« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Ara

2006

İlahiyatçı Doç. Dr. Mehmet Katar

Röportaj: Ebubekir GÜLÜM 06 Aralık 2006

İlahiyatçı Doç. Dr. Mehmet Katar, Papa 16. Benedict’in ülkemizi ziyaretinin arkasında yatan sebepleri değerlendirdi /Röportaj: Ebubekir GÜLÜM

Roma ile İstanbul arasındaki büyük ayrışma nasıl gerçekleşiyor?

Sonraki yıllarda sorunlar, yine patlak veriyor. 1054’te sorunları görüşmek amacıyla Roma’nın elçileri, Kardinal Humbert başkanlığındaki bir heyetle İstanbul’a geliyor. O dönemin başta bulunan Patriği Michael Cerularius ile Kardinal arasında soğuk birtakım konuşmalar geçiyor. Patrik Kardinali bir daha huzuruna kabul edip görüşmüyor. Bunun üzerine Kardinal de Ayasofya’ya gidip, ayin yapılan sunak masasına Patriği aforoz belgesini bırakıyor. Yani Patrik ve yanındaki yöneticileri, dindışı ilan ediyor. Bu duruma içerleyen Patrik de kendi sinodunu toplayıp Humbert ve yanındakileri aforoz ediyor. Böylece karşılıklı lanetleşme, din dışı ilan etmeler yaşanıyor.

İstanbul, 1000’lerden sonra tarih sahnesine çıkıyor. İstanbul, nasıl bu kadar etkin hale gelebiliyor?

Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında üç tane önemli Hıristiyan merkezi bulunmaktadır. Bunlar: Roma, İskenderiye ve Antakya’dır. Bir de bu önemli merkezlere İsa’nın yaşadığı yer olması sebebiyle Kudüs kenti eklenmiştir. 4 ve 5. yüzyıldan itibaren yapılan konsüllerde, hangi kilise üstündür diye itibar sıralaması yapılıyor. Efes, İznik, Kadıköy konsillerinde bu hep yapılıyor. Yapılan ilk konsülde, birinci sıraya Roma, ikinci sıraya İskenderiye, üçüncüye de ise Antakya konuluyor.

Daha sonra beklenmeyen bir gelişme oluyor ve İmparator Konstantin Hıristiyanlığa özgürlük tanıyarak bu dini himaye etmeye başlıyor. Bu süreçte o, İmparatorluğun başkentini, Roma’dan daha doğuya, bugünkü İstanbul’un bulunduğu yerdeki küçük bir yerleşim yeri olan Bizantium kasabasına taşıyor. Adını Konstantin’in şehri anlamında Konstantinopolis koyuyor. Burası 330’da başkent oluyor ve yeni Roma olarak adlandırılıyor. 381’de yapılan ilk konsilde de İstanbul, ikinci sıraya yerleştiriliyor. 451’de İstanbul’un bu konumu tekrar teyit ediliyor, fakat Roma bunu kabul etmiyor. Bu suretle iki Kilise arasında başlayan sürtüşme sonraki yüzyıllara ilahiyata dair bazı yeni problemlerin de eklenmesiyle bölünmeye kadar gidiyor. Bu durum günümüze kadar da böyle devam etmektedir.

Osmanlı sarığını tercih nedeni

Peki, İstanbul’daki Hıristiyanları, Osmanlı’yı tercih noktasına getiren gelişmeler nasıl yaşandı?

İstanbul, yani Doğu Roma Devleti 1000’li yıllardan itibaren hep Türk korkusunu hissetmiştir. Bu durum, onları Batının, dolayısıyla Papalığın desteğine muhtaç kılmıştır. Bu nedenle de Grekler, Batıyla ipleri tamamen koparmamaya çalışmıştır. 4. Haçlı seferinde dışarıdan gelen Haçlılar, İstanbul’a giriyorlar. Niye geldiği ve İstanbul’a girdiği tartışmalıdır. Aslında İstanbul’daki iktidar kavgasına müdahale etmek için, tahttan devrilen bir imparatoru, tekrar tahta çıkarmak için geldiği söyleniyor. Fakat niye ise bunlar İstanbul’u yakıp yıkıyorlar. İstanbul’u günlerce yağmalıyorlar. Bu olay, 1200’lü yılların başlarında yaşanıyor.

