MUZAFFER ÖZDAĞ VE FUAT ULUÇ’UN YAZI DİZİSİ
Medeniyet, 20 Eylül 1965.
ÖNSÖZ
Türkeş yakın tarihimizin, 27 Mayıs inkılâbının önde gelen bir siması ve büyük bir inkişafa namzet bir partinin, yeni bir siyasî hareketin lideridir.
Türkeş, sevildiği, inanıldığı kadar, husumete, iftiraya, zulme ve tazyike maruz kalmıştır. Olduğundan çok farklı tanıtılmağa çalışılmıştır. Hakkında çeşitli sualler sorulmakta, yurttaş Türkeş’i daha iyi tanımak istemektedir
Açık siyasî hayat ve hizmetleri Türkeş’i gerçek kişiliği ile millete tanıtacaktır. O zaman iftira bulutları dağılacaktır.
Biz olayları birlikte yaşamış yakın arkadaşları sıfatıyle bazı sualleri cevaplamağa çalıştık.
Fuat ULUÇ – Muzaffer ÖZDAĞ
Türkeş Kimdir
Yazan: Muzaffer ÖZDAĞ
YARIN GAZETEMİZDE
Medeniyet, 21 Eylül 1965.
TÜRKEŞ KİMDİR
Yazan: Muzaffer ÖZDAĞ
27 Mayıs 1960 sabahı saat 5.20, Ankara Radyosundan güven ve kudret ifade eden bir erkek sesi millete yeni bir günün başladığını haber veriyordu.
Güvendiğiniz silahlı kuvvetlerinizin sesi bir dakika sonra sizlere hitap edecektir. Bütün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyle ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadiyle Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır.
Bu harekete silahlı kuvvetlerimiz partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hâkimliği altında en kısa zamanda âdil ve serbest seçimler yaptırarak, idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.
Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa ve zümreye karşı değildir. İdaremiz hiç kimse hakkında şahsiyete müteallik tecavüzkâr bir fiile teşebbüs etmeyeceği gibi edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup olursa olsun her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir.
Bütün vatandaşların partilerin üstünde aynı milletin aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle, anlayışla muamele etmeleri ızdırapların dinmesi ve millî varlığımızın selâmeti için zarurî görülmektedir.
Konuşan Kurmay Albay Alparslan Türkeş’ti. <<27 Mayıs Millî Birlik Harekâtı>> adıyla anılacak operasyonun başarısından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri adına millete taahhütte bulunuyor ve teminat veriyordu.
Medeniyet, 22 Eylül 1965.
- 2 -
Alparslan Türkeş, Türk inkılâp tarihine ve siyaset sahnesine bu bildirisiyle girdi. Operasyonda görev alan ve inkılâp yönetimine katılan binlerce subay içinde ilk andan itibaren dikkat çeken mühim bir sima olarak belirdi. Bu teferrüdün sebebi ne idi? Neden inkılâp iktidarını temsil eden 38 kişilik MBK içinde; iki orgenerali, bir tuğgenerali, sekiz albayı bulunan ihtilâl meclisinde bu genç albay bir kilit şahıs olarak belirdi? Neden Türkeş ismi sevgi, ümit, korku ve husumet duyguları ve efsaneyle örüldü?
Türkeş’in dikkat çekişi ve nüfuz kazanışı ihtilâlin ilk sesi olmasına ve Başvekâlet Müsteşarlığı görevine gelmesine bağlanır. Bu kıymetlendirmeler hatalıydı.
Türkeş ihtilâlin ilk sesi değildi. Ordu müdahalesini ilk bildiren yayın Ankara’dan değil, İstanbul Radyosundan saat 04.36’da yapılmıştı.
Başvekâlet Müsteşarlığı koltuğunun da, Türkeş tarafından işgaline kadar, dikkate değer bir önem mânası bulunmamıştı.
Türkeş’e ihtilâl kadrosu içinde ayrıcalık ve önem kazandıran davranışı, düşünceleri ve inkılâp idaresine vermek istediği yöndür.
Türkeş’in temsil ettiği ve yürütmek istediği politika komite çoğunluğunun ve komiteye tesir eden siyasî mihrakların düşünüş, davranış, eğitim ve yakın menfaatleriyle çatışıyordu.
Bu çatışma inkılâbın ilk dakikasında Türkeş’in bizzat kaleme aldığı ve okuduğu bildiri metniyle başlamıştı.
Türkeş ordu müdahalesini bir parti iktidarına karşı darbe-i hükümet olarak değil, partilerin içine düştükleri uzlaşmaz durum sebebiyle zarurileşen partiler üstü bir hakemlik ödevi olarak görüyordu.
Ordu müdahalesi kardeş kavgasına mâni olmak içindi. Ordu müdahalesi ihtilâle, hukuk dışı şiddete, tecavüzlere mâni olmak içindi.
Müdahale, bir parti iktidarını yıkarak idareyi diğer parti yöneticilerine teslim için değildi.
Silâhlı kuvvetler adına yayınlanan bildiri, millet bütünlüğüne inancı, milletin bütününe karşı derin sevgiyi ve Atatürk yoluna bağlılığı ifade eden yüksek bir ruh taşıyordu.
Aynı düşünce ve inançları taşımayanların Türkeş’i hasım hedef olarak seçmeleri tabiî idi.
Böylece Türkeş, ilk andan itibaren partizan olmayan millet çoğunluğu için sevgi ve ümitle bağlanılan güven unsuru olurken, politikasına karşı olanların, yıkmağa madden ve manen tahribe kararlı oldukları bir hedef olarak belirdi.
Türkeş’i inkılâp yönetimi içinde çoğunlukdan ayıran diğer bir veçhesi de müdahaleyi zarurî kılan buhranın sebeplerine daha derinliğine nüfuz edişi idi.
