« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Oca

2008

HİCRET'İN İSLÂM TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

Şükrü ÖZBUĞDAY 01 Ocak 1970

Hicret, İslâm tarihinin en önemli olayıdır. Hicret, Müslümanları, müşriklerin zulmünden kurtarmış, İslâm'a yayılma imkânı

sağlamış, böylece İslâm inkılâbının başlanğıcı olmuştur. Bu itibârla olaydan 17 yıl sonra, Hz. Ömer'in halifeliği esnâsında, Hz. Peygamber'in hicret ettiği yılın 1 Muharrem'i olan 16 Temmuz 622 tarihi "Hicri-Kamerî Takvim" için "takvim başı" olarak kabul edilmiştir.

Bilindiği gibi Hz. Peygamber, Mekke şehrinde doğmuştur. Yüce Allah, O'nu burada peygamber olarak görevlendirmiştir.

Görevinin gereği olarak, "(Önce) en yakın akrabalarını uyar." (1) âyet-i kerimesi gereğince, yakınlarından başlamak üzere,

insanları İslâm'a davet etmeye başlamıştır. Kendilerini İslâm'a da'vet ettiği kimseler O'nu, el-Emin = güvenilir kişi olarak

tanıyorlardı. O'nun dürüstlüğü ve ahlâkî üstünlüğü üzerinde ittifak halinde idiler. Kendisinin Allah tarafından gönderilmiş ve

görevlendirilmiş Peygamber olduğunu duyunca, O'na inanmaya ve etrafında toplanmaya başladılar. Müslümanların sayısı

günden güne artıyor ve İslâmiyet hızla yayılıyordu. Ancak Mekke'de Kureyş kabilesinin ileri gelenleri bundan endişe duyuyor, toplum üzerindeki hâkimiyetlerini kaybedeceklerinden korktukları için O'na engel olmaya çalışıyorlardı. Bunun için

Peygamberimize ve O'na inananlara amansız düşman kesilmişlerdi. Müslümanlara zulmediyor, akıl almaz işkenceler

yapıyorlardı. Hz. Peygamber, Mekkelilerin kendisine ve Müslümanlara karşı takındıkları tavır karşısında, hiçbir zaman yılmadı, doğacağına kesinlikle inandığı İslâm güneşine, başka ufuklar aramayı düşündü.

Müşriklerin, tahammülü çok ğüç olan bu zulümleri karşısında, Mekke'de Müslümanlar korunamaz hale gemişlerdi. Bu sebeple

Müslümanların Medine'ye hicret etmeleri kararlaştırılmıştı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) ; "Sizin hicret edeceğiniz yerin iki

kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi..." (2) diyerek, Müslümanların Medine'ye hicretlerine izin verdi.

Böylece Peygamberliğin 13'üncü yılının ilk ayı Muharrem'de (Temmuz 622) Medine'ye hicret başlamış oldu.

Kâbe'ye yapılan senelik hac görevi, Arap yarımadasının bütün noktalarından Arapları Mekke'ye getiriyordu. Hz. Peygamber,

bu sefer, kendisine sığınma imkânı ve peygamberlik vazifesini yerine getirme izni verecek bir kabile bulup, iknâ etmenin yollarını aradı. Birbiri ardınca, yanlarına gittiği onbeş kabilenin temsilcilerinin hepsi de az çok kaba bir şekilde kendisini geri çevirdiler.

Umudunu hiç kaybetmedi, son olarak yarım düzine kadar Medineli ile karşılaştı. Yahudi ve Hristiyanların komşuları olan bu

kişiler, Peygamberler ve ilâhi vahiyler kavramına yabancı değillerdi, üstelik onlar, bu kutsal kitap sahiplerinin, bir Peygamberin, son bir tesellicinin gelmesini beklediklerini de biliyorlardı. O yüzden bu konuda başkalarından önce davranmak fırsatını kaçırmak istemediler, derhal Hz. Muhammed'e inandılar, kendisine Medine'de diğer inananlar bulmaya çalışacakları ve gereken desteği vereceklerine dâir söz verdiler. Ertesi yıl oniki kadar Medineli kendisine bağlılık yemini ettiler ve İslâm'ı öğretecek bir öğretmen-dâvetçi istediler. Bu görevi üzerine alan Mus'ab, bu işte hayli başarılı oldu ve bir sonraki sene Mekke'ye hac sırasında yeni müslüman olmuş, yetmiş üç kişilik bir kafile gönderdi. Bunlar Hz. Peygamberi ve diğer Mekkeli Müslümanları kendi şehirlerine göç etmeye dâvet ettiler, onları koruyacakları ve kendi aile bireyleriymiş gibi bağırlarına basacakları sözü verdiler. Böylece Müslümanların en büyük kısmı gizlice ve küçük gruplar halinde Medine'ye hicret etti, (3) Kısa zamanda, Mekke'li Müslümanların hemen hepsi Medine'ye göç etti. Yanlızca Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ali'yi, Hz. Peygamber Mekke'de alıkoymuştu.

