« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

18 Şub

2013

ISLAHAT FERMANI

01 Ocak 1970

Tanzimat'ın ilânından sonraki uygulamalarla İlgili olarak özellikle gayri Müslimlere yeni haklar tanıyan 1856 tarihli hatt-ı hümâyun.
3 Kasım 1839'da ilân edilen ve bütün Osmanlı tebaasının kanun önünde eşit sayıldığını, herkesin can, mal ve namus dokunulmazlığının devletin güvencesi al¬tında olduğunu açıklayan Gülhane Hatt-ı Hümâyunu'nu yeterli bulmayan Batılı devletlerin. Osmanlı tebaası müslümanlarla gayri müslimler arasında bazı siyasî ve hukukî farklılıkların bulunduğunu ileri sürerek daha köklü reformlar yapılması¬nı istemeleri sonucunda hazırlanan ferman olup Osmanlı tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Kudüs ve civarında hıristiyanlarca kut¬sal sayılan bazı mekânlar [1][454] hakkındaki taleplerinin arzu ettiği şekilde halledilmemesi üzerine Osmanlı Ortodokslarfyla jigjij olarak resmen hima¬ye hakkı verilmesini isteyen Rusya'nın tek¬liflerinin Babıâli tarafından reddedilme-siyle başlayan Kırım Harbi (1853-1856) sı¬rasında Batılı devletlerin reform konu¬sundaki baskıları arttı. Savaşta Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'ni destekleyen Ba¬tılı devletler Rusya'nın hıristiyan kozunu kullanarak Avrupa kamuoyunu Osmanlı Devleti aleyhine harekete geçirmesi tehlikesine karşı Babıâli'nin mutlaka hıristi-yanların haklarıyla ilgili yeni düzenleme¬ler yapmasını istiyorlardı. Nitekim barış antlaşmasına esas olacak hususları belir¬lemek üzere Viyana'da toplanan konfe¬ransta tesbit edilen dört esastan sonun¬cusu, gayri müslimleri müslümanlarla eşit haklara kavuşturacak yeni bir ıslahat programının ilânını şart koşuyordu. Gayri müslimlere verilecek haklar, Avrupa dev¬letlerinin müşterek teminatları altına alın¬mak üzere özel bir madde ile barış ant¬laşmasına eklenecekti. Babıâli, kendi iç meselesi olan ıslahat konusunun antlaş-maya eklenmesinin hâkimiyet haklarına zarar vereceğini, bunun ayrıca devletler hukukuna da aykırı olduğunu ileri süre¬rek teklifi reddetti. Durumun gerginleş¬mesi üzerine Fransa'nın tavsiyesiyle hü¬kümet gayri müslimler hakkındaki iyi ni¬yetini göstermek için cizyeyi kaldıracağı¬nı, dolayısıyla gayri müslimlerin orduya ve idarî görevlere alınacağını açıkladı. 10 Mayıs 1855'te ilân edilen karara göre gay¬ri müslimler askerlikte miralaylığa, ida¬rede ise birinci dereceye kadar yükselebileceklerdi. Ayrıca izin almadan kilisele¬rini inşa ve tamir edebileceklerdi. Fakat karara en büyük tepki gayri müslimler-den geldi. Askerlik yapmak istemeyen gayri müslimler çeşitli yerlerde ayaklan¬dılar. Rumeli'dekilerin çoğu dağlara çık¬mak veya komşu ülkelere iltica etmek tehdidinde bulundu. Bunun üzerine hü¬kümet kararını değiştirmek zorunda kal¬dı. Sınır boylarında yaşayanlar askerlik¬ten muaf tutuldular. Kararda öngörülen gayri müslim asker sayısı önce 15.000'-den 7000'e indirildi, daha sonra bundan da vazgeçildi.
Bu ilk deneme gayri müslimlerin ısla¬hat istemediklerini açıkça ortaya koymak¬taydı. Fakat buria rağmen devletler ısla¬hat konusundan vazgeçmediler. Tekrar toplanan Viyana Konferansında padişahın kendiliğinden gayri müsiimlere verdiği İmtiyazları yine kendiliğin¬den genişletmesine ve barış antlaşmasın¬dan önce ilân etmesine karar verildi. Bu¬nun ise Osmanlı Devleti'nin hükümranlık haklarına ve toprak bütünlüğüne zarar vermeyeceği belirtildi. Bu teklifi Rusya da kabul ettiği için barış antlaşmasına esas teşkil edecek olan dört maddelik Viyana protokolü 1 Şubat 1856'da imzalandı. He¬men arkasından İstanbul'da İngiliz, Fran¬sız ve Avusturya elçileriyle sadrazam ve Hariciye nazırının katıldığı bir toplantı ya¬pılarak ıslahat programının hazırlıklarına başlandı.