İstanbul’da o zaman Grek Hıristiyanları yaşıyor. İstanbul’daki Doğu Roma, yani Bizans yönetimi İznik’e kaçıyor. Çünkü başkent Haçlıların eline geçiyor. Müslümanlarla savaşmak için gelen 4. Haçlı Ordusu, Hıristiyanların yaşadığı İstanbul’u yağmalıyor.

Bunlar Ayasofya’daki ikonastatisi, yani kilisenin içinde, ikonaların, Hıristiyanlıktaki kutsal şahsiyetlerin figürlerinin yapıldığı kutsal bir paravanı ve ayinin yürütüldüğü sunağı parçalıyorlar. Hatta patriğin tahtına fahişelerin çıkartılıp oynatıldığı söyleniyor.

Bu işgal, İstanbul Hıristiyanlarında inanılmaz şekilde bir tepki ve kin doğuruyor. Diyorlar ki, “Bunlar bizimle aynı dinde olamazlar!” İsa’nın haçını üzerinde taşırken, gelip dine bu kadar saygısızlık yapıyorlar. Dinin bütün değerlerini yerle bir ediyorlar. Böylece araya, müthiş bir düşmanlık ve nefret giriyor. İşte, “Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığını tercih ederim.” türü sözler o dönemdeki bu zulümden kaynaklanıyor. İstanbul’daki bu Latin işgali ve Latin Krallığı 1260’lara kadar iktidarını devam ettiriyor. Bizanslılar, ancak 1260’dan sonra İstanbul’daki iktidarı yeniden ele geçiriyorlar. Latinler buradan atılıyor.

Bu ayrışmanın dini ve kültürel boyutları hangi noktalarda bugün? Yani birleşme düşüncesine, ne kadar engel teşkil eder?

600’lü yıllardan başlayan farklılaşma, zaman içinde kültürel ve teolojik tartışmalarla büyüyor. Kutsal ruhun kimden çıktığı, evharistiya ayininde kullanılan ekmeğe maya katıp katmama, araf inancı, din adamlarının kıyafetleri ve evlenmeleri konusundaki farklılıklar. Doğu’da alt kademe din adamlarının evlenmesine izin veriliyor. Ortodoks kilisesinde, alt kademe diyakos papaz evlenebilir, evleniyor da. Ama patrik veya keşiş olacak kişi evlenemez. Batı’da ise alt kademedekiler de evlenemiyorlar.

En önemli mesele ise Latinlerin Keredoya, yani Hıristiyan inancına sonradan eklediği “filioque” yani “ve Oğuldan” takısı meselesidir. Kutsal ruhun babadan mı yoksa hem babadan hem de oğuldan mı çıktığı meselesi ilahiyata dair en önemli tartışmayı oluşturmuştur. Doğu, Kutsal Ruh’un, Oğul İsa yoluyla Baba(Tanrı)dan çıktığını kabul ediyor. Batı ise, hem Babadan hem de Oğuldan çıktığını kabul ediyor ve kredoya “ve Oğuldan”(filioque) takısını eliyor. İstanbul ise filioque takısının kredoya eklenmesini ve iman esasının bu şekilde okunmasını kabul etmiyor.

Sonuçta Grek Doğu Kilisesi ile Latin Roma Kilisesi arasında 6. - 7. yüzyıllarda kültürel farklılaşma ile başlayan ve zamanla ilahiyata dair sorunlar, Roma’nın üstünlük iddiası gibi söylemlerle daha da keskinleşen ayrışma süreci 13. yüzyılın başındaki Latin işgaliyle nihai haline erişerek bölünme süreci tamamlanmış oluyor.