Medeniyet, 23 Eylül 1965.
- 3 -
Türkeş, 27 Mayıs inkılâbını Kuva-i Milliye’nin, Türk millî kurtuluş harekâtının devamı olarak görüyor, inkılâpla doğan millî ve beşeri şuur ve heyecanı yapıcı ilerletici bir hamle gücü olarak kullanmak istiyordu.
Millî birlik yönetimi halkla kaynaşarak, kurtuluş savaşıyla başlayan tarihî değişimi süratle hedefine ulaştıracak çığırları açmalıydı.
İnkılâp yönetimi, eskiyen, köhneleşen teşkilât ve kadroları yenilemeli, geciken, ertelenen reformları başarmalı, ileri demokratik hizmet ve refah devletini inşa etmeliydi.
İnkılâp için böyle bir misyon düşünüş, amacı sadece ve bir an önce iktidar olanlarla, statükocuların muhalefet ve husumetini davet edici idi ve etti.
Türkeş kendine bağlanan sevgi ve ümitler ve gösterilen husumetlerle olduğundan çok farklı kişilikle tanındı, tanıtıldı.
İnkılâp ve ihtilâl devirlerine ait özel psikolojik ortam içinde ismi ve kişiliği efsanevî, hayalî olaylarla çevrildi.
TÜRKEŞ ve İNÖNÜ
İlk andan itibaren Türkeş’in koyu bir CHP ve İnönü düşmanı olduğu fikri ve inancı yayılmıştı. Türkeş’in inkılâp iktidarını alelacele İnönü’ye teslim etmek fikir ve teşebbüsüne karşı koyduğu ve mâni olduğu doğru idi. Ama CHP’ye düşman değildi. Zira Türkeş Türk Ordusunun mensubu idi. Ordunun şuurlu seçkin bir üyesi gibi Türk Milletinin; Türkiye halkının tümünü sevmeyi, tümünün hizmetinde bulunmayı en kutlu ödev biliyordu. Onun için milletin yarısına dost yarısına düşman olmak mümkün değildi. Esasen inkılâp yönetiminin tarafsızlığında ısrarı da milletin bütününe aynı sevgiyi duyması sebebiyleydi. İç barışın, huzurun, millî tesanüt ve birliğin yolu bu idi.
İnkılâp yönetimini tarafsız tutma ilkesini CHP’ye ve İnönü’ye karşı düşmanlık olarak görenler, hasta partizanlar idiler.
Medeniyet, 24 Eylül 1965.
- 4 -
Türkeş, İnönü’ye karşı bir insan olarak, düşman da değildi. Ama kör bir İnönü hayranı da değildi. Hattâ İnönü’yü beğenmiyor, Atatürk inkılâbını, cumhuriyeti yozlaştırdığı, halktan uzaklaştırdığı, halkın istek, ihtiyaç ve ızdıraplarına karşı hissiz kaldığı için kusurlu görüyordu.
Türkeş, İnönü’nün, Atatürk’ün yerini doldurmadığını, eserini tehlikeye düşürdüğü kanaatini taşıyordu.
Partizanlar Türkeş’in İnönü yönetimi devrinde zulûm gördüğü, bu sebeple CHP’ye karşı husumet politikası takip edeceği fikrini yaymağa çalışmışlardı. Bu da doğru değildi. Zira Türkeş kindar değildir.
Gerçi Türkeş pek genç bir subayken tevkif, tek parti dikta yönetimi devrinde, yöneticilerin aşırı vehim ve telaşları, hırsları sebebiyle, her Türk subayı için tabiî ve zarurî olan millî duygu ve düşünceleri sebebiyle bazı haksız ve kanunsuz muamelelere düçar olmuştu. Ama bu bir mazi idi, 16 yıl ötesinde kalmıştı. Türkeş bu olay dolayısiyle kimseye kırgın değildi. O kadar kırgın değildi ve maziyi o kadar unutmuştu ki, MBK’nin nüfuzlu bir üyesi olduğu, Başvekâlet Müsteşarı olarak Başvekile vekâlet ettiği bir dönemde valiler tayin edilirken 1944 yılı hâdiselerinde kendisine ve arkadaşlarına kanun dışı ve zalimkâr davranışlarda bulunan bir idare âmirini valiliğe tayinde beis görmemiş, hattâ bu zatın seyyiatını hatırlatanları, gayretli ve ehliyetli bir zat olduğu söyleniyor, hizmetine mâni olunmamalıdır. 1944 çok gerilerde kaldı, ben bağışladım, diye susturmuştur
Türkeş haksız ve kanunsuz itham ve suçlamalara İnönü devrinde maruz kalmış ve yine aynı devirde haksızlığa uğradığı, haksız ve asılsız bir suçlamaya hedef olduğu, resmen tesbit ve beyan edilmiştir.
Genç üsteğmen böylece ordudaki hizmetine muntazaman terfi ederek başarıyla devam etmiştir. Akademi sınavını kazanmış, akademi tahsilini görerek kurmay sınıfına geçmiş, nihayet Kurmay Albay rütbesine yükselmiş, önemli mevkilerde hizmet görmüştür.
Orduda hizmette bulunduğu sürece takdir ve sevgi görmüş, düşünce ve kanaatleri sebebiyle zan altında tutulmamış, kınanmamıştır.
Maziye ait asılsız, mesnetsiz suçlama ve isnatlar, Türkeş’in inkılâp kadrosu içinde görünmesi ve iktidarı derhal İnönü’ye teslim etmek isteyenlere karşı çıkmasıyla tekrarlanacaktır. Diktacı, ırkçı, turancı olduğu ısrarla söylenecektir.