Böylece İslâmiyet Medine'de de yayılmaya başladı. Bu durum Kureyş ileri gelenlerini daha da telâşlandırdı. Medine'nin

kuvvetli bir İslâm merkezi haline gelmesinin aleyhlerine olacağını anladılar. Konuyu tartışmak ve bir hal çâresi bulmak üzere

"Dâru'n - Nedve" denilen yerde toplandılar. Uzun uzun görüştüler ve tartıştılar. Sonunda kendilerine kurtuluş yolunu

göstermekten, dünya ve ahirette mutlu olmaları için çaba harcamaktan başka bir şey yapmayan, Peygamberimiz (s.a.s.)'i

öldürmeye karar verdiler. Kendilerince çok gizli olarak aldıkları bu karar ve plânlarından Kur'an-ı Kerimde şöyle

bahsedilmektedir; "İnkâr edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Allah düzen yapanların en iyisidir." (4)

Müşriklerin bu korkunç plânlarını Cebrâil (a.s.) Peygamberimiz'e haber verdi: "Bu gece, her zaman yatmakta olduğun

yatağında yatmayacaksın, evini terk edeceksin..." dedi. Böylece Hz. Peygamber'e hicret için izin verildi. Peygamberimiz Hz.

Ali'yi çağırdı: "Ben Medine'ye gidiyorum. Sen bu gece benim yatağımda yat, hırkamı üstüne ört. Müşrikler beni yatıyor

sansınlar, onlara bir şey sezdirme. Sabahleyin şu emânetleri sahiplerine ver. Ondan sonra sen de hemen gel" dedi.

Ortalık kararınca, Kureyş'in seçme cânileri evin etrafını sardılar. Sabahleyin evinden çıkarken hep birden saldırıp

öldüreceklerdi. Hz. Ali, Rasûl-i Ekrem'in yatağına yattı. Hz. Peygamber eline bir avuç kum alıp evini çeviren müşriklerin

üzerine saçtı. Saçılan kum taneleri, cânilerden her birine isâbet etmiş, hepsi de derin bir uykuya dalmışlardı. Peygamberimiz

(s.a.s.) "Yâ-sin " Süresi'nin şu anlamdaki âyetini okuyarak aralarından geçip gitti: "Biz onların önlerine ve arkalarına birer

sed çektik, böylece gözlerini perdeledik. Onlar artık elbette görmezler." (5)

Rasûlü Ekrem gece evinden ayrıldıktan sonra Kabe'yi tavaf etti. Sonra doğduğu yerden ayrılış hüznünü ifade eden şu sözleri

söyledi. "Ey Mekke! Sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı ve en bana sevimli yerisin. Eğer çıkmak zorunda

bırakılmasaydım senden ayrılmazdım." (6) Ertesi gün öğle sıcağında Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Allah'ın emriyle beraber

Medine'ye hicret edeceklerini bildirdi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Hz. Ebû Bekir'le birlikte Mekke'den çıkıp, Sevr Dağı'na gelerek oradaki

mağarada saklandılar. Kureyş'in araması bitinceye kadar, üç gün üç gece mağarada kaldılar. Hz. Peygamber'i ve Ebû

Bekir'i arayanlar, iz sürerek nihâyet Sevr'deki mağaranın ağzına kadar geldiler. Ayak sesleri ve konuşmaları içeriden

duyuluyordu. Hz. Ebû Bekir, başını kaldırdığı zaman onların ayaklarını görmüş ve heyecanla: "Ya Resûlâllah, eğilip baksalar,

bizi görecekler" demişti, bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Korkma, Allah'ın yardımı bizimledir. (7) İki yoldaş ki,

üçüncüsü Allah'tır, hiç endişe edilir mi?" buyurdu.(8)

Takipçiler Sevr dağına henüz çıkmadan, bir örümcek mağaranın ağzına ağ örmüş, bir çift beyaz güvercin yuva yapıp yumurt-

lamıştı. Bu durumda Kureyşliler, mağaranın içine bakmanın ahmaklık olacağını düşünerek bırakıp gittiler.