Bu bölünmeden sonra Batı, yani Roma Kilisesi, hiçbir zaman iddiasından vazgeçmiyor ve Hıristiyanlığın evrensel kilisesi olduğunu, bütün Hıristiyanların onun üstünlüğünü tanıması gerektiğini savunmaya devam ediyor. İstanbul ise baştan beri bunu kabul etmiyor. O, Roma’nın eşitler arasında bir önceliğinin olabileceğini ancak bunun hiçbir zaman diğer Kiliseleri yönetmek, onların içişlerine karışmak anlamına gelmemesi gerektiğini savunuyor. “Roma’nın bize liderlik ve üstünlük iddiası olmamalı, olamaz da” diyor. Yani kavganın esas nirengi noktası, Roma’nın üstünlük iddiasıdır. Buna teolojik ve pratik bazı farklılıkları da eklemek mümkündür.

Papa, birleştirmek için geliyor

Daha sonra birleşme için çalışma yapılmış mı?

Türklerin sıkıştırmasından dolayı Doğu, 1261’de Latin işgalini sona erdirip İstanbul’u kurtardıktan sona da kendisine bu kadar zulmeden Batıyla köprüleri atmıyor. Batının, askeri desteğine muhtaç olduğu için her zaman birleşmeye tamam diyor. 1274 yılında Lion’da düzenlenen konsilde birleşme onaylanıyor. Fakat geri döndüklerinde, halk ve din adamları bu karara tepki gösteriyor. Hatta imparatorun kız kardeşi, “Kardeşimin imparatorluğu bununla kurtulacaksa varsın yok olsun, bunu istemem” diyor. Daha önce yaşanan zulümden dolayı Latinlerle aynı çizgiye gelmeme düşüncesi hakim oluyor. Bu nedenle de bir sonraki İmparator bu birleşme kararını reddetmek zorunda kalıyor.

Yine Roma’nın talebiyle 1438-39 yıllarda Floransa’da ikinci bir birleşme konsülü yapılıyor. Burada imparatorun zorlaması ile din adamları birleşmeye tamam diyor. Batının bütün şartları kabul ediliyor. Batı bunu şenlikle kutluyor, Doğuda ise halk buna yine olumsuz bakıyor.

Kısa süre sonra da 1453’te İstanbul, Türkler tarafından ele geçiriliyor. Fatih’in yaptığı ilk iş, boş olan Patrik makamına birleşmeye taraftar olmayan birini patrik yapmak oluyor. Bu patrik de birleşme kararını reddediyor.

Patrik, Osmanlı himayesine girince birleşme uzun süre askıda kalıyor. Son bir iki yüzyıldır, özellikle Roma’nın Hıristiyan birliğini yeniden tesis etmeye yönelik çabaları dikkat çekiyor. Ayrıca 20. yüzyılda Protestanların başlattığı Ortodokslarla sürdürmeye çalıştığı ekümenizm çabaları sürüyor. Katolikler açısından şu anda bu çabaların odak noktasını, bu iki Kiliseyi birleştirmek oluşturuyor. Papa da bunun için geliyor.

Papa ne dediğinin farkında!

Papa 16. Benedict’in konuşması tesadüf veya dil sürçmesi olamaz. Katolik Kilisesinde sıradan bir kitap yazıldığında bile birkaç elden kontrol edilir ve ancak onda sonra yayınlanır. Yani onay alınır. Dolayısıyla, Papa ayaküstü yaptığı bir konuşma ile bunu söylemedi. Mutlaka bir denetimden geçerek bu konuşma hazırlandı. Bu, Türkiye ziyaretine yakın bir dönemde, İstanbul’daki patriğe selam mahiyetindeki bir konuşmaydı.

- Bu ziyaretin amacı, yeniden Hristiyan birliğini tesis etmek olarak adlandırdınız. Papa ve Patrik’in görüşmesinde böyle bir sonuç çıkar mı?