Türkeş propagandacıların dediği ve iddia ettiği anlamda ırkçı değildir.
TÜRKEŞ’İN MİLLİYETÇİLİĞİ VE IRKÇILIK MESELESİ:
Türkeş her Türk subayı gibi şuurlu ve özlü bir milliyetçi idi. Ben Türk’üm diyen, Türk kültürüne bağlı herkes onun kutsal millet varlığına dahildi. Millet anlayışı Mustafa Kemal – Gökalp anlayışı idi. Türkeş için Türk milliyeti, Türk Milletine mensup olma şuuru idi. Bu anlayış, birleştirici, toplayıcı, genişletici ve yükseltici idi. Türkeş milliyetçiliği tek bir faktöre ve soya bağlayan anlayışa karşıydı.
Emeli, Türkiye halkının saadet ve selâmeti idi.
Buna rağmen muarızları, siyasî hasımları Türkeş’in ırkçı olduğunu ısrarla iddia edeceklerdi.
Irkçılık ne demektir? Neden kötüleyici, suçlayıcı bir isnat oluyordu.
Yeryüzünde Türk soy ve kültüründen olan, Türklük şuuruna sahip milyonların yaşadığı bilinmektedir. Bu bir tarih ve coğrafya gerçeğidir. Bu Türklerin tamamı, Türkiye vatandaşı değildirler.
Medeniyet, 25 Eylül 1965.
- 5 -
Türk dil ve kültür coğrafyasına mensup bu soydaşlarımız kısmen yıkılan imparatorluğumuzun vilâyetleri olan komşu ülkelerde ve çoğunlukla eski anayurtta yaşamaktadırlar.
Bu dildeşlerimizin varlığını bilmek, onlara sevgi duymak, zulûmden kaçıp Türkiye’ye göç ettikleri zaman onlara kucak açmak neden kötülenmektedir. Hemcinsine sevgi, şefkat ve yardım bir insanlık ödevi değil midir?
Irkçılıktan kastedilen bu değilse nedir? Türkeş 30 milyon Türkiye’liyi aynı milletin aynı soydan gelmiş evlâtları olarak görüyordu.
Türkeş’e ırkçı diye saldıranlar Türk suyundan gayri bir soya mensup olmanın dâvâsını mı yürütmek istemektedirler? Gizli açık hınç ve taarruzlarının sebebi başka ne olabilir? Türkeş her vesile ile ırkçı olmadığını, millet anlayışının şuur ve kültüre dayandığını ifade etmiştir. Neden ırkçılık isnadında ısrar olunuyordu?
Medeniyet, 26 Eylül 1965.
- 6 -
Türkeş’e ırkı diyenler araştırılınca bir kısmının müfrit partizanlar olduğu, diğerlerinin Türk Milletine ve milliyetçiliğine düşmanlığı meslek haline getirmiş komünistlerle Türklük içinde başka bir milliyete mensup olma dâvasını güdenler, Türklüğü kabul etmeyenler olduğu anlaşılıyordu.
ÇİRKİN BİR İSNAT: KAFATASÇILIK
Türkeş’in ve Türk milliyetçiliğinin hayâsız düşmanlarının milliyetçiliği ve milliyetçileri küçültmek için, kötülemek için icad ettikleri tabirlerden biri de <<Kafatasçılık>> idi. Siyasî lügâtına pek yeni giren bu deyim bir komünist uydurması idi. Garezkâr idraksizler ve gafiller kullanıyorlardı.
Kafatasçılık ne demekti? Müfterilerin isnadı şu idi. Türk milliyetçileri insan soyunun tâyininde beden ve baş yapısını vücut ölçülerini dikkate alan (Anthropolgie: İnsanlığın tabiî tarihi) bilgisine değer veriyorlar, Türk olanı olmayanı başının şekil ve ölçüsüne göre ayırt etmek istiyorlar.
Bu kuyruklu ve budalaca bir yalandır. Yaşayan hiçbir Türk milliyetçisi böyle bir düşünceye sahip olmamıştı.
Anthropologie ilminin Türkiye’de ilk kurucusu Atatürk, baş koruyucusu ise Başvekil İsmet İnönü olmuştur.
O devirde bu bilgiye aşırı değer verilmiş, onbinlerce Anadolulunun üniversiteli bilim ve araştırma uzmanlarınca, resmî devlet memurlarınca baş ve vücut ölçüleri alınmıştı. Hattâ daha ileri gidilmiş, eski tarihî mezarlıklar açılmış, bulunan kafatasları çıkartılmış ve ölçüleri alınmıştı.
Atatürk’ün amacı, Türkler Anadolu’nun ilk sahipleri değildir iddiasını çürütmekti. Şimdiki Türkiye çocukları ile tarihte yaşamış eski Anadoluluların aynı soydan olduklarını isbata çalışıyordu.
İnönü devrinde basılan tarih kitaplarında Türk’ün boyu, göz ve saç rengi, baş ölçülerini gösteren bilgiler yer alırdı. Türk başının Brakisefal olduğu belirtildi. O halde İnönü’ye kafatasçı mı demek gerekirdi?
Kısacası beden yapısı ve vücut ölçüleri ile ilgili bir milliyet düşüncesinin Türkeş’le hiçbir ilgisi yoktur. Böyle bir düşüncenin resmî koruyucusu ve yaşayan tek mümessili İsmet Paşa idi. İsmet Paşa da Atatürk’ün ölümünden sonra antropoloji ile ilgisini kesmişti.
