Yılmaz Öztuna Üzerine
Seyfeddin Sağlam 01 Ocak 1970
Bir gün konuşma sırasında bir dostu on dokuzuncu yüzyılın ünlü eleştirmenlerinden Belinski’ye yeni bir Gogol yetiştiğini, söyleyerek, Dostoyevski’yi anlatır. Belinski; “Gogol’lar lahanadır mı ki, her yerde yetişsin” der. Dostu ona İnsancıklar romanının müsveddelerini verir. Birkaç gün sonra soğuk bir Moskova gecesinde sabaha karşı, Dostoyevski’nin kapısını çalar. Buzlar, sokakta ünlü ressam Perov’un tablolarındaki gibi her yanı kaplamıştır. Belinski; “Delikanlı, beni bu soğuk gecede üşütmek zorunda mısın, beni birkaç gündür uykusuz bıraktın. Huzurumu bozdun. Birçok kişiyi yazarlıktan vazgeçireceksin” der.
Ben de yıllardır, Rahmetli Yılmaz Öztuna’nın; Devletler ve Hanedanlar, adlı beş ciltlik kitabını, Türk Musikisi Ansiklopedisi ve on dört ciltlik, Türkiye Tarihi kitaplarını önüme koyar ve böyle kitaplar yazabilir miyim diye değil, acaba bunları önüme koyup, yazarak kopya edebilir miyim, diye düşünürüm. Yazarak kopya etmek dedim malum, önce fotokopi sonra bilgisayar çıktı. Çocuklar kendilerine verilen ödevleri bile bilgisayardan indiriyorlar. Rahmetli Ömer Lütfi Barkan, Osman Turan, Osman Nuri Ergin, Abdülbaki Gölpınarlı ve İbnülemin Mahmut Kemal İnal zamanında fotokopi cihazları yoktu.
Rahmetli Yılmaz Öztuna üzerine, iki yıl önce kaybettiğimiz, Onur Akdoğu’nun 1990 yılında İzmir’de yayımlanan 55 sayfalık kitabından başka bir çalışma yoktur. Son on yıldır, fikir âlemimizde, “Nehir Söyleşiler” adlı çalışmalar moda olmuştur. Bu işin öncülüğünü de, İş Bankası Kültür Yayınları yapmaktadır. Fikir ve sanat dünyamızın önde gelen kişileriyle yapılan sohbetlerden oluşan bu çalışmalar çok faydalı olmuştur ve olmaktadır. Bu çalışmalar, Keşke bundan yıllar önce başlasaydı ne kadar iyi olurdu. Ercümend Kuran, Bahattin Ögel, Faruk Sümer ve son olarak çok kısa bir süre önce kaybettiğimiz Rahmetli Yılmaz Öztuna’nın bilgi ve tecrübelerinden yararlanmış olurduk.
Yılmaz Öztuna, yirmi yıldan fazla bir süre sohbet toplantıları düzenlemiştir.
Bu toplantılar, önce çarşamba, daha sonra perşembe günü düzenlemiştir. Kesintisiz yıllar süren bu toplantılar bir akademi gibiydi. Eğer bu toplantılarda anlattıkları kaleme alınsaydı. Ciltler tutan sohbet kitapları ortaya çıkardı.
Bizim kültürümüz, okumaktan çok sözlü kültüre dayanır. Karacaoğlan, Âşık Veysel, meddahlar okul sıralarından yetişmemiştir. Rahmetli Öztuna çok okuyan ve çok çalışan bir kişi olmakla birlikte küçüklüğünden beri, Hüseyin Sadettin Arel ve İsmail Hami Danişmend’in toplantılarına katılmıştır. Hüseyin Nihal Atsız’ın dostu olmuştur. Zaman zaman Ankara’da düzenlediği sohbet toplantılarında, duydukları ve şahit olduklarından örnekler verirdi. Rahmetli Öztuna Türkiye’nin son yetmiş yılının canlı tanığıydı. Çünkü çok küçük yaşlarda kendisini İstanbul’un fikir ve sanat ortamının içinde bulmuştu. Daha sekiz on yaşlarında yaşıtlarının oyun oynadığı bir yaşta musiki ve tarihle uğraşmaya başlamıştı.
