« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Eyl

2020

İsmail Gaspıralı’nın Ardından

İbrahim MARAŞ 01 Ocak 1970

İsmail Gaspıralı (ö. 1914), çağdaş Türk ve İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük düşünür ve siyaset adamlarından biridir. 19. asrın sonları ve 20. asrın başlarına damgasını vurmuş olan bu büyük düşünür ve siyaset adamı, çok genç yaşlardan itibaren hayatını Türk ve İslam dünyasına adamış ve bu uğurda Türk ve İslam dünyasının birçok yerini dolaşarak önemli faaliyetlerde bulunmuştur. O, çağdaşı olan CemaleddinAfgânî[1] (ö. 1897) gibi, her zaman nahda-uyanış temasını işlemiş, hatta bu isimde çok kısa bir süre Kahire’de Arapça bir gazete de çıkarmış ve durup dinlenmeden Türk İslam dünyasının her yerinde bir şeyler yapmaya çabalamıştır. Her zaman temel ülküsü “elden gelen işle başlamak” olan Gaspıralı, aynı zamanda dönemin Avrupa’sını da yakından tanımaya çalışmış ve hep eleştirel bir gözle bakmaya gayret göstermiştir. 1914’te vefat ettiğinde geride onlarca eser, yüzlerce makale ve 1883-1914 arası çıkardığı Türk dünyasının en uzun soluklu, en etkili ve en geniş bir coğrafyada okunan efsanevî gazetesi Tercüman’ı bırakmıştır. Hepsinden de önemlisi ise, onun bize miras olarak bıraktığı “dilde, fikirde, işde birlik” ilkesi ve bu ilke doğrultusunda yetiştirdiği, etkilediği aydınlardır. Söz konusu etki günümüzde hâlâ devam etmektedir. Onun bahsettiğimiz ilkeyle bize vermek istediği mesaj, millet olma siyasetinin en temel esası olan ortak Türkçeden başlayarak ortak bilince ve ortak düşünceye, ortak edebiyata ulaşmak ve nihayetinde de millet olma bilinci ve şuurunun bir gereği olarak ortak hareket tarzını yakalamaktır. Sadece bu temel ilke bile onun sabırlı, ihtiyatlı, akıllı ve bir o kadar da bilinçli siyasetini bize anlatmaya yeterlidir. Bu arada şunu da ilave etmeliyiz ki, geniş bir coğrafyadaki siyasi, ilmî, edebî faaliyeti her ne kadar belli bir oranda Afgânî’ye benziyor olsa da aceleci olmaması, politikaya çok umut bağlamaması ve mektep-medrese ıslahına, insan yetişmesine çok önem vermesi bakımından Afgânî’nin öğrencisi Muhammed Abduh (ö. 1905)’a daha çok benzemektedir. Afgânî’nin en yakın takipçisi, öğrencisi ve aslında kendisi de bir Suriyeli Türkmen olan Muhammed Abduh, toplumsal ve millî bilincin İslami öğreti temel alınmak suretiyle, uyandırılması gerektiğini savunmuş ve bunun için hocasından farklı olarak İslami terbiye ve eğitimden başlayan daha geniş çerçeveli, tedricî ve uzun soluklu bir ıslahı öngörmüştür. Ona göre topyekûn bir yenilenme için Müslüman ferdin; gerçek bir İslami eğitim vasıtasıyla, aklını en üst düzeyde kullanması, aklının Allah’ın dini ile uyum içerisinde olduğunun bilincine varması, böylece hem taklit batağından kurtulması hem de cebr yerine özgür iradesinin ortaya çıkarılması sağlanmalıdır[2]. Aynen Gaspıralı ve Abduh gibi millî şairimiz Mehmet Akif de Safahat’ta tıpkı Abduh’unkine benzer bir “inkılab” istediğini ifade etmiştir.



