« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

HARBİDEN

      Efendi BARUTCU

02 Eyl

2016

GENÇLİĞİM EYVAH(*) veya HARCANAN NESİLLER

02 Eylül 2016

GENÇLİĞİM EYVAH, merhum romancı Tarık Buğra’nın 1979 yılında Ötüken Yayınevi tarafından yayınlanan romanın ismidir.
Kitabın arka kapağında şöyle yazıyor: “Gençliğim Eyvah Türkiye’ deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. GENÇLİĞİM EYVAH, yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş laf ebeliğini sergilemektedir. İnsana ve insanın gerçek haline kurulan tuzağın romanlaşmasıdır bu kitap. GENÇLİĞİM EYVAH’ı silkinip uyanmak ve gerçek hayatlarını, bir tek şansı olan kişiliklerini bulmak isteyenlerin, önce onların okumasını isterdik.”
Burada esas maksadımız, romanı tanıtmak değildir. Bu konuda merhum Ahmet Kabaklı’nın Türk Edebiyatı Tarihi’ne veya muhterem hocamız, değerli ağabeyimiz Prof. Dr. S. Kemal Tural Bey’in “Zamanın Elinden Tutmak” isimli kitabının ilgili bölümüne bakılabilir.

Türk milleti, çok gerilere gitmiyorum, geçtiğimiz yüzyılın başlarından itibaren Balkan hezimeti, 1. Cihan Harbi ve arkasından da Millî Mücadele yıllarında savaş meydanlarında ve esir kamplarında, yüzbinler ve hatta milyonlarla ifade edilen gencini kaybetmiştir.
Özellikle on binlerce yüksek tahsilli, meslek sahibi gencini şehit vermiştir.
Bu durum, Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk yıllarındaki bir toplu iğneyi dahi imal edemeyecek kadar yoksul kalmış bir ülkenin dramıdır.
Onun içindir ki Cumhuriyet’in onuncu yılında “on yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” marşı bir sevinç ve övünme vesilesi olarak dillerden dillere dolaşmıştır.
Bahtsız milletim benzer acıları müteakip yıllarda da arka arkaya yaşamıştır.
Bazen komünizm tevkifatları, bazen 1944 Irkçılık-Turancılık Davası, genç nesiller üzerine bir heyula gibi çökmüştür.
Özellikle 1944 Irkçılık-Turancılık Davası’ndan sonra milliyetçilik düşüncesinin devlet katında zararlı cereyan sayılması sebebiyle yeni yetişen nesillerin kıblesi değişmiş, kimi yönünü Moskova’ya, kimi Paris’e, Londra’ya ve New York’a kimileri de Türk milletinin bin yıldır anladığı ve yaşadığı İslam’ı bir tarafa bırakıp Mısır ve Pakistan’daki sömürge ülkelerinin tepkisi olan “siyasi İslamcılığa” çevirerek eti kemiği bizden olsa da fikren ve ruhen kaybedilen nesiller olmuşlardır.
Merhum Cemil Meriç’in “Batı’nın Yeniçerileri” diye tarif ettiği sözde aydınlar bu cümledendir.
1960 ihtilali ile millet iradesiyle işbaşına gelmiş bir siyasi kadro tasfiye edildiği gibi dönemin milliyetçi gençliği “düşükler, kuyruklar” edebiyatı ile hep itilip kakılmıştır. 1970’ler ve 1980’lere gelirken, üniversite ve yüksekokullarda okuyan on binlerce gencimiz gönüllerindeki adalet duygusu alabildiğine istismar edilerek yabancı ideolojilerin yerli iş birlikçisi, savunucusu durumuna düşürülmüş, tarihine, toprağına, milletinin ruh ve iman köküne yabancılaştırılmıştır. Türkistan coğrafyasında bu duruma “kösemen”leşme deniliyor.
12 Mart ve 12 Eylül müdahaleleri neticesinde Ülkücüsü-Devrimcisi ile on binlerce eğitimli vatan evladı ağır işkencelerden geçirilmiş, hapishanelere doldurulmuş, ruhen ve bedenen yaralı bir şekilde millete hizmetten ve ülke kalkınmasına seferber olmaktan mahrum bırakılmıştır.
1980’lerden sonra dünyanın hakim güçleri ile bir türlü kapanmayan Sevr hesaplaşmasının yeniden gündeme getirilişi sonucu on binlerce vatan evladı; bölücülüğün, azınlık ırkçılığının pençesine düşürülüp, kendi askeri ve kendi polisi ile silahlı çatışmalarda, bombalı eylemlerde sayısız gencimizin şehit olmasına ve kendilerinin de pisi pisine asla gerçekleşmeyecek bir hülya için yok olup gitmelerine sebep olmuştur.

