içerisinde yapılan bu ifşaatlarda gerçeğe aykırı yönler veya aşırı ifadeler bulunabilir. Ama, karşılıklı iddialar, gerçeklerin ortaya çıkmasına, şüphe yok ki, yardım edecektir.
Bugüne kadar, 27 Mayıs hakkında objektif incelemeler henüz yapılmamış ve ihtilâl idaresinin üzerinde etkili olan hâdiseler tarafsız bir gözle yazılmamıştır. Buna şimdilik imkân da yoktur. 27 Mayıs’ın etraflı ve gerçek bir tarihini ancak, Tedbirler Kanunu kaldırıldıktan sonra öğreneceğiz. Bu, karşılaştığımız mes’elenin bir yanıdır.
Bu tartışmaların asıl dikkate değer tarafı şudur ki, eski ihtilâlcilerden CKMP’liler, 27 Mayıs ihtilâli ile ilgili bir kısım olayları, bir seçim atmosferi içerisinde, şu veya bu açıdan anlatmanın kendilerine güç ve nüfuz kazandıracağını ummuş olmalılar ki, ifşaatı böyle bir zamanda yapmışlar. CHP ise, bu ifşaatla yaralanıp zedelenmekten endişe duymuş olacak ki, cevaplarını sadece açıklanan hususlarla sınırlandırmamış, kendisi de bir takım gerçekleri açıklamıştır. İnsan yaşadıkça neler görüyor!
Vatan, 4 Haziran 1966.
CHP adına radyoda konuşan CHP İstanbul Milletvekili Orhan Erkanlı, <<Tabiî Senatörlük müessesesinin CHP tarafından komite üyelerine bir siyasî komisyon ve rüşvet olarak verildiği iddiası çirkin bir politika oyunudur>> demiştir.
Medeniyet, 6 Haziran 1966.
Senato seçimini AP kazandı
“Sonuçlar muhalefetin eseridir”
CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş seçim sonuçlarının sürpriz olmadığını ifade eve partisine karşı gösterdikleri ilgiden dolayı seçmenlerine teşekkür etmiştir.
CKMP liderine göre, bu sonuçlar beklenmekteydi. Türkeş, bu sonucu hazırlayan sebeplerden biri ve önemlisi olarak da bazı muhalif partilerin seçim propagandalarında Demirel’in şahsını hedef tutan konuşmalarını göstermiş ve <<Türkiye’de henüz seçim propaganda psikolojisi anlaşılmamıştır. Ve bu böyle, şahsiyatçılık şeklinde giderse de, kitleler, inat olsun diye tuttuklarını bırakmazlar. Muhalefet, bu sonuçları biraz da kendi hazırlamıştır. Partim, hiç de küçümsenmeyecek miktarda oy almıştır. En önemlisi, seçimleri kazananların, bundan sonra memleket meselelerine yönelmeleridir.>> demiştir.
Dünya, 6 Haziran 1966.
Türkeş
Atilla Gürbüz – Cumhuriyet Senatosu üyelerinin üçte birinin yenilenmesi dolayısiyle dün Ankarada yapılan seçimde, Kavaklıdere Şarap Fabrikasındaki 100 numaralı sandıkta oyunu kullanan CKMP Genel Başkanı Türkeş, oy verme yerine üzerinde açık renk bir elbise, yanında eşi Muzaffer hanım, iki kızı Sevenbige ve Umay ile birlikte geldi.
Türkeş ailesinin ilk oyunu, aile reisi Alparslan Türkeş kullandı. Onu, ailedeki yaş sırasıyla, eşi ve çocukları izledi. Türkeş bir yandan gazetecilere resim çektirirken, bir yandan da oyunu kullanmış olmanın da rahatlığı ile, gazetecilerin sorularını cevaplandırmaya başladı.
<<Bu seçim, iki iri partinin oylarının azalacağı ve diğer küçük partilerin oylarının çoğalacağı bir seçim olacaktır. Kapitalist partiler demokrasi için tehlikelidirler. Küçük partilerin paraları yoktur. Seçimlere bir çok güçlüklerle giriyoruz. Müşterek oy pusulasının kaldırıılmasına karşıyız. Çünkü bu sistemle her şeyden önce küçük partilerin oylarının imha edilmesi önleniyor. Dar bölge sistemi Türkiye için en iyi sistemdir. Çünkü seçmen seçileni bu usulde çok iyi ve yakından tanıma imkânı bulur. Böylece Meclise daha kaliteli elemanların girmesi mümkün olur.>>
Vatan, 10 Haziran 1966.
