« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

24 Nis

2007

32 kez öldürüp 33 kez öldürülmek

Dücane CÜNDİOĞLU 01 Ocak 1970

- “Kalbimi zalimce paramparça ettiniz, ruhuma tecavüzde bulundunuz, vicdanımı ateşe verdiniz. Siz, acınacak durumda olan bir çocuğun hayatını söndürdüğünüzü düşündünüz. Sayenizde ben de Hz. İsa gibi ölüyorum; zayıf ve savunmasız insanların nesillerine ilham kaynağı oluyorum.”

Bu sözler, Virginia katliamını gerçekleştiren 23 yaşındaki Güney Koreli Cho Seung-Hui'ye ait.

Öldürürken ölen, 'öldürmek' de ne kelime, öldüre öldüre ölen bir gence...

Kendi ifadeleriyle:

Paramparça edilen bir kalbin,

Tecavüzde bulunulan bir ruhun,

Ateşe verilen bir vicdanın,

Söndürülen bir hayatın sahibine...

Bir kurbana yani. Evet, hem de kalp, ruh, vicdan ve hayat sahibi bir kurbana...

Hz. İsa gibi çile çeke çeke ızdıraplar içinde öldüğüne inanan; insanlık için, gelecek nesiller için kendini feda ettiğini düşünen bir kurbana...

32 kez öldüren, 33 kez öldürülen Cho Seung-Hui'nin içindeki öfke ve nefret, nasıl da yoğun bir mağduriyet hissiyle beslenmiş olmalı ki ölüm denizinde yıkanışını –hem de hiç tereddüt etmeden– bir çırpıda Hz. İsa'nın çilesi (passion) ile özdeşleştirivermiş.

Hristiyanî sembollerle ifade edilen bu eylemin faturasını Hıristiyanlığa mı ödetmeliyiz; tıpkı Malatya'daki o vahim hâdiseyi İslâm'a mâledenlerin yaptığı gibi?

Veya, Güney Kore'yi hıristiyanlaştıran misyonerliğin en nihayet emeklerinin mahsulünü Hıristiyan Amerika'dan devşirdiğini mi düşünmeliyiz?

Hiç kuşkusuz, böylesi bir halk avcılığı, hakikatin o sevimli yalınlığına açıkça haksızlık etmek anlamına gelecektir.

O hâlde bu yöntemi, bu haksızlığa ihtiyaç duyanlara bırakıp yolumuzu kendi tarzımızca yürümeyi sürdürelim.

Kendisini, şu veya bu sebebe istinaden 'kurban' eden fedaî, gerçekte bir 'hiç' haline gelerek varolmayı seçtiği için, kahramanlaşmak, yani ister istemez kahramanca hiçleşmek zorundadır. Ne pahasına olursa olsun taşradan (dışarıdan) ses almalı, sesi her halukârda taşradan almalıdır. Bir türlü varolduğunu hissedemeyenin şiddete başvurmak suretiyle Varlık'tan ses almayı denemekten başka çıkar yolu yoktur çünkü.

Ne garip değil mi, öfkenin son menzilidir nefret.

Hiç beklemeyelim ve tam da yeri gelmişken bir çocuk masumiyetiyle soralım:

Nedir nefret?

Bugün ilk akla gelen sözcükler: iğrenmek ve tiksinmek...

Sözcük biraz dikkatle ve itinayla kullanılırsa pekâlâ daha hafif anlamlar da bulunabilir. Meselâ ürküp kaçmak, sakınmak, kaçınmak, beğenmemek, hoşlanmamak, sevmemek ya da uyuşmamak, zıtlaşmak, bir şeye ters düşmek, muhalif olmak...

Nefret'in sözlük anlamları arasında dolaşmayı tercih edenlerin bu listeyi zenginleştirmekten elde edecekleri kâr, sanılanın aksine, çok önemsiz olacağından, sözü çoğaltmayıp sadede gelmeli ve şimdilik, 'nefret' duygusunu kavramayı mümkün kılacak bir tek mefhumla yetinmeli: itmek.

Öfke gücünün ifrat hâline gelmesiyle oluşan nefret duygusu, gerçekte, itmek'ten, dışlamaktan ibarettir. Kısacası her nefret –son tahlilde– bir itiştir, bir dışlayıştır.

Eskiler 'nefret' etmeyi kullandıkları kadar 'teneffür' etmeyi de kullanırlardı. İlkinde itişin bir anda, ikincisinde ise bir süre içerisinde gerçekleştiğini söylemek isterlerdi; yani bir şeyden bir anda nefret edilebileceği gibi, zamanla da nefret edilebileceğini vurgulamaya çalışırlardı. (Bu sözcüklere mukabil, 'tenafür' veya 'münaferet' ise, itişin karşılıklı olduğunu gösterirdi ki bu lâfızlar, “itiş kakış”taki işteşliği neredeyse tam olarak ifade ederler.)

Başkasına duyulan nefretin, tek başına 'başkası'ndan kaynaklandığını sanmak kadar büyük bir yanılgı olamaz. Çünkü kendisinden nefret etmedikçe, kendisini itmedikçe, kimse başkasını itemez. Daha doğrusu, kişi, kendisini ittiği, itebildiği, kendisiyle itişebildiği içindir ki başkasını da iter, başkasıyla da itişebilir. Hareket harekete yol açar ve tam anlamıyla toplumsal bir itiş kakış (münaferet) ortaya çıkar.

Toplumdaki itiş kakışı analiz etmek isteyenlerin toplumu mercek altına alıp nedenleri kalabalığın içinde aramaları beyhudedir. Bakılması gereken asıl nokta, insandır, insandadır; huzurunu kaybedip “Hz. İnsan” olmaktansa sadece 'insan' olarak kalmış insanda...

Ne üzücü değil mi, 32 kez öldürüp 33 kez öldüren Cho Seung-Hui de bir insandı; sadece bir insan!

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 129,04 M - Bugn : 2210

ulkucudunya@ulkucudunya.com