Bu oldukça düşük bir ihtimal, hatta imkansız gibi. Ama başından beri Roma bu işe hevesli. “Lider ben olmalıyım, herkes benim liderliğimde birleşmeli” diyor. Fakat İstanbul’un, gözü kapalı bir şekilde her şeye tamam diyeceğine ben inanmıyorum. Bütün bu farklılara rağmen Roma hala kendisi ile Ortodoksları, aynı Hıristiyan değerleri çerçevesinde görüyor. Hıristiyanlıkta, Katolikler ile Protestanlar kolay kolay bir araya gelemezler. Çünkü onların arasında çok daha ciddi ve temel farklılıklar var. Dolayısıyla şu anki şartlarda Protestanlarla birlik çok zor. Bu nedenle de Katoliklerin Protestanlarla birleşmeye yönelik bir çabası yok. Ama İstanbul ile olan farklılar küçük farklılıklar. İstanbul’un Roma’nın üstünlüğünü kabul etmesi, yine birçok şeyi geride bırakabilir ve birleşme sağlanabilir. Ama İstanbul, bunu kabul etmez.

- Niçin ?

Çünkü İstanbul kendisini, ekümenik ilan ediyor. Ekümenik evrensel demektir. Ekümenik olan, herkesin lideri ve temsilcisi konumunda olur. Öbür taraftan, Katolik de evrensel demek.

- Papa’nın Patrikhaneni’yi ziyareti, ekümenikliğe destek anlamına gelmez mi? O zaman bir tezat oluşturmaz mı?

Aslında konjoktür olarak bir destek var gibi. Ben Roma’nın, canı gönülden ekümeniklik meselesinde destek vereceğine inanmıyorum. Bu ekümeniklik meselesi, daha çok ABD’deki Ortodoks lobisinin çalışmaları sonucu Amerikan yönetimi tarafından destekleniyor. Çoğunluğu Rusya ve Yunanistan’dan gidip bugün orada bir güç odağı haline gelen Ortodoks cemaatler, Amerika tarafından Rusya’ya karşı kullanılmak isteniyor.

Fener’in en güçlü dönemi, Osmanlı devleti döneminde gerçekleşiyor. Ortodoks nüfus üzerinde epeyce söz sahibi oluyor. Osmanlılar, İstanbul’u alınca, Balkanlardaki kiliseler Fener’e bağlanıyor. O dönemde Osmanlı adeta Fener’in ekümenikliğini destekliyor. Çünkü din gibi önemli bir faktörde kontrolün Rusya’nın eline geçmesi istemiyor. O dönemde onun karşısında en büyük güç olarak Moskova var. Moskova patrikliği. Bu Kilise çevresinde, Floransa konsülünden sonra, İstanbul’un Türklerin eline geçmesi üzerine, bunu gerçek dini satmalarının ve Batıyla birleşmeye evet demelerinin bir cezası olarak yorumlayanlar bile çıkmıştır. İstanbul’un Türklerin eline geçmesinden sonra da Moskova Kilisesi, İstanbul’la bağlarını koparıp, bağımsız bir patriklik halini alıyor.

Rusya’nın Akdeniz’e inme siyasetinde Kilise her zaman kullanılıyor. O dönemde Moskova kendisini bütün Ortodoks Hıristiyanların hamisi görüyor. Komünist devrimiyle birlikte orada din baskı altına alınıyor. Ama şimdilerde Moskova Kilisesinde yeni bir toparlanma süreci var.

- Bugün Ortodoks dünyasında Fener mi yoksa Moskova mı üstün kabul ediliyor?