Görüşmelerde önce din ve vicdan hür¬riyeti konusu ele alındı. Toplantının en aktif üyesi olan İngiliz elçisi Stratford Canning. İslâmiyetken ayrılmayı yasak¬layan sert kanunların da değiştirilmesini istedi. Babıâli ise İslâmiyet'i tartışmala¬rın dışında tutarak sadece gayri müslim¬lerin durumlarının ele alınacağını elçile¬re bildirdi. Babıâli'ye göre şimdiye kadar gayri müslimlere tanınan dinî ve adlî im¬tiyazlar Osmanlı toplumunu kesin olarak ikiye ayırmıştı. Dinî imtiyazlar yeni düzen¬lemelerle aynen korunabilirdi. Fakat adlî muhtariyet derecesine varan medenî hu¬kukla ilgili imtiyazlar, Tanzimat'ın öngör¬düğü kanun önünde eşitlik ilkesine aykı¬rı olduğu için mutlaka değiştirilmeliydi. Elçiler ise Osmanlı toplumunda ayrılığa sebep olan adlî sistemin değiştirilmesini olumlu karşılamakla birlikte gayri müs¬limler İçin özel imtiyazlar istemekten de çekinmiyorlardı. Osmanlı toplumunu bir-biriyle kaynaştırmaya çalışan hükümet, gayri müslimleri müslümanlardan ayıra¬cak imtiyazlar vermenin felâket olacağını ileri sürerek teklifleri reddetti. Çok sert geçen müzakereler sırasında birbirinden farklı yirmi bir muhtıra verildi. Sonunda bunlar birleştirilerek yeni bir ıslahat prog¬ramı hazırlandı ve bir beyanname şeklin¬de ilânına karar verildi.
İngiliz elçisi, elçilerin gayret ve müda¬haleleriyle meydana getirilen ıslahat prog¬ramının devletlerin müşterek taahhüdü ve kefaleti altına alınmasını ve barış ant¬laşmasında da zikredilmesini istedi. Ba¬bıâli, Viyana'da olduğu gibi bunu hüküm¬ranlık haklarına aykırı sayarak kesinlikle reddetti. Bu ihtilâf, Fransız ve Avusturya elçilerinin İngiliz elçisini teskin etmelerin¬den sonra halledildi. Islahat programının, padişahın kendi arzusu ile gayri müslim tebaasına bazı imtiyazlar verdiği zannıni uyandırmak için bir ferman şeklinde ilâ¬nına karar verildi. Program hemen bir ferman şekline getirilerek 11 Cemâziye-lâhir 1272 (18 Şubat 1856) tarihinde Ba¬bıâli'de merasimle okundu. Sadrazam Âlî Paşa Paris Kongresi'ne gittiği için sadâ¬ret kaymakamı Kıbrıslı Mehmed Emin Pa-şa'nın huzurunda yapılan merasime dev¬let ileri gelenleri, şeyhülislâm, patrikler, hahambaşı kaymakamı, cemaat başkan-ları ve devletlerin temsilcileri katıldılar. İslahat Fermanı'nın birer kopyası Paris Kongresi'ne katılan devletlere de verildi.
İslahat Fermanı'nın okunmasından bir hafta sonra (25 Şubat 1856) toplanan Pa¬ris Kongresi, Viyana protokolünün Os¬manlı gayri müslimlerinin geleceğiyle il¬gili olan dördüncü maddesini ikinci otu¬rumundan itibaren müzakereye başladı. Devletler, Islahat Fermanı'nın antlaşma¬da özel bir madde ile yer alması istekle¬rini tekrar ortaya attılar. Osmanlı baş mu¬rahhası Sadrazam Âlî Paşa. "Devletler fer¬manı senet ittihaz ederler" şeklinde bir ibarenin antlaşmaya eklenmesine şiddet¬le karşı çıktı. Ancak daha sonra uzlaşma sağlandı. 30 Mart 18S6 tarihinde imzala-nan Paris Antlaşması'nın dokuzuncu mad¬desi şu şekilde düzenlendi: Padişah, teba¬asının durumunu düzeltmek için kendi iradesiyle ilân ettiği hatt-ı hümâyunun devletlere tebliğini uygun görmüştür. Devletler bu tebliğin kıymetini kabul ve tasdik ederler. Şurası muhakkaktır ki bu tebligat devletlere, padişahın tebaası ile olan ilişkilerine müştereken veya ayrı ayrı müdahale etme hakkını hiçbir şekilde ver¬mez. Böylece Islahat Fermanı'nın antlaş¬mada ima yoluyla dahi zikredilmesini is¬temeyen Âlî Paşa'nın büyük çabaları so¬nunda düzenlenen dokuzuncu maddenin son bölümünün müdahaleyi önleyeceği zannedildi.