CKMP <<27 Mayıs>> ın yanlış yorumlandığını iddia ediyor
CKMP Genel İdare Kurulu bu gün yine <<Tanrı Türk’ü Korusun>> sözüyle biten bir bildiri yayınlayarak, 27 Mayıs’ın yanlış yorumlandığını ileri sürmüştür.
Milletin AP lehine yaptığı tercihi, döğüş, küfür, iftira mânasına alınmaması gerektiği ifade edilen bildiride özetle, <<27 Mayıs ihtilâlinin yanlış tefsirlere uğratılması, ihtilâlin ana hedefleri olan iktisadî, içtimaî ve siyasî büyük reformların ihmali, memleketimizi bugünkü ağır durumda bırakmıştır. Henüz rekabet devresinde bulunan içtimaî hayat küçük siyasî çekişmelerle zedelenmemelidir. Bu gerçeği ihmal eden ve milletin verdiği oyları millet hayrına kullanmayan, parlâmentoya giriş imkânını büyük milletin yaralarını derinleştirmek için vasıta edinenleri tarih affetmiyecektir.>> denilmektedir.
ÖZDAĞ GENEL SEKRETER YARDIMCISI OLDU
CKMP Genel İdare Kurulu görev bölümü yapmış ve Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ genel sekreter yardımcılığına, Dündar Taşer de parti sözcülüğüne getirilmişlerdir.
Vatan, Milliyet, 14 Haziran 1966.
CKMP GENEL AF İSTİYOR
CKMP Sözcüsü Dündar Taşer, bugün basına af konusunda bir demeç vermiş; <<Kinler, nefretler, garezlerin tahrik edilerek memlekette bölücülüğün arttırıldığını ve vatandaşlardaki küçük farkların büyütülerek husumet haline getirildiğini>> öne sürmüş, <<bütün bunlara son vermek, Türk içtimaî hayatını kardeşlik, sevgi ve barış düzenine oturtmak zarurîdir. Bugün için en önemli husus genel af meselesidir.>> demiştir. CKMP sözcüsü demecine şunları da eklemiştir: <<Bir ihtilâl ertesinin değişik ve karışık şartlarının suçlu sayısını arttırdığını, normal şartlarda masum fiil olacak bir çok davranışın suç haline geldiğini hatırdan çıkarmamalıyız. Tabiî ahvalde suç işlemiyecek kimselerin suça sürüklendiği bir gerçektir. Siyasî, malî, adî suçlarla onbinlerce kişi mahbeslerdedir. Bütün bunlara bir çizgi çekmek ve Türk içtimaî hayatını beyaz sayfa ile başlatmak zorundayız.>>
Vatan, 18 Haziran 1966.
CKMP de Sünnîlik Alevilik Konusunda Bildiri Yayınladı
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi başkanlık divanı, son günlerde ortaya atılan <<Sunilik – Alevilik>> konusu ile ilgili olarak bugün, Türk milletine hitaben bir uyarma bildirisi yayınlamıştır.
<<Büyük Türk milleti,
Varlığın, hayatın, bütünlüğün yeni suikastler karşısındadır. Hasis politik çıkarlarını her şeyin üstünde tutan delâlet ehli, Türkiye’de barış, birlik, nizam ve kudret mesnedi olan her müesseseye, her mânaya tasallut ve tecavüz halindedirler.
Bir kaşık suda fırtına yaratılmakta, yoktan yeni mes’eleler ihdas edilmekte ve yoktan bir mezhep kavgası ortamı hazırlanmaktadır.
Aziz Türk milleti,
Suikastlere, hıyanetlere karşı uyanık ol…
Saadetin, selâmetin, kurtuluşun, yükselişin yolu sevgidir, barıştır, birliktir.
32 milyon kaderde, kıvançta, tasada müşterek, bölünmez, mukaddes bir bütündür.
Türkiye’nin halkı ve ülkesiyle bölünmezliğini, bütünlüğünü her fikrin, her hizbin, zümrevî her çıkarın üstünde görmeliyiz.
Aziz Türk milleti,
Uyanık evlâtların, senin birliğine, saadetine, iç barışa kasteden bedbahtların, yasaları aşan hıyanet fiillerini, senin emrinde tesbit ve tecride hazırdır. Müsterih ol.>>
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.