İtibar sıralaması bakımdan Moskova, Fener ile karşılaştırılamaz bile. Ortodoks kiliseler arasında Fener, birinci sıradadır. “Eşitler arasında birinci” olarak gösterir kendisini. Diğerlerine liderlik etme anlamında değil bu. Saygıda birincilik. Roma gibi “ben herkesin lideriyim” türünden bir iddia değil. Ama şu andaki ekümeniklik iddiaları, ABD tarafından Moskova’nın Ortodokslar üzerindeki gücünü kırmak için kullanılıyor diye düşünüyorum. Rusya yeniden güçleniyor. Kilise, kendi ayakları üzerinde doğruluyor. Bu süreçte Fener’i güçlendirmek Moskova kilisesinin yükselmekte olan nüfuzunu ve saygınlığını törpülemek demektir.

Kemikler niçin iade edildi?

- Daha önce 2 defa daha Papa ziyareti gerçekleşmiş Türkiye’ye. Bu ziyaretlerden ne tür sonuçlar çıkmış acaba? Bu ziyaretin özel bir önemi olabilir mi?

Bölünme sürecinde karşılıklı yayımlanan aforozlar, birbirini lanetlemeler 1960’lı yıllarda yapılan ziyaretler sayesinde kaldırıldı. Ondan sonra ilişkiler epeyce ısınmaya ve daha dostane şekilde sürdürülmeye çalışıldı. 1960’lı yılların başında düzenlenen 2. Vatikan konsülünde, Hıristiyan birliğini oluşturma, dünyadaki dinlere yeni bir perspektifle bakma gibi yeni kararlar alındı. Bu konsülün kararları doğrultusunda, hem dinler arası diyalog faaliyetleri hem de Hıristiyan birliğini oluşturmaya yönelik çabalar devam ediyor. Bu çabalar sonucunda, bu gelip gitmeler yaşanıyor.

1200’lü yıllarda yaşanan İstanbul işgali ve yağmalamasında o zaman bir takım azizlerin kemikleri, özel eşyaları ve Ortodokslar açısından kutsal sayılan başka şeyler de alınıp götürülüyor. Bunların bir kısmı 2004 yılında Türkiye’ye getirilip Patrikhaneye yeniden teslim edildi.

- Yani kemikler iade edilerek birleşme için altyapı oluşturulmaya mı çalışılıyor?

-Evet, dostane bir hava oluştu. Roma, sıcak ilişkileri kullanarak, bunu kendi patronajını kabul eder bir yapıya kavuşturmaya çalışıyor. Ama bir taraftan da, benim tam anlamlandıramadığım bir konu var. Bu ekümeniklik meselesi. Ben Katolik Kilisesinin, Fener’in ekümeniklik iddiasını gerçek manada kabul edeceğine inanmıyorum. Çünkü bu Katolik Kilisesinin kendi iddiasına, yani evrensellik iddiasına aykırı olur. Vatikan bu ekümeniklik ifadesiyle olsa olsa Fener’in; Doğu Hıristiyanlarının, yani Ortodoksların temsilcisi olduğunu kabul edebilir. Ama pratikte bu bile zor gözüküyor, çünkü Fener’in ekümenikliğine, başta Ruslar olmak üzere bazı Ortodoks Kiliseleri de sıcak bakmaz.

Ekümeniklik, olmayacak duaya amin

- Ekümenik olmak ne demek? Patrikhane ekümenik olursa ne olur?

Ekümenik, evrensel manasına gelen Yunanca “equmenia” kelimesinden geliyor. Bu yaşanılan bütün dünya demektir. Ekümenik de evrensel, yani bütün Hıristiyanların temsilcisi demektir. Fener bununla evrensel ve dünyadaki bütün Ortodoksların temsilcisi olduğunu ifade etmeye çalışıyor. Ancak daha önce de dediğim gibi bunu her şeyden önce Moskova Kilisesi kabul etmez. Bu, ilk engeldir. İkinci engel ise Katolik Kilisesi de buna gerçek manada evet demez. Aynı ipte iki cambaz oynamaz misali. Çünkü Katolik de, ekümenik de evrensel demektir. Bu durumda bunlardan birinin bu iddiayı terk etmesi gerekir. Roma kendisini bütün kiliselerin lideri olarak görüyor. Bunun için de İstanbul’un da kendisine bağlanması gerekiyor. Kendisine bağlanırsa ekümenik lafzı pratikte çok fazla bir şey ifade etmez. O bu ifadeyle Fener’i ancak Ortodoks geleneğini sürdüren Hıristiyanların lideri olarak kabul edebilir. Fakat bunu da Moskova kabul etmez. Yani bu iş, olmayacak duaya amin demeye benziyor.