Paris Muahedesi'nin imzalanması İs¬tanbul'da memnuniyetle karşılanmasına rağmen Islahat Fermanı'nın meydana ge¬tirdiği olumsuz havayı gideremedi. Halk Paris Antlaşması'ndan çok fermanın muhtevası ile meşguldü. Bunun baş kıs¬mında, müttefiklerin yardımlarıyla hari¬cî durumun düzeldiği şu sırada bütün Os¬manlı tebaasının refahını arttıracak ve devletin iç durumunu da kuvvetlendire¬cek bazı yeniliklere ihtiyaç duyulduğu ifa¬de edilmektedir. Yeni ve hayırlı bir devrin başlangıcı olacağı ümidiyle yapılması dü¬şünülen dahilî ıslahat aşağıdaki şekilde açıklanmaktadır: Tanzimat Fermanı ile bütün Osmanlı tebaasına verilen imtiyaz¬lar bu defa da teyit edilmiştir. Tamamen uygulanması için gerekli tedbirler alına¬caktır. Önceki Osmanlı sultanları tarafın¬dan gayri müslimlere tanınan dinî imti¬yazlar ve muafiyetler ibka edilmiştir. An¬cak her cemaat belirli bir zaman içinde bu imtiyaz ve muafiyetlerini yeni şartla¬ra ve ihtiyaçlara göre tekrar düzenleye¬cektir. Bunun için hükümetin kontrolün¬de patrikhanelerde özel meclisler kuru¬lacak ve bu meclislerin kararlan Babıâli'¬nin onayından sonra kesinlik kazanacak¬tır. Patrik seçimleri ıslah edilerek, patrik¬lerin kaydıhayat ile tayinleri usulü uygu¬lanacaktır. Patrik, metropolit, marhasa ve hahamlar görevlerine başlarken devle¬te bağlılık yemini edeceklerdir. Ruhban sı¬nıfına verilmekte olan "cevâiz" ve "aidat" yasaklanarak bunun yerine patriklerle ce¬maat başlarına belirli gelirler tahsis edi¬lecek, diğer ruhbana da rütbelerine gö¬re maaş bağlanacaktır. Fakat ruhbanın menkul ve gayri menkul mallarına doku¬nulmayacaktır. Gayri müslim cemaatle¬rin işleri, ruhban ve halk arasından seçi¬lecek üyelerden oluşan karma meclisler¬ce idare edilecektir. Aynı din ve mezhep¬ten olan şehir, kasaba ve köylerdeki mâbed, mektep, hastahane ve mezarlık gi¬bi yerlerin tamirine engel olunmayacak¬tır. Fakat bu gibi yerlerin yeniden inşa edilmesi gerektiğinde hükümetten izin alınacaktır. Ahalisi karışık olmayıp yal¬nız bir mezhep cemaatinin bulunduğu yerlerde âyinler serbestçe ve açık ola¬rak yerine getirilebilecektir. Değişik din ve mezhepten olan şehir, kasaba ve köylerdeki mâbed. mektep, hasta¬hane ve mezarlık gibi yerlerin tamirle¬ri veya yeniden inşaları hükümetin iz¬nine tâbi olacak, bu gibi yerlerde âyin¬ler belli kurallara göre icra edilecektir. Mezhep mensuplarının sayılarına bakıl¬madan ibadetlerini serbestçe yapmaları sağlanacaktır. Bir cemaatin din, dil ve ırk bakımından diğer bir cemaatten aşağı tutulduğunu gösteren bütün tabirler yazışmalardan çıkarılacak, bu gibi tabir¬leri halkın ve memurların kullanmaları yasaklanacaktır. Osmanlı ülkesinde her din ve mezhebin âyini serbest olduğun¬dan hiç kimse din ve mezhep değiştirme¬ye zorlanmayacaktır. Din ve cins farkı gö¬zetilmeksizin bütün Osmanlı tebaası dev¬let memurluğuna kabul edilecektir. Kanu¬nî ehliyet ve vasıfları taşıyan herkes han¬gi din ve mezhepten olursa olsun askerî ve mülkî mekteplerde okuyabilecektir. Ayrıca her cemaat kendi millî dilinde eği¬tim yapmak üzere okul açabilecektir. Fa¬kat bu okulların programlarının düzen¬lenmesiyle öğretmenlerinin tayini karma bir maarif meclisi tarafından yapılacak¬tır. Bu meclisin üyelerini padişah tayin edecektir. Müslümanlarla gayri müslim-ler arasında veya gayri müslimlerin ken¬di aralarında çıkacak davalar için karma mahkemeler kurulacaktır. Yargılamaların açıkça yapılacağı bu mahkemelerde gay¬ri müslimlerin de şahitlikleri kabul edile¬cek ve herkes kendi dinine göre yemin edecektir. Âdi hukuk davaları, eyalet ve sancak karma meclislerinde vali ve kadı¬nın da katılmasıyla şer"î veya adlî hukuka göre görülecektir. Bu meclislerde de yar¬gılamalar açık yapılacaktır. Gayri müslim-ler arasında çıkacak miras gibi özel dava¬lar tarafların istemeleri durumunda patrikhane meclislerinde de görülebilecek¬tir. Karma ticaret ve cinayet mahkeme¬leriyle ilgili kanunlar ve yargılama usul¬leriyle ilgili nizâmnâmeler en kısa zaman¬da hazırlanarak Osmanlı ülkesinde konu¬şulan dillere tercüme edildikten