« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Kas

2007

NAMIK KEMAL / Mehtap ŞAHİN

01 Ocak 1970

HAYATI



Namık Kemal 21 Aralık 1840’ta Tekirdağ’da doğdu. Babası Müneccimbaşı Mustafa Asım Bey, annesi Fatma Zehra Hanım’dır. Annesini pek küçük yaşta kaybettiği için, çocukluğunu anne tarafından dedesi olan ve valilik görevlerinde bulunan Abdüllâtif Paşa’nın yanında geçirdi. İlk öğrenimini İstanbul’da yaptıktan sonra, özel dersler almaya başladı. Dedesi ile birlikte, Kars ve Sofya’da bulundu. 1857’de, İstanbul’a döndü. Özel olarak tamamıyla klasik bir edebiyat öğrenimi görmüş olan Kemal’in yazdığı şiirlerin sayısı da, bu sırada, oldukça kabarıktı.

Batı dünyasıyla henüz hiçbir teması olmadığı için eski edebiyatı devam ettirenlerin çevresine girdi ve Leskofçalı Galip Bey’le çok yakın bir dostluk kurdu. 1861’de, aynı şairin şefliğinde kurulmuş olan Encümen-i şuarâ adlı özel bir şairler topluluğunda da yer aldı.

Aynı yıllarda Terceme Odasına girdi. Bu devlet dairesinde, Batı’yı tanıyan fen ve terakki hayranı kimseleri tanımak fırsatını buldu. Namık Kemal, bu hazırlıklardan sonra, Batı fikirlerinin öncüsü olan Şinasi’yle tanıştı. Şinasi’den ömrü boyunca benimsediği fikirler edindi ama bu aldığı fikir ve mantığı kendi mizacından geçirerek bir heyecan fırtınası haline soktu. Bu tanışmadan sonra eski edebiyat çevresiyle ilgisini keserek Tasvîr-i Efkâr’da yazmaya başlayan Namık Kemal, asıl mücadele sahası olan gazeteciliğe ayak basmış oluyordu. 1865’te Şinasi Paris’e gidince, gazeteyi tek başına çıkarmaya devam etti. Şinasi Tasvir-i Efkâr-ı Kemal’e bırakınca, gazetenin temkinli ve sakin havası birdenbire değişti. Hükümetin politikası aleyhine yazdığı yazılar gözden kaçmıyordu. Nitekim “Şark meselesi” ni heyecanla ele alması yüzünden Tasvir-i Efkâr kapatıldı ve Namık Kemal, Erzurum Vali Muavinliğine tâyin oldu.

Aynı tarihte, Ali Suavi ve Ziya Paşa’nın da bulunduğu Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin kurucuları arasına da girdi. Yazı ve eserlerinde ileri sürdükleri amaç: bir anayasa yapılamasını sağlamak, Millet Meclisini kurmak, kısacası Meşrutiyet idaresini getirmekti.

1867 mayısında, cemiyetin hükümetçe haber alınması üzerine, Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşa’nın desteğini de alarak arkadaşlarıyla Paris’e kaçtılar.Burada Muhbir, kısa süre sonra da Londra’ya geçerek, orada Ziya Paşa ile birlikte Hürriyet gazetesini çıkardı (1868) ve siyasî muhalefetine devam etti.

Sonraları bir takım fikir ve mizaç ayrılıkları ile bütün arkadaşlarından ayrılan Namık Kemal İstanbul’a dönüşünde takip edilmeyeceğine dair Ali Paşa’nın yakınından teminat alıp 1870’te, Sadrazam Alî Paşa ile barışıp İstanbul’a döndü. Onun ölümünden sonra, İbret gazetesini çıkararak (1872), tekrar muhalefete başladı. Bu sırada iktidarda kötü bir sadrazam, Mahmut Nedim Paşa bulunuyordu. Onun bilhassa Rusya’yı destekleyici davranışları İbretçileri kudurtuyor ve sert bir muhalefete sevk ediyordu. Bu yüzden İbret kapatıldı ve Kemal Gelibolu mutasarrıflığına yollandı.