İsmail Gaspıralı’nın hayatında en yoğun çaba sarf ettiği alan eğitimin modernleştirilmesi, halkın basın yayın yoluyla aydınlatılması ve ortak dil meselesi olmuştur. Ancak o, hangi alanla ilgilenirse ilgilensin hep ince, ihtiyatlı, tedbirli ve tedricî bir siyaset gütmüştür. Sadece Tercüman gazetesinin titizlikle incelenmesi bile ki, yıllar alabilecek bir çalışmadır, onun her konuda ne denli bir siyasi strateji uyguladığını göstermektedir. Başlıbaşına ince bir siyasetle kaleme aldığı; Bahçesaray Mektupları, Rusya Müslümanları ve Rus Doğu Anlaşması isimli risaleleri bir yana edebî eserlerinde de benzer çizgiyi takip eden Gaspıralı, hayatının sonuna dek bunu elden bırakmamıştır.



İsmail Gaspıralı’yı en detaylı anlatan ilk eserlerden birini yazan Kırımlı Cafer Seydahmet, onun bu tavrına dair iki güzel örnek vermektedir. İlki, Türk Yurdu’nun ilk sayıları yayımlandığı sıralarda Yusuf Akçura’ya gönderdiği mektupta Türk Yurdu’nun ilk sayısında çıkmış Sadri Maksudi (Arsal)’nin “Büyük Millî Emeller” ve Ahmet Agayef (Ağaoğlu)’in “Türk Âlemi"ni dikkatle okuduğunu söylemesi ve “Başlarında biraz korkmuştum. Sana malum, korkak değilim ama Kafdağı heybe dolu azıksız geçilmez olduğundan yalınayak atılmasınlar dedim. İkinci, üçüncü sayılar korkumu dağıttı, yaşayınız!” ifadelerini kullanmasıdır. İkincisi ise, Hamdullah Suphi (Tanrıöver)’den naklen onun hakkında aktardığı şu cümlelerdir:



“Şimal topraklarında yaşayan milyonlarca Türkü kendi benliğine vasıl eden, bu aziz ve kutsi babamız, ayrılmadan evvel kulaklarımıza asla unutmayacağımız bir söz fısıldamıştı: ‘Bazı düşünceler vardır ki, o bize yasaktır’ demişti, ‘onları bizden sonra gelecek nesillere bırakalım, biz manevi birliği yapalım, dilleri birleştirelim. Siyasi birliği başkaları düşünsün”[3]



Cafer Seydahmet’in yukarıdaki iki örneği bile tek başına Gaspıralı’nın siyasi çizgisini anlamaya yeterlidir. Hem de tam bir özdeyişle, yani Kafdağı’nın, büyük ülkülerin kuru duygularla, yalınayak, yani hazırlıksız ve boş ideallerle değil büyük emellerle ve buna bağlı akli, fikrî, amelî çabalarla gerçekleşeceği satırlarıyla bizlere anlatmaktadır. Yine diyebiliriz ki, Hamdullah Suphi’nin ondan naklen aktardıkları da onun ihtiyatlılığını, tedricî hedeflerini ve uzlaşmacı kişiliğini çok güzel anlatmaktadır.