sonra ya¬yımlanacaktır. Hapishaneler ıslah edilecek ve her türlü eziyet ve işkenceye son verilecektir. Buna uymayan görevliler ceza¬landırılacaktır. Hukuk eşitliği ancak gö¬rev eşitliğiyle sağlanabileceğinden gayri müslimler de askerlik yapacaklardır. Gayri müslimler bu yükümlülüklerini fiilen yerine getirebilecekleri gibi bedel vermek suretiyle de eda edebileceklerdir. Bunun için gerekli nizâmnâme en kısa zamanda hazırlanarak ilân edilecektir. Vilâyet ve sancak meclislerinde üye olan müslüman-ların ve gayri müslimlerin hakkaniyetle seçilmelerini sağlamak üzere nizâmnâ¬meler hazırlanacaktır. Yerli halkın verdiği vergileri ödemek ve tâbi olduğu hüküm¬lere uymak şartıyla ecnebilerin de Os¬manlı ülkesinde emlâk satın almalarına izin verilecektir. Satın alma işlemlerine Osmanlı Devleti ile ecnebi devletler ara¬sında yapılacak düzenlemeden sonra baş¬lanacaktır. Bütün Osmanlı tebaası din ve mezhebi ne olursa olsun aynı vergiyi ödeyecektir. Vergilerin ve özellikle âşârın top¬lanması sırasında görülen kötü uygula¬manın düzeltilmesine en kısa zamanda başlanacaktır. İltizam usulüne tedrîcen son verilerek vergilerin doğrudan doğru¬ya devlet tarafından toplanması sağlana¬caktır. İltizam usulünü kendi şahsî çıkar¬ları için kullanan memurlarla idare mec¬lisi üyeleri şiddetle cezalandırılacaktır. Özel nizâmnâme ile son zamanlarda yıllık gelir ve giderleri düzenleyen bütçe sisteminin tamamen uygulanmasına çalışıla¬caktır. Memurlara tahsis edilen maaşların muntazam bir şekilde ödenmesine baş¬lanacaktır. Bütün tebaayı ilgilendiren ko¬nuların görüşüldüğü Meclis-i Vâlâ-yı Ah-kâm-ı Adliyye'ye her cemaatin başkanla¬rıyla devleti temsilen bir memur tayin edilecektir. Bir yıl için tayin edilen bu üye¬ler, müzakerelerde görüşlerini serbestçe söyleyebilecekler ve bundan dolayı renci¬de edilmeyeceklerdir. Rüşvet ve yolsuz¬lukları yasaklayan kanunlar istisnasız bü¬tün memurlara uygulanacaktır. Paranın değerini yükseltmek ve maliyenin itibarı¬nı arttırmak amacıyla banka açmak baş¬ta olmak üzere birtakım tedbirler alınacaktır. Ülkenin maddî servet kaynakları¬nın işletilmesi için gerekli sermaye sağla¬nacaktır. Ülke ürünlerini nakletmek üze¬re yollar ve kanallar inşa edilerek, ziraat ve ticaretin gelişmesine engel olan hu¬suslar ortadan kaldırılacaktır. Batı'nın bil-gisinden ve sermayesinden de faydalan¬manın yolları araştırıldıktan sonra pey¬derpey tatbik sahasına konulacaktır. Hü¬kümet bu hatt-ı hümâyunda belirtilen hükümlerin uygulanması için görevlendirilmiştir.
Islahat Fermanı Tanzimat Fermanı'na göre daha ayrıntılıydı. Tanzimat Fermanı bütün Osmanlı tebaasını ilgilendiren ge¬nel prensipler koyarken Islahat Fermanı tamamen müslüman olmayan Osmanlı tebaası île ecnebilere ait hükümler içeri¬yordu. Gayri müslimlerin Osmanlı toplu¬mundaki eski statülerini büyük ölçüde değiştirmekte ve onların durumlarını ye¬niden düzenlemekteydi. Cemaatleri üze¬rinde büyük yetkileri olan patriklerin bu yetkileri sadece dinî konularla sınırlandı¬rılıyordu. Gayri müslimlerin cemaat teş¬kilâtlarında önemli değişiklikler yapılarak sadece ruhbanın değil sivil kesimden çe¬şitli kimselerin cemaat idarelerine katıl¬maları sağlanıyordu. Ferman, Osmanlı te¬baası gayri müslim unsurların hukukunu müslüman tebaa ile eşit hale getirmek amacını taşımakla birlikte müslüman ke¬simi doğrudan ilgilendirebilecek, anlamı cümle aralarına sıkıştırılmış hususları da içine alıyordu, Osmanlı ülkesinde her din ve mezhebin icrasının serbest olduğu ve hiç kimsenin din ve mezhep değiştirme¬ye zorlanmayacağı hükmü sadece gayri müslimleri değil müslüman kesimi de kapsayacak bir ifade şeklinde zikredilmiş¬ti. Dolayısıyla daha fermanın neşrinden önce toplanan komisyonda İngiliz elçisinin İslâmiyet'ten ayrılmayı yasaklayan şer'î kanunların değiştirilmesi teklifi bir bakı¬ma satır aralarında da olsa yerini almış oluyordu. Ferman esas itibariyle sadece gayri müslim tebaaya yönelik olarak algı¬landığından bu önemli genel nitelikli ifa¬de dikkatlerden kaçmış ve pek iyi kavra¬namamıştır.