Abdullah Tahsin Yılmaz Öztuna, 20 Eylül 1930 tarihinde, İstanbul Vezneciler’de doğdu. Babası Mehmet Muhittin Öztuna, annesi; Ayşe Emine Süreyya Hanım’dır. Yılmaz Öztuna, daha üç dört yaşındayken annesinin dinlediği plaklarla Türk müziğine ilgi duydu.
Babası Muhittin Öztuna; 1935 yılında Belediye’deki görevinden ayrılıp, gazino işletmeciğine başladı. Önce Belvü, arkasından Taksim Belediye ve Tepebaşı gazinolarını çalıştırdı. Böylece Yılmaz Öztuna kendisini musikinin içinde buldu. O dönemde Türk müziği bu günlerdeki kadar ayağa düşmemişti. Öztuna 1936 yılında İlkokula başladı. İlkokulda kendi kendine nota öğrenmeye çalıştı. Ünlü Şamlı İskender Kutmani’nin yayımladığı notalardan edindi. İlkokulu bitirdiğinde nota okuyabiliyordu. Ortaokula Yeni Kolej’de başladı. Okul Fransızca eğitim yapıyordu. Öztuna, sürekli kitap okuyor ve belge biriktiriyordu. 1941 yılında yazı yazabilmek için babasına daktilo aldırdı. On bir yaşın alışkanlığıyla yazılarını yıllarca müsvedde kullanmadan yazdı. Çok sayıda kitap ve binlerce makale ancak bu şekilde yazılabilirdi. Aynı yıl, bir radyo aldırdı. O yıllarda radyo ve gramofon çok pahalıydı. Devlet kendi radyonu kendin yap adı altında kurslar düzenliyordu.
Güneydoğuda Malatyalı Fahri’yi dinleyebilmek için gramofon almak amacıyla tarlasını satanlar çıkmıştı. Radyosu olanlar, İkinci Dünya Savaşı’nın gidişatını öğrenmek için radyo dinlerken Öztuna, Türk Musikisi programları dinliyordu. Radyo onun için bir okul olmuştu.
Bu arada, Sadettin Nüzhet Ergun’dan, divan edebiyatı ve Aruz dersleri aldı. Bundan on küsur yıl önce bir divan edebiyatı profesörüyle, divan edebiyatı üzerine sohbetlerine şahit oldum. Bu konuda profesörden fersah fersah ileride olduğunu gördüm.
Rahmetli araştırmacı yazar ve müzikolog Onur Akdoğu, devrin yazarlarından Nusret Safa Coşkun’un, Son Posta gazetesinde Öztuna için “Daha Çocuk” başlığıyla bir yazı yayımladığını yazıyor.
1943 yılında ünlü müzikolog Dr. Suphi Ezgi’nin kitapları ve makaleleriyle tanıştı. Aynı yıl İstanbul Belediye Konservatuarı’na başvurdu. İmtihan heyetinin başında Hüseyin Sadettin Arel vardı. Lisan bilip bilmediğini sordu. Öztuna Fransızca bildiğini söyledi. Dr. Suphi Ezgi’nin, Türk Musikisi kitabını okuduğunu söyledi. Ayrıca Türk musikisi tarihi üzerine çalıştığını söyledi. Arel bunun üzerine Türk musikisi tarihini, ben bile bilmiyorum. Tarihi meçhul dedi. Öztuna imtihanı kazanarak Konservatuara başladı. Konservatuarda Laika Karabey ve Kemal Gürses’in öğrencisi oldu.
1945 yılında İskender Fahreddin’in çıkardığı Tarihten Sesler adlı popüler tarih dergisinde, “Sokula” adlı makalesi yayımlandı. İkinci Dünya Savaşı başladıktan sonra Türkiye her an kendisini savaşın içinde bulabilirdi. Devlet bu tarihlerde, radyoda ve basında kahramanlık ve vatan sevgisini ayakta tutacak program ve yazıları teşvik etmeye başladı. Devlet, Çanakkale Savaşları sırasında da aynı politikayı izlemiş kahramanlık şiirleri yazdırmış, Teşvikiye’deki Atölyede kahramanlık tabloları yaptırmış, mehter takımının canlanmasına ön ayak olmuştu.