Yukarıdaki ifadelerimizden de anlaşılmaktadır ki, İsmail Gaspıralı, döneminin siyasi gelişmelerini çok iyi okuyan, kendisini çok iyi yetiştirmiş bir aydın, bir siyasetçi, bir eğitimci ve hem realist hem de idealist bir eylem adamıydı. Hatta bir yönüyle iyi bir stratejistti. Onun bütün projeleri çok yönlüydü. Sadece bir hedefi değil birçok faydayı gözetirdi. 1850’li yıllardan başlayarak başta Kırım olmak üzere Rusya’da yaşayan Türk topluluklarının göçe zorlanmaları, Rus göçmenlerin Türk bölgelerine yerleştirilmeleri, Rusların Türkistan’daki hâkimiyetlerini artık iyice kuvvetlendirmeleri, misyonerlerin yoğun çabaları ve Rus idarecilerin ardı ardına çıkardıkları aleyhteki kanunlar Türkleri sıkıntıya sokmaktaydı. Fakat bununla birlikte aynı dönemlerde Rus iç siyaseti de karışıktı. Bu karışıklık Rusya Türklerinin daha rahat hareket etmelerine imkân sağlamaya başlamıştı. İçlerinde Gaspıralı’nın da olduğu bazı aydınlar 1880’li yılların başlarından itibaren çeşitli vesileleri fırsat bilerek bir araya geliyor ve çeşitli toplantılar yapabiliyorlardı. Hatta bazı hayır cemiyetleri bile kurmaya başlamışlardı. Bu yavaş yavaş oluşmaya başlayan bilinçlenme faaliyetlerine rağmen Türkler, kendi aralarında bir millet olma bilincine ve ortak şuura sahip olmadıklarından tam olarak birlikte hareket edemiyorlardı. 1905 yılında Meşrutiyet’in ilanı hak ve hürriyetler konusunda ayrıca bazı imkânlar da vermişti. Gaspıralı ise basının önemini çok önceden fark etmişti. O, Kazan’da çıkan dergi ve gazetelerin bazılarının ortak Türkçe ile yayımlanmamasına karşı çıkmakta, bunların Türk diline ve Türk milletine zarar verdiğini söylemekteydi. Bu hususta Gaspıralı’yı destekleyenler olduğu gibi, onu dine ve din eğitimine muhalif olmakla suçlayanlar da vardı. İşin ilginç tarafı 1883’den 1914’e kadar, hem sansürden geçerek, hiç kapatılmadan yayımına devam eden bir gazete çıkarmasına ve hem de her alanda çok şeffaf olmasına rağmen pek çok Rus idareci ve aydın onu Panislamist ve Pantürkist olmak ve Rus imparatorluğunu parçalamaya çalışmakla itham ediyorlardı[4]. Aslında bu durum onun siyasi kişiliğini olgunlaştırıyordu. Çünkü bir taraftan katı Rus siyasi yönetimi ve bürokratlarıyla mücadele ederken diğer taraftan yine aynı katılıktaki kadimci-gelenekçi mollalarla uğraşıyordu. Bu guruplar karşısında sabırla taktik geliştiriyor ve bunu edebî risalelerine bile yansıtıyordu. Buna rağmen asla takiyyeye başvurmuyordu. Takiyyede var olan samimiyetsizlik ve inanmadığı bir şeyi eylemle ve sözle ortaya koyma asla onda bulunmuyordu. Hiçbir zaman Rus düşmanlığı yapmadığı gibi, bunun dinen de uygun olmadığına inanıyordu. Görünürde Kırım’ı ve Rusya Müslümanlarını hedef alıyor gözükse de dönemin tek güçlü devleti olan Osmanlı’nın siyasi ufkuna sahip bir çizgi çizmekteydi. Bu yüzden bir taraftan Buhara ve Hindistan’a gidip siyasi, millî, dini ve kültürel bir uyanışı gerçekleştirmeye çalışırken, diğer taraftan Mısır’a gidip İslam dünyasının Batı karşısındaki zayıflığını ortadan kaldıracak bir bilinç oluşturmayı hedefliyor ve bir İslam kongresi yapmaya gayret ediyordu. O, hiçbir zaman Batı’nın karşısına Doğu’yu koymadığı gibi, bugünkü bazı Avrasyacıların zannettiği gibi bir Rus-Doğu yakınlaşmasını da arzulamıyordu. Rus yönetiminin kırmızı çizgilerinin farkında olarak bu ikisinin, yani Ruslarla Türklerin birbirini daha kolay anlayacak ve birlikte, birbirinin kimliğini, dinini, dilini kabul ederek huzur içinde yaşayacak iki taraf olduğunu göstermeye çalışıyordu. Modern Rus toplumundan faydalanarak modern bir Türk toplumunu ve hatta modern bir İslam toplumunu kurmayı gaye ediniyordu.