Resûlüllah'a ilk vahiy Hîra (Nûr) dağındaki mağarada gelmişti. Hiradaki mağara ile Serv'deki mağara arasında geçen müddet,

Hz.Peygamberin, Peygamberlik hayatının Mekke devrini teşkil etmişti. Sevr dağındaki mağaradan başlayan hicret ise, Mekke

devrinin sonu, Medine devrinin başlanğıcı olmuştur.(9) Hicret yolculuğunda Peygamberimiz, iki önemli takiple karşılaştı.

Müdliçoğullarından Surâka, Kureyş'in ilân ettiği mükâfatı ele geçirmek hevesiyle, kendi bölgelerinden geçmiş olan hicret

kafilesini tâkibe koyuldu. Atını dörtnala sürerek Resûlûllah'a ve arkadaşlarına yaklaştığı sırada atı sürçüp kapaklandı. Kendisi

de yere yuvarlandı. Yeniden atına binip koşturdu. Tam yaklaştığı sırada atının ön ayakları kuma saplandığı için, yine düştü. Atını

zorlukla kurtardı. Surâka'nın morali iyice bozulmuştu. Hz. Peygamber'den özür diledi. Yazılı bir emanname alarak geri döndü, diğer takipçileri de "ben aradım, boşuna yorulmayın, bu tarafta yok" diyerek geri çevirdi.

Eslemoğullarından Büreyde de, Kureyş'in ilân ettiği mükâfatı alabilmek için Resûlüllah'ı tâkibe başlamıştı. Fakat ilk görüşte

yanındakilerle birlikte müslüman oldu. Daha sonra başındaki beyaz sarığı çözerek mızrağının ucuna bağladı; "sizin gibi şanlı bir

kafile bayraksız gitmez. İzin verirseniz ilk alemdârınız olayım" diyerek tâ Kubâ Köyü'ne kadar bu şanlı Kâfileye bayraktarlık

yaptı.

Hz. Peygamber'in yola çıktığı Medine'de duyulmuştu. Bu yüzden Medineliler, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'i karşılamak üzere her

sabah şehir dışına çıkıp bekliyorlardı. 12 Rabîulevvel Pazartesi günü yine öğleye kadar beklemişler, sıcak bastırınca ümitlerini

kesip dönmüşlerdi. Bu esnâda bir iş için evinin çatısına çıkan bir Yahûdi, bir kafilenin uzaktan gelmekte olduğunu gördü ve

yüksek sesle:

"İşte günlerdir yolunu beklediğiniz devletli geliyor "diye haykırdı. Medineliler, bir bayram sevinci içinde yollara döküldüler.

Hz. Peygamberi Medine'ye yaya yürüyüşle 1 saat uzaklıkta Kubâ köyünde karşıladılar. Peygamberimiz burada, Amr b. Avf

oğulları'nda 14 gece misâfir kaldı. Bu esnâda Kur'an-ı Kerim'de "takvâ üzere yapıldığı" bildirilen Kubâ Mescidini binâ etti

ve burada namaz kıldı. (10)

Hz. Peygamber'den 3 gün sonra tek başına yola çıkmış olan Hz. Ali de gündüzleri gizlenip, geceleri yürüyerek, Kubâ'da iken

kafileye yetişti.

14 gün sonra, bir Cuma günü Peygamberimiz devesine bindi. Karşılamağa gelenlerle muhteşem bir alay içinde Medine'ye

hareket etti. Yolda "Sâlim b. Avfoğulları"na ait "Rânûna Vâdisi"nde öğle vakti oldu. Hz. Peygamber, burada arka arkaya iki hutbe okuyarak ilk cuma namazını kıldırdı. Bu ilk cuma hutbesinde, Sevgili Peygamberimiz, İslâm'ın bazı temel prensiplerine temas ettiği için, burada nakletmeyi faydalı görüyorum; Rasûl-i Ekrem, birinci hutbeye Allah'a hamd ve senâ ederek başladı ve şöyle devam etti:

"Ey insanlar, ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz, fırsat elde iken iyi işlere koşunuz. Allah'ı çok anmak, gizli ve âşikar çok

sadaka vermek suretiyle O'nunla aranızdaki bağı kuvvetlendiriniz. Böyle yaparsanız, rızıklandırılır, yardım görürsünüz,

kaçırdıklarınızı tekrar elde edersiniz."