Aynı yıl yayımlanan Türk İslam Ansiklopedisi’ne madde yazdı. Bir yıl sonra ilk kitabı olan 1402 Ankara Muharebesi’ni yayımladı. Milli Kütüphane’nin kurucusu Adnan Ötüken, Ankara Radyosu’nda yaptığı Kitap Saati adlı programda kitaptan söz etti. Arkasından aylık ansiklopedinin üçüncü cildinde, konuşmanın metnini yayınladı.
Bir süre sonra, Dr. Suphi Ezgi’yle tanıştı. Ondan özel dersler aldı. Türk Musikisi Lügati üzerinde çalışmaya başladı. Bu lügat yayımlandıktan yıllar sonra Türk Musikisi Ansiklopedisi’nin başlangıcı olacaktır. Lügat, Hüseyin Sadettin Arel’in yayımladığı Musiki Mecmuası’nda tefrika olarak yayımlanmaya başladı. 1950 yılında Paris’e gitti. Öztuna bir yandan öğrenimine devam ederken bir yandan da Musiki Lügati’nin maddelerini yazıp gönderiyordu. Türkiye’de Yılmaz Öztuna adının, Hüseyin Sadettin Arel’in müstear adı olduğu konusunda tartışmalar yapılıyordu. 1953 yılında askerliğini yapmak için ülkesine döndü. Askerliğini bitirdikten sonra yeniden Paris’e döndü. 1955 yılında Hüseyin Sadettin Arel vefat etti. Öztuna yıllar sonra Hüseyin Sadettin Arel’i anlatan bir kitap yazacak ve hocasına karşı görevini yapacaktır. Hocasına o kadar bağlıdır ki, musikide hocasının yolunda olmayanlar hakkında, Türk Musikisi Ansiklopedisi’nde, biraz sert sayılabilecek şeyler yazacaktır. Ülkeye dönüşünde müteahhitliğe başlayan Öztuna iki yıl sonra ülkede başlayan ekonomik kriz yüzünden iflas etti. Bu tarihlerde Beyoğlu’nda Öztuna hanı vardır Ve bu handa Hüseyin Nihal Atsız ve arkadaşlarına toplantı yapabilmeleri için büro verecektir. Atsız’a karşı büyük bir muhabbeti vardır. Bu yüzden toplantılarına devam ettiği İsmail Hami Danişmend’le bile bozuşacaktır. Sevgili büyüğümüz Yücel Hacaloğlu, İsmail Hami Danişmend’i tenkit eden Yılmaz Öztuna’nın yazdığı kitapçığı gördüğünü söylemektedir.
Bundan sonra Öztuna için profesyonel tarih ve müzik yazarlığı dönemi başlayacaktır. Babıali’nin Topuk Tıkırtıları adlı kitabının 106. sayfasında Azize Bergin şunları yazar:
“Hayat Ansiklopedisi haftalık fasiküller halinde satışa çıkarılıyordu. Ansiklopedi altı ciltte tamamlanacaktı ve haftalık satışı elli binin üzerindeydi. Ansiklopedinin değişik konuları kapsayan maddelerini o konunun uzmanı olan kişiler, üniversite öğretim üyeleri, tanınmış doktorlar, bilim adamları hazırlıyordu. Bu arada tarih maddelerine ilişkin eleştiri mektupları, Şevket Rado’nun masasında büyücek bir yığın oluşturmuştu. Bu mektupların altındaki imza hep aynı idi; Yılmaz Öztuna.
Şevket Bey, iki günde bir elinde Yılmaz Öztuna’nın eleştiri mektubu alıp Sezai Bey’le, Vahdet’e (Gültekin); “Şu hataları araştırın” demekten yorulmuştu. En sonunda Yılmaz Öztuna’yı Yayınevine davet edip onu tanımak istedi (Bu konuda Azize Bergin Hanım’ın hata yaptığını sanıyoruz. Şevket Rado’nun Yılmaz Öztuna’yı tanımaması mümkün değildir. Onur Akdoğu, iş adamlığı sırasında Rado’nun, Öztuna’ya yazarlık teklif ettiğini yazmaktadır.).
