« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

04 Kas

2019

TÜRKİYE İÇİN YENİ BİR SİYASAL PERSPEKTİF ÖNERİSİ

Prof. Dr. Kemâl Üçüncü 01 Ocak 1970

XXI. YÜZYILIN EŞİĞİNDE TÜRKİYE İÇİN YENİ BİR SİYASAL PERSPEKTİF ÖNERİSİ
Giriş:
Soğuk savaş dönemi sonrası yeni dünya düzeninde Türkiye maalesef toplam milli güç unsurlarını planlayarak büyük bir ana strateji kuramamıştır. Stratejik, entelektüel bilgi üretimindeki eksiklikler, bölge araştırmalarındaki eksiklikler, stratejik perspektifi olan bir Türkoloji politikasının eksikliği kaynak ve enerjimizin israfına neden olmaktadır. Kısa ,orta, uzun vadeli a,b,c seçenekleri olan bir politik perspektif için öncelikle coğrafi, ekonomik, siyasi, sosyal bütün envanteri ve sorunları kuşatacak bir teorik temele ihtiyaç vardır. Teori yoksa hiçbir şey yoktur. Teori varsa her şey vardır. Türkiye’de siyasi partilerin politik önderlik kadroları kendi geleneklerinin bilimsel alanlarına karşı bilinçli bir mesafe koydukları için siyasi eylemi üretecek bilgi ve donanımdan uzak kalmaktadırlar. Sınav gecesi ders çalışan talebe gibi sıkışınca çalakalem hazırlanmış program ve metinlerle idare etmeye çalışmaktadırlar. Ülke sorunlarını kuşatan bir teorik altyapı hiçbirinde yoktur. Neoliberal ekonomik modelle hem milliyetçi hem muhafazakâr hem de solcu olunan garip bir yerdeyiz. TBMM’deki siyasi partilerin hepsinin ekonomi politik bakışı Neoliberalizm üzerinden temellenmektedir. Hal böyle olunca hepsini tek bir parti “Neoliberalizm” partisi olarak tavsif etmekte hiçbir beis yoktur.
Bu partiler sistemi mevcut yaklaşımları ve kadrolarıyla Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı devasa sorunlara “ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar” çözüm bulamazlar. Mevcut bakış açıları sorunludur. Bakış açıları ve baktıkları yer, bizim görmek istediğimiz manzarayı vermiyor. O zaman Kant’ın Kopernik devrimi dediği şeyi yapmamız gerekiyor.
Yeni anlayışın Müdafa’â-yi Hukuk sosyolojisinin %60 blokunu kapsaması buna odaklanması gerekir.
Müdafa’â-yi Hukuk; bugün emeği, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, nitelikli bir eğitim düzenini, adaleti, yurttaş hukukunu, aydınlanma ideallerini, Türkiye’nin bağımsızlığını ve iradesini, pörsüyen, yok sayılan hukukunu savunmaktır. Bu hatta sağıyla, soluyla, muhafazakârıyla bütün milli demokratik devrim birikimi bir arada olabilir. Türklerin Maveraünnhir’de Harezm Akademisi ile 10-12.yüzyıllarda kurduğu medeniyeti 2019 yılında bilim, bilgi ve tarih şuuru, rafine bir irfan ve metafizikle yeniden kurma kaygısı gerçekçidir.
Türk dünyasında Türk milliyetçiliği yüzyılın başındaki kamucu, halkçı, demokratik gelenekle yeniden buluşuyor. Kazakistan’da Alaş Orda çok geniş manada ele alınıyor, sempozyumlar düzenleniyor. Diğer Türk ülkelerinde de benzer eğilimler güçlü.
İnsan odaklı, ekopolitik hassasiyetleri olan, ekonominin insanı ve toplumu değiştirip dönüştüren bir araç olduğu ve bu anlamda devletin düzenleyici parametreleri olması gerektiğine inanan üretimi de bölüşümü de aynı hassasiyetle dikkate alan bir ekonomik anlayış, müzakereci, halkçı bir demokrasi, kimsesizlerin kimsesi bir cumhuriyet, keşkesiz ve amasız bir hukuk düzeni, yurttaş hukukunun sözde değil çağdaş içeriği ve tarihsel müktesebatı ile dikkate alınacağı bir siyaset felsefesi” en gerçekçi ve realist siyasal program olarak ortadadır.
Bir epistemolojik kopuş gerekiyor.
Epistemolojik kopuş, Gaston Bachelard’ın bilgi felsefesine kattığı en önemli kavramdır. Bir olguyu incelerken daha önce benimsenen konumlanma noktasının, kavram setlerinin ve yöntemin terk edilip, yerine başkalarının ikame edilmesini ifade eder. [Yani, yeni bir siyaset ve siyasal dil dediğimizde cümbür cemaat büyük telefonlu, parlak ceketli, eski düzenin adamlarını, hanımlarını toplayıp çözüm bulamazsınız demek, bunu terk edeceksiniz]. Bachelard, örnek olarak elektrik lambası üstünde durur. Akkor telli elektrik kablosunu kuran teknik, 19. Yüzyıla kadar bütün insanlığın kullanmış olduğu aydınlatma tekniklerinden gerçekten kopmuştur. “Bütün eski tekniklerde aydınlatmak için bir maddeyi yakmak gerekir. Edison’un lambasında, teknik marifet bir maddenin yanmasını önlemededir. Eski teknik bir yanma tekniğidir. Yeni teknikse bir yanmama tekniğidir.”