1873’te ilk piyesi Vatan Yahut Silistre’nin oynaması üzerine, Kıbrısta Mağosa kalesine hapsedildi. Otuz sekiz ay süren bu kalebendlik hayatı, onun edebî çalışmalarının en verimli zamanıdır. Diğer beş piyesiyle birlikte, ilk romanını (intibâh) ve bazı tenkid eserlerini de bu sırada yazdı. 1876’da, V. Murat’ın tahta çıkması üzerine, serbest bırakılarak İstanbul’a döndü.

II Abdülhamit’in ilk zamanlarında, Ziya Paşa ile birlikte, Kanun-ı Esasî encümeni (ilk Türk Anayasa’sını hazırlayan komisyon) nde çalıştı. Fakat padişahın aleyhinde bulunduğu yolundaki bir ihbarla, tevkif ve muhâkeme edildi. (1877).Beraat etti ise de, İstanbul’da bırakılmayarak, aynı yıl, Midilli adasında önce ikamete memur ve sonra da oraya mutasarrıf tayin edildi. Rum ahalinin şikâyetleri üzerine Rodos’a (1884), oradan da Sakız’a (1887) nakledildi ve 2 Aralık 1888’de orada öldü. Mezarı Bolayır’dadır.



KİŞİLİĞİ



El attığı her konu ve her temayı, bir elektrik akımı geçirircesine alevlendirmiş hem yakıcı hem de sirayet edici bir hale koymuştur.

Namık Kemal fikirlerini yaşamış, ülkülerinin kahır ve çilesini çekmiş adamdır.

Edebiyatımız, zulme ve keyfî idareye karşı heybetle baş kaldıran ilk örneği onda görmüş ve o ölçüde bir hürriyet kahramanını sonradan görememiştir.

Tevekkül ve durgunluğu silkip atan, geleceğe doğru sert adımlarla yürüyen, iyimser ve dürüst bir insan tipini eserleri ve hayatıyla getirmeye çalışan Kemal, bunu başarmıştır. Ona göre ülküsü olmayan kişi hayvandan farksızdır.

Bütün hayatını dolduran ve kendisine bir an rahat yüzü göstermeyen mücadelesine elinden geldiği kadar, şahsî hırslarını ve asla menfaat güdülerini katmamıştır. Yüz yıldan beri efsaneleşen Namık Kemal ismi karşısında nesiller hâlâ göğüslerini düğmelemek lüzumunu duyuyorlarsa, bu, ücadelesinin şahsî değil, millî oluşundandır.

Sanatkâr olmaktan çok, bir hareket adamı olan Namık Kemal herşeyden önce gazeteci ve politikacıdır. Her eserini ayrı bir heyecan anında yazmış ve, her eseri ile aynı temel gayeye hizmet etmek istemiştir.





FİKİRLERİ



Kemal’in bütün yazıları: gelişim, yurtseverlik, hürriyet, meşrutiyet, siyasi bağımsızlık, Osmanlıcılık, İslamcılık, maarif, iktisat, kahramanlık konuları etrafında döner. Bunlar felesefi değil sosyal fikirlerdir. Hepsi de toplumdaki aksaklıkları gidermek için bulunmuş çözüm tarzlarıdır.

Namık Kemal, bu fikirlerini temelden ve ilk yetişme çağında değil, ömrü boyunca edinmiştir. Çoğunu ilk makalelerinde kullanmış sonra (şiiri de dahil olmak üzere) sanat eserlerine geçmiştir. Savunduğu her düşüncede can ve başla ısrar etmiştir. Her fikrini temsil eden kahramanları, roman ve piyeslerinde yaşatmıştır.

Kemal eline kılıç almadığı halde bazı büyük kumandanlar gibi kat’î netîceli bir mücadele kazanmıştır. Bu netîce Türk vatanının ve Türk istiklâlinin dâhilî ve hâricî düşmanlarına karşı, vatan, millet ve hürriyet sevgisiyle beslenmiş bir milletin, bütün kayıplarına rağmen edebiyat yoluyla bir millî şuûr kazanması hâdisesidir.