Yılmaz Öztuna, Demokrat Partili varlıklı bir ailenin oğluydu. 27 Mayıs Devrimi Öztuna ailesinin de geçim sıkıntısına düşmesine neden olmuştu. Fransa’da tahsil gören Yılmaz Öztuna amatör bir tarihçiydi. Çok zengin bir kütüphanesi vardı ve Fransa’da yaşadığı dönemde eline geçen parayı tarih kitaplarına yatırmıştı. Tarih konusunda ayrıntılı bilgiye sahip olduğu izlenimi yaratıyordu. Örneğin Viyana Kuşatması’nın falanca gün sabahın ilk ışıklarıyla başladığını ileri sürerseniz, Yılmaz Öztuna hemen “Hayır. Yanlış” diye ortaya atılır ve kuşatmanın öğleden sonra, filanca saatte başladığını belirtirdi. O kadar inandırıcı konuşurdu ki, siz onun karşısında aciz kalırdınız. Tarih öğrenimini nerede gördüğünü sorduğunuzda: “Babamın ve benim kütüphanemde” cevabını verirdi.
Bir süre sonra Yılmaz Öztuna, Hayat Yayınları için kitap hazırlamaya başladı. Tam on iki ciltlik Türkiye Tarihi’ni göz açıp kapayıncaya kadar denebilecek bir sürede tamamladı.
1965 yılında Hayat Müessesi genel yayın müdürü oldu. Göreve gelir gelmez şubat ayında Hayat Tarih Mecmuası’nı çıkarmaya başladı. Dergi çok kaliteliydi. İlk sayıda ‘Birinci Dünya Savaşı’na nasıl girdik’ adında bir yazısı vardı. Barbaros Hayrettin Paşa’nın hatıraları da ona aitti. Mahmut Şevket Paşa’nın notlarına göre ‘Hurşit Paşa’ yazısı da Öztuna’nındı. Çünkü Mahmut Şevket Paşa’nın hatıralarını yayına hazırlaması için Doğramacı ailesi kendisine vermişti. Hatıraları Hayat Mecmuasında tefrika edecekti. Minyatür Sanatı, Tarihte Garip Olaylar, Beethoven’in Gizli Aşkı, İdam Mangası, Falaka ve Kırbaç yazıları da onundu. Bestekâr Padişah Üçüncü Selim’de Tahsin Tunalı müstear ismiyle Öztuna tarafından yazılmıştı. Derginin üslup birlikteliği de onun tarafından düzenleniyordu.
Derginin ikinci sayısı da büyük bölümü Öztuna’ya ait olarak yayımlandı. Yazılarının birisinde Ercümend Öztuna müstear adını kullanıyordu.
Dördüncü sayıda ‘Millet ve Tarih’ adlı başyazısında kabuğuna çekilen eser vermeyen ilim adamı ilim adamı sayılmaz diyerek ömür boyu takip ettiği yolu açıklıyordu.
Bu yüzden sürekli yazdı. Rahmetli Öztuna, Ekrem Üçyiğit’e: “Ben yazarım, hatalarım olur. Bunu başkaları düzeltsin. Çevre, hata yapmayayım diyerek hiçbir şey yazmayan, bilgilerini kendisiyle birlikte toprağa götüren dehalarla doludur” demişti.
Hayat Tarih Mecmuası 216 sayı, 36 cilt olarak yayımlandı. 1965-1974 arası 125. sayıya kadar, Öztuna ve Şevket Rado, 126-135 sayı arasında, Orhan Yüksel, 216. sayıya kadar Mithat Sertoğlu, derginin genel yayın yönetmeni oldu. Son iki yıl derginin adı değişerek, Tarih ve Edebiyat dergisi oldu.
Yılmaz Öztuna zamanında dergi altın dönemini yaşadı. Kafesoğlu, Zeki Velidi Togan, Halil İnalcık ve Reşit Rahmeti Arat gibi isimler akademik çevreler dışında geniş halk kitlelerince de tanındı. Dergide Türk müziğiyle ilgili çok hoş yazılar yazdı. Didaktik bilgileri sıkmayan yormayan bir hale getiriyordu. Ercümend Berker ve Nevzat Atlığ’la birlikte TRT repertuar kurulu üyesi oldu. Ergun Balcı’nın yazdığı “Nevzat Atlığ” adlı kitapta bu konuda geniş bilgi vardır. 1967 yılında, Dünya gazetesinde yazarlığa başladı. Aynı yıl, Milli Eğitim Bakanlığı’nda kurulan; “Büyük Türk Yazarları Komisyonu” Türk musikisiyle, ilgili ciddi bir kitap yazılmasını planladı. Bu konuda önce Ünlü bestekâr ve müzikolog İsmail Baha Sürelsan’a teklif götürüldü. İsmail Baha Bey, Öztuna’nın daha önce yayımlanan Musiki Sözlüğü ve yazılarını görmüştü. Öztuna’yı tanımadığını, İstanbul’da oturan Öztuna’nın bu işin altından kalkabileceğini söylemişti.