- Ekümenik kabul edilen Patrikhane’nin İstanbul içinde küçük bir Hıristiyan devlet olması anlamı çıkar mı?

Bence çıkmaz. Ama muhtemeldir ki, Avrupa Birliği ve belki ABD’de bazı kesimlerin (Vatikan benzeri bir yapının Fener’e verilmesi mümkün mü) şeklinde bir düşünceleri olabilir. Ancak bugün için böyle bir şey mümkün değildir. Ben böyle bir şey olacağını da sanmıyorum. Fener’in ekümeniklik ifadesiyle ilk anda talep ettiği de bu değil zaten. Onların istediği, ekümenikliğin; tüm Ortodoksların temsilciliği olarak kabul edilmesi.

- Peki, Ortodoks dünyasına ilişkin bir sıfatı neden Müslüman Türkiye devletine tescil ettirilmeye çalışılsın ki? AB görüşmelerinde çünkü Türkiye’nin önüne getirilen meselelerden birisi de bu değil mi?

Bu ekümenik ifadesi zaman zaman Osmanlı’da kullanılmış. O dönemde Fener Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki, dolayısıyla Balkanlar’daki Ortodoksların de temsilcisi olarak Devlet nezdindeki ilişkilerin sağlayıcısı ve aracısı konumunda olmuş. Bugün ise artık Osmanlı devleti de yok! Balkanlar da bize ait değil! Dolayısıyla bu ekümenik lafzı, bence nostaljik olarak kalması gereken bir ifadedir. Son bir iki yüzyılda, özellikle de 20. yüzyılda çeşitli sebeplerle ABD ve Batı Avrupa ülkelerine göç etmiş burada kiliseler cemaatler oluşturmuş birkaç kilisenin, bazı hususlarda kendilerini Fener’e bağlı hissetmeleri ona ekümeniklik vasfı kazandırmaz.

- Ekümeniklik meselesi o zaman herkes açısından çok mayınlı bir tarla gibi?

Ekümenik söylemi, her adımda sorunun çıkacağı bir söylem. En başta Ortodokslar içinde. Bu sıfat, en başta Moskova tarafından tepkiyle karşılanacaktır. Moskova, tutup da liderliği İstanbul’a vermek istemez. Peki Moskova şu anda Ortodoks Kiliselerin lider mi; değil! Ama en yoğun Ortodoks nüfus orada. Dolayısıyla o, bu gücü altın tepsi içinde Fener’e vermek istemez. Mümkünse kendisi kullanmak ister. Peki Roma, bu ekümenikliği gerçek manada kabul eder mi? Roma, şu anda ekümenik ifadesini kullanıyor. Fener’in, Ortodoksların hepsinin ağabeyi konumunda olmasına da ses çıkarmaz. Ama bunun kendisininkine muadil bir liderlik olmasına da izin vermez. Çünkü o, kendisinin en büyük Kilise olduğunu söylüyor. Roma’ya, göre Kilisenin kurucusu Havarilerin lideri olan Petrus’tur. Nasıl ki Havariler onun liderliğine tabi olduysa diğer Kiliseler de Petrus’un kurduğu Roma’nın liderliğini kabul etmelidir. Üstelik hem Petrus hem de bu dinin esas mimarı olan Pavlus Roma’da şehit düşmüştür. Bu iki şahısın mezarının da orada bulunması, Roma’nın üstünlük iddiasına dayanak teşkil eder. Roma bu liderliği kimseye vermez. Bu tartışılacak bir şey bile değildir.