Tanzimat Fermanı ile Islahat Fermanı hazırlanışları bakımından da önemli fark¬lılık arzetmekteydi. Birincisi, dış tesirler¬den çok iç dinamiklerin zorlamasıyla Os¬manlı devlet adamlarınca hazırlandığı halde ikincisi tamamen dış baskılar sonu¬cunda yabancı temsilcilerle birlikte hazır¬lanmıştı. Tanzimat Fermanı devletlere tebliğ edilmekle birlikte herhangi bir ta¬ahhüde girilmemişti. Fakat Islahat Fer-manı'nın Paris Antlaşması'nda özel bir madde halinde zikredilmesi devleti taah¬hüt altına sokmaktaydı. Bu yüzden Tan¬zimat Fermanı'nın mimarı sayılan Mus¬tafa Reşid Paşa, Islahat Fermanı'nın ül¬keyi tahrip etmek için Avrupa'ya verilmiş bir silâh olduğunu ileri sürüyordu. Bu tâ¬vizleri veren Âlî ve Fuad paşaları da hain¬likle itham ediyordu. [2][455] Aslında Reşid Paşa da Islahat Fermanı'nı destekliyordu. Nitekim ferman hakkın¬daki düşüncelerini açıkladığı lâyihasında itirazının fermanın geneline değil bazı maddelerine olduğunu belirtiyordu. Pa¬şaya göre müslümanların tepkisi düşü¬nülmeden hirîstiyanlara havsalalarının alamayacağı derecede imtiyazlar veril¬mişti. Islahat, zaman içinde toplumda huzursuzluk yaratacak dış müdahalelere meydan verilmeden yapılması gerekirken bu önemli nokta gözden kaçırılmıştı. Re¬şid Paşa, eşitliğe dayalı yeni düzenleme¬lerin içtimaî huzursuzluklara yol açmasın¬dan ve bilhassa Anadolu ve Arabistan'da sosyal patlamalara sebep olmasından en¬dişe ediyordu. Hükümeti muhtemel olay¬lara karşı bir hazırlıkyapmadığı için eleş-tiriyordu. Ayrıca Islahat Fermanı'nın ya¬bancı sefirlerle birlikte hazırlanmış olma¬sı ve ayrıca Paris Antlaşması'nda yer al¬masının Osmanlı Devleti'ni yeni siyasî sı¬kıntılara sokacağını ileri sürüyordu. [3][456]
Beklenenin aksine Islahat Fermanı'na en büyük tepki gayri müslimlerden geldi. Görünüşte hâkim millet müslümanlarla aynı seviyeye gelmelerine rağmen özellik¬le eşitlik ilkesine karşı çıktılar. Bilhassa Rumlar müslümanların üstünlüğüne razı olduklarını, ancak Ermeni ve yahudilerle bir tutulmalarını asla kabul etmeyecek-lerini ifade ediyorlardı. Gayri müslimlerin tepkisine sebep olan hususlardan biri de askerlik yükümlülüğü idi. Din adamları da fermandan hoşlanmadılar. Cemaat¬lerinden haraç şeklinde aldıkları aidatın kaldırılarak maaşa bağlanmaları, göreve başlarken devlete sadakat yemini etme¬leri, din adamlarından oluşan sinod mec¬lisine halktan da üye seçilmesi gibi husus¬lar patrik ve metropolitlerin büyük tep¬kisine yol açtı. Nitekim Islahat Fermanı okunduktan sonra atlas keseye konul¬duğunu gören İzmit metropolitinin bir daha bu keseden çıkmaması temenni-sinde bulunduğu söylenir. [4][457]
Islahat Fermanı ile gayri müslimlere ve ecnebilere özel haklar tanınması, impa¬ratorlukta edindikleri maddî zenginlikle¬rine şimdi politik hakların da ilâve edilme¬si müslümanların da tepkisine yol açtı. Bazı müslümanlar, atalarının kanlarıyla kazanılmış olan millî ve mukaddes hak¬larının kaybedildiğine, hâkim millet olma vasfının yitirildiğine inanıyorlardı. Halk arasında çeşitli dedikodular dolaşıyordu. Elçilerin, "Eski vükelâ işimizi zorlaştırı-yordu, yeni vükelâ isteklerimizden daha fazlasını verdi"; Fransız elçisinin, "Babıâ¬li'nin bu kadar fedakârlık edeceğini um¬muyorduk. Canning ne dediyse hükümet kabul etti" dedikleri rivayeti yayılmıştı [5][458] Bütün bu tepkilere karşı hükümet ferman hükümlerini Avrupalılar'a ve müslümanlara farklı şekillerde yorumluyordu. Nitekim ferman hüküm¬lerine göre bir gayri müslimin nazır dahi olabileceğinin söylenmesi üzerine Fuad Paşa İtiraz etmiş ve nazır olmak şöyle dursun Meclis-i Vâlâ üyesi bile olamaya¬cağını ileri sürmüştü [6][459]Cev¬det Paşa'nın ifadesiyle bazı "alafranga çelebilerle bazı devlet ileri gelenleri, İs¬lahat Fermanı'nı Batılı devletlerle ilişki¬lerin ve ittifakın bir delili olarak görüyor¬lardı. Bunlar müslümanlarla gayri müs¬limlerin kaynaşacağını, karışık mahallelerin oluşacağını, emlâk fiyatlarının arta¬cağını ve medeniyetin gelişeceğini söylü¬yorlardı. [7][460]
Fermanın uygulanması için Babıâli'de Sami Paşa, Mümtaz Efendi, Subhi Bey ve Ahmed Refik Bey'den oluşan bir ıslahat komisyonu kuruldu. Gerektiğinde Maliye Nezâreti'nden, Tersâne-i Âmire ve Bâb-ı Serasker?den de birer üye komisyona ça¬ğırılacaktı. Matbu nüshaları bütün vilâyet ve sancaklarla yurt dışındaki temsilcilik¬lere gönderilen fermanın uygulanması¬na önce Hudâvendigâr sancağından baş¬lanmasına karar verildi. Uygulamayla il¬gili olarak 30 Mart 18S6 tarihinde Babıâ¬li'de bir danışma meclisi toplandı. Bura¬da ele alınması gereken öncelikli konular tesbit edildi. Önce can ve mal emniyetiy¬le namus dokunulmazlığı maddesinin ha¬yata geçirilmesi kararlaştırıldı. Bu konu¬da daha önce çıkarılmış bulunan nizâm¬nâmeler derhal uygulamaya konulacaktı. Fransa'dan alınacak örneklere göre Av¬rupa standartlarına uygun olarak İstan¬bul'da bir hapishane inşa edilecek, işken¬ceye son verilecekti. İç güvenlik ve asa¬yişle ilgili olarak Avrupa'dan kanun ve ni¬zâmnâmeler tercüme edilecek ve karma mahkemelerin kuruluşu en kısa zaman¬da tamamlanacaktı.