TÜRKEŞ VE TURAN MESELESİ:
Türkeş, siyasî Turan ideali izafesi de komikti. Türkeş Kıbrıslı idi. Tarihî zaruretler sebebiyle MİSAKI MİLLİ Türkiyesi dışında, yabancı idaresinde kalan Türk topluluklarından birinin çocuğu oluşu, Türkeş’teki millet ve yurt sevgisini daha canlı ve şuurlu kılmıştı. Türkiye dışında kalan Türk topluluklarının mesele ve ıstıraplarına bir Türk aydını olarak vakıftı. Meseleyi hümanist açıdan görüyordu. Her Türk gibi, her insanlık dostu gibi ezilenlere, zulüm görenlere sempati duyuyordu. Ama, Türkiye Cumhuriyeti Devletine bütün dünya Türklerini içine alacak bir cihangirane devlet, bir Turan devleti kurma misyonunu vermek veya yakıştırmak hayalinden bile geçmemişti. Zira Türkeş bir asker, bir kurmay subay olarak öncelikle gerçeğin ve imkânların insanı idi. Ödevi Türkiye halkının refah, mutluluk ve selâmetine hizmetti.
Türklüğe hizmetin yolu, Türkiye’yi yükseltmek, güçlendirmektir. Türkeş Cumhuriyet Ordusunun antiemperyalist, barışçı, demokratik, milliyetçi ruhunu taşıyordu. Gerisi yalandı.
Medeniyet, 27 Eylül 1965.
- 7 –
Cumhuriyetin faşist ve şoven bir dikta haline geldiği devrelerin resmî kalemlerinin Türkeş’e diktacı, nasyonal sosyalist ithamları ile hücum etmelerini de gerçeklik duygusu olanları utandıracak bir garabetti.
DEVRİMİN AK RENGİ VE YASSIADA:
Türkeş’e yapılan iftiralardan biri de şiddet taraftarı olduğu idi. Hiçbir iddia bu kadar hakikat dışı olamazdı. Türkeş, 27 Mayıs Millî Birlik hareketinin kansız icraatında ön plânda müessir olanlardandı.
İnkılâp yönetiminin tarafsızlığına en fazla titizlik gösterenlerdendi. Türkeş ve arkadaşları <<Radikaller>> için önemli olan milletin huzur ve selâmete ulaşması idi, hesap sorma, ceza verme değil. Bu sebeple Türkeş bir Yassıada mahkemesi kurulmasına da taraftar değildi. Düşünülen çözüm yolu DP iktidarının ileri gelenlerini belirli bir süre için memleket dışına çıkartmaktı. Radikaller için, milletin ve devletin kuvvet ve sıhhat bulması içim girişilecek reformlar eski iktidar sorumlularını yargılamaktan çok daha önemli idi. Türkeş, Gürsel ve Dışişleri Bakanı Sarper ile görüşerek DP ileri gelenlerini İsviçre’ye göndertmek istemiş, fakat o günün şartları içinde bunda muvaffak olamamıştır.
TÜRKEŞ İDAMLARA KARŞI İDİ:
Türkeş, bir Yassıada mahkemesinin kurulmasına taraftar olmamakla beraber, o günün şartları içinde bu bir zaruret haline gelince, mutlak adaletin tecellisi için mahkemenin her türlü şaibeden ve her türlü tesirden uzak kalmasına çalışmıştı. Hâkimler vicdanlarına ve kanuna tâbi olmalıydılar. Yassıada hâkimleri Türk adliyesinin yüz güzide mensubu arasından seçilmişti. Hepsi DP devrinin en iyi sicil almış hukukçuları idiler.
Medeniyet, 28 Eylül 1965.
- 8 –
Türkeş bu mahkemenin vereceği âdil hükümlere hürmet taşımakla beraber idam cezalarının infazını istemiyor, böyle bir tatbikatı millet için hayırlı görmüyordu. Yassıada mahkemeleri karar safhasına geldikleri sırada Türkeş ve arkadaşları yurt dışında idiler. Zorla yurt dışına çıkarılmışlardı. Buna rağmen Türkeş memleketin huzuru ve millî birlik duygu ve endişesi ile iktidarı elinde tutan görevlileri idamların yapılmaması hususunda ikaz etmişti.
MBK içinde liderliğini Türkeş’in temsil ettiği ekip ihtilâlin müşfik, mutedil, tarafsız, hürriyetçi ak bir yönetim olmasında ve inkılâp iktidarının reformcu bir anlam kazanmasında başlıca âmil olmuştur.
Türkeş ve arkadaşlarının olmaması halinde basit bir darbe-i hükümetle yeni bir başvekil ve bir parti diktası getirecek olan müdahale, Türkeş ve arkadaşlarının sistemli ve ısrarlı çalışmalarıyla ileri, sosyal muhtevalı, millî bir inşa hamlesi haline gelmişti.
Devlet Plânlama Teşkilatı, idarî reform, tarım ve toprak reformu, kütlevî, meslekî ve teknik eğitim, iş ve işçi seferberliği, radikal sanayileşme, yerleşme ve yaşama düzeninin tanzimi, sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonu Türkeş ve ekibinin hizmet plânının ana hatları idi.
Medeniyet, 29 Eylül 1965.
- 9 –
İnönistlerin bir an önce iktidara el koyma arzusu, statükocu kadroların mukavemeti ve şahsî kıskançlıklar 13 Kasımı hazırladı.
ŞEN’İ BİR YALAN: KASA HİKÂYESİ
Türkeş ve ekibi millet hizmetinden uzaklaştırıldı ve şen’i iftiralara maruz bırakıldılar. Bu iftiralardan biri de sarı zarf, kasa meselesi diye dillere destan olmuştu. İsnat ve iftira şöyle idi: <<İnkılâp gecesi Başbakanlığa girilmişti. Türkeş müsteşar olmuştu. Bu sıfatla kasayı açmıştı ve kasadan içinde yetmiş bin dolar bulunan bir sarı zarf kaybolmuştu.>>
Böylece Türkeş lekelenmek isteniyordu. Aslında bir kasa meselesi, bir sarı zarf meselesi yoktu. Başbakanlık kasasından ne bir zarf, ne de bir pul kaybolmuştu. Hâdise iğrenç bir siyasî lekeleme oyunu olarak Türkeş yurt dışına çıkarıldıktan sonra ortaya atılmıştı.
