« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 Eki

2023

Küçük şeylerin büyük mânâsı

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

Ahmet Özhan gülümseyerek kendi çocuklarının kendi musikisinden pek hoşlanmadıklarını ifade etti. Dinliyorlarmış ama, asıl dinledikleri başkaymış. "Damardan" diyor. Tam çıkaramadım, arabeski kastetmiş olabilir. Bunu İbrahim Tatlıses, "ağlatan" anlamına kullanıyor. Müzikle bütün gençler ilgilenir. Mâdem ki böyledir, gençlere karşı müzikle ilgili sözlerimiz ve tavırlarımız da olmalıdır.

TRT'nin kanallarında rastlıyorum, gencecik insanlar, bir yerleri bitirmişler, hiç cıvıtmadan ve dağılmadan, gayet başarılı bir biçimde şarkı söylüyorlar. Şuraya buraya atlamak için her özellikleri var. Fakat onlar, tercih ettikleri yolda paraya şöhrete hattâ takdire teselliye (!) kavuşamayacaklarını bildikleri halde, doğru bildikleri yolda yürüyorlar. Bir gün Zekâi Tunca şöyle demişti: "Arkamdaki gençler, en az benim kadar, bazı açılardan benden de iyi söylüyorlar. Fakat onları kimse tanımayacak. Maalesef böyle olacak ve ben onlardan bu sebeple utanıyorum."

Belli özelliklere sahip olduğu halde, onları paraya pula şöhrete tahvil etme kolaycılığını reddetmek; sanat başarısının ve saygısının da ötesinde bir kişilik zaferidir. Ben çok takdir ediyorum, her defasında da bunu vurguluyorum. Bunu bazı kültür adamları fikir adamları bile yapamıyor.

Kendime göre de şu izahı öne çıkarıyorum:

Ekolleşme, devamlılık direncini sağlıyor. Türk musikisi ölmez. Çünkü ekolleşme çerçevesinde ilgilenenleri var. Bir de bakarsınız ki birileri çıkmış, bazı eserler doğuvermiş. Hep çıkar, hep doğar. Çünkü gönül veren, emek harcayan ekolcüleri var.

Şimdi dönelim başa. Nasıl oluyor da bir Ahmet Özhan'ın çocukları bu ekolleşme gerçeğinden etkilenmezler? Yâni "öncelik etkilenmesi" almazlar… Bunu bir vesile olarak zikrediyorum. Çok önemli bir mesele olarak gördüğüm için, bir büyük tezada ve zaafa her vesileyle eğilmek istiyorum. Musiki, ilgili olabilecek alanlardan sadece bir tanesi. Ahmet Özhan'la, bir kardeş, bir evlat, bir yakın olarak birlikte yaşamak; bir ekolün içinde bulunmak demektir. Türk Musikisi, yaşı geçmişlere hitap eden bir sanat dalı gibi telâkki edilip de, "gençler kendine göre takılıyor" demek mümkün mü, doğru mu? Ahmet Özhan'ın tebessümlü yorumu biraz bu anlama geldi ve beni epeyce hüzünlendirdi.

Türk Musikisi, "sanat müziği" dedikleri musikimiz, belirli seviyelerdeki bir kültürü gerektirir. (Dile atıfta bulunayım. Örnek, ha deyince hatırlanmıyor. Burada "İstilzam eder" demeliydim. İstilzam eder'i, "lüzumlu kılar" bile karşılamaz. Lugata göre değil, kullanım özelliklerine göre karşılamaz. Öyle bir cümle kurarım ki, orada "lüzumlu kılar" daha uygun düşer, "İstilzam eder" biraz sırıtır. "Gerektirir" deyip geçtim burada. Geçtim ve geçiyorum ama, bir de içimi sorun.)

Herkes sevemez, anlayamaz Türk Musikisi'ni. Yakın olma şartı olarak gösterdiğim "kültür" doğrudan diplomayla ilgili değil. Bir şeyleri yaşamaya elverişli bir duyuş ve düşünüş birikimine sahip olmak lâzım. Abartılı ritim dürtüsüne, bağırıp çağırma tepkisine, hoplayıp zıplama boşalışına, vurdu kırdı dağılışına, öldüm bittim tükenişine muhtaç iseniz; hassasiyetiniz bu sınırlar içinde kalmışsa; derin şarkılar ve türküler, size ulaşamaz. Sonuna kadar açılıp dinlenecek şeyler ararsınız. Doğu-Batı fark etmez.

Bunun gençlikle ihtiyarlıkla hiç ilgisi yok. Bizim gençliğimizde de dan-dun vardı, hop-pop vardı, yardın bittim vardı. "Tamara Tamara paraları verdik kumara!" gibi. "Yaktın ulan!" gibi Arabaların pikaplanması 1960'lı yılların başındadır. Şunu hiç unutmamak gerekir: Sağlam bir öz'e sahip olan şeyler akrabadır. İster ideoloji olsun, ister sanat. Tür kısıtlamasını sevmem. Önemli olan seviyedir, kalitedir, sonra da kişilik tercihleridir. "Herkesin zevki ayrı" sözü hiçbir şeyin cevabı olmayan bir tekerlemedir. Zevk, mizaç, kültür, meşrep farklılıklarının ötesinde de farklılıklar var. Saçmanın çirkinin basitin müdafaası olmaz.

Her daldan örnek verilebilir

Bir ideolojiden bir sanattan örnek vermek istiyorum. İdeolojiyle ilgili olan, "ben aslında öyle değil, böyleydim" diyor. Ben bizzat biliyorum ki onun yüzünden en az 8-10 arkadaşım "ham Marksist" olmuştur. Öyle görünüyormuş ama değilmiş. Öyle göründükten sonra, ne olduğunun hiç anlamı kalmaz. Öyle göründün, öyle etkiledin kardeşim.

Başka biri, 40 yıldır oluk oluk kötümserlik ve umutsuzluk zerk etmiştir insanlarımıza. Şimdi, "ben aslında değişimi savundum" diyor! Hangi değişimi? Seni dinleyenlerin hangisinde bir zerre değişim farklılığı görülmüştür? Şimdi gözümde canlanan portreler ve sahneler var. Bardak yiyenler mi ararsın, camları yumruklayıp acile taşınanlar mı, şişeler dumanlar arasında evini işini gün ışığını unutanlar mı, gaz pedalına bileyci kasnağına yüklenir gibi basanlar mı? Sen ne verdiysen o'sun. Sevdim bu cümleyi: evet, ne verdiysen o'sun. O ideoloji ustası da öyle, bu müzik pazarcısı da. Dilleri ne söylerse söylesin, kendileri verdiklerinden ibârettirler.

"Sosyolojik izdüşümlerinin katmanlarına tekabül eden sahih gereksinimleri bir motivasyon" bilmem nesi! Zırva tevil götürmez.

Şu veya bu takımı tutmak için, her zaman bazı tercih sebepleri olmaz. Mesela şimdi öyledir. Ama bazen olur. Metin Oktay'ı, Turgay Şeren'i, Can Bartu'yu, Baba Recep'i seyrederken, birilerini kendimize daha yakın bulabilirsiniz. Çünkü bunlar etkileyici oyunculardır. Futbolu sadece futbol olarak görmezler. Yalnızca ayaklarıyla değil, kişilik renkleriyle da göze çarparlar. Duymuştum, Turgay Şeren'in oğlu Fenerbahçeliymiş! Taksim'den Gümüşsuyu'na kıvrılan yolun başında bir pastane vardı. Bir gün baktım, Turgay ve arkadaşları orada. Adam orada da kaptan! Yanındakiler, çocukları gibi! İmza için falan bile yanına yaklaşamazsın! "Toparlanın" dedi mi toparlanacaksın. 17 yaşında Berlin Panteri, 40 yaşında adam gibi Kaleciliği direklerarasından alıp ceza alanına aktaran, ayrıca savunmayı da arkadan yöneten adam. Ve Turgay'ın oğlu Fenerbahçe'li! Demek ki kendini anlatamamış, futbolun kişilikle hayatla ilgisini anlatamamış.

"Sadet nerde ben nerdeyim" demiyeceğim. Konunun dağıldığı falan yok. Küçük şeyler, büyük tepkilerle ilgili anlamlar taşır. Ve biz hep oradan açık veriyor, oradan topallıyoruz. Sonra bir de bakıyoruz ki, hayat bir izah kalıbına sığmıyor. Sonra da gizli bir yeis duygusuyla ipin ucunu bırakıyoruz. Evet hayat bir izah kalıbına sığmaz; ama, onun bütünlüğüne yönelen ve saygı duyan yorumlarla ve de yorumlu yaşayışlarla özünden yakalanabilir. Bir irtibatı kurmak, kolaylıkların ve mümkünlerin kapısını açan zor bir iştir. Bu irtibatı kurmak, hayatın bütünlüğü ile kendi kişiliğinin bütünlüğü arasındaki alışveriş ahengini tesis etmek demektir.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,22 M - Bugn : 13145

ulkucudunya@ulkucudunya.com