Islahat Fermanı'nın uygulamaya konul¬masıyla birlikte ülkenin çeşitli yerlerinde birtakım olaylar patlak verdi. Gayri müs¬limlere getirilen âyin serbestliği dolayısıy¬la kiliselerde çan çalınması müslümanla¬rın tepkisine yol açtı. Hıristiyanlar arasın¬da müslümanların kendilerine saldıracak¬ları şeklinde çeşitli yalan haberler yayıldı. Eskiden beri yan yana yaşayan iki toplu¬luk birden bire düşman kutuplara ayrıl¬dı. Çeşitli yerlerde müslümanlarla gayri müslimler arasında kanlı çatışmalar baş¬ladı. Maraş'taki olaylarda bir İngiliz tüc¬carı karısı ve çocuğu ile birlikte Öldürüldü¬ğü gibi Halep ve Şam'da da ecnebilerin ve gayri müslimlerin evleriyle iş yerleri tahrip edildi (1860). Cidde'de 1858'de çı¬kan olaylarda yabancı konsoloslar öldü¬rüldü. İsyan İngiliz ve Fransız donanma¬larının şehri topa tutmasıyla bastırılabildi. Bilhassa Rumeli, Lübnan ve Girit gibi gayri müslim nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki karışıklıklar Batılı devletlerin müdahalesine sebep oldu. Osmanlı hükü¬metinin âdeta bir suçlu gibi Avrupa mah¬kemesine çıkarılması gayri müslimlerin cesaretini arttırdı. Olayları önlemeye ça¬lışan Babıâli, Paris Antlaşması1 nın doku¬zuncu maddesine göre devletlerin iç işle¬rine karışmaya haklan olmadığını hatır¬lattı. Fakat Avrupa devletleri, hatt-ı hü¬mâyunun tatbikine nezaret etme hakkı¬nı dokuzuncu maddenin kendilerine ta¬nıdığını bildirdiler. Dokuzuncu maddeyi sırf iç işlerine müdahaleyi önlemek için kabul etmiş olan Osmanlı hükümeti aynı maddenin devletlere müdahale hakkı ver¬diğini böylece öğrenmiş oldu. Paris Antlaşması'nı imzalamış olan devletler, 5 Ekim 1859'da Babıâli'ye ortak bir muhtı¬ra vererek Islahat Fermanı'nın uygulama alanına konulamamasından dolayı üzün¬tülerini bildirdiler. Bundan sonra her dev¬let, tek başına veya müştereken Osmanlı Devleti'nin iç işlerine müdahale etmeye başladı. Rusya Rumeli'deki olayları tahkik için milletlerarası bir komisyon kurulma¬sını, gayri müslimler için daha fazla temi¬nat veren bir antlaşma yapılmasını teklif etti. Rusya'nın Osmanlı gayri müslimleri üzerinde nüfuz kurmasını istemeyen İn¬giltere, Rus tekliflerinin Osmanlı nüfuzu¬nu zedeleyeceği gerekçesiyle tepki gös¬terdi. Fransa ile birlikte sadrazamın Ru¬meli'de teftişte bulunmasını tavsiye et¬tiler. Sadrazamın Rumeli tahkikatına baş¬lamasıyla bu olay yatıştırıldı. Bu sırada malî sıkıntı içinde bulunan hükümet, hem gelirleri arttırmak hem de devletlerin bu konudaki isteklerine cevap vermek ama¬cıyla malî ıslahata girişti. İngiliz elçisi H. Bulwer hazine gelirlerinin arttırılması için Babıâli'ye bir proje sundu. Projede Islahat Fermanı'nda vaad edilen, ecnebilere Os¬manlı ülkesinde emlâk satın alma veya kiralama izni verilmesi ve yabancı serma¬ye girişini engelleyen vakıf teşkilâtının de¬ğiştirilmesi tavsiye ediliyordu. En önem¬lisi de Islahat Fermanı'nda olmadığı hal¬de Osmanlı maliyesinin milletlerarası bir komisyonun idaresine bırakılmasının is-tenmesiydi. Osmanlı hükümeti milletle¬rarası komisyon fikrine karşı çıkmakla birlikte o sırada oluşturduğu maliye mec¬lisine yabancı uyruklu üç delege aldı. Bu meclis de pek başarılı olamadı. Yabancı¬ların gayri menkul satın almalarına ve va¬kıf sisteminin değiştirilmesine sıcak bak¬mayan hükümet bundan sonra devletle¬rin müdahaleleriyle karşılaştı. Uzun mü¬zakerelerden sonra 1867'de ecnebilerin gayri menkul satın almalarına izin veril¬diği gibi 1873'te vakıfların mülke tahvili, yani vakıfların da satılabilmesi esası ka¬bul edildi.