İsmail Gaspıralı her şeyden önce bir dil siyaseti öngörüyordu ki, başta İlminski olmak üzere Rus misyonerlerinin çabaları ve Bolşevik dönemdeki dil merkezli ayrıştırma siyasetleri, onun bu öngörüsünün ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir. Gaspıralı, yukarıda da belirttiğimiz gibi, iyi bir siyasi stratejistti. Barthold’dan çok daha önce Rusların, meşhur Tatar Boyunduruğu denilen Altınordahâkimiyeti asırlarında, aleyhte söylenenlerin aksine, dini ve millî kimliklerini kazandıklarını ve hatta Rus birliği mefkûresinin temellerini attıklarını tespit etmişti[5]. Sözkonusu sözleri sarfettiği RusskoeMusulmanstvo (Rusya Müslümanları veya Rusya Müslümanlığı) adlı eserinde zaman zaman bu tarz hatırlatmalara giren Gaspıralı, bir taraftan da Tatarların geçmişte hâkim millet olduğunu zihinlere kazımaya çalışmaktadır. Onun bu tarz eserleriyle yapmaya çalıştığı husus, Ruslara, Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırmada başarılı olamayacaklarını, Müslümanları yeterince tanımadıkları için genellikle yanlış politikalar uyguladıklarını hatırlatmak ve mevcut politikalarındaki tutarsızlıklardan onları vazgeçirmektir.



İsmail Gaspıralı, Rusya’da yaşayan Türklerin eğitim alanındaki modernleşmelerinden Rusların rahatsız olmasının anlamsız olduğunu her fırsatta dile getiren bir aydındır. Ona göre mektep ve medreselerin ıslahı, modern bilimlerin Müslüman medreselerinde de okutulması zaruridir. Eğitim ve dil alanında oluşacak bilinç; dile, dine, kültüre ve sosyal hayata yansıyacak ve böylece her yönden Rusya’daki Türklerin millî ve manevi uyanışı gerçekleşecektir. Gaspıralı açısından dini ve millî kimlik, birlikte, toplumun siyasi birliğini ve kimliğini sağlamlaştıracak ve vatan-toprak gibi kavramları pekiştirecektir. Yukarıda bahsettiğimiz çok yönlülük işte burada kendini göstermektedir. Gaspıralı, bu sayede muhaceretin önüne geçmeye çalışmakta ve toprağın terk edilmesinin önüne geçme gibi bir siyaseti gütmektedir.



İsmail Gaspıralı’nın siyasi faaliyetlerinde en temel unsur insandır. O, siyaset ve ahlakın birbiriyle ne kadar ilişkili ve iç içe geçmiş bulunduğunun farkında olarak, insanı insan yapan en önemli değerin ahlak olduğuna inanmaktadır. İnsan ilişkilerinin temelinin ne mal ve mülk ne de fayda olduğunu, esas temelin ahlak olduğunu vurgulamaktadır. Ufku çok geniş olan Gaspıralı öz değerlerine bağlılığından hiçbir şey kaybetmeden her türlü esere müracaat etmekte ve gerektiğinde eleştiriler getirmektedir. Bununla ilgili olarak, John StuartMill’inUtilitarisme adlı eserinden bahseden Gaspıralı, söz konusu kitaba bazı eleştiriler getirmektedir[6]. Onun gerek bu tarz yazıları gerekse henüz çok gençken kaleme aldığı ve 1885’te İstanbul’da bastırdığı Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene adlı küçük ama değeri büyük risalesi, dönemi açısından önemli birer Batı modernizmi eleştirisi olarak da değerlendirilebilir.