Başbakanlık kasasını Türkeş değil, millî emniyet mensupları ve kasa uzmanları bir hâkimler heyetinin huzurunda açmışlardı. Heyette Askerî Temyiz Mahkemesi Hâkimi, Örfî İdare Hâkimi ve Millî Savunma Hâkimi bulunuyordu. Kasa içindekiler sayılmış, zapta geçirilmiş, imzalanmış, mühürlenmiş ve müsteşarlık ödevine gelen Türkeş’e öylece teslim edilmişti. Türkeş müsteşarlıktan ayrılırken hesabı aynen teslim etmişti. Eğer, bir tek kuruş eksik olsaydı, Türkeş’in canına ve şerefine kasdeden düşmanları bunu derhal mahkeme konusu yapma fırsatını kaçırmazlardı.
İki yıl sonra, Türkeş yurda dönerken arkadaşlarına şöyle diyordu: <<Yüzümüz maziye değil, geleceğe dönüktür, bize husumet gösterene de sevgi ve dostlukla mukabele edeceğiz. Milletçe kurtuluşun yolu budur. Türkiye’de nifak, küskünlük, ayrılık olmamalı, kurtuluş millî tesanüttedir.>>
Bu düşünce ile olanlar ve hattâ hakkında söylenenler için, sükûtu tercih ediyordu. Açık düzen içinde milletine başlamış olduğu hizmeti devam ettirmek arzusu baskı ve tertiple geciktirilmek isteniyordu. Yurda dönüşünün üçüncü ayında 21 Mayıs vesile yapılarak tekrar açık bir zulûm ve haksızlığa hedef kılındı.
27 MAYIS’ı millî bayram ilân edenler 27 Mayıs’ı millet için bir selâmet şeklinde icra edenleri inkâr ve imhaya savaşıyorlardı. Türkeş 21 Mayıs sabahı kendini tevkife gelenlere: <<Haklıyım, cesurum, kuvvetliyim>> demişti. Askerî mahkemenin beraat kararı bu haklılığın tescili oldu.
Türkeş bugün yakın arkadaşlarıyla birlikte CKMP içinde 27 Mayıs Anayasasına temel olan fikirlerinin ve yarım kalan hizmet programının mücadelesi yolundadır.
Gölgeler, sisler, bulutlar dağılacaktır…
(SON)
ALPARSLAN TÜRKEŞ BROŞÜRÜ
Yeni İstanbul, 19 Eylül 1965.
CKMP Genel Merkezi, “Alparslan Türkeş” başlıklı, 15 sayfalık bir broşür bastırmıştır.
Parti Genel Sekreteri Fuat Uluç ile Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Özdağ tarafından kaleme alınan ve kapağında Türkeş’in profilden çekilmiş bir resmi bulunan broşürün mitinglerde dağıtılacağı ve ayrıca parti teşkilâtına gönderileceği bildirilmektedir.
GÜRSEL’E MEKTUP
Broşür’de “Türkeş – İnönü”, “Türkeş’in milliyetçiliği ve ırkçılık meselesi”, “kafatasçılık”, “Türkler ve Turan meselesi”, “devrimin ak rengi ve Yassıada”, “Türkeş idamlara karşı idi”, “Şen’i bir yalan kasa meselesi” gibi konular işlenmekte, ayrıca Türkeş’in 7 Eylül 1961 tarihinde Yeni Delhi’den, o zamanki Millî Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel’e yazdığı mektup açıklanmaktadır. Bu arada, 27 Mayıs ihtilâlinde açılan başbakanlık kasasında bulunan eşyalarla evraka ait tesbit zabıt varakasının fotokopisi yayınlanmaktadır. Bu fotokopinin altında, “kasa’da devlet resmiyet, ciddiyet ve onuruyla bağdaşmayan eşya ve vesaikin bulunduğu, gerektiği zaman kasa muhtevasının tümünün kalem kalem açıklanacağı” belirtilmektedir.
“İNFAZ EDİLMESİN”
Türkeş’in Yeni Delhi’den yazdığı mektupta, “idam cezalarının infaz edilmemesi istenmekte, ayrıca 13 Kasım’dan sonra teşkil edilen Millî Birlik Komitesinin buna yetkisi olmadığı” ileri sürülmektedir.
Yeni Gazete, 19 Eylül 1965.
Türkeş için çıkarılan broşürde İnönü’ye “Kafatascı” dendi
Parti lideri Alparslan Türkeş’i tanıtmak için CKMP Genel Sekreteri Fuat Uluç ve Yardımcısı Muzaffer Özdağ’ın hazırladığı broşürde Türkeş hakkında şimdiye kadar ileri sürülen iddialar reddedilmiş, “Kafatasçılık” iddiaları reddedilerek, beden yapısı ve vücud ölçüleri ile ilgili bir milliyetçilik düşüncesinin resmî koruyucusu ve yaşayan tek mümessili İsmet Paşa idi” denilmiştir.
15 sahifelik broşür, 27 Mayıs 1960 sabahı Türkeş’in Ankara Radyosundan silâhlı kuvvetler adına okuduğu beyanname ile başlamış, “Türkeş ihtilâlin ilk sesi değildi, Ordu müdahalesini ilk bildiren yayın Ankara’dan değil, İstanbul Radyosundan 04.36 da yapılmıştır” sözleri yer almıştır.