Biliniz ki, Cenâb-ı Hak, içinde bulunduğum yılın bu ayında, bugün şu bulunduğum yerde cuma namazını kıyâmete kadar,

üzerinize farz kıldı. Hayâtımda veya benden sonra -âdil veya zâlim- bir imamı olduğu halde önemsiz gördüğü veya inkâr ettiği

için, kim bu namazı terkederse, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin ve hiçbir işine hayır vermesin. Biliniz ki, böylesini,

tevbe etmedikçe, ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de herhangi bir iyiliği Allah katında bir değer taşır. Ancak, kim

tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder. (11)

Ey insanlar, âhiret için azık hazırlayıp önceden gönderin. Hepiniz ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Rabbiniz

-arada tercüman veya perdedâr olmaksızın- bizzat:

-Sana benim peygamberim gelip haber vermedi mi? Ben sana mal vermiş, ihsanda bulunmuştum. Sen bunlardan âhiretin için ne

gönderdin, diye soracaktır. O kimse sağına, soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak, orada

cehennem'i görecek. Öyleyse yarım hurma ile de olsa, kendini ateşten korumaya gücü yeten, bunu yapsın. Buna gücü

yetmeyen, bâri güzel sözle kendini kurtarsın. Çünkü bir iyiliğe 10'dan 700 katına kadar sevap verilir. Allah'ın selâm ve

rahmeti üzerinize olsun".

Hz. Peygamber, birinci hutbeyi böylece bitirdikten sonra, ikinci hutbede de şunları söylemiştir:

"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, ondan yardım dileriz. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü işlerimizden Allah'a

sığınırız. Allah'ın hidâyet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola koyamaz.

Allah'tan başka ilâh olmadığına şahâdet ederim. O birdir, eşi, ortağı ve benzeri yoktur. Sözlerin en güzeli, Allah Kitabı

(Kur'an-ı Kerim) dir. Allah'ın, kalbini Kur'an ile süslediği, küfürden sonra İslâm'a soktuğu, Kur'an-ı, diğer sözlere tercih

eden kimse felâh bulup kurtulmuştur.

Allah'ın sevdiğini seviniz. Allah'ı bütün kalbinizle (can ve gönülden) seviniz. Allah kelâmı Kur'an'dan ve zikrinden

usanmayınız. Allah'ın kelâmına karşı kalbiniz katılaşmasın.

Yalnız Allah'a kulluk edip, ibâdetinizde Ona hiçbir şeyi ortak yapmayınız. Ondan hakkıyla sakınınız. Yaptığınız iyi şeyleri

dilinizle doğrulayınız. Aranızda Allah'ın rahmet ve merhametiyle sevişiniz. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun"(12)

Cuma namazından sonra Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine'ye hareket etti. Medine, tarihinin en önemli gününü yaşıyordu. Halk,

bayram sevinci içinde, Kubâ'dan itibâren yolu, iki taraflı doldurmuştu. Rasûl-i Ekrem'in anne tarafından akrabası olan

Neccâroğulları, O'nu karşılamaya gelmişlerdi. Ensâr'ın ileri gelenleri O'na yaklaşarak:Ey Allah'ın Resûlü! İşte evlerimiz, işte

mallarımız, işte canlarımız emrinize hazır" dediler. Peygamberimiz, onları taltif ve gönüllerini hoş ederek yoluna devam etti. Tam şehre gireceği sırada kalabalık o dereceyi bulmuştu ki kadınlar, damların üzerine çıkarak şöyle şiir söylüyorlardı:

"Veda tepesinin sırtlarından ay doğdu üstümüze,

Allah'a davet eden bulundukça şükretmek vacip oldu bize."

Küçük kızlar def çalarak şenlik yapıyorlar ve şu şarkıyı terennüm ediyorlardı:

"Biz Neccâr oğullarının kızlarıyız,

Ne mutlu bize Muhammed'in komşularıyız."(13)

Medine halkı, Resûlüllah (s.a.s.)'in gelişinden duyduğu sevinci, hiçbir şeyden duymamıştı. Herkes Peygamber Efendimizi, kendi

evinde misafir etmek istiyor, "Ey Allah'ın Rasûlü, bize buyurunuz..." diyerek deveyi durdurmak istiyorlardı. Hz. Peygamber ise, kimseyi gücendirmemek için devesini serbest bırakmıştı.

"Siz deveyi kendi haline bırakınız. O memurdur, emrolunduğu yere gider" diyerek dâvet edenlerden izin istiyordu. Nihâyet

deve, halen "Mescidü'n-Nebi"nin bulunduğu boş arsada çöktü, Rasûlüllah (s.a.s.) inmedi. Deve kalkarak birkaç adım

gittikten sonra geri dönüp ilk çöktüğü yere yeniden çöktü, bir daha kalkmadı. Hz. Peygamber, devenin üzerinden inerek:

"Akrabamızdan en yakın kimin evi?" diyerek etrafındakilere sordu. Hâlid b. Zeyd:

"İşte evim, işte kapısı, buyurunuz Yâ Rasûlâllah..." diyerek, Rasûl-i Ekrem'i dâvet etti. Peygamber Efendimiz böylece Hz.