Gaspıralı döneminin en aktif siyasal akımlarından bir olan sosyalizm de onun eleştirilerinden nasibini almıştır. Döneminin siyasal aklını çok iyi okuyan Gaspıralı, kapitalizmi, sosyalizmi ve liberalizmi belli ölçüde tanıdığını gösteren ifadelere yer vermektedir. Mesela o, mülkiyetin inkârı, sermayenin reddi ve mutlak eşitliğe karşı bir özdeyiş niteliğindeki şu dörtlüğü ifade etmekteydi:



“İnsaniyet kâim değildir yalnızca nân (ekmek) ile

İnsaniyet müşerreftir ruh ve can ile

Hayvaniyet kâimdir aş ve içki ile

İnsaniyet ayrılır hak ve hürriyet ile”[7]



Gaspıralı’nın yukarıdaki cümleleri sosyalizmin yanlışlığını, insan tabiatına aykırılığını, ancak bunun karşısında kapitalizmin de yanlışlığını vurgulamaktadır. Onun gerek bu dörtlükte ve dörtlüğün yer aldığı yazı dizisinde gerekse bahsedilen Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene adlı çalışmasında ısrarla üzerinde durduğu husus, İslam siyaset felsefesinin tarihsel süreçte ortaya koyduğu temel prensip olan, adalettir. O, adaletten her zaman tek temel prensip olarak bahsetmiş, insanı diğer canlılardan ayıran en temel özelliğin adalet olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. Çağdaşı Musa Carullah’ın söylediği gibi o da devletlerin imanının adalet küfrünün de zulüm olduğunun farkındadır. Ona göre, insan dışındaki varlıklarda zaten ilahi bir adalet hüküm sürmektedir. İnsan ise akıl gücü sayesinde mevcut düzeni bozabilecek veya adil bir şekilde sürmesini sağlayabilecek bir güce sahiptir. Dolayısıyla insanın hak ve hürriyet sahibi olmasının arkasında sosyal, kültürel, psikolojik ve siyasi sorumluluğu yatmaktadır. Bu açıdan Gaspıralı için mevcut siyasal sistemler değil ilkeler ve bu ilkelerin söz konusu siyasal sistemler içerisinde nasıl uygulandığı önemlidir. Aslında Gaspıralı ahlak, eğitim, din eğitimi ve bunlara bağlı olarak sosyal, kültürel ve ekonomik meseleleri de bir çeşit, siyasi meselelerin, özellikle de siyasi bağımsızlığın temeline yerleştirmiş olmaktadır. Osmanlı sarayına takdim ettiği Mısır’da düzenlemeyi istediği Müslüman Kongresi ile ilgili mektupta aynen şöyle demektedir: “Sâye-i Hazret-i Hilafetpenâhîlerindememâlik-i şâhânelerinde bulunan akvâm-ı İslâmiyyeninterakkî ve irtifâları temin edilmiş olduğu hâlde memâlik-i ecnebiyyedesâkin iki yüz milyondan mütecâviz bulunan ehl-i İslâm’ın hâli daha başkadır. Hele sâir milletler aklen, iktisaden ve icmâen günbegün terakki ettikleri hâlde Müslümanlar maatteessüf tedennîde bulunuyorlar. Ve mukaddemce istiklâl-i siyâsiyyelerinigâib ettikleri gibi şimdi tedricen mevki ve istiklâl-i iktisadiye ve içtimâiyeleri elden kaçırıyorlar.”[8]