İslâm ile ilgili sözleri bilinçli

- Papa’nın memleketi Almanya’da İslamiyet ve Peygamberimiz aleyhine söylediği sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle Türkiye ziyareti öncesi büyük tepkiye neden olan bu ifadeleri kullanılması bilinçli mi sizce?

Bu Ortodoks dünyasına gönderilmiş bilinçli bir selamdı. Tesadüf veya dil sürçmesi olamaz. Katolik Kilisesinde sıradan bir kitap yazıldığında bile birkaç elden kontrol edilir ve ancak onda sonra yayınlanır. Yani onay alınır. Dolayısıyla, Papa ayaküstü yaptığı bir konuşma ile bunu söylemedi. Mutlaka bir denetimden geçerek bu konuşma hazırlandı. Bu, Türkiye ziyaretine yakın bir dönemde, İstanbul’daki patriğe selam mahiyetindeki bir konuşmaydı. Hem niye tutup, Ortaçağda Müslümanların Endülüs’e, İspanya’ya geçmesi ile birlikte İslam aleyhine İspanya ve Almanya’da yüzlerce Latince yazılmış makale ve kitap varken ve üstelik bunlar, Romanın kendi dil ve kültürüne daha yakın eserler iken İstanbul’daki bir imparatorun söylemini kullansın ki? Bu tesadüfî bir şey olamaz. Bu bilinçli olarak, Ortodoks dünyasına verilmiş bir selamdır, mesajdır.

- Papa özür dilemedi ayrıca.

Dilemez, çünkü onlara göre papa yanılmazdır. Hem ayrıca bu sözleri bilinçli olarak söyleyen birisi, niçin özür dilesin ki? Papa’nın bu sözleri, ülkemizde son zamanlarda Batıya duyulan kızgınlığı daha da arttırdı. Ancak son dönemlerde İslam dünyasıyla ilgili olarak oluşturulmaya çalışılan terör ve şiddet imajını destekleyecek türden davranışlardan özenle kaçınmak ve tepkileri gerekli düzeyde, bilimsel bir üslupla vermek gerekir. Aksi türden davranışlar, bu tür sözlerin amacına hizmet etmekten ve planlanmış bir oyuna düşmekten başka hiçbir şeye yaramaz.

- Papa olmadan önce Müslümanlar ve Türkiye ile ilgili açıklamaları 16. Benedict’in sert bir politika ortaya koyacağını gösteriyor muydu?

Bu papanın, İslam’a ve Müslümanlara karşı bir önceki papa kadar dengeli bir söylemi yok. Hatta daha papa olmadan önce de Türkiye ve Müslümanlara karşı, sert ve dışlayıcı bir söylemi vardı. Bu biraz da, konjonktürle ilgili bir şey. Komünizm de çöktü. Şu anda Batı için gösterilecek bir öcü kalmadı. Yeni düşman lazım. Bazı Müslümanlar da onların ekmeğine yağ sürüyor maalesef.

- Bu ziyarette İslam dünyasına yönelik bir mesaj var mı?

Bence İslam dünyasına mesajdan çok, esas çaba, Hıristiyan birliğini temin etmek, Ortodokslarla ilişkileri daha yakın bir taşımaktır.

- Ayasofya ziyareti de tartışma konularından birisi. Burayı ziyaret edip, dua etmesi ne anlama gelir?

Dua etmesi farklı, ayin yapılması farklıdır. Herkes dua eder. Orada ayin yapılırsa, orasını ibadete özgü yer konumuna kavuşturur. Ben, devletin buna izin vereceğini sanmıyorum. Çünkü oranın şu anki konumu belli. Yani ayin yapılacağını sanmıyorum, ama dua edebilir. Kimsenin duasına mani olacak halimiz yok zaten.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,78 M - Bugn : 25699

ulkucudunya@ulkucudunya.com