Halid'in misafiri oldu. Bu misâfirlik, "Mescidü'n-Nebi" nin inşaatı tamamlanıncaya kadar yedi ay devam etti.

Rasûlüllahın hicreti Peygamberliğin 13'üncü yılında, 12 Rabiulevvel de olmuştur. Bu tarih, aynı zamanda Peygamber

Efendimizin 53'üncü doğum yıldönümüdür.

Hicretle, 23 yıl süren peygamberlik devrinin 13 yıllık "Mekke Devri" sona ermiş, 10 yıllık "Medine Devri" başlamıştır.(14)

Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine'ye geldiklerinde, burada yaşayan yabancılarla, dayanışma temeli üzerine bir antlaşma

imzalamıştı. Bu antlaşma, İslâm Dininin Müslüman olmayan topluluklarla barış içinde yaşamaya ve onlarla dâima iyi ilişkiler

içinde olmaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Yine Sevgili Peygamberimiz, Mekke'den gelen göçmenlerle Medine'li

Müslümanlar, yani "Muhacirler" ile "Ensar" arasında kardeşlik kurmuştu. Bu kardeşlik esasına göre, Medine'li

Müslümanlar mallarının yarısını göçmen kardeşlerine vermişlerdi ki, tarihte bu dayanışma ve yardımlaşmanın bir benzerini daha

göstermek mümkün değildir. Böylece, Medine şehrinde ilk İslâm topluluğu, kardeşlik ve dayanışma temelleri üzerine oluşmaya

başlamıştır.

Böylece Hicret, ilk Müslümanların, sıkıntılı günlerden kurtulmalarına ve kardeşlik esası üzerine kurulan toplum hayatına

kavuşmalarına vesile olmuştur.

Ayrıca İslâmiyet, Mekke şehri hudutları dışına Hicret'le taşmış ve bu güneş, dünyaya Medine ufuklarından yayılmıştır.

Yazımı "HİCRET" başlıklı aşağıdaki şiirle bitirmek istiyorum:



HİCRET



Mekke'yle Medine arası yollar;

Çizik çizik, hasret arası yollar.

Vardığı her nokta yine başlangıç;

Gitgide Allah'a varası yollar.

Mekke'yle Medine arası yollar.



Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin,

Yalnız iki çift nurdan güvercin.

Bunlar iki dostun ayakları ki,

Yolları göklere bağlayan perçin.

Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin.



Hicret, yurtdışında aranan destek

Dâvâ sahibine öz yurdu köstek;

Merkezi dışardan sarmaktır murad,

Merkezi çevreden fethidir istek.

Hicret, yurtdışında aranan destek.



İnsan kaçar, ufuk kaçar beraber,

Ufukta, varılmaz gâyeden haber.

O ki, eteğinde, ufuk ve gâye,

O ki, Gaye -İnsan, Ufuk- Peygamber.

İnsan koşar, ufuk kaçar beraber.





Ayakta, Medine Müslümanları,

İslâm'ın "Yardımcısı" kahramanları...

Rasûller Rasûlü uğruna fedâ

Malları, canları, hânümanları...

Ayakta, Medine Müslümanları. (15)





1- Şuarâ, 214.

2- El-Buhârî, 4/255; Tecrid-i Sarih ter

cemesi, 10/86.

3- Prof. Dr. Muhammed Hamidullah;

İslâm'a Giriş, Çev. Cemal Aydın,

T.D.V.Yayınları, Ankara 1996, s,

13,14.

4- Enfâl, 30.

5- Yâ-Sîn, 9.

6- İbn-i Mâce 2/1037 (Hadis no:

3108);

Tirmizi, 5/722 (Hadis No: 3925)

7- Tevbe, 40.

8- El-Buhâri; 4/263; Tecrid-i Sarih ter

cemesi, 10/119 (Hadis No: 1557)

9- İrfan YÜCEL, Peygamberimizin Ha

yatı, D.İ.B. Yayınları, Ankara 1998

s:88-94.

10- Tevbe, 108.

11- İbn-i Mâce, Sünen, C. 1, S.

343. (Hadis No: 1081)

12- İbn-i Hişâm, 2/147.

13- Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saâdet, Terc.

Ö. Rıza Doğrul, İst. 1973, C. 1, s.

203.

14- YÜCEL, a.g.e, 98, 99, 100.

15- Necip Fâzıl KISAKÜREK



Kaynak: Diyanet dergisi, Sayı 103, 1999


M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,00 M - Bugn : 26800

ulkucudunya@ulkucudunya.com