Evet, devletin bekası, vatanın bütünlüğü ve Türk milletinin birliği için devletine silahlı kalkışmada bulunan eşkıyanın tedip edilmesinden başka çare yoktur. Ama eline silah verilerek yabancılaştırılan bu gençler, özünde bu toprakların çocuklarıdır. Devrimcisi ile PKK’lısı ile bu gençler tarih şuuru ile donatılmış ve milliyetçi bir eğitim sisteminden geçirilmiş olsalardı gençliklerini, enerjilerini, heyecanlarını beyhude bir amaç uğruna harcamayacaklar, ülke kalkınması için seferber edeceklerdi.
1990’ların sonunda 28 Şubat Post-modern Darbesi ile meşru hükumet istifaya mecbur edildiği gibi bu defa üniversite ve yüksekokullarda başörtülü öğrenci avına çıkılmıştır. Hatta bir kısmı fakülte koridorlarında saçlarından sürüklenerek okullardan kovulmuş ve derslere alınmamış. İkna odalarında başörtülerini çıkarmaya zorlanarak eğitim öğretim hakları ellerinden alınmış, binlerce genç kızımız yani yarının anneleri yani istikbal vadeden gençlerimiz üniversite ve yüksekokullardan uzaklaştırılmıştır. Bunların iç dünyalarında yaşadığı ağır travmalar ve gönüllerinde hâlâ kapanmayan yaralar aradan uzun yıllar da geçse unutulmayacaktır.