İNÖNÜ TÜRKEŞ
Broşürün, “Türkeş – İnönü” başlığını taşıyan bölümünde, Türkeş’in 27 Mayıs’tan sonra iktidarın “İnönü’ye teslimine” karşı koyduğu CHP’ye düşman olmadığı belirtilmiştir.
Bu bölüm, “Türkeş propagandacıların dediği ve iddia ettiği anlamda ırkçı değildir” şeklinde başlamış, Türkeş’in millet anlayışının “Mustafa Kemal ve Ziya Gökalp gibi” olduğu kaydedilmiştir.
Broşürün son kısmına, Türkeş’in Yassıada Mahkemelerinin kurulmasına, Yüce Divanca ölüme mahkûm edilenlerin idamlarına karşı olduğu sözleri konulmuş 27 Mayıs 1960 hareketinde Türkeş’in oynadığı rol hakkında şunlar ileri sürülmüştür:
“Türkeş ve arkadaşlarının olmaması halinde basit bir darbe-i hükümetle yeni bir başvekil ve bir parti diktası getirecek olan müdahale, Türkeş ve arkadaşlarının sistemli ve ısrarlı çabalariyle, ileri, sosyal muhtevalı, millî bir inşa hamlesi haline gelmiştir.”
Yeni Tanin, 19 Eylül 1965.
Türkeş Broşürü
CKMP Genel Merkezi <<Alparslan Türkeş>> başlıklı, 15 sayfalık bir broşür bastırmıştır. Parti Genel Sekreteri Fuat Uluç ile Genel Sekreter Yardımcısı Muzaffer Özdağ tarafından kaleme alınan ve kapağında Türkeş’in profilden çekilmiş bir resmi bulunan broşürün, mitinglerde dağıtılacağı ve ayrıca parti teşkilâtına gönderileceği bildirilmektedir.
Yeni Tanin, Server Sadık, Duvar Geçen, 19 Eylül 1965.
BİR ELEŞTİRME.
Bulvardan geçerken küçük sevimli bir çocuk elime bir broşür sıkıştırdı. Üzerinde bir yeni politikacımızın pek cakalı bir resmi vardı. Bu CKMP’li yeni yöneticilerin daha doğrusu eski kurmayların ilk propaganda işaretidir. CKMP liderinin resmini havi broşür halkı CKMP mitingine davet ediyor ve Türkeş’in genişçe bir övgüsünü yapıyordu. Şimdi gelin bu broşürü beraberce eleştirelim:
YAZAN VE YAZILAN!
Broşür Muzaffer Özdağ’ın Türkeş’in kişiliğiyle ilgili bir yazısıyla başlıyor. Bu bir övgüdür. Özdağ liderine her zamanki gibi dayanak olmağa çalışmaktadır. İlk pasajlar arasında şöyle bir bölüme rastlanmaktadır: <<İnkılâp yönetimi, eskiyen, köhneleşen teşkilât ve kadroları yenilemeli, geciken, ertelenen reformları başarmalı, ileri demokratik hizmet ve refah devletini inşa etmeliydi.>>
Bunlar güzel sözlerdir. Ama o sırada 14 ler olarak isimlendirilenlerin <<amacımız>> başlığı altında kaleme alınan bildirilerini -bunu açıklamağa fırsat kalmamıştır>> gözönüne getirenler hafifçe gülümseyecekler, hele demokratik kelimesinin üzerinde dikkatle duracaklardır. Zira bu bildiride en azından 5 yıl genel seçimlere gidilmiyeceği, bu reformların bir komite tarafından yönetileceği, sonra seçimlerin yapılacağı belirtilmekteydi. Böylesine bir davranışın siyasî tarihte demokratik bir idareyle sona erdiği şimdiyedek görülmüşse bir diyeceğimiz yoktur. Bu işin lideri de Türkeştir!..
TÜRKEŞ VE İNÖNÜ
Broşürün ikinci bölümü ilginçtir. Türkeş’in İnönü’ye karşı hırslı ve kinli olmadığı anlatılmağa ve ihtilâlin bir partiye karşı yapılmadığı belirtilmeğe çalışılmaktadır. Ama yazar acemiliğini burada da gizliyememiş, sonunda ortada bir Türkeş – İnönü meselesi olduğuna değinmiştir. Bu <<oy>> konusunda CKMP yöneticilerince bir inceliktir!..
VE ESAS KONU..
Daha sonra genç politikacı esas konuya yavaştan değinmeye başlamıştır.
Bu tabiatıyla DP irileri hakkında alınan kararlara Türkeş’in karşı olduğunu belirtmektir.
Örneğin ilk iş olarak Özdağ Türkeş’in idamlara karşı olduğunu açıklamaktadır. DP büyüklerini yurt dışına göndermenin Türkeş’in fikri olduğunu ileri sürmektedir. Hele, hele idamlara karşı Türkeş’in bütün gücüyle karşı olduğunu iddia etmektedir!
Türkiye’de şu politik havada bu her politikacının en başta gelen kozlarından birisidir. Üstelik aksinin ispat edilmesi son derece güçtür. Olayların üzerinden geçen yılların Türkiye’lilere mahsus acıma duygularını arttıracağı toplumumuzun yapısı yönünden bir gerçektir. İşte bu duygunun istismarı, 1965 yılı seçimlerinin neredeyse şiarı olmak üzeredir!..
Hele, o sıralarda Türkiye’nin yönetiminden uzaklaştırılan bir Albay’ın böyle düşünmesi -ilerisi için- oldukça kolaydır. Albay Türkeş de bunu ihmal etmemiş ve bir mektupla belgelemiştir!