Öztuna, sözlüğü geliştirerek, Türk Musikisi Ansiklopedisi olarak yayımladı. Önce birinci cildi çıktı. Arkasından ikinci cilt, kısım I kısım II olarak yayımlandı.
Bu arada popüler olarak halk için Bateş Yayınlarından Türk Besteciler Ansiklopedisi çıktı. Musiki sözlüğü geliştirilerek 2000 yılında Türk Musikisi Kavram ve Terimler Ansiklopedisi, adı altında yayımlandı.
Bu komisyon “Türk Musikisi Klasikleri” adı altında nota yayını yaptı. Öztuna, bu kitaplara besteci biyografileri yazdı. Bu yayına kadar, plakçı ve müzik mağazalarında daha çok popüler şarkılara ve şarkıcılara ait nota kitapçıkları yayımlanıyordu. Aynı tarihte, Hüseyin Sadettin Arel’in; Türk Musikisi Kimindir adlı kitabı yayımlandı. Kitabın bir kısmı daha önce 1939-1940 yılları arasında 15 sayı olarak yayımlanan Türklük Mecmuasında yayımlanmıştı. Derginin herkes tarafından bulunması mümkün değildi. Ve kitap tefrikanın genişletilmesiyle oluşuyordu.
Kitabın Öztuna’ya teklif edilişinden altı ay sonra birinci cildi yayına hazır hale getirildi. Ansiklopedinin her maddesi İsmail Baha Sürelsan tarafından kontrol edildi. Öztuna, ansiklopediyi hazırlarken hem Dünya gazetesine yazı yazıyor ve hem de Hayat Tarih Mecmuası’nı çıkarıyordu.
1969 yılında Süleyman Demirel’le tanıştı. Onun teşvikiyle politikaya girdi. Milletvekilliği ilmi çalışmalarını engellemiyordu. Çalışmalarını devam ettiriyordu. Bütün çabasını küçüklükten beri hayali olan Türk musikisi konservatuarının açılmasına harcıyordu. Bir sohbeti sırasında; Türk musikisinin en önemli sazlarından olan kemençeyi konservatuvar sayesinde kurtardık, diyecektir. Türk musikisinin diriltilmesinin Atatürkçülüğe karşı olduğu görüşünü savunanlara karşı mücadele vermek zorunda kaldı. Bu konuda parlamentoda yalnız kaldığı çok oldu. 1970 yılında Meydan Larousse Ansiklopedisi’nin Türk musikisi bölümlerini yazmaya başladı. Bir süne sonra, anlaşamayarak ayrıldı.
Türk musikisi konusunda çalışmaları tam sonuçlanacakken, 12 Mart darbesi oldu hükümet düştü. Öztuna, yazı yazmaya ve çalışmalarına devam ediyordu. 1973 yılında Adalet Partisi’nden seçime girdi, fakat kazanamadı.
1974 yılında Türk Musikisi Ansiklopedisinin ikinci cildinin birinci kısmı yayımlandı. Aynı yılın sonlarında TRT’deki bütün görevlerinden ayrıldı.
Kültür Bakanlığına baş müşavir oldu. Türk Ansiklopedisinin başına geçti. Türk Ansiklopedisi otuz yıldır bitirilememişti. Ansiklopedinin bitirilmesi için hız verilmeliydi. Bu arada Türk musikisi konservatuvarı çalışmalarını ara vermeden sürdürüyordu. 1975 yılında hayalleri gerçekleşti ve konservatuvar kuruldu. Yakın dostu ve ideal arkadaşı Nevzat Atlığ’ın hayali olan Klasik Türk Musikisi Korosu da kuruldu. Ergun Balcı’nın yazdığı Nevzat Atlığ adlı kitapta, Atlığ, Öztuna’yı nasıl tanıdığını şöyle anlatır.
