« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 Ağu

2022

Bir küllî check-up'a ihtiyacımız var Ahmet Selim

01 Ocak 1970

Fikir aktüalitesinin bir numaralı meselesi halledilmeden, diğer meseleler anlamsız ve tanımsız bir müphemiyet ortamında gitgide yoğunlaşır; biz sadece, 'sebep-sonuç münasebeti'ni göremeyen bir bunalım asabiyeti ile öylece bakarız. Çözüm yerine tepki üretmemizin çelişkilerini içte dışta bütün istismar mihrakları kullanır da kullanır.

Kollarındaki ve çeşitli yerlerindeki ağrılar sebebiyle bir hasta geliyor ve doktor ona romatizma teşhisi koyup tedavisini uygulamaya başlıyor. Ayrıca gastriti için de ilaçlar veriyor.

Teşhisler doğru. Hastanın romatizması da var gastriti de.

Teşhisleri doğru da, eksik! Hastanın enfarktüsünü fark etmiyor. Gizli şekerini gözden kaçırıyor. Depresyonunu anlamıyor…

Şimdi bu doktor iyi doktor mu? Romatizmayı ve gastriti teşhis ve tedâvi etmesi bir başarı mıdır?

"Ben yanlış bir şey yapmadım" diyebilir. Bazen eksiklikler yanlışlıklardan daha kötüdür. Ve her eksiklik, ekseriyâ, bir "öncelikleri değerlendirme yanlışının" ifadesidir.

Doğru şeyler yapmayan yoktur. Herkesin yaptığı doğru şeyler vardır. Önemli olan, önem derecesine ve öncelik değerlendirmesine göre gerekenleri gerektiği gibi yapmaktır. Hatta bazen, önemli olanı gerçekleştirmek için; yapılmasında fayda bulunan bazı şeyleri ertelemek bile gerekebilir.

Bir başka istisnâ faslına geçelim:
Hep aktif sorumsuzluklar bilinir. "Bunu neden böyle yaptın?" sorusu çok sorulur. Peki ya pasif sorumsuzluklar? "Bunu niçin yapmadın?" sorusunu gerektiren ihmaller, kayıtsızlıklar duyarsızlıklar? Kavramın iki yönünü birleştirelim: aktif sorumlukları yerine getirmemek pasif sorumsuzluktur, ki bu, yapılması gerekenleri yapmamayı ifade eder; pasif sorumlulukları yerine getirmemek, yâni yapılmaması gerekenleri yapmak, aktif sorumsuzluktur.

Birlikte mütalaa edersek, aktüel vebal tablomuz ortaya çıkar: yapılması gereken bazı şeyleri âdeta ısrarla ve inatla ihmal etmek, yaptığımız işlerde de öncelik sırasını gözetmemek.

İşte şunları, şunları, şunları başardın becerdin. Tamam, iyi. Ama, öncelikli ele alınması gereken bazı önemli meseleleri inatla ve ısrarla ihmal etmiş olmanı, senin o yaptığın işler bağışlatmaz.

Bir başka "değerlendirme problemi" düz kemiyet orantıcılığıdır.

Sayı olarak iman ayetleri muamelat ayetlerinden daha azdır. Ama bir tek iman ayetinin bile önemi hiçbir şeyle kıyaslanmaz.

İnsanın kalbi, kendi yumruğu kadar. Küçücük bir şey! Onun bir damarı yahut kapakçığı daha da küçücük! Ama çok önemli.

* * *

Yazarken çizerken, düşünce üretirken, nefs muhasebesi yaparken, bu değerlendirme problemlerini hep göz önünde bulundurmalıyız.

Aktüel bir 'sınav meselesi'ni düşünelim şimdi.

Bölücülüğün terör örgütü PKK… Bir de bölücülüğün siyasi örgütü olacak! İkili bir yapılanma. Öteki silah bırakacak. Bırakacak da, silahtan arınıp tövbekâr ve nadim olacak değil. Taktik ve strateji icabı ateşi kesip silahını yanına koyacak! Siyasi örgütün bölücülük faaliyeti düşünce sayılacak. Ama işlerde bir terslik olursa, terör cephesi hareketlenecek, yahut hareketlenebileceği hatırlatılacak!

Böyle bir demokrasi olur mu? Demokrasilerde "bölge partisi" olur mu? Demokrasilerde "terör" tehdidinin bir baskı unsuru olarak kullanılması aklın alacağı bir iş midir?

Ve acaba, böyle bir abes tasavvuru, demokrasi adına savunanlar var mı yok mu? Var olanlar arasında, "aklı başında" bilinen kalem ve kelam ehli kişiler yer alıyor mu almıyor mu? Şöyle sâkince oturup bir düşünelim bu tuhaflığın mahiyetini.

Ben hep düşünüyorum, şu güne kadar tatminkâr bir cevap bulamadım.

Terör demek, can demek; can demek, şehit demek; şehit demek iman demek. Bu mesele sosyolojik ayrıntıların cılkı çıkmış ve her tartışmayı kaldıran lafazanlık konularına benzemez ki. Buradaki bir hata, kalbin durmasına benzer. Ruhun uçup gitmesine benzer. Bu gibi konularda yapılacak hatalar geriye bir şey bırakmaz.

İnanın ki beni şaşırtan bir ters yorumla karşılaşınca, bütün muktesebâtımı sorgulayıp gözden geçiriyorum, "acaba bende mi bir eksiklik var?" diye. Boşverip geçemiyorum. "Bir tuhaflık, bir anormallik, göremediğim bir husus var olmalı" hüznüyle her ihtimali didik didik ediyorum, bir sonuca varamıyorum. Nasıl oluyor da 'bölücülük amacı'na hizmet eden, demokrasi hukukunun (anayasa hukukunun) hem pozitiv hem idealist bütün değer ölçülerine ve hükümlerine, bütün "bilimsel" ve "fikrî" yorumlarına aykırı olan, ve de absurd fantezileri andıran ihtimaller; kendisine güvenmek istediğim ve yok saymaya kıyamadığım bazı yorumcular tarafından bir ölçüde desteklenebiliyor, yahut normalmiş gibi karşılanıyor, yahut eleştirisiz bırakılıyor?

Biz bu meselede bir uzlaşma oluşturamazsak, hiçbir meseleyi hal yoluna koyamayız, "kültürel-ekonomik-siyasî-sosyal-ilmî-fikrî" hiçbir ciddi gelişmeyi gerçekleştiremeyiz. Kalp tekliyorsa, bağırsaklar bile iyi çalışmaz. Kalbin enfarktüsü giderilmedikçe, giderilmemesi tercih edilip benimsendikçe; diğer tedavi işleriyle uğraşmanın lüzumu yoktur. "Abesle iştigal" sayılır.

Bölücülüğün varacağı son nokta, her türlü ihmal ve gaflet gösterilse bile varabileceği son nokta; intihara benzeyen bir savaşma kıyametidir. Bunun akıl edilememesi, görülememesi; nasıl bir realitedir, nasıl bir olgudur, nasıl bir anormalliktir? Tasvire yüreğim dayanamayacağı için ayrıntılara girmiyorum ve girmem de. Ama ona da ihtiyaç yok ki. Tasavvuru tahayyülü çok kolay ve basit bir hal.

Bilinen düşünce gayretleri sonuç vermiyorsa, "anormallikleri tesbit" metotlarına eğilmek ihtiyacı doğar.

Bir teşbih denemesi yapayım:

Gençliğimizde Chevrolet arabalar revaçtaydı. Gerçekten de, Dodge-Desoto gibilerle kıyaslanamayacak üstünlükleri vardı. "Uzun yol arabası" denirdi. Hararet falan yapmaz, gazladıkça neşelenir! Böyle bir arabayla 150 km'lik bir yola gittik, dönüşte hararet ibresi kımıldamaya başladı. Diğerlerinde olur da, bu arabada olmaz. Biraz tedirgin olduk ama, fazla önemsemedik. Bir müddet sonra yağ lambası da sinyal vermeye başladı. Zaten dönüş yolu da bitmişti, hemen Ali Usta'yı bulup gösterdik. Adam gidip kaputu açıp yağ çubuğunu çekti ve yere fırlattı! "Yazıklar olsun size. Bir gram yağ yok!" Nasıl şey bu? Yağlamanın onay kartını kendi elimle bağlayıp astım, orada sallanıp duruyor. Yola çıkmadan önce, karteli boşalttık ve yeni yağ koyduk.

İşin aslı sonradan anlaşıldı. Biz yağı boşaltıp karterin tıpasını kapattık ve servisi tenbihleyip ayrıldık, sonra da "Bakımı yapılmıştır" kartını alıp yola çıktık. Meğer yağ koymayı unutmuşlar. Çalışanlardan biri diğerinin yaptığını sanmış ve biz boş kartelle yola çıkmışız! Suikast gibi bir şey! Bereket, karterdeki yağ tam süzülmemiş, arabacık kalan sınanmışlarla idare etmiş!

Dönerken çok düşündüm. Bu arabalarda hararet ibresi hiç yükselmez, şimdi niçin yükseldi? Bakımını yapıp yola çıktık. Yağı suyu tamam. Motorun sesinde çekişinde bir falso yok. Bu araba, taksi; üstünde usta şoför var. Sabah akşam kontrol ediliyor. Devr-i daimde yağ pompasında bir problem olsaydı, görürlerdi. Üstelik öyle bir arıza, hemen kendini belli ederdi… Düşünmekle bulunamayacak olan bir anormallik söz konusuydu. Bizim salak servis çırakları, bizi "tamamdır abi" diyerek yağsız yola çıkarmışlardı. Arıza değil, anormallik vardı… Ben ki uzun yola çıkarken sadece arabanın değil, insanların bakımı için de tedbir alırım. Tansiyon aleti ve şeker ölçüm aleti, (hem de "çift" olarak) yanımdadır!

… Manzarayı umumiyede, çeşitli ve çok sayıda anormallikler olduğunu düşünüyorum. "Küllî izahı" bunlar imkânsız kılıyor. Herkesin kendi yağına tuzuna, sağına soluna içine dışına bir bakması lâzım, "Ne olduk böyle?" sorusunu sorarak. Herkesin, bakış açısını, perspektifini, kör nokta pozisyonlarını, ayrıntıya boğulma konumlarını, yanılsama doğuran takıntılarını şöyle bir gözden geçirmesi zarureti var.

Kendimizde miyiz, değil miyiz? İstikametimizde rotamızda mihverimizde kişilik omurgamızda bir sıkıntı doğmuş mu doğmamış mı? Fikir aktüalitesinin bir numaralı meselesi budur; bunu halletmeden vukuat ve magazin aktüalitesinin hiçbir anlamı yoktur.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,98 M - Bugn : 10949

ulkucudunya@ulkucudunya.com