Bugüne kadar yapageldiklerimizle sorunu aşamıyor ve kuşatamıyorsak durduğumuz yeri, bakış açımızı değiştirmek, yeni bir konfigürasyona uğratmak, belki de tersyüz etmek gerekir…
Kuhn, farklı bir bağlamda iflas eden açıklama modelinin, paradigmanın aşılması der.
Kant, Kopernik devrimi der.
Bir bilinç sıçraması ile aşmak gerekiyor!
Esasen Türk kültür tarihinde sorunların çözülemez ana geldiğinde benim “bilinç sıçraması” dediğim duruma pek çok rastlanır.
Oğuznamedeki “Tepegöz sendromuna”, Basat’ın bulduğu çözüm bir bilinç sıçramasıdır, epistemolojik kopuştur. Kaşgarlı’nın Türkler ve Türkçe üzerinden hadisleri delil göstererek yaptığı yeni siyaset felsefesi, çözümlemesi bir bilinç sıçramasıdır.
Dede Korkut Oğuznamesindeki, “Basat’ın Tepegözü Öldürdüğü Boyu” hatırlayalım. Basat’ın Tepegözü alt etmesi, bilindik bütün usulleri deneyip başarılı olamayınca paradigma değiştirerek, Tepegözü “kamayla” değil, kızgın şişle en zayıf noktasından öldürür. Bu bize çok önemli bir mesaj verir. Demek ki kama, çağa göre değişecek, bugünün kaması ışın kılıcı olsun (lazer pointer) mesela.
Bu bağlamda yeni bir siyasal programı kamuoyunun tartışma gündemine sunuyorum.
1.Kurucu Değerlerimiz ve İlkelerimiz
“Gücümü Türk milletinin mutluluğuna adayacağıma, onun refahını arttıracağıma, ona gelebilecek zararları önleyeceğime, yasalara saygı gösterip, onları savunacağıma, yükümlülüklerimi titizlikle yerine getireceğime ve herkese karşı adaletli davranacağıma namusum ve şerefim üzerine and içerim. Tanrı ve yüce milletim bana bu uğurda yardımcı olsun/kut versin..!”
5000 yıllık Türk kültür ve siyasi tarihinin bütün safhaları, müktesebatı, onun etrafında oluşan millî mefkûre, milletten devlete bir milli anlayış,
Türk kültür havzasının dostluk, kardeşlik, işbirliği temelli moral değerleri, ve bu havzada milli mefküreyi tarihsel süreç içerisinde yükselten müteselsil bir zincir oluşturan önderler kuşağı ve mücadeleleri, kültür havzamızda kültürel değerler ve inanç ekseninde birleştiğimiz akraba halkları,
Aynı coğrafyayı ve iklimi paylaştığımız bizden farklı din, mezhep ve inanca mensup kültürel havzamızın birikimi, farklı felsefi kanaatler, inançlar, tavırları ayrıştırıcı değil birleştirici ve kültürel zenginliğimizin asil desenleri Türk kültür ve siyasi havzasının mütemmim cüzleri olarak algılayan ve sahip çıkan bir büyük medeniyet kavrayışı
140 yıllık anayasal tarihimiz, parlamenter geleneğimiz, anayasamızın girişi ve ilk 4 maddesinin lafız ve manası
Atatürk İlke ve İnkılâpları bu birikimle hedeflenen ufuk, Müdafa’â- yi Hukuk Perspektifi,
İstiklal Harbi neticesinde oluşan Türkiye Cumhuriyeti ve onu var eden uluslararası antlaşmalar çerçevesinde oluşmuş hukuk, Türk milleti esasına dayanan asli kurucu iktidar.
Milletçe paylaştığımız ve yarıştırmadığımız, politik/ ideolojik bir referans değil ortak köklerimiz milli ve manevi değerlerimiz, mukaddesatımız, kurucu mitolojimiz ve efsanelerimiz, kahramanlarımız, hafıza mekânlarımız
Bilim, akıl, eleştirel düşünce, irfan, gönül, vicdan, hüner ve erdem
Ehliyet ve liyakat,
Demokratik parlamenter sistemimizin, siyasi partiler geleneğimizin hürriyet, kalkınma, demokrasi, vatan, bayrak ilkelerini yüceltmiş ülkemize hizmet etmiş değerli önderleri
Demokratik laik, sosyal hukuk devleti,
Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı
Pozitif hukuk,
Keşkesiz, amasız, şerhsiz, hukukun üstünlüğü
“Bilhassa kimsesizlerin kimsesi bir Cumhuriyet” ve kamu yönetimi ideali,
Ahlaki ve etik değerlerimiz
Din, mezhep, etnisite, sınıf, cinsiyet, üzerinden siyaseti ayrımcılık olarak gören hukuk önünde insan sıfatını yeterli gören onu ek sıfatlarla kategorize etmeyen bir anlayış
Türkiye için temel insan haklarını ve bu çerçevede oluşmuş yurttaş hukukunu bir eşik olarak kabul edip sosyal ve siyasal anlaşmazlıkları bu müktesebata uygun değerlendiren bir yaklaşım,
Bir ezberi ve doktrini dikte eden değil, halkı dinleyen ve paydaşları ile müzakere ederek çözüm üreten, siyaseti tabanın taleplerini siyasal mekanizmaya aktarmak olarak anlayan, her aşaması ile şeffaf, demokratik bir siyasi anlayış, otoriter ve katı hiyerarşik olmayan çağın örgütlenme bilincine uygun, keyfiyet ve takdir yerine hukuk içinde tanımlanmış parametreleri önemseyen, inisiyatif tanıyan, yaratıcılığı ve üretkenliği teşvik eden, katılımcı, saydam, hesap verebilir bir siyaset, müzakereci bir demokratik anlayış,
-Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye, şekli cumhuriyet olan parlamenter demokratik hukuk devletidir. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti isimleri eşanlamlıdır. Devlet hakimiyeti; yasama, yürütme ve yargı ayrılığı esasında gerçekleştirilir. Yasama, yürütme ve yargı hakimiyet organları serbesttir.