Babıâli'nin Batılı devletlerin her müda¬halesinde yeni tâvizler vermesi yeni mü¬dahaleleri getirdi. Giderek ülke Avrupa devletlerinin kıskacına daha fazla girmiş oldu. Lübnan'da patlak veren olaylar sad¬razamın Rumeli'deki teftişi yarıda kes¬mesine sebep oldu. Bunu fırsat bilen Rus¬ya milletlerarası tahkikat komisyonu ku¬rulması isteğini tekrarladı (Ekim 1860). Rus projesine karşılık İngiltere de yeni bir ıslahat projesi sundu. Buna göre Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye ile Meclis-i Tanzimat bir¬leştirilerek yeni bir meclis kurulacaktı. Yüksek devlet memurlarından ve gayri müslimlerden seçilerek beş yıl için tayin edilecek on iki üyeden oluşacak olan bu meclis iyi bir emniyet teşkilâtı kuracak, mahkemeleri ıslah edecek, gayri müslim-ferin şahitliğinin kabul edilmesini sağla¬yacak kanunları çıkaracaktı. Ayrıca âşâr usulünün kaldırılması, müslümanların ve gayri müslimlerin birlikte okuyacakları mekteplerin açılması ve her valinin em¬rine gayri müslimlerden birer müsteşar tayin edilmesi gibi konularla da uğraşa¬caktı. Projeye göre elçilikler şikâyetçi ol¬dukları memurların yargılanmasını bu meclise havale edeceklerdi. Gerekli tah¬kikat sırasında sefaret tercümanlarını yanlarında hazır bulundurabileceklerdi. Kısacası İngiliz projesi daha önce İngiliz elçisinin tepki gösterdiği Rus projesinden daha ağırdı. Osmanlı memurları âdeta konsolos mahkemelerine sevkedilebile-cekti. Avrupa müdahalesi dâimîve mun¬tazam bir usul haline gelecekti.
Siyasî çevrelerde hayretle karşılanan İn¬giliz projesi padişahı ve hükümeti de te¬lâşa düşürdü. Babıâli'nin itirazı üzerine İngiltere, yeni bir ıslahat programı yap¬ması için Osmanlı hükümetine üç ay süre tanınmasını diğer devletlere teklif etti. Rusya Avrupa delegelerinin hemen top¬lanmasında ısrar etti. Babıâli, devletleri sakinleştirmek için Rumeli teftişinin ta¬mamlanacağını ve ordu kumandanının bu iş için görevlendirildiğini devletlere bildirdi. Şubat 1861'de de yeni bir ıslahat programını kabul etti. Programa göre âşâr usulü değiştirilecek, vergilerin top-lanması bir düzene bağlanacak, vilâyet¬lerde güvenlik sağlanacak ve adliyenin düzeltilmesi için müzakerelere başlana¬caktı. Hükümet bu işlerle meşgul olurken devletlerin Lübnan'daki kanlı hadiseler dolayısıyla vâki olan müdahaleleri giderek arttı. Büyük devletlerin hazırladığı 9 Ha¬ziran 1861 tarihli Lübnan Nizâmnâmesi ile Lübnan, hıristiyan bir mutasarrıfın yönetiminde imtiyazlı müstakil sancak haline getirildi.
Devletler. Paris Antlaşması'nın kendile¬rine tanıdığı haklardan yararlanarak İsla¬hat Fermanı'nın uygulanması konusun¬daki müdahalelerini arttırdıkları bir sıra¬da fermanı neşreden Abdülmecid vefat etti (25 Haziran 1861). Âlî ve Fuad paşa¬ların istifa tehditleri üzerine yeni padişah Abdülaziz de Islahat Fermanı'nı teyiden yeni bir hatt-ı hümâyun yayımladı. Islahata devam edileceğinin açıklanması Batılı devletleri rahatlattı. Babıâli, Islahat Fermanı'na uygun olarak taşra teşkilâtını ye¬niden düzenledi. Fransa'daki departman sistemi esas alınarak 1864 vilâyet kanunu uygulamaya konuldu. Yine Fransız eğitim sistemine göre Galatasaray Mekteb-i Sultanîsi 1868'de açıldı. Müslüman, hı¬ristiyan ve Musevî çocuklarının birlikte okumalarına imkân sağlanmaya çalışıldı. Fakat bu okula en büyük tepki yine gayri müslimlerden geldi. Bu dönemde gerçek¬leştirilmeye çalışılan reformlardan biri de kiliselerin yeniden teşkilâtlandırılmasıdır.