İsmail Gaspıralı’nın döneminin Osmanlı aydınlarından en temel farklarından biri henüz genç yaşta, 1870’lerin ilk yıllarında, gerçekleştirdiği Avrupa seyahati neticesinde yaptığı kıyaslamadır. O, Batı medeniyetinin iyi ve faydalı yönlerinin yanında esas özünü oluşturan kötü ve zararlı yönlerini de ortaya koymaya çalışmış ve İslam dünyasının mevcut kötü durumunun sebebini sadece siyasette aramamıştır. O halkın zihniyetini değiştirmekten yanaydı ve bunun için ortak millî şuur güçlendirilmeli, sosyal ve kültürel hayat canlandırılmalı ve Osmanlı’nın da yıllarca üzerinde durduğu ve maalesef ancak birazcık II. Abdülhamit’in çözmeye çalıştığı eğitim sorunu bir an önce hal yoluna konulmalıydı. Elbette yapılacak çok şey vardı ve bunların önemli bir kısmı siyasi yöneticilerin kabiliyetleri ile doğru orantılıydı. Fakat siyasetçiler ve bürokratlardan daha da önemlisi tabandan başlamalıydı. O her zaman kendine şiar edindiği elinden gelebilen işle başlamış ve oldukça genç yaştan itibaren gerek faaliyetleri, gerek çıkardığı basın yayın organları ve yazdığı risalelerle durup dinlenmeden halkın ve aydınların zihinlerini değiştirmeye çalışmıştır. Gerçekte başarılı da olmuştur. Millî ve manevi şuura sahip, çağını anlayan bir aydın kitlesi ve usûl-i cedid hareketi onun sayesinde çok büyük gelişme göstermiştir.



İsmail Gaspıralı’nın siyasi faaliyetleri çerçevesinde bahsedebileceğimiz bir başka husus, onun cemiyetler ve cemiyetçiliğe verdiği önemdir. O, hayatı boyunca Türk ve İslam dünyasının her bölgesinde hayır ve eğitim cemiyetlerinin kurulmasını teşvik etmiş ve bu tarz cemiyetleri sosyal, siyasi birliğe ve dolayısıyla millet olma bilincine bir adım olarak değerlendirmiştir. İsmail Gaspıralı, oldukça erken dönemden itibaren Rusya’daki Türklerin, özellikle de Müslüman Türklerin sosyal, siyasal ve kültürel merkezli toplantılarına katılan bir aydındır. Mesela 1891’de Mekerce’deki (NijnıyNovgorod) panayırda bölgenin aydınlarıyla bir toplantı yaptığı bilinmektedir. Yine o, 1906’da Kırım’da büyük bir “Kırım Cemiyet-i İslamiyesi” kurma girişiminde bulunmuştur. Her ne kadar Rus otoriteleri bunu engelledilerse de onun Tercüman gazetesinde yayımladığı nizamnâme, bu cemiyetle ne yapmak istediğini açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu nizamnâmeye göre cemiyetin amacı, mahalli Müslümanların, (Gaspıralı Rus yöneticileri fazla rahatsız etmemek için Kırım Tatarları yerine bu tabiri kullanmaktadır) sosyal, kültürel, mali ve siyasi hak ve faydalarını kanunlara ve şartlara uygun bir şekilde muhafaza etmek ve artırmaya çalışmaktır. Hükümet dairelerindeki, belediyelerdeki ve yerel idarelerdeki (zemstvo) işlerde, Müslüman toplumu temsil edebilecek bir teşkilat olarak kurguladığı bu cemiyetle Gaspıralı, aynı zamanda, eğitim işlerine, dini ve ilmî işlere de destek vermek istiyordu. Dolayısıyla hem bir hayır cemiyeti hem de siyasi temsil hüviyetine haiz bir sivil toplum kuruluşunu hayal ediyordu. Her ne kadar o bu hayalini gerçekleştiremese de İdil-Ural’da geçen yüzyılın başlarında, kendisinin de desteklemiş olduğu bu tarz cemiyetlerin kurulduğu ve bunların millî ve dini kimliğin oluşmasında önemli katkılarının bulunduğu bir gerçektir. Zaten o da bu isteği sonuçsuz kalınca, durmak bilmeyen bir insan olarak, aynı yılın sonlarında bu kez bütün Türk ve İslam dünyasında bir nevi sigorta vazifesi gören sosyal yardım kuruluşunun, yani “Teavün Cemiyetleri”nin kurulması fikrini ortaya atmıştır. Aynı zamanda bir sendika vazifesi de görecek olan bu kuruluşlar, üyelerinden aidat alacaklar ve üyelerine küçük iktisadi kredi imkânları ve emekli maaşı imkânı sunabileceklerdi. Bu cemiyetlerin yapısı ve yapabilecekleri ile ilgili bilgileri onun1908 sonlarında yine Tercüman’da yayımladığı “Kırım Teâvün-i Muallimîn Cemiyeti” nizamnâmesinde görmek mümkündür[9]. Gaspıralı, ısrarla millet olma bilincine ulaştırabilecek her yolu denemeye çalışıyordu. Bu konudaki çabaları, muhtemelen aynı sebeplerle, akim kalmış olsa da onun bu projesi İdil Ural bölgesinde “Küçük Borç Cemiyetleri” şeklinde kısmen ortaya çıktı. Ancak gerek Ruslar gerekse kadimci muhalefet ve her şeyden önce Kırım ve İdil Ural halkının sadece Müslüman olma kimliğine vurgusu ve bir türlü modern bilimlere kendini açamaması başarısızlığın ana sebeplerindendir.

Kırım bölgesinde ve genel olarak Türk dünyasında tasavvufun teşkilatçı yapısının çok iyi farkında olan Gaspıralı, tasavvufun toplumsal ve siyasî nüfuzundan da faydalanmış ve döneminde birçok ceditçisufinin, özellikle de Nakşi gelenekten gelenlerin desteğini almaya çalışmıştır. Bilhassa dini kullanarak usûl-i cedit aleyhine faaliyet gösteren kadimcilere karşı Troitsk şehrinde faaliyet gösteren ve kendisi de bir usûl-i cedit mektep ve medresesi açmış olan son büyük Nakşilerden Zeynullah Rasûlî (ö. 1917)’yi örnek gösteren Gaspıralı, sözde işanların (şeyhlerin) değil gerçek şeyhlerin peşini takip etmek gerektiğini belirtmiştir[10].

Son olarak şunu da belirtmeliyiz ki, İsmail Gaspıralı’nın yazıları ve makaleleri incelendiğinde bazen birbirine çelişki gibi gelebilecek cümlelere rastlanabilir. Ancak, Kırımlı’nın da dediği gibi, asla bir romantik ve kontrolsüz fikirler sergileyen bir aydın olmayan Gaspıralı’yı tam olarak anlayabilmek için onun otuz yılı aşan bir süreçteki faaliyetlerine, yazdıklarına ve söylediklerine bir bütün olarak bakmak zorunludur[11]. Yukarıda da belirttiğimiz gibi sadece Tercüman gazetesinin bile birçok yönden yıl yıl incelenmesi, tahlil edilmesi ve hatta yarısı Rusça yarısı Türkçe yayımlandığından, her iki tarafın da dikkatlice karşılaştırılması gerekir ki, hâlâ günümüzde bu tarz çalışmalar çok azdır. Şunu da son bir söz olarak ilave edebiliriz ki, onun söyledikleri ve yaptıklarının dönemin diğer aydınlarınca yazılan eserlerde, yazılarda, hatıralarda, Rus ve Osmanlı arşivlerindeki belgelerde nasıl değerlendirildiğini de görmek gereklidir. Bu cümleden olarak çok yakında ortak bir çalışma olarak neşredeceğimiz Musa Carullah’ın dönemin siyasi faaliyetlerini toplu olarak anlattığı meşhur eseri Islahat Esasları, bu konuda hacimli ve güzel bir örnektir. Belki bütün bunlardan sonra Gaspıralı’nın fikirleri daha sağlıklı ortaya konulabilir ve eleştirisi de daha sağlıklı yapılabilir.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,96 M - Bugn : 24508

ulkucudunya@ulkucudunya.com