-İnsanın onur ve haysiyeti dokunulmazdır. Tüm devlet erki ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür. Türk Milleti, bu nedenle dokunulmaz ve devredilmez insan haklarını, yeryüzünde her insan topluluğunun, barışın ve adaletin temeli olarak kabul eder.
-Bütün insanlar yasa önünde eşittirler. Erkek ve kadınlar eşit haklara sahiptirler. Partimiz, kadın ve erkeklerin tam eşitliğinin sağlanmasını özendirir ve mevcut dezavantajların giderilmesi için çaba gösterecektir
-.Herkesin, düşüncesini söz, yazı ve resimle bilumum vasıtalarla serbestçe açıklayıp yayma ve herkese açık olan kaynaklardan, hiçbir engel uğramadan, bilgi edinme hakkı vardır. Basın özgürlüğü ile radyo ve film aracılığıyla haber verme özgürlüğü güvence altındadır. Sansür uygulamaları kabul edilemez.
-Din ve vicdan özgürlüğü ile dünyevi inanç özgürlüğüne dokunulamaz . Dinin “kamu güvenliğine halel getirmeyecek şekilde” özgürlükçü bir anlayışla uygulanması güvence altındadır. Laiklik ilkesi uygulayıcı siyasetin vazgeçilmezidir. Bu anlamda din ve vicdan özgürlüğünün teminatıdır. Partimizin siyasi anlayışına göre dinin ve kutsalın siyasallaştırılarak bir ideolojiye dönüştürülerek indirgenmesi ve tarihselleştirilmesi onun aşılması gerekliliğini ortaya çıkarır bu anlamda kutsal özüne ve kapsayıcılığına halel getirir. Metafizik, irfani bilgi ve tavrın kozmik bilinç ve ahengi sağlaması teo, onto, logos sistematiğine katkı yapabilmesi için aşkın ve çatışmasız mutabık bir alanda durması son derece önemlidir.
Bilimsel bilginin, bilen özneden onun dil ve anlam dünyasından bağımsız ve yalıtık olamayacağı diğer bilgi türelerinden biri olduğu zaman ve mekana yeni ihtiyaçlara göre değişebilir ve yanlışlanabilir olduğu yaklaşımını önemseriz.
-Egemenlik tümüyle halkındır. Halk, egemenliğini, seçimler ve oylamalar aracılığıyla ve yasama, yürütme ve yargı yetkileriyle donanmış özel organlar eliyle kullanır. Yasama, anayasal düzene, yürütme ve yargı organları ise yasa ve hukuka bağlıdırlar. Bu Anayasa düzenini ortadan kaldırmak isteyen herkese karşı, başka bir çözümün bulunmaması halinde, bütün millet direniş hakkına sahiptir.
-Kamu politikaları, sürdürülebilir kalkınmayı destekler. Bu amaçla, çevrenin değerinin bilinmesi ile ekonomik kalkınma ve sosyal gelişmeyi bağdaştırmak zorundadır. Gelecek kuşaklara karşı da sorumlu olan siyaset, doğal yaşam kaynaklarını ve varlıklarını bir bütün olarak anayasal düzenin çerçevesinde yasamayla, yasalara ve hukuka uygun olarak yürütme ve yargı organlar aracılığı ile korumakla yükümlüdür.
-Haraketimiz; Doğal kaynakların ve doğal dengelerin insanlığın görünümünü zorunlu kıldığı; Mevcut insanlığın ve gelecek kuşakların doğal çevrelerinden koparılamayacağı; Çevrenin tüm insanlığın ortak varlığı olduğu; İnsanoğlunun gittikçe yaşam şartları ve kendi gelişimi üzerinde etki yaptığı; Biyolojik çeşitlilik, kişinin gelişimi ve insan topluluklarının ilerleyişi, bazı üretim ve tüketim maddeleri ve doğal kaynakların aşırı tüketilmesi nedeniyle etkilendiği; Çevrenin korunmasının, Ulusun diğer temel değerleri ile aynı nitelikte ele alınması gerektiği; Sürdürülebilir bir gelişmeyi sağlamak için, mevcut ihtiyaçların karşılanmasına yönelik tercihlerin, gelecek kuşakların ve diğer halkların ihtiyaçlarını karşılamasını tehlikeye atmaması; gerekçelerinden yola çıkarak, eko-politikaları kabul eder ve yaşama geçirir.