“Yakın dostum rahmetli Cahit Atasoy, içine doğmuş gibi Yılmaz Öztuna’yla tanışmamı çok istediğini söyledi ve hakkında bildiklerinin bir kısmını anlattı.
Katıksız bir İstanbul çocuğuymuş. Zekâsı ve malumatı ilk tanıştığı insanları ürkütecek kadar fazlaymış. İstanbul konservatuarına devam ederken Arel ve Subhi Ezgi’den özel musiki dersleri almış. Öğrenmeye pek meraklıymış. Tam bir Türk aydını olmak için, Sadedin Nüzhet Ergun gibi ünlülerden edebiyat, dönemin en ünlü yabancı dil bilenlerinden Farsça, Almanca, İngilizce, Fransızca dersleri almış, Fransa’da; Sorbon gibi üç ayrı Üniversiteye bir sürede Paris Konservatuvarına devam etmiş.
Rahmetli Cahit Atasoy kardeşimin bu övgüsü bol tanımını Yılmaz Öztuna’yla yakın arkadaşlık kurduktan sonra olduğu gibi kabul ettim.
Yılmaz Öztuna’yla tanışır tanışmaz musiki konusunda sayısız ortak düşüncelere sahip olduğumuz ortaya çıktı.”
1977 yılında Dünya gazetesi satılınca Son Havadis gazetesine geçti. 1979 yılında TRT Genel Müdürlüğünde Kültür müşavirliğine getirildi. 1981 yılına kadar bu görevini sürdürdü. 1983 yılında Milliyetçi Demokrasi Partisi merkez genel yönetim kuruluna seçildi. Bir süre sonra istifa etti. 1986 yılında Milli Kültür Vakfı büyük ödülü verildi. 1990 yılında Selçuk Üniversitesi tarafından Fahri Doktora unvanı verildi. Tercüman gazetesinde günlük yazılar yazdı. Daha sonra, Ölümüne kadar, Türkiye Gazetesi’nde birinci sayfada başyazılar yazdı.
Rahmetli Öztuna bir sohbet sırasında Atsız hocayı, Osmanlı hanedanından kadın sultanlarla tanıştırdığını, kendisinin musikiyle ilgisi dolayısıyla kadın sultanları tanıdığını söylemişti. Atsız çok iyi yetişmiş, Batı ve Doğu kültürünü çok iyi bilen hanedanın kadın sultanlarına hayran olmuştu. Zaman içerisinde Atsız’ın hanedana karşı olan tutumu saygıya döndü, demişti.
Yine bir konuşma sırasında, Atatürk İsmail Hami Danişmend ve Atsız’ı tanımayı çok istemişti, fakat Fuat Köprülü, Atatürk’ün onları tanımasını engelledi, demişti.
Rahmetli Öztuna tek bir gerçeğe inanıyordu. Durmadan dinlenmeden çalışmak. Dünyanın önde gelen devletlerinin önüne geçebilmek için sloganlara ve boş laflara değil çok çalışmaya ihtiyaç olduğunu söylerdi. Çalışan hata yapar, çalışan sürekli tenkit edilir, düşmanlarınız olur. Fakat bu düşmanların dozu da çok önemlidir. Sayı yüzde elliye yaklaştığı zaman tehlike çanları çalmaya başlamıştır. Bir yerde birilerinin menfaatlerine dokunmuşsunuzdur. Sizden intikam almaya başlamışlardır. Saldıranlara değil arkasında kim olduğuna ve neden saldırdıklarına bakacaksınız, derdi.
Öztuna, takdir edildi. Fakat bu takdir zaman zaman ve hatta çoğu zaman kıskançlığa döndü. Çok kişi kendilerinden birçok bakımdan üstün olan Öztuna’ya uzak olmak istedi. Cehaletlerinin ortaya çıkacağından çekindiler. Tarihe ve musiki tarihine birçok üniversiteden fazla hizmet verdi. Mekânı cennet olsun. Bizi ilgilendiren Öztuna gibi değerlerin kaybı değil, taraftarı olduğumuz futbol takımına gelecek yıl hangi yabancı futbolcunun transfer edileceği, bu yolla muasır milletler seviyesine ulaşırız inşallah...