Bulunmuş Defterden Cuma Düşünceleri
Ergun Göze 01 Ocak 1970
İslam Dünyası’nı sömürenler elbette Batılılar ama sömürten hanedanları ve kafasız adamları da -hem de sosyalist BAAS Partisi kurucusu iken- İslam namına nasıl savunursun?
.…/…./2003
O genç petrol mühendisinin kavgalı, badireli fakat heyecanlı ve ümitli hayatının üzerinden sanki asırlar geçmiş gibi. Şimdi kırlar, yahut toprağın derinlikteki tabakalarıyla değil daha çok büromdaki işlerimle meşgulüm. Artık petrol aramak yok. Yerin altından petrol çıkaralım derken yerin üstündeki manevi kaynaklarımızın zedelendiğini görmek beni dilhun ediyor. Bir çok şeyi görmesen daha iyi ama iletişim çağında her şey kendisini neredeyse zorla gözümüze sokuyor. Tabelalar bile beni üzüyor. ‘Tevhid Bakkaliyesi’ ‘Akabe Kundura’ vs. Bu gibi tabelalar bir vakitler bir isyandı, bir meydan okumaydı ve zaten pek azdı. Her meydan okuma gibi de güzel bir tarafı vardı ama şimdi pıtrak gibi ve meydan okuma değil uysun uymasın reklam yarışı. Kunduracıya bilmezden sordum ‘Akabe ne demek usta?’ Kafasını kaşıdı, ‘Galiba’ diye başlayıp, kem kümle bitirdi. Hoş zaten bilse, değerini de bilir, o ismi o işte kullanır mıydı? Tevhid Bakkaliyesi de müşterilerinin ‘teslis ehli’ olması halinde size ekmek satmam mı diyecekti? Bunlar teferruattı ama daha mühim meselelerin meyvesi ve birikimiydi ve bu düşüncelerle bunalan ben, aylar boyu cumaya gidemez hale geldim.
Tenha Cuma Namazı
Bir ara Cuma namazının siyasi boyutunun eksik kaldığını belirterek farz olmadığını ileri süren postmodern müctehitler de türemişti. Ama benim ruh halimin siyasi sevdadan doğan bu mütacahitlikle bir ilgisi yoktu. Cuma ezanı okununca büromda seccademi serip öğle namazını kılıyordum. Böylece içimin daha çok dinlendiğini hissediyordum. Bu belki bana has bir kırılganlıktı. Bir vakitler nasıl kilometreler aşarak cumaya giderdik. Ve nasıl güzel, gönlü doyurucu ısıtıcı ve ışıtıcı hutbeler dinlerdik. Hele, Defter baba ile sık sık gittiğimiz bir küçük mescit vardı ki hatip efendi dünyanın en halim insanı iken hutbede kılıç gibiydi. Ama ‘İslam’ın kılıcı da merhamettir’ dedirten cinsten. Mahalli şivesiyle bir ‘Allah hepsimizi mağfiret buyursun’ deyişi vardı ki içimize bir fidan dikilmiş gibi işlerdi. Hiç siyaset yapmazdı ama siyasiler onu dinlesin isterdim hep.
Nihayet büyücek fakat nedense cumaları tenha kalan bir cami hatırıma geldi ve hasret kalınan baba ocağına gider gibi Cumaya gittim. Gerçekten tenha idi. Eskiden de öyleydi ve tam dolmazdı. Cemaat 15-20 kişi olunca Vaiz Efendi çıktı kürsüye. Kendi halinde bir Müslüman. Başladı konuşmaya. Hep düşünmüşümdür. Hutbe var iken bir de Cuma vaazına -fevkalade bir şey olmadıktan maada- ne lüzum var diye. Onun yerine güzel bir ses ve tavırla Kur’an okunsa daha iyi olmaz mı? Birden dikkat ettim, Hoca efendi, istatistik bilgiler vermeye başladı. ABD dünyanın yüzde onunu teşkil etmiyor ama gelirin yüzde ellisini o alıyor. Vaiz Efendi buna benzer rakamlarla İslam Dünyası’nın dışındaki alemi suçlamaya hız verdi.
Doğru şeyleri o kadar yanlış bir tarzda ileri sürüyor ki, Allah’tan cemaatin içinden birisi kalkıp da cevap veremeyeceği soruyu sormuyor?
‘Çok haklısın Hocam. Fakat, Hocam sen Kur’an’ın ‘İnsana çalıştığından başka bir şey yoktur‘ ayetine inanmıyor musun? İnanıyorsan niçin Müslümanlar’ı bedbinliğe ve öfkeye davet edeceğine çalışmaya, gayrete davet etmiyorsun? Bak senin kullandığın şu mikrofona, bindiğin otomobile… Niçin Müslümanları bunların bulucusu, yapıcısı olmaya teşvik etmiyor, layık görmüyorsun? İslam Dünyası’nı sömürenler elbette Batılılar ama sömürten hanedanları ve kafasız adamları da hem de sosyalist BAAS Partisi kurucusu iken İslam namına nasıl savunursun?’
Kendime geldim…
İyi ki bunları ve daha benzeri soruları soran çıkmadı. Bunlar bugün daha ilmi ve fikri çerçevede bile konuşulmuyor. Sadece siyasi ‘bağlamda’ ele, daha doğrusu ayaklar altına alınıyor. ‘Allah ve melekler Peygamberi selamlıyor, ey inananlar siz de ona selatü selam getiriniz’ ayeti içimi aydınlattı ve kendime geldim yani namaza durdum.