« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Eki

2015

Kerbela: Müslüman'ın Müslüman'a zulmü!

Ali Bulaç 01 Ocak 1970

“Cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin” ve maiyetindeki 71 yakınının şehit edildiği Kerbela, “kerb-u bela”dır: Kahır, üzüntü ve acının; musibet ve imtihanın yaşandığı çöl!

Bu öylesine büyük bir kahır ve musibet ki, 1.334 yıldır kapanmayan bir yara olarak Müslüman dünyanın yüreğinde kanıyor.

Kur'an-ı Kerim ve Sahih Sünnet'in bize İslam'ın şiarları olarak gösterdikleri menasik ve semboller var; bir de tarih içinde teşekkül eden şiarlar var, mesela minare gibi. Şehadeti dolayısıyla Hz. Hüseyin de acılı tarihimizin şiarlarından biridir. Hüseyin Ehl-i Beyt'in, Ehl-i Beyt de İslam'ın şiarlarından biridir. Ehl-i Beyt'i sevmek imandandır; Ehl-i Beyt'i seven Hz. Peygamber'i sevmiş, onlara buğzeden ona buğzetmiş olur. Efendimiz (s.a.) “Size iki emanet bırakıyorum, biri Allah'ın kitabı Kur'an, diğeri ıtretim.” (Tirmizi, Menakib, 31; Müsned, III, 17.) buyurmuştur. “Itretim” dediği evinin güzel kokusu, nesli! Bu ikisi Kevser havuzu üzerinden Efendimiz'e dönünceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Sonra şu uyarıda bulunmuştur: “Benden sonra onlara nasıl davranacaksınız!”

Ehl-i Sünnet, hadisteki “Ehl-i Beyt”i “sünnet” olarak anladı. Şüphesiz doğrudur. Zira soy ve neseb davasını ayaklar altına alan, hanedan yönetimlerini ve sahte kutsallıkların tecessüm ettiği monarşileri hükümsüz kılan Hz. Peygamber, Kur'an mesajının ete kemiğe bürünmüş formu olan sahih sünnetin ancak Ehl-i Beyt'in sözlerinde ve hayat pratiklerinde en doğru biçimde tezahür edeceğini bize söylemiştir. Efendimiz'in “abası altına aldığı Ehl-i Beyt”in davası soy-sop, saltanat, şah ve padişahlık davası değildi, onların davası sahih iman, salih amel, ahlak, özgürlük, adalet, hukuk ve birlik davasıydı.

Yazık ki, eski kabile davası illetinden bir türlü kurtulamayan Beni Ümeyye zorbaları –hepsi değil- bu emanete ihanet ettiler; Efendimiz'in Itreti'nin kökünü kazımak isterken hakikatte İslamiyet'e büyük darbe indirdiler. Hz. Ali “Takva olmasaydı (levla'ttuka!)” diyordu, onlar çoktan cahiliye Araplarının “kabile asabiyeti” ile Servilyanus'un onlara empoze ettiği Bizans monarşisinin izdivacından mütevellid bir davanın peşine düşmüşlerdi ki, Yezid için biat almaya giden Mervan bin Hakem'in yüzüne Abdurrahman bin Ebi Bekr şöyle diyordu: “Muaviye ve sen, yalan söylüyorsunuz. Bu hareket ümmetin iyiliği için değildir. Hilafet açıkça Kayzer'in yönetimine dönüştürülmektedir.”

72 masum ve savunmasız insanın çölde susuz ve aç bırakılıp katledildiği Kerbela'nın bunca derin yara açmasının sebepleri var:

İlki, şehit edilenlerin tamamı Ehl-i Beyt'tendir ki, onların bebeklerine bile merhamet gösterilmedi.

İkincisi, bir yandan hayli kalabalık ve iyi donatılmış bir ordu, diğer yandan çoluk çocuktan müteşekkil 72 kişi. Hangi sebep ve gerekçe ile olursa olsun, savaşın meşruiyetini gölgeleyen faktör orantısızlıktır. Kerbela'da bu orantısız güç kullanımı zirve yapmıştı.

Üçüncüsü hepsinden ağırdı. Çünkü eğer Arap yarımadasında hâlâ varlıklarını koruyan putperest müşrikler, Sasani Mecusileri, Babil veya Hind Sabiileri ya da Bizans Hıristiyanları bu zulmü işleseydi yine de yara bu kadar derin açılmazdı. Gel gör ki Ehl-i Beyt'in evladını öldürenler Müslüman'dı, Müslüman olduklarını iddia ediyorlardı.

Bugün de Müslümanlar birbirlerine zulmediyor. Tabii ki temel ayrışma Hz. Ali-Muaviye, Hz. Hüseyin-Yezid ayrışmasıdır. Arada öyle kalabalıklar var ki, Kufe'ye giderken Hz. Hüseyin'e şair Ferazdak'ın söyledikleri sınıfındandırlar.” “Hüseyin, Kufelilere güvenme, onların kalpleri seninle ama kılıçları sana karşıdır.” Ve öyleleri var ki, onlar her daim “Hüseyin için ağlar ama Yezid'le iş tutarlar.”

Yezid'in ordusunda kaç münafık ve “merhametli gitmeyin” diye zulmü alevlendiren merhametsiz vardı, bilmiyoruz. Bildiğimiz şey bu yara asırlardır kanıyor. Bu yara kapanmaz ama bir gün Hz. Ali ve Hz. Hüseyin davası kazanırsa kabuk bağlar, kahır ve musibet biraz diner.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,21 M - Bugn : 1185

ulkucudunya@ulkucudunya.com