-Bölgesel/yerel diller Anadolu mirasının bir parçası olmakla birlikte, Cumhuriyetin dili Türkçe’dir. Ulusal simge, kırmızı ve beyaz renklerden oluşan hilal ve yıldız figürlü bayraktır. Ulusal Marş İstiklal Marşı’dır. Cumhuriyetin veciz ifadesi “Yurtta sulh, cihanda sulh”(Ne mutlu Türküm Diyene’ yi tercih ederim karar sizin). Cumhuriyetin ilkesi; “Halkın, halk tarafından ve halk için yönetimidir.”
-Herkesin edebi, sanatsal, bilimsel, teknik ve diğer yaratıcılık ve eğitim verme özgürlüğü güvence altına alınır. Fikri mülkiyet kanunla korunur. Herkes kültürel yaşama katılma ve kültür kurumlarından yararlanma, kültür değerlerine ulaşma hakkına sahiptir. Herkes tarihi ve kültürel mirasın korunmasına özen göstermekle yükümlüdür.
Yurtta ve dünyada, bölgesinde barış ve istikrarı savunan ve katkı sunan, ortak insanlık değer ve ideallerine katkı sunan ve dikkate alan bir yaklaşımı savunuyoruz
“Yesevi’den, Hacı Bektaş Veliye, Âşık Paşa’ya , Mevlâna’dan Yunus’a , Nesimi’den ,Pir Sultan’a, Sarı Saltuk’a, Gül Baba’ya Türk kültür havzasının manevi önderlerinin yaktığı insanlık ve hümanizm meşalesini çağın idrakinden süzerek, çağlar ötesine taşıma kararlılığındayız .
Gül Baba’dan, Tac Mahal’e , Mekkeli Yetimin Kutlu Ocağına, Altaylardan Tuna boylarına selam olsun.
Âşk ve gönül medeniyetinin çerağını uyandırmak zamanıdır.
Aklın ve gönlün çelişmeyen kaynaşan, kaynaştıran olağanüstü birlikteliğini yeniden tesis edeceğiz. Akıl rehberimiz gönül ve manevi metafizik zenginlik onun estetik cephesi olacaktır.
Yahya Kemal gibi duyarak Tanpınar gibi sezerek Kendi Gök Kubbemizi ortak akıl ve irademizle , gönlümüzle inşa edeceğiz
Her ikisi de fikri ve irfanı hür bir Türkiye, Türk dünyası tasavvuru için vazgeçilmezimizdir.
Etnik, dinsel, mezhepsel ,sosyal , sınıfsal desenlerimiz sonsuz ahengimiz ve zenginliğimiz “ortak asil mirasımız”dır. Bütün bunlar Türk kültür havzamızın bütünleştirici, tamamlayıcı temel dinamikleridir.
Bu birikimle bin yıllardır Avrasya’nın temel aktörlerinden biriyiz.
Bir pergel gibi sabit ayağı kadim kültür havzamızda , diğer ayağı Müdâfa’a-i Hukuk birikiminde, dünya bilim ve kültür birikiminde olmak üzere özgün bir siyasal söylemin adı olacağız.
“Tarlada izimiz var, elbet de harmanda da sözümüz olacak”
“Âşk-ı niyazla”
Misyonumuz ve Vizyonumuz
Türkiye Cumhuriyetini, Türk milletini tarihsel müktesebatı ve birikimine yaraşır bir seviyeye taşımak. Çevresinde barış ve istikrara, işbirliğine katkı yapan caydırıcılığı yüksek bir ülke olarak tahkim etmek, orta vadede bir bölge gücü olmasının imkan ve süreçlerini sağlamaktır. Kültürel zenginliklerini ve insan gücünün niteliğini geliştirmek çağın ihtiyaçlarına uygun olarak yorumlayarak geleceğe taşımaktır.
2.Neden Yeni Bir Siyasal Hareket?
7 Haziran ve 1 Kasım 2015 genel seçimlerinin ardından, Türk siyasi hayatı ve milli cephede tartışmalar yeniden gündeme gelmiştir. Yaşanan çelişkiler ve başarısızlıklar sonucunda MHP’de bütün çabalara rağmen demokratik bir özeleştiri ve yenilenme ve sorunları çözümleyerek aşma ihtimalinin olmadığı görülmüştür. Tıkanan ve kangrenleşen milli güvenlik sorununa dönüşen siyasal iktidar ve ülke sorunlarına milli bir çözüm teklif etme zarureti en yakıcı şekilde kendini hissettirmektedir.
Türkiye siyaseten tıkanmış bir durumdadır. Siyasal iktidarın bir alternatifi olmaması demokratik hayat, ahlak ve özgürlükleri, hukuk devletini felce uğratmıştır. Uluslararası yolsuzluk, saydamlık, hukuk, güven indekslerdeki durumumuz hak ettiğimiz noktada değildir. Ülke, bölge ve dünya dinamikleri maalesef doğru okunup değerlendirilememektedir. Ekonomik, siyasal, sosyal büyük bir karmaşa ve kaos hakimdir.