Islahat Fermam'na göre kiliselerin ye¬niden teşkilâtlandırılması Babıâli'yi en çok meşgul eden konulardan biri oldu. Rum patriği bir süre tereddüt ettikten sonra hükümetin emriyle Islahat Fermanı'nı ki¬liselerde ilân etti. Fakat din adamlarından oluşan Sinod Meclisi ferman hükümleri¬ne uymamakta ısrar etti. Bu durum kar¬şısında Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye, bir ni¬zâmnâme hazırlayarak kiliselerin yeniden düzenlenmesi işine hemen başlanması¬nı istedi. Hükümetin patrikhane işlerine doğrudan müdahalesi karşısında Rumlar Avrupa'nın devreye girmesini istediler. Osmanlı hükümetinin gayri müslimlerin imtiyaz ve muafiyetlerini kaldırdığını ile¬ri sürdüler. Bütün tahriklere ve tepkilere rağmen cemaat sistemleri yeniden dü¬zenlendi. Islahat Fermanı hükümlerine uygun olarak 1862'de her cemaate ayrı ayrı nizâmnâmeler verildi. Nizâmnâme¬lerle din adamlarının cemaat üzerindeki keyfi tasarrufları önlenmek isteniyordu. Bunun için her gayri rnüslim cemaatin İdaresi laik üyelerden oluşan meclislere bırakıldı. Rum Ortodoks cemaatine veri¬len nizâmnâme ile cemaatin mezhep iş¬lerine bakmak üzere on iki metropolit¬ten oluşan Sinod Meclisi muhafaza edil¬di. Bu ruhanî meclise karşılık olmak üze¬re on iki laik üyeden oluşan "millî meclis" ise cemaatin eğitimi, adlî ve idari işleriyle uğraşacaktı. Ayrıca bu iki meclisten seçi¬len üyelerle meslek temsilcilerinden olu¬şan umumi meclis cemaatin önemli işle¬rini halledecekti. Ermeni cemaatine ve¬rilen nizâmnâme ile patriğin yetkileri ko¬runmakla birlikte 400 üyeden oluşan bir millet meclisi oluşturuluyordu. Bu meclis kuruluşu ve seçimlerin yapılışı bakımın¬dan âdeta Meclis-i Meb'ûsan'ı andırıyor¬du. Meclis, cemaatin günlük işlerini on dört üyeli ruhanî meclis ve yirmi üyeli cismanî meclis eliyle yürütecekti. Ayrıca ida¬rî, malî, eğitim ve hukuk işleriyle ilgili ko¬misyonlar da kuracaktı. Musevî cemaati nizâmnâmesi de cemaat başkanına yardımcı olmak üzere iki meclis kurulmasını öngörüyordu. Bunlardan biri cemaatin dinî işlerine bakacaktı, yani bir nevi ruha¬nî mahkeme görevi yapacaktı. Diğeri ise cemaatin idarî işlerine bakacaktı.
Gayri müslim cemaatlere verilen bu nizâmnâmeler âdeta onların anayasaları mesabesinde idi. Müslümanlarla gayri müslimleri kanun nazarında eşit hale ge¬tirerek tek toplum oluşturmayı amaçla¬yan Islahat Fermanı gayri müslim toplu¬lukların birliğini dahi koruyamadı. Millî şuura ulaşan cemaatler bağlı oldukları ki¬liselerden ayrılarak kendi kiliselerini kur¬maya başladılar. Islahat Fermam'na göre bazı davaların patrikhanelerde görülmesine izin verilmesi devletin adlî bağımsız¬lığı ile çatışan bir husustu. Yine ecnebile¬re Osmanlı ülkesinde mülk satın alma iz¬ninin verilmesi ve vakıfların mülke tahvil edilmesi gibi uygulamalar toplumda bü¬yük yankı uyandırdı. Ülke çeşitli karışık¬lıklara sahne oldu. Bu karışıklıklar Avru¬palı devletlerin çeşitli baskılarına sebebiyet verdi. Bu ortam içinde fermanda ön¬görülen hapishanelerin ıslahı, işkencenin yasaklanması, malî durumun düzeltilme¬si ve bayındırlık faaliyetlerine girişilmesi gibi önemli reformlarda fazla bir yol alı¬namadı. Devlet, siyasî ve idarî bakımdan fermanda öngörülen yükümlülüklerini mümkün olduğu kadar yerine getirdi. Gayri müslimler devletin çeşitli kademe¬lerinde görev aldılar. Fakat askerlik konu¬sunda aynı başarı elde edilemedi. Cizye vergisi kaldırılarak gayri müslimlerin de askere alınması kararı uygulanamadı. Ni¬hayet 18S7'de çıkarılan bir kanunla gayri müslimlerin askerlik hizmetine karşılık "bedel-i askerî" adlı bir vergi ödemeleri kabul edildi. Osmanlı toplumunun birbi¬riyle kaynaşmasında en büyük rolü oyna¬ması ümit edilen bu önemli reform da ba¬şarısızlıkla sonuçlanmış oldu. Gayri müs¬limler II. Meşrutiyet'İn İlânına (1908) ka¬dar askerlikten muaf tutuldular. Sonuç olarak fermanın, şeriata aykırı hükümler ihtiva ettiği gerekçesiyle müslümanlann vicdanını zedelediği ve devrin hükümda¬rını tahttan indirmek, hatta öldürmek amacıyla birtakım tertiplere dahi yol aç¬tığı [8][461] hulâsa devletin dayanmakta olduğu hukukî nizamı büyük ölçüde değiştirip gayri müslimleri zimmî hukukun dışına çıkardığı söylenebilir.


Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 127,14 M - Bugn : 216

ulkucudunya@ulkucudunya.com