Gelelim bugünlere…
Türk milleti 15 Temmuz 2016 tarihinde alçakça bir ihanet kalkışmasına maruz kaldı. Yüzlerce insanımız şehit oldu. Binlerce insanımız yaralandı. Türkiye adeta bir iç savaşın eşiğinden döndü. Bu her şeyden önce Cenab-ı Allah’ın lütfuyla, Türk milletine verilen büyük vazifelerin Türk Dünyası, İslam Âlemi ve insanlığın büyük geleceği ile ilgili vazifelerinin bitmemiş olmasıyla izah edilebilir. Ayrıca siyasi iradenin, siyasi partilerimizin genel başkanlarının darbe karşıtı duruşu ve aziz milletimizin kahraman evlatlarının vatanına, bayrağına, devletine yüksek bir tarih şuuru ile sahip çıkmasıyla mümkün olabildi.
Sonucunda milletimiz, bir başka büyük acı hakikatle karşı karşıya kaldı. Yine on binlerce gencimizin uyutulmuş, aldatılmış, dinî telkin ve gerekçelerle milletimize yabancılaştırılmasına şahit olunmuştur.
Daha önceleri, yabancılaşan nesiller Batıcı, sosyalist, komünist veya kapitalist düşüncelerin tuzağına düşürülerek avlanırken, bu defa milletimizin bütün kutsalları, hayırseverlik duygusu alabildiğine istismar edilerek farklı dini telkin ve gerekçelerle yabancıların tuzağına düşürülmüşlerdir.
Evet, Türk milleti ve Türk Devleti son birkaç yüzyılda şahit olmadığı milletlerarası bir casusluk şebekesinin eline düşmüş ve bu şebeke bir ahtapot gibi Türkiye’yi ve Türk İslam Dünyası’nı sarmalamıştır.
Yaklaşık kırk senedir gelmiş geçmiş bütün siyasi iktidarların geniş müsamahası ve büyük ihmalleri neticesinde -hatta gafletleri dersek abartmamış oluruz- ülkenin en ücra köşelerindeki en zeki ve çalışkan çocuklarımız, bu paralel yapı denilen tepesindeki ihanet çetesinin marifetleri ile son derecede masum gerekçelerle keşfedildi, alındı, dersanelerde ve en iyi okullarda okutularak devşirildi. Ailesinden, milletinden koparılarak bir meczubun havarileri hâline getirildi.
Üstelik bu işi milletimizin dinî ve millî duygularını alabildiğine istismar ederek yaptıkları gibi yine bu milletin hayırseverlik duygusunu alabildiğine istismar ederek ve bir sülük gibi yapışarak bu milletten temin ettikleri maddi kaynaklarla gerçekleştirdiler.
Bunların tamamı medyaya yansıdığı gibi sadece soru çalarak devlet hayatında kritik görevlere gelmiş değildirler.
Bir kısım yoksul aileler kabiliyetli çocuklarına dersane, okul, burs ve barınma imkânları bulamadıkları için bunların tuzağına düşmüş, varlıklı aileler ise çocukları dinî terbiye altında yetiştiriliyor heves ve düşüncesiyle bu örümcek ağının tuzağına düşmüşlerdir. Her dönemin ve özellikle son on beş yılın iktidarlarınca desteklenmişler, taltif edilmişler, hatta on binlerce gencimiz oralara yönlendirilmişlerdir.
Gencecik kızlarımız, yarınların anneleri, devletimizin yeterli ve güvenli öğrenci yurtları oluşturamaması, burs ve kredi imkânları geliştirememesi sebebiyle bunların tuzağına düşmüştür.
Binlerce parlak zekâlı gencimiz esas kabiliyetlerinin dışındaki mesleklere yönlendirilmiş ve bunların zekâ ve enerjileri heba edilmiştir. Bir çarpıcı örnek; Ösym’ de Türkiye sıralamasında ilk yüzün ilk iki yüzün içerisinde olan ve Bilkent, Boğaziçi, İTÜ, ODTÜ gibi üniversitelerin çok önemli bölümlerini kazanan birçok gencimiz bir sene sonra sözde abilerin telkinleri ile polislik mesleğine, istihbaratçılığa yönlendirilmiş ve maalesef birçoğu şuanda cezaevlerinde çürümeye terk edilmiştir.
Binlercesine yurt dışında yüksek lisans ve doktora imkânı sağlanarak ve beyinleri yıkanarak bir sahte mesihin peşinden koşar, yabancı diyarlara, yabancı ülkelere hizmet eder hâle getirilmişlerdir.
Şu bir hakikattir ki bir ülkenin en büyük zenginliği ne doğalgaz ne petrol ne de madendir. Eğitilmiş, yetiştirilmiş insan unsurudur. Bundan mahrumsanız, sınırsız kaynaklara da sahip olsanız yakın coğrafyamızdaki komşu ülkelerde görüldüğü gibi az gelişmiş ülke yaftasından kurtulamazsınız.
Ama eğer insan unsurunuz çok iyi eğitilmişse bunlar yüksek beyin gücü ile ülke kalkınmasının en önemli lokomotifi olurlar.
Ancak bu gençlerin bir çoğu, çok erken yaşlarda devşirildiği anlaşılan ve -Türk Devleti’nin de her nasılsa elinden kaçırdığı- bir din bezirgânının şarlatanlıkları ile her hadiseyi ve milletimizin karşı karşıya kaldığı her badireyi büyük bir pişkinlik ve fırsatçılıkla kendi nefsini daha da putlaştırmak için kullanan siyaset bezirganlarının kıskacı arasında kalmışsa GENÇLİĞİM EYVAH diye feryat etmemek mümkün mü?
Cennetmekân Seyit Ahmet Arvasi Hocam eğitim sosyolojisi derslerinde yabancı bir ilim adamının (Walter Lippmann) bir sözüne atıfta bulunarak “Çağımızın en büyük haydutluğu; kalkınmış ülkelerin, geri kalmış ülkelerin beyinlerini çalma haydutluğudur.” derdi.
Tekrar ediyorum…
Eğer bütün bu gençler, yani şu anda hapishanelerde çürüyen, devlete silahlı kalkışmada bulunduğu için tedip edilen, üniversite ve yüksekokullardan atılan, şimdi de hayatlarının en verimli çağında bir kısmı bu ihanet şebekesinin pençesine düştüğü için, önemli bir kısmı da yolu sehven, tamamen dinî duygularla veya kaliteli bir eğitim alma gayesiyle bu paralel yapı denilen uğursuz şebekenin dersanesinden, okulundan, üniversitesinden geçen ve bu sebeple de hiçbir ihtimam ve dikkat gösterilmeksizin yetkili ağızlarca aynı şekilde vatana ihanetle itham edilen, damgalanan, bir vebalı gibi herkesin kaçtığı insanlar durumuna düşen bu gençlerimiz eğer millî tarih şuuru ile milliyetçi bir eğitim sisteminden geçmiş olsalardı veya devlet asli görevini yapıp bu evlatlarımıza kurs, burs, barınma ve kaliteli eğitim imkânları sağlamış olsaydı çocuklarımız bu yapının tuzağına düşerler miydi?
Buyurunuz aziz dostlar bendeniz GENÇLİĞİM EYVAH demekte, HARCANAN NESILLER demekte haksız mıyım? Buyurunuz siz karar veriniz.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,74 M - Bugn : 14891

ulkucudunya@ulkucudunya.com