Siyasal iktidarın antidemokratik uygulama ve eğilimleri ülkenin imajını ve birikimini çok kötü etkilemektedir. Ekonomik ve sosyal parametreler, hak ve hürriyetler çok kötü durumdadır.
Çözüm üretmesi gereken muhalefet partileri özel olarak MHP bu sorunlar yumağını görmezden gelerek siyaseten edilgen bir durumda red veya destek patinajı yapmaktadır. Terörle mücadele ve milli beka diye sarıldığı en önemli gerekçenin son 15 yıllık uygulamalarla ne durumda olduğu aşikârdır. Türkiye bütün komşuları ile derin siyasal çelişkiler yaşarken caydırıcılığını önemli ölçüde kaybetmiş, Lozan antlaşması apaçık çiğnenirken gerekli siyasi mukabeleyi üretememektedir.
Böylesi bir tabloda gidilen anayasa değişikliği oylamasında ilk defa siyasal iktidarı dengeleyecek bir karşı siyasal blok belirgin hale gelmiştir. Bu blokun henüz entegre olmuş bir siyasal dili olmamasına rağmen ana omurgasını ve değerlerini Müdafa’â- yi Hukuk ekseni oluşturduğu aşikardır.
Bu anlamda siyasal olarak Türkiye’de “merkez sağ” siyasal İslam’ın iktidar baskısı ile asli değerlerinden ve siyasal kompozisyonundan uzaklaşmış bir durumdadır. Milli duyarlıkları yüksek bu seçmen siyasette layıkıyla temsil edilememektedir. Siyasal ve toplumsal değerler itibarı ile bakıldığında Türkiye’de merkezde yer alan seçmen merkez sağ ve sol olmak üzere Müdafa’a-yi Hukuk çizgisinde, millî bir eksendedir.
Türkiye’nin bu dağınık siyasal kompozisyonun yeniden en geniş mutabakatla toparlamak ve ülkenin önüne sosyal sınıfların tümünü kucaklayan bir yeni siyasal seçenek sunma zarureti belirmiştir. Esas itibarıyla politik milliyetçi geleneğin değerler kümesi ile Merkez sağ ve sol seçmenin Müdaf’a-yi Hukuk perspektifi %90 oranında örtüşür.
Hareketimiz, Türkiye’ye yeni bir siyasal ufuk sunmak üzere merkezi bu geniş değerler paydası etrafında tanımlayarak kaynaştırmak ve siyasallaştırmak , siyasal bir dile dökerek temsil etmek kararlılığındadır,
Bu aynı zamanda Türkiye’nin istikbal ve istiklalini temin etmeye dönük bir bekâ sorunudur. Türkiye siyaseti ve devlet aklı artık liyakat esasından uzaklaştığı için nitelikli stratejik akıl üretememektedir.
Hareketimiz bu mecburiyetler karşısında yapılan geniş istişare ve değerlendirmeler sonucunda ortaya çıkmıştır.
Türkiye örsle çekiç arasında ekmekle hürriyet arasında tercih yapmak zorunda değildir. Bütün kültürel birikimimiz ve değerlerimiz ayrışma aracımız değil üniversal düzlemde zenginliğimiz olmalıdır. Sosyolojik ve kültürel anlamda iki ayrı Türkiye’den aynı anlam ve değerler küresinden lego gibi farklı ve özgün bileşenler üreten sosyal dinamikler ve perspektifler üretilmeli farklı sosyal ve kültürel, sınıfsal katmanların ,farklılıkların enerjisi ortak bir geleceğin inşası için kullanılmalıdır.
Türkiye’de siyasi tartışmalar daha çok dekoratif-tali unsurlar / kadro değişimi etrafında süre giden tartışma, meseleyi kuramsal bir perspektife bağlı olarak anlamak ve gereği gibi izah etmekten uzaktır. Sorunun görünen boyutu, tezahürü bir kadro ve liderlik meselesi olduğu kadar, ideoloji, proje, fikir ve refleks üretememe (kültürel şizofreni/mumyalaşma tehlikesi ), kendini çağdaş siyasal dil ve yöntemleri ile ifade edememe (politik iletişim) meselesidir.
Maalesef ki; Türk milli düşünce geleneği soğuk savaş sonrası içeride ve dünya konjonktüründe oluşan dönüşümü “yapı”yı (sosyolojik ve politik anlamda) tahlil ederek, yeni duruma uygun teorik bilgi ve (ideolojik anlam dünyasını oluşturacak) dili, dünyayı, paradigmayı üretememiştir.
Siyasal değişim ve dönüşümleri ekonomi politikten bağımsız sırf “moral ve kültürel değerler” gibi üst yapı kurumları üzerinden okumaya ve anlamaya alışık bir zihinsel arka plan ve pratik için bu girdaptan çıkmak ancak statükoyu mahkûm eden gelenekteki kurucu ilkeleri sıkı bir eleştiriye tabi tutarak tevarüs eden yenilikçi bir sıçrama ile mümkündür. (….) partisi bu yeni dil ve siyaseti inşa etme ve uygulama kararlılığındadır.
3.Teorik Sorunlar Ve Öneriler Bahsi
Tüm medeniyetlerin kurucu temelleri, muhakkak ki bir evren tasavvurundan, varlık, etik, bilgi, insan, siyaset, anlayışından başlayarak, diğer alanlara doğru genişler. Türk kültürünün genel planda özelde Türk milliyetçiliğinin mevcut açıklama modelleri artık bu çağı açıklamaktan ve izahtan varestedir.
Uygarlık tarihindeki büyük gelişim ve dönüşümlerde milletlerin, kendi kültür havzalarının ve dünya kültür mirasının temel metinleri ile kurdukları diyalojik ilişkinin çok önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Bu açıdan her çağın ve o çağı yaşayan milletin kendi çağına ve ihtiyaçlarına özgü okuma ve yorumları yapması son derece önemlidir. Bilimsel, dini ve kültürel metinlerin nihaî ve donmuş bir anlamı yoktur. Bu mirasla kurulacak ilişkinin düzeyi ve derinliği, yaratıcılığı yeni bir medeni hamle için temel referansları oluşturacaktır. Bütün bu okuma ve diyalog, ontolojik, epistemolojik ve etik düzeyde açılımlara imkan vermeli, zaman, mekan, insan, evren, dünya, eşya, siyaset felsefesi anlayışını temellendirebilecek bir kuşatıcılığı olmalıdır. Türkler kendi tarihlerinin son yüz yıllık dilimi öncesinde bu ameliyeyi çok başarılı bir biçimde başarabildikleri için tarihlerinin her döneminde bulundukları coğrafyanın belirleyici aktörleri olagelmişlerdir. Modern dönemde Türk düşüncesi bir kriz halindedir.
Bu büyük fotoğrafa bağlı olarak Türk milliyetçiliği 150 yıllık siyasi tarihinin en ağır krizi ile karşı karşıyadır. Türkiye eksenli kurumsal milliyetçilik algısı özellikle MHP kurumsal geleneğinde fiilen [1969-2015] indirgenmiş durumdadır. Türk milliyetçiliği sırf Türkiye’ye MHP’ye özgü bir mefkûre gibi değerlendiriliyor. Önceki birikimlere eklemlenen ve bütüncül bir kavrayışla meselelere yaklaşan vizyon yoktur.
4.Evrensellikten Yerelliğe Savrulmak
MHP, son 150 yıllık milliyetçi mefkûre tarihinde Türk dünyasının diğer bölgelerindeki milliyetçi birikimden senkronizasyon ve etkileşimini bu denli hiç kaybetmemişti. Bu durum onun üniversallıktan yerelliğe doğru savurmaktadır.
MHP’nin kullandığı literatür-siyasal dil ve tavır, “bireye ve onun özgür tercihlerine dayanması gereken çağımız siyasal ve sosyal düzeninde”, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı insan hakları sorunsalı, hukuk devlet ideali, din-devlet ilişkileri problematiği, çağdaşlaşma, kültürel çoğulculuk ve gerçek bir halk demokrasisi inşa etme, kalkınma-refah, eşitlikçiliği gözeten bilimsel bir eğitim anlayışı var kılma ve mikro etnisitelerin dayattığı şoven politik talepleri deşifre edecek-varlık nedenini ortadan kaldıracak teorik açıklama ve kuşatıcılıktan uzaktır.
“Kesintisiz, amasız ve keşkesiz” bir insan hakları ideali, yurttaş hukuku ve çağdaş demokrasi ile taçlandırılmış, kimsesi olmayanların kimsesi bir cumhuriyet idealini en çok savunması ve temsil etmesi gereken “hukuk devletini, özgürlük ve eşitlik prensiplerini dünyaya armağan etmiş olan” milli düşüncenin devamı politik temsili olan kurumlardır.
“Mükemmellik bile kuru tekrarın ağır yükünü taşıyamaz”. İngiliz filozof Alfred North Whitehead’in bu yargısı, şöyle devam eder:
“Bir ilk kıvılcımın yaratacağı yoğunluğa sahip bir medeniyeti üretebilmek, bilimden daha fazla şeylere ihtiyaç duyar. O hâlde yeni bir mükemmellik arayışı demek olan macera duygusu kaçınılmazdır.” Köhnemiş yapılarla bir yere gidilemez.
Milli birikim, küreselleşme, neoliberalizm, etnik ve dinsel ayrışmalar sürecinde kendi metinlerini dünya deneyimleri ışığında bir eleştiriye tabi tutarak yeniden güncellemekte gecikti.
Kök anlamı bakmak-seyretmek-temaşa etmek olan teori deyimi; felsefe ve bilimde belli bir konunun temel unsurlarını tanımlayarak, sınıflayarak, tutarlı bir biçimde açıklayarak, bütünlüklü bir “yapı” kurmak anlamını kazanmıştır. Teori, dünyayı kuşatmak aklileştirmek açıklamak ve ona egemen olmak amacıyla atılan ağdır. Metodolojik şartlara uymak koşuluyla, her konunun teorileştirilmesi mümkündür. Bu bağlamda teori sorunun genel bir resminin ortaya konması yanında sorunun nasıl ele alınması gerektiğini de ortaya koyar. Hangi sorun alanı olursa olsun, konuya ilişkin bir açıklama hiçbir zaman yetmemiş ilgili alana ilişkin çok sayıda açıklamalar yapılmıştır. Bunun nedeni her araştırmacının öne çıkardığı değer ya da ilkenin farklı olması yanında sorulan sorunların ve yaşanılan dönemin farklılıklarıdır. Bir bakıma sorunlar şartlara bağlı olarak da değiştiğinden her nesil kendi açıklamalarını yapmakla yükümlü ve buna yazgılıdır.