Bize sorarsanız tarihin yargısını vereceği kişileri istismar etmenin bu ikinci bir yoludur ve AP’lilerin yaptığından farklı değildir. Bu dünyadan göçmüş kişilerin anılarıyla alınacak bir iktidar doğrusu parlak bir zafer olmıyacaktır. Hele ihtilâlin ilk yöneticileri için!.
VE SONUNCUSU..
Broşürün sonunda Bay Fuat Uluç’un bir yazısı vardır. Bay Uluç bu yazısında Türkeş’i İhtilâlden nefret eden bir ihtilâlci olarak belirtmektedir. Daha önceleri 1957 yıllarında Türkeş’in yurdun durumunu düzeltmek için bir ihtilâlden bahseden arkadaşlarına <<burası Suriye değildir>> dediğini de gerekçe olarak göstermektedir.
Bunun anlamı Türkeş’i DP li kitlelere sevdirmekten başka bir şey değildir. Oysa bizim bildiğimiz Türkeş iyi bir ihtilâlcidir. Mustafa Kaplan’ın evinde ihtilâlden önce yapılan bir toplantıda bunu ispatlamıştır. Albay Küçük’ün yeni katıldığı bu toplantıda Küçük,
<<- Peki ihtilâl başarılırsa, sonrası ne olacaktır>> sorusuna ilk cevap veren ateşli Albay Türkeş’tir ve şöyle demiştir:
<<- Yurdun idaresini ele alacağız ve götüreceğiz!...>>
Bu sözlerin Küçük ile Türkeş’in arasını o gün açtığı ihtilâlin yakın adamları tarafından bilindiği bir gerçektir. Üstelik Albay Küçük’ün <<öyleyse ben bu işte yokum>> diyerek kendisini toplantıya getiren Orhan Kabibay’ı son derece güç durumda bıraktığı da bilinmektedir.
İşte, politikaya yeni atılan kişilerin, hele belki fikirlerini değil ama kendilerini pek sevdiğim, saygı duyduğum Albay Türkeş’in böylesine küçük ayak oyunlarına girişmemesi yeni bir Türkiye’nin doğuşunu hazırlayacaktır. Doğru ve dürüst insanlar ülkesi bir Türkiye…
FUAT ULUÇ’UN EŞİ SUAT ULUÇ’UN YAZISI
Vatan, Sütunlar Arasında, 10 Ekim 1965.
İHTİLÂLDEN NEFRET EDEN İHTİLÂLCİ: A. TÜRKEŞ
Suat ULUÇ
İnanılması güç, fakat gerçek. Bu adam Alparslan Türkeş’tir. Her fırsattan faydalanarak ifade eder bunu. Geçirdiği tecrübelerin ışığı altında kanaat değiştirdiği sanılmasın. Eskiden de başka türlü düşünmezdi. Henüz çok genç bir subayken bu töhmetle hapse girip çıkmış, 27 Mayıs İhtilâlini yapanlar arasında, hattâ ön safhalarında bulunmuş, ikinci bir ihtilâle hazırlandığı endişesiyle 13 Kasım operasyonuna tabi tutulmuş, 21 Mayıs’ta bileklerine kelepçe vurulmuş olması hakikatten bir şey kaybettirmez. Hakkında verilecek hükme dış görünüşleri dayanak alanlar hataya düşmekten korunamazlar. Nitekim, korunamıyorlar da…
Uğratıldığı zamanki yaşına ve hayat tecrübesine göre bir insanın benliğini temelinden sarsacak kadar ağır olan ilk haksız muamele, hızını bir takım mânasız vehimlerden almıştı. İkincisi, memleket meseleleri üzerindeki fikir ve kanaat ihtilaflarının şişirilmesinden doğmuştur.. Üçüncüsü ise, acabaların temeline oturtulmuş bir evham şatosudur.
Bütün bu hâdiselerde doldurduğu çile, çektiği ızdırap, katlandığı kahır teselli olma bakımından pek hayırlı bir neticeye düğümlenmiştir. Esasen, daha da gelişmeye istidatlı olgun bir şahsiyeti vardır. Zayıf ruhları sindiren kötü kaderler, büyük yaradılışları yücelten basamaklardır. Özellikle gurbet dönüşünde ona, gerçek kemalini bulmuş olarak kavuştuk. Bu da, memleket için sevinilecek bir kazançtır.
*
Evet, ihtilâlden nefret eden bir ihtilâlcidir O. Hatırasını tekmil tazeliği ile muhafaza ederim. Bu işi seçimlerden çok önce tasarlamaya başlamıştı. Bir akşam, üç kardeş oturmuş; konuşuyorduk. Her zamanki net ve kesin anlatış üslûbu ile kendi açısından memleketin durumunu gözlerimizin önüne serdi. Seçimler, iktidarı değiştirmediği takdirde kazananların şımarıklığı, kaybedenlerin hırslı tahrikleri durmadan artacak, vatandaş bir kardeş kavgasına sürüklenecekti. Önlemek lâzımdı bunu.. <<Bir ihtilâl ile mi>> diye sordum. Tereddütsüz cevap verdi: <<Hayır.. Türkiye, Suriye değildir. İhtilâl felâket getirir. Benim düşünceme göre taraflara dur diyecek, ayırıp kaynaştıracak, yapıcı, kurucu ve yarattığı eseri tahkim ettikten sonra gidici bir hazırlığa ihtiyaç var. Gündelik politika üstü ve mutlak tarafsız bir hazırlığa.. Yoksa felâketin eli, kapımızın tokmağındadır.>>
Birbirini kovalayan ve hızlı gelişen hâdiseler O’nu haklı çıkardı. Derin seziş ve keskin görüş kabiliyeti ile hem olacakları, hem de karanlıkların ötesindeki sabah aydınlığını çok iyi geçmişti. Yapılanın alışılmış ihtilâllere benzememesine, hele ilk günlerde bu sözün ağıza alınmaması için özel bir itina göstermesine hep bu nefret kaynak olsa gerek.. İnsana öyle gelir ki, düşünceleri bir dereceye kadar tatbik sahası bulsaydı, şu anda, rüzgârları daha ılık esen bir vatan üzerinde, birbirlerini daha iyi anlayan, daha çok seven vatandaşlar olarak yaşama saadetine ermiş bulunacaktık.
Galiba, hüsran O’ndan ziyade bize nasip oldu.
*
Bu kadar kısa zamanda, bu kadar derinliğine halkı meşgul etmiş, hakkında bu kadar çelişmeli fikirler yürütülmüş başka örnekler bulmak güçtür. Yerenlerle, öğenlere bakınca <<aynı şahsiyette bir umaca ile bir esâtir kahramanı nasıl kolkola girebilir>> diye şaşıyor insan. Ağacın taşlananı da, kucak açılanı da meyvalı olma zamanı imiş meğer.
Övülmeye de, sevilmeye de lâyık bir <<kemal ehli>> olduğu için lehinde söylenenlerin üzerinde durmak lüzumsuz. Fakat, hakkındaki karanlık yaygaralara kalem ucu ile de olsa dokunmadan geçmeye gönlüm vicdanım razı değil. Yapılan ithamlara göre ırkçı, turancı, gerici, diktacıdır. İki kelime ile yalan ve iftira..
Irkçı değil, milliyetçidir. Turancı değil, Türkiyecidir. Gerici değil, gelenekçidir. Diktacı değil, varlığının bütün zerreleri ile demokrasi, hak ve hürriyet âşığıdır.
Milliyetçiliği hayran olduğu Mustafa Kemal’in Türkçülüğünü bir santim öteye aşmaz. Toplayıcı, birleştirici ve kaynaştırıcı olma bakımından onun da bu inancını <<ne mutlu Türk’üm diyene>> sözü ile formüle etmek mümkündür. Hayatının hiçbir devrinde Türkiye’den ordular seferber ederek Altaylara doğru bir fetih macerasına atılmayı aklının köşesinden geçirmemiştir. Tatlı da olsa, hülyanın bu türlüsüne kapılmaya, gerçekten taviz vermeme itiyadı engeldir. Türkiye sınırları dışında yaşayan ve durumları hepimiz için yürekler acısı olan soydaşlarımızla çok normal sayılması gereken bir duygu bağlantısını bu derece kötüye yormak için, vicdanların ak tarafları bulunmaması icab eder. Gelenekciliği, müslüman bir Türk olarak içinde yaşadığımız çağın anlayışı ile çelişmeyen gelenek, görenek ve inanışlarımızı makul bir çerçeve içinde devam ettirme arzusundan ibarettir. Demokrasiye, hak ve hürriyete aşkı ise, İkinci Cumhuriyetin kurulmasına verdiği emek, ihtilâlin meşruiyet sınırları dışına sapmaması için harcadığı gayretle sabit olmuş bir gerçektir. O halde neden söyler, neden yazarlar bunları? Sadece değerleri tahrip içinse, hem memlekete, hem heba ettikleri emeklere yazık değil mi?
*
İhtilâlden nefret eden bu ihtilâlcinin hayatı sadelik, itidal, muvazene ve feragat örneğidir. Yalnız, memleket sevgisinde, çalışmakta ve okumaktaki ifratları müstesna. Esasen hayat hikâyesine mâna, renk ve hız veren de bu üç ifratıdır. Onu, daima hizmeti ibadet sayan bir hayret fırtınası halinde gördüm. Henüz genç bir subayken bile, birliğini, mermere şekil veren bir sanatkâr heyecanı ile yetiştirirdi.
Cehalet ve derbederlik, hata ve kusurların kaynağıdır. Bütün boş zamanlarını okumak, incelemek ve düşünmekle doldurduğu, plânlı ve programlı çalıştığı için yalnız başarılı olmakla kalmamış, tuttuğu ve yaptığı her işe şahsiyetinin damgasını da vurmuştur. Hiç şüphesiz bunda, Tanrı lütfu olan yaratıcı zekâsının da payı büyüktür.
Ömrü boyunca küçük hislerin, görülecek hesapların adamı olmamıştır. Memlekete hizmet edenler, kendisine kötülük yapmış olsalar bile onun için makbul ve saygıya lâyık kimselerdir.
Her aksiyon adamı gibi, kararlarına sür’atli bir temkin, iş tutumuna müşkül tanımayan bir irade sarplığı hâkimdir. Kollektif çalışmalara ruh, mihrak ve nâzım olmanın hünerine bütün incelikleriyle vakıf bulunuşu yapma ve yaptırmada en büyük avantajıdır. Bunda yalnız inanan değil, aynı zamanda inandırabilen bir nitelikte oluşunun tesiri inkâr edilemez. Muvaffakiyetlerin şerefini paylaşmakta cömert, muvaffakiyetsizliklerin vebaline başkalarını ortak etmede şaşılacak kadar hasistir. Sözünün yanına başını koymaktan asla çekinmez. Güvenilir olmak karakterinin en bariz vasıflarından biri… Galiba bu da, dostlarına vefası kadar, muarızlarına karşı müsamahalı olmasından doğmakta…
İşte goncaların en nadidelerinden derlenmiş bir gül demeti. Peki ama bu demetten bu memleketin havasına beklenen ferahlığı katacak koku yayılmayacak mı? Onun yeni atıldığı politika hayattaki mücadelesini izleyenler şimdiden ümide kapılmış görünüyorlar. Her ümit bir tesellidir; hele tahakkuk imkânı çoksa… Temenni edelim ki bugünün tesellisi yarının saadetine müjdeci olsun.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.