« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

29 May

2007

Fetih ve sonrası

Muhiddin NALBANTOĞLU 01 Ocak 1970

 İstanbul fethinin 500. yılını idrak ettiğimiz 1953’te, bu büyük olayı yine büyük bir Türk milliyetçisi olan Prof. R. O. Arık şöyle anlatır:
’... Büyük adamlar, çok kere, insanlığın önüne birdenbire çıkmışlar gibi görünürler. Yakından incelenince görülür ki bir sürü iş, bir yığın insan, insan düşünüşü, insan emeği o büyük adama yolu açmıştır. Âdeta onu yetiştiren toprağı bu zekâlar sulamış; gözün göremediği bu iç hazırlıktan sonra - bir sabah açan gül gibi - büyük adam cemiyete doğmuştur.

İstanbul’u Türklüğe kazandıran Fatih için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bilhassa yaşadığı çağ için, Doğuda, Batıda eşine hemen hemen rastlanmaz bir seçkin olan Fatih; kendine yol açan düzinelerle zekâ, cesaret, hamle sahiplerini yetiştiren bir topluluktan geliyordu. Bir Orhan Gazi’yi, bir Alâettin Bey’i, bir Süleyman Paşa’yı, bir Yıldırım’ı, bir Çelebi Mehmet’i, bir II. Murat’ı göz önüne getiriniz! Devamlı devlet esaslarını, devamlı orduyu kurmaktan, ilk açtığı medresede müderrislikleri kabul eylemeye kadar; kadıların alacağı maaşları belirlemekten, yıldırım savaşını uygulamaya kadar; dağılan devleti toplamaktan, istilâ felaketini onarmaya kadar; Fatih’i yetiştirme kudretinden, cihan saltanatını bir yana itecek gani gönüllülüğe, sözünde durma nedir bilmeyip Orta Avrupa’ya ve Balkanlara sığmayacak kumandanlara üstüste yiğitlik dersi vermeye kadar... Neler yapmamışlardı! Hele bu düşünür, kurucu hükümdarların çevresini kuşatanları düşününüz: Gerekince -öğrenci, çocuk - Fatih’i değnekle döven, gerekince -imparator- Fatih’in bir Hıristiyan üzerinde ileri giden öfkesine cübbesini ve sarığını çıkarıp medrese profesörlüğünden çekilmekle karşı koyan; Anadolu’da ve Rumeli’de, bataklık arazide - koca bir ordunun geçmesine yüzyıllarca imkân veren - köprüleri
pek kısa zamanda kurmasını bilen bu teşkilâtçı hukuk, idare, sanat, teknik, karakter adamları göz önüne getirilirse; Fatih’i ve onun dünyayı hayran bırakan işlerini hazırlayan iç faktörler hakkında fikir edinilmiş olur.

İstanbul’un Türkler tarafından alınmasında ’Şark meselesi’nin doğuşundan başka sonuç görmeyen kinli, basit bilgine şüphe ile şaşmak gerek:
İstanbul’un fethi, Batı ile Doğu arasındaki anlaşmazlık yuvasının yıkılmasıdır. Ya Doğudaki teşkilâtı, büyük kuvvetleri Batıya akıtmak, ya Batıdaki korkunç taassubu Doğuya belâ etmek sayesinde ayakta duran, yapma ve gereksiz bir idare kalıntısı bu vesile ile ortadan kalkmıştır. Bundan sonra, Müslüman âlemi ile Hıristiyan âlemi arasındaki çarpışmalar, eski mânasından, eski çehresinden çok şey bırakmıştır. Batıda ’Mukaddes Cermen İmparatorluğu’davası güdülmeseydi, İstanbul’a yerleşen Türkler, - Fransız rönesansını kuran - I. François’daki yakınlığı en iyi yaşatan faktör olacaklardı. Fatih’in Rum Patriğine verdiği ferman, Ortaçağa son verecek düşünüş, anlayış gücünde olduğu kadar, yukarıdaki fikrimize ışık serpecek değerdedir.

İstanbul fethinin başka bir sonucu; Doğu Akdeniz’de, Yakın-Doğu’da, Balkanlarda yarattığı büyük güven ve iyi geçinme çağıdır. Sonsuz denecek kadar parçalanmış bu alanlarda, herkes bir korsan olmadıkça ticaret yapmak zordu. Tehlikeliydi. Bizans, bu çağlarda, ancak tesadüflere bağlı olarak, devamlı bir barış ve güven unsuru olabilmiştir. Ananın oğulu, oğulların babayı, dostun dostu zehirlemekten çekinmediği böyle bir saltanat batağında anlaşmaya, hür düşünüşe, vicdan hürriyetine, adalete yer yoktu. Neresinden baksanız zulüm, hile, istibdat, yalan ve sefihlik mayalanıyor, kabarıyor ve çürütüyordu. Anadolu’da dağlarda, hattâ Seyhan’ın Karaisalı ilçesinin içinde olduğu gibi, dağ yavrusu denecek kayalarda oyulmuş evler vardır. İçinde kapıdan, ocaktan mezara kadar bir evin tertibatını bulduğunuz bu ıssız dünyada merdiven yoktur. Buralar, din, mezhep, siyaset çarpışmalarından yılmış binlerce insanın barınağıdır. Ağaçtan merdivenlerini daima yanlarında, mağaralarında taşırlar, gerekmedikçe meydana çıkarmazlardı. Vahşi hayvan yaşayışına mahkûm olan bu kasaba kasaba insan kütleleri, Bizans vatandaşlığından kaçanlar, kurtulanlardı.
13. yüzyılda Bizans’ı ele geçirip harap eyleyen Lâtin haçlıların misalinde şiddetle görüldüğü gibi, Batı-Doğu arasındaki kötü durum yalnız Müslüman-Hıristiyan zıtlaşmasından doğmuyordu. Bir kardinal külâhı yerine, yeniçeri sarığını görmeyi tercih eden bir mezhep düşmanlığı, bu kötü durumu bazen vahşiliğe kadar vardırıyordu. Buna, fetihten önce, Bizans şehrine bile tam sahip olamayan imparatorluğun âcizliğini katınız, o vakit Yakın Doğu’nun perişanlığını anlarsınız.

Böyle bir Yakın Doğu’da, Güney Doğu Avrupa’da - Rum Patriğine ferman veren, ecnebilerle münasebetini kendiliğinden antlaşmalara bağlayan - Fatih çapındaki Türklerin buyruğunu yürütmesi, İstanbul’un fethi ile mümkün olmuştur.

Fatih bu çevrelerde tek nüfuzun disiplinini yürüterek Batı-Doğu insanlığının daha uygun şartlar içinde kaynaşmalarına yol açmıştır. Bundan başka, Türklerin bu bölgelerde yerleşmesi, Batıdaki dağınıklık yerine yeryer birleşme duygusunu uyandırmıştır.

Yakın-Doğu’da, Balkanlarda yerleşen Türk beyliği; İstanbul’un alınması ile o çağdaki medeni âlemin münasebetlerini sürekli bir nizamın örgülerinden geçiren faktör durumuna yükseldi.

İstanbul’un Fatih tarafından alınması, Türklerin Balkanlarda, Yakın-Doğu’da yerleşmesi; buralarda yaşayıp da medeniyet âleminin dışında kalan birçok diyarları, birçok kavimleri - o çağın en parlak ve güçlü medeniyetini temsil eden - kendi kültürü içine almasını hazırlamıştır. Sonradan, Türklerin düşmanı veya rakibi kesilen birçok devletler veya devletçikler, ancak bizim medeniyet çevremiz ve kültürümüz yoluyla medeni vasfını kaza-nabilmişlerdir. Avrupa’da olsun, Yakın Doğu’da olsun, birçok devlet ise kendi benliklerini ya Türkler karşısında bulmuşlar, yahut millet oluşlarını Türklerin eliyle koruyabilmişlerdir. Bu bakımdan İstanbul’un fethi, gerçekten cihan ölçüsünde bir insanlık işi sayılmalıdır. Devamı yarın

İstanbul'un Fatihi'nde samimiyet
Zafer alayı ile birlikte İstanbul’a bir at üzerinde giren Fatih, 22 yaşında bir gençti ve başında bir tulga vardı. Yanında da beyaz sarığı ve sakalı ile Akşemsettin bulunuyordu. Şehirde kalan Bizanslıların kızları, Akşemsettin’i padişah sanarak ona çiçekler sunmaya başladılar. Yaşlı üstad, bunları almaktan kaçınarak Fatih’i gösterdi. Kızlar ona doğru seğirttiler. Fatih, bu çiçekleri almadı; Akşemsettin’e verilmesini isteyerek şöyle dedi:

- Evet, Sultan Mehmet benim. Lâkin o benim hocamdır. Çiçekleri ona veriniz! Fatih’in İstanbul’daki camisini çevreleyen onaltı medrese, gerçekte bundan beşyüz yıl önce kurulmuş bir üniversite idi. 1470 yılında bu üniversite tamamlanınca Fatih, orada kendisine bir oda istiyor. Hocalar, müderrisler:

- Her ne kadar, bütün bu binaları siz kurup bize verdiniz ama, biz burada size oda veremeyiz! Fatih soruyor:

- Peki, ben burada oda almak için ne yapmalıyım?

Cevap veriyorlar:

- Burada oda sahibi olabilmek için ya hoca, yahut talebe olmanız lâzım. Gelin, imtihan olun; kazanabilirseniz, odayı alırsınız. Büyük Hakan imtihana giriyor; kazanıyor ve medreselerden birisinde böylece bir odayı ona veriyorlar.

Fatih’in teklifi
Beşyüz otuzüç yıl önce İstanbul’u alan II. Mehmet, hiç şüphesiz, inanlı bir kahramandı; gerçek anlamında bir Müslümandı. Onun önce kendi dininden olmayanlara karşı gösterdiği geniş kafalılık, bugün bile yeryüzünün birçok bilginlerine örnek olacak değerde, ileriliktedir. Ortaçağın son günleri gelmişti. O çağda alınan kentler yağma edilir, orada yaşayanlar köle sayılırdı. Fatih, böyle düşünmek şöyle dursun, bir Müslüman Hakanı ve Başbuğu olduğu halde Bizanslıların inanış ve tapınışlarına saygılı kaldı. Bir Müslüman Fatih’in Konstantiniye halkına gösterdiği bu saygıyı düşünün, bir de Türklere karşı savaşmaya giderken İstanbul’dan geçen Haçlıların orada yaptıklarını hatıra getirip bir kıyaslama yapın. Daha sonraları Hıristiyan İspanyolların, Müslüman Araplara ve Yahudilere neler yaptığı da hatırlanırsa medeni Fatih daha iyi anlaşılır.

Bir gün Ayasofya’ya gitmiş, oradaki mozaik ve minyatürleri söküp kazımaya uğraşan yeniçeriyi cezalandırmış; biraz sonra orada namazını kılmıştı.

Fatih’in Hıristiyan halka, o günün din adamlarına karşı takındığı geniş kafalı tavır, o zaman Avrupa’nın da dikkatini çekmiş, hattâ Papa, kendisine Hıristiyan olması teklifinde bulunmuştu. Bu teklifin cevapsız kaldığını söylemeyi gerekli bile bulmayız. Fatih, İstanbul’u alınca korkup kaçan Bizans bilginlerini geri çağırmış, Türkistan’dan, İran’dan, Mısır’dan, Avrupa’dan, birçok bilim ve sanat adamlarını buraya toplayarak yeni aldığı şehri bir medeniyet ve kültür merkezi haline koymuştur.

Ortodoks patriğine tanıdığı ayrıcalık
Fetihten sonra patrik Gennadius huzura gelip âsasını ve patriklik âlametlerini Fatih’e teslim ederken Fatih: ’Hayır bu emanatı mukaddeseyi teslim etmiyesiz. Siz kemali rahat ve emniyet ile vazifenize devam edesiz. Müracaata muhtaç olduğunuz umuru dahi çekinmeden bana arz ve ifade edesiz. Zira sizi gene Rumların ve tekmil Ortodoksların patriği olarak tanıyorum. Siz ve Hıristiyan tebaam himayei şahaneme mazhar olacaksız. Eslâfının benden evvelki imparatorlar zamanında nail olduğunuz imtiyaz ve müsaadeye mazhar olacaksız’ demiştir.

Ziyaret -> Toplam : 119,58 M - Bugn : 60191

ulkucudunya@ulkucudunya.com