Sorun-teori ilişkisinde önemli bir ayırım da, bir sorunun(sorunsalın) teorileştirilmesiyle teorik sorunlar farklılığıdır. Teorik sorunlar esas itibarıyla değerlerin inanışların kurumların dayandıkları ilkelerle ilgilidir. Bu sorunlara ilişkin temellendirmeler, ister istemez ilkelere dayanmak zorunda olduklarından temellendirmelerde teorik olarak kabul edilmedir.
Böylesi bir yapıda ve sorunlar yumağında ısrar etmek esasen Türk milletinin kötü kaderine razı olunması demektir ve hiçbir surette millilikle bağdaştırılamaz. Türk milleti ile en geniş mutabakatı sağlayacak siyasal dili üretmek gerekiyor. Siyaset, toplumsal sınıfların siyasal taleplerinin bir kompozisyon içerisinde uyumlaştırılarak çözüm için sisteme aktarılması demektir. Sendikaların sivil toplumun ayağına gidilerek çözüm ortağı ve paydaş olarak görüşlerine başvurulmalı, talepleri alınmalıdır.
Eleştirel özgür düşünceyi kurmadan bu yol yürünemez. Etnik siyasal şiddetin sosyolojik tabanı Türkiye’nin geneline teşmil edilecek yurttaş hukuku ve evrensel insan hakları, hukukun üstünlüğü güvencesi ile çözüme kavuşturulacaktır.
Türkiye’nin ekonomik gelişmesinin de en önemli şartı hukukun üstünlüğüne bağlı bir yönetim anlayışını kurmaktır. Müdafaa-yi Hukuk kubbesi altındaki siyasal değerlerin sosyolojik tabanı %60-65 mertebesindedir. Söylem düzeyinde bu değerleri kapsayacak bir yeni siyasal dil ve temsil zarureti ortadadır. Araştırmalar bunu çok net gösteriyor.
Türk milli mefkûresine yapılacak en büyük katkı onu yeni yüzyılda Türk dünyasına ve insanlığa çare olacak şekilde siyasal ve kültürel bir dil olarak inşa etmektir. Türk milliyetçiliğini sırf politik bir hareket olarak sınırlandırmak ona yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Milli, sivil, cemiyetçi, adalet, insan hakları, hukukun üstünlüğü ilkelerini mihver edinmiş, manevi ve metafizik tecrübeye hürmetkâr, akla ve bilime saygılı Türklüğü geçmişe dönük değil geleceğe dönük olarak inşa edecek bir anlayış temel doğrultumuzdur.
Türk kültür ve medeniyeti kök değerler itibarıyla Avrasya eksenindeki 20 milyon kilometrekarelik coğrafyada şekillenmiştir. Varlık, bilgi, değer, insan, zaman ve mekân anlayışı kadim zamanlardan itibaren Batı dünyasından farklı olagelmiştir. Farklı kültür ve bilgi gelenekleri, birbirine eklemlenerek, dönüşerek kendi zihniyet dünyası içerisinde yorumlanarak yeniden üretilerek oluşur. Türklerin tarih içerisindeki en önemli becerisi bu sentez kabiliyetidir.
Türkiye soğuk savaş sonrası dönemde ortaya çıkan bölge ve dünya resmini doğru bir biçimde okuyup yorumlayamamaktadır. Artık stratejik akıl üretememektedir. Bu anlamda yeni bir politik ve askeri stratejiye ihtiyacı aşikârdır. Bunun karşısında biz ancak kendi milli güç unsurlarımızı ve potansiyelimizi etkin bir biçimde planlayarak bu stratejik manevra ve mücadelede yer alabiliriz.
5.Türkiye’den Dünyaya Bakış
Türkiye stratejik perspektifini kendi kültür havzası ekseninde inşa ederek Batı dünyası ile geniş ve etkin bir işbirliği ağı kurabilir. Rusya ile ilişkilerini derinleştirebilir. Atlantik ile de Hazar ve Orta Asya alanında işbirliği yapabilir. Burada kesişen ve çelişen alanları doğru tespit etmek gerekir. Kendi kültür havzasında etkin bir Türkiye Batı ve dünya nezdinde daha saygın bir konuma yükselir.
Türkiye’nin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin soğuk savaş öncesi dönemde savunma ve güvenlik mimarisi ağırlıklı olarak NATO konseptine bağlı olarak şekillenmiştir. Türkiye bütün unsurları ile Batı sistemini içerisindeydi.
Soğuk Savaşın Amerika’nın önderliğindeki Atlantik cephesi tarafından kazanılmasının ardından dünya iki kutuplu bir uluslararası ilişkiler sistemden tek kutuplu Amerika’nın her anlamda hegemonyasına dayanan yeni bir sürece dönüşmüştür. Adeta Amerikan kültür dünyasının da küreselleştiği bir süreci yaşamaktayız. Küresel güç ABD, bu patronajını devam ettirebilmek için yaptığı planlama ve projeksiyonlarda kendisine ve patronajına meydan okuyabilecek güçlere karşı önleyici! tedbirler almaktan kaçınmadığı bilinmektedir. ABD’ye mevcut durumda meydan okuyabilecek güçler Asya kıtasından çıkacağı bellidir. Zira dünya siyasi tarihinde Tunç çağından itibaren dünya hegemonyası bir Asyalı bir Avrupalı güç tarafından münavebeli olarak götürülmüştür. Tarihsel arka plan bunu göstermektedir.
Bu anlamda 2025 yılından itibaren Asya Bloğunun toplam üretimi Atlantik bloğunu geçecektir. Bu yeni bir siyasal sistem örgütlenmesi ve mimarisini icbar eder. Asya bloğundan siyasi askeri ve ekonomik olarak baktığınızda en önemli güç Çin olarak belirmektedir. ABD Çin’in yükselişini engellemek için ucuz, sürekli ve güvenli enerjiye erişimini kontrol altına almak istemektedir. Afrika operasyonlarıyla Çin’in bu yönelimi engellenmiştir. Çin için Yegane alternatif Orta Asya Hazar Havzasıdır. ABD açısından bu alan kontrol edilirse Çin’in alternatif olma özelliği seçenek dışı kalacaktır. Keza AB üzerindeki ABD velayeti süreklilik kazanacak, Rusya Uralların doğusundaki nüfusunun azlığı sebebiyle sınırlandırılabilecektir. En azından stratejik tahayyülü bunu öngörmektedir.
Dünya hakimiyeti yeni yüzyılda da içinde bulunduğumuz coğrafya üzerinden yapılmaktadır.
Elbette ki maksimalist hayalci hedeflere odaklanmadan Türkiye toplam milli güç unsurlarını ciddi bir analize tabi tutarak ortaya yepyeni bir dış politika konsepti ortaya koymak durumundadır. Dış politikanın sağlam temelleri Türkiye’nin Osmanlıdan Cumhuriyet’e devrolan Cumhuriyetin nitelikli bir biçimde donattığı kurumsal hafızada vardır.
Türkiye orta vadede bir bölge gücü olabilmesi için derhal uzun menzilli füze programını, uzay araştırmalarını işbirlikleri ve proje grupları ile başlatmalıdır.
Türkiye’nin Gürcistan ve Azerbaycan’la bir tercihli ticaret bölgesi oluşturması bu anlamda Avrupa Birliği ile bu anlamda müzakere etmesi ve gerçekçi bir niteliğe kavuşturması gerçekçi adımıdır. Küresel gücün bu yüzyıldaki en büyük hedefi Çin’in gelişmesini enerji kaynaklarını ulaşmasını engellemektir. Çin’in hedefindeki en güvenli enerji alanı Sibirya ve Orta Asya Hazar’dır. Askeri kapasite ve tehdit planlaması bu politik esaslara göre düzenlenmelidir.
Ortadoğu’da Araplar arası mücadelelerde taraf olmama, kültürel ve moral, ekonomik işbirliğini geliştirmek doğru bir tercihtir.
Balkanlarda kültürel ve ekonomik ağlar daha da derinleştirilmelidir.
İstihbarat yapılanmasına adam akıllı bir çekidüzen vermelidir. Türkiye’nin teknolojik imkan ve kabiliyeti, ilişkiler ağı kolaylıkla bu konuyu çözer. Bunun için Türkiye’nin yepyeni bir ARGE plantasyonuna, akademisini ihtiyaç vardır. Konuyu vaktiyle bir siyasi partinin talebi üzerine ilkeler düzeyinde projelendirdik.
Askeri eğitime yeniden çekidüzen verilmelidir. Kurmay okullarında eser sahibi, kendine özgü görüş ve düşünceleri olan aydınlardan istifade edilmelidir.
Türkiye savunmasının Balkanlar, Kafkasya, Karadeniz, Hazar, Ortadoğu eksenindeki fay hatları ile ilgili olduğu tarihsel olarak açıktır. Bu alanlar aynı zamanda Türkiye’nin yumuşak güç unsurlarını etkin bir biçimde kullanarak etkinlik üretebileceği alanlardır.
Dünyanın gelecek 50 yıllık tarihi Kafkas, Hazar, Orta Asya hattında şekillenecektir.. Türkiye BU YENİ DURUMU İDRAK ederek çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırmalıdır. Strateji, felsefe, tarih, kültür bilen milli bilim insanlarını bir masada toplayıp bir hâl çaresi perspektif üretmek gerekir.
Burada arz etmeye çalıştığım hususlar genel bir çerçevedir. İşlenmesi alt başlıkların ve konuların çözümlenmesine ihtiyaç vardır. Bugünden yarına hemen masa kapma telaşında olan siyaset esnafına uygun değildir. Bir medeniyet kurucu hamlenin ilk taşlarıdır, birinci basamağıdır.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,77 M - Bugn : 16479

ulkucudunya@ulkucudunya.com