VATAN FİKRİ



Namık Kemal’e göre vatan, sâdece üzerinde doğulan ve yaşanılan yer değildir: Vatan, kendi çocukları olan insanlar arasında dil birliği, menfaat birliği, fikir ve sevgi kardeşliği yaratan, mukaddes bir topraktır ki her taşı için bir can verilmiş; her avuç toprağı bir ecdad vücûdundan yâdigâr kalmıştır.

Kemal’de iki türlü vatan anlayışı görülür:

1-Din ve soy farkı olmaksızın, bütün Osmanlı ülkeleri…

2-Bütün Müslümanların yaşadığı vatan.

Kemal’e göre: Osmanlı vatanını kurtarmak ve feda olurcasına savunmak İslam

vatanını ise bir ülkü olarak gönülde yaşatmak gerekir.













HÜRRİYET FİKRİ



Rousseau ve diğer Fransız ihtilalcileri gibi Kemal de “İnsanın doğuştan hür “olduğuna inanır. Ona göre ”Zulüm ve adaletsizlik yapılarak hürriyet fikri insanlıktan kaldırılamaz”.

Namık Kemal hürriyet duygusuyla öylesine coşkundur ki hürriyet, meşrutiyet hatta cumhuriyet rejimlerinin o devir Türkiyesi bakımından akla gelebilecek mahzurlarını, muhtelif makalelerinde müzakere ve münakaşa ettiği halde yine neticeye çabuk varmak fikrinden vazgeçmemiş, hiç olmazsa bu fikirleri sert bir şekilde ve erken bir zamanda söylemekten kendini almamıştır.



MEŞRUTİYET FİKRİ



Namık Kemal’e göre; kişiler, toplum haline geçerken aralarında huzur ve düzeni sağlamak için bir sözleşme yapmışlardır. Bundan devlet doğmuştur. Şu halde devlet, fertlerin temel hak ve hürriyetlerine dokunamaz. Tersine, onları korumakla yükümlüdür.



SİYASİ BAĞIMSIZLIK FİKRİ



Çağındaki Osmanlı siyasetine büyük devletlerin sık sık karışması Namık Kemal’i çileden çıkarmış ve devletin milli çıkarlarımıza uygun bir siyaset gütmesi için heyecanlı makaleler yazmıştır.



OSMANLICILIK FİKRİ



Namık Kemal’e göre: Osmanlı (Türk) bayrağı altında yaşayanların hepsi tek bir millettir. Irk, din, dil, ayrılıkları bu birleşmeye engel olamaz. Aynı vatanda, ortak menfaatler içinde eşit haklarla yaşayan insanlar, bir millet teşkil ederler.



İSLAMCILIK FİKRİ



Bu fikir, hem bir ülkü hem de siyasi amaçtır. Bir yandan İslam milletleri arasında maddi manevi kültür bağları, öte yandan sömürgeci Avrupa’ya karşı bir İslam direnmesi kurmak emelini güder. Namık Kemal, bu İslam birliğine, Osmanlıların önderlik etmesini istemektedir.





Bunların haricinde şairin iktisat, maarif, milli lisan anlayışı, yeni edebiyat taraftarlığı gibi konular üzerine de yazıları ve fikirleri bulunmaktadır.



NAMIK KEMAL VE TİYATRO



Namık Kemal, tiyatronun modern bir tiyatro haline gelmesi için büyük çaba harcamıştır. Avrupa’ya kaçana kadar yalnız şiir ve politika ile uğraşan Kemal, döndükten sonra tiyatro ile de yakından ilgilenmeye başladı. Bunun için oynanmak üzere piyesler yazmaktan da geri durmamıştır.

Kemal ancak Avrupa’ya kaçtıktan sonra ciddi sahne eserlerinin seyircisi olabildi ve tiyatronun gerçek değerini kısa zamanda kavrayabildi. Orada tiyatro sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda, seyircilerin kültür seviyesini yükselten, ciddi bir olaydı. Tiyatronun bu yönü, Kemal’i hayran bıraktı. Her gün binlerce insana hitap eden bu müesseseler adeta birer okuldu. Edebi çalışmalarında Tanzimat’ın sosyal prensiplerine bağlı bulunan Kemal’in, tiyatroyu da bu yönden görmesi kadar tabii bir şey olamaz.

Ona göre ciddi bir tiyatro eseri, seçkin bir topluluğa belli düşünceleri aşılamak için, en ‘faydalı eğlence’ idi. Bu eğlence fikrine rağmen Namık Kemal’in tiyatrosu bir dava tiyatrosudur. O eserlerinde vatanperverlik, İslam ittihadı, insan hakları gibi inandığı belli başlı şeylerle cemiyetimizin kalkınması için lüzumlu gördüğü fikirlerini veya geleneklere karşı tenkitlerini tek bir nutkun birkaç ağza taksimi denebilecek tarzda söyler.

Bu itibarla piyeslerin şahıslarını Kemal’in fikirlerine ve onların antitezlerine indirmek mümkündür. Buna rağmen bu piyesler dış manzarasıyla epeyce değişiklik gösterirler. Hemen hemen hiçbiri öbürünün mevzusunu tekrarlamadığı gibi bir kısma da ancak dolayısıyla ideolojiktir. “Vatan Yahut Silistre” muhasara altında bulunan bir kalenin fedakarlıklarla kurtuluşudur. “Zavallı çocuk” kişisel mutluluk meselesini konu edinen bir eserdir. “Gülnihal”in konusu, XVIII. asır sonu veya XIX. asır başında yarı feodal bir Rumeli şehrinde geçen zulme karşı bir isyan vaka’sıdır. “Âkif Bey” ise sadece bir karakterin etrafında döner, öyle ki piyesin Kemal’in vatan ve millet sevgisini aksettiren kısımları vaka’ya eklenmiş hissini bırakır. “Celal”, vazife uğrunda yapılan mücadeleleri anlatır. Ne zaman yazıldığı bilinmeyen “Karabela” ise bir tutku, ihtiras dramıdır. Gizli ve açıkça telkin ettiği fikirlerin daima ağır basmasına rağmen Kemal bu piyeslerinde aşk ve ihtirasa çok geniş bir yer ayırmış, onu türlü görünüşlerde vermeye çalışmıştır.

Kemal’in tiyatroda sevdiği şairler Shakspeare, Hugo ve Corneille’dir. O Fransız Klasiklerini aralarında mukayese yapacak kadar tanımakla beraber romantik dramı tercih ediyordu. Bu itibarla zaman, mekan ve mevzu birliklerinin ve klasik tiyatronun örgüsünde esas olan ifade seçkinliğinin aleyhinde idi. Fakat hiçbir zaman Shakspeare tiyatrosunun sahne şeklini de kabul etmemiştir. O Fransız dramının romantiklerde beş, daha yenilerinde beşle üç perde arasında değişen bölünüşünü, yani hareketin muayyen zaman ve yerlere bağlanmasını benimsemiştir ki modern tiyatronun genellikle kullandığı teknik de budur.

Oyunların çoğu, bugün teknik yönünden kusurlu görülebilir. Dili, oldukça sade olmakla birlikte, konuşma dilinin rahatlığına ulaşamamıştır. Söyleşmeler daha çok hitabete ve nutka kaçmaktadır. Olay düzeni karışıktır. Fakat, o eserlerde bugün bile, Namık Kemal’in samimi, saf ülküsünün sıcaklığı hissedilir.



NAMIK KEMAL’İN TİYATROYA DAİR SÖZLERİ



? Bir milletin güzel söyleyiş kudreti, edebiyatında; edebiyatın da en canlı ifadesi, tiyatrosunda belli olur.

? Diğer edebi türlere bisbetle tiyatro, resme nisbetle canlı varlık gibidir.

? Tiyatro eğlencelidir. Fakat eğlencelerin en faydalısıdır

? Tiyatro, meram anlatmada hem göze hem kulağa hitab ettiği için tesirini iki vasıta ile birden gösterir.

? Tiyatro, fikrin hayalatına vicdan, vicdanın ulviyetine can, canın hissiyatına lisan verir.

? Tiyatro aşka benzer. İnsanı hazin hazin ağlatır. Fakat verdiği şiddetli tesirlerde bir başka lezzet bulunur.

? Batı memleketlerinde tiyatro edebiyat türlerinin hepsinden üstün sayılır.

? Avrupa’da en büyük ediplerin en güzel eserleri tiyatrolardır.





TİYATROLARI



? Vatan Yahut Silistre

? Gülnihal

? Zavallı Çocuk

? Âkif Bey

? Celaleddin Harzemşah

? Kara Bela





ÂKİF BEY



Âkif Bey Kemal’in Magosa’ya giderken tasarladığı, hatta Magosa’da önce bir zindana konulduğu gece, tasarlamaya devam ettiği, 5 perdelik bir faciadır ve Magosa’da yazılmıştır.

Eser, en kahraman bir kocaya bile ihanet edebilecek fıtratta, kötü ruhlu bir kadının aile ve cemiyet hayatında oynadığı yıkıcı rolü sahneye koyar. Eserde yer yer bir kahramanlık ruhu, bir vatan sevgisi, yer yer de lirik bir üslupla söylenmiş küçük manzumeler vardır. Bazı tipleri kuvvetli ve bazı sahneleri hakiki hayat sahnelerinden akisler halindedir.



KİŞİLER



Âkif Bey ...................... Gemi reisi

Süleyman Kaptan …….. Âkif Beyin pederi

Esat Bey ……………… Katip

Şahin Bey …………….. Çürüksu ileri gelenlerinden

Selim Bey …………….. Çürüksu ileri gelenlerinden

Bahtiyar Bey ………… Çürüksu ileri gelenlerinden

Hamdi Efendi ……….... Çürüksu ileri gelenlerinden

Dilruba ……………….. Âkif Beyin eşi

Kamer ………………... Dilruba Hanım’ın cariyesi

Süfyan ………………… Kayıkçı

Nikoli ………………... Meyhaneci





PİYESİN ÖZETİ



Piyes 5 perdeden ve her perdede meclislerden meydana gelmektedir.



I.PERDE



Birinci Meclis: Âkif Bey, Şahin adındaki arkadaşıyla ayrılmak için görüşmekte ve bazı yapılacak işlerini söylemektedir.

İkinci Meclis: Âkif Bey yalnız kalır, savaşa gitme heyecanını anlatarak eşiyle vedalaşmaya karar verir.

Üçünü Meclis: Dilruba ile Âkif arasında geçer ve piyesin en lirik sahnesidir.

Dördüncü Meclis: Âkif’in arkasından Dilruba’nın iç yüzünü gösteren bir monolog.

Beşinci Meclis: Dilruba, cariyesine düğüne gideceğini söyleyerek incilerinin dizilmesi emrini verir.



II. PERDE



Dilruba’nın evinde.

Birinci Meclis: Dilruba’nın yeni kocası olan Esat, Şahin Bey ile Süleyman Kaptan’ı kabul eder. İstanbul halinden ve sınır kahramanlıklarından sözler edilir.

İkinci Meclis: Süleyman Kaptan’ın Dilruba ile yüzleşmesidir. Adam, oğlunun son isteklerini yerine getirmek için kalkıp Çürüksu’ya gelmiş ve Dilruba’yı alıp İstanbul’a götürmek istiyor. Süleyman Kaptan acı bir durumla karşılaşmış bulunuyor. Genç kadın, biraz hoyratça bir anlatışla, yaşlı babanın istekleriyle âdeta alay ediyor.

Üçüncü Meclis: Süleyman Kaptan ile Şahin Bey arasında Âkif’in ölüm söylentisiyle bu lafın gerçekliği üzerinde konuşmayla geçer.

Dördüncü Meclis: Şahin Bey yalnız kalıp, kendi kendine konuştuğu bir sahnedir.

Beşinci Meclis: Yeni güvey Esat, Şahin Bey’i o akşam için yapılacak bir toplantıya çağırır.



III. PERDE



İçki sofrası hazırlanmış bir düğün odası.

Birinci Meclis: Çürüksulu iki davetli, Âkif üzerine konuşurlar.

İkinci Meclis: Esat, gelen misafirlerle çalgı takımına buyur eder. Otururlar, hem saz hem konuşma.

Üçüncü Meclis: Şahin Bey telaşla içeri girer. Âkif’in geldiğini duymuş ve onu aramaya gelmiş olduğunu arkadaşlarına anlatır.



Dördüncü Meclis: Âkif gelir. Hiçbir şeyden haberi yoktur. Evinde çalgı ve toplantı olmasına sevinir.

Beşinci Meclis: Süleyman Kaptan içeri girer, Akif buna şaşar; denize düşmüşken nasıl kurtulduğunu anlatır. Durumu anlatmak işi babası Süleyman Kaptan’a kalır.

Altıncı Meclis: Durum anlatılır. Akif kadını boşayıp evden gideceği zaman, Esat, kendi suçsuzluğunu ispatlamak için Dilruba’yı getirmeye gider.

Yedinci Meclis: Baba ile oğul arasında kısa bir konuşma.

Sekizinci Meclis: Cenge giden Âkif Bey’in bu Dilruba ile karşılaşışıdır. İlk perdedekinin ayrılış sahnesindeki lirik bu ikinci bulunuştaki trajik konuşma ve davranış iki uçtur.

Dokuzuncu Meclis: Dilruba ile Esat arasında lirik bir konuşma.

IV. PERDE



Bir meyhane içi.

Birinci Meclis: Âkif içki içer ve içerken kendi kendine içini döker.

İkinci Meclis: Müşteriler gelirler. Günün dedikodusu yapılmaya başlar. Âkif, ölümüne tanıklık etmiş olan Süfyan’ı yakalar.

Üçüncü Meclis: Meyhanede, Âkif Bey’le Süfyan’dan başka kimse kalmaz. Âkif’in gerçeği öğrenmek için çalışması, onu bütün bütün şaşırtır: Kendi ölümüne tanıklık edecek “yalancı şahitleri” ( Âkif’in sandığı gibi, Esat değil ), Dilruba’nın bulduğunu öğrenir.

Dördüncü Meclis: Âkif gittikçe sarhoş olur ve kendi kendine söylenerek sızar.

Beşinci Meclis: Süleyman Kaptan ile Şahin, meyhaneye gelirler. Süleyman Kaptan, Âkif’in Dilruba’yı öldürmek istemesinden korktuğunu anlatır; Şahin’den kendisini Dilruba’nın evine girebilmesi için bir yol bulmasını ister. Âkif ile uzun bir konuşma. Sonunda Âkif, gemiye gidiyorum diye çıkar.

Altıncı Meclis: Şahin Bey, Süleyman Kaptan’ın cariye tarafından eve alınmasını sağladığını haber verir.



V. PERDE



Gelin odası.

Birinci Meclis: Âkif, gizlice gelin odasına girer. Öfkesini anlatır, tadını çıkara çıkara alacağı öcünü düşler.

İkinci Meclis: Dilruba, cariyesi Kamer ile odanın düzenini konuşur; Kamer, durumun kötülüğünü anlatmaya çalışır; Dilruba onunla alay eder, dışarı çıkar.

Üçüncü Meclis: Yalnız kalan Kamer, “geceleyin içeri alacağı ihtiyarı” hatırlar; bu işi yapmakta kendini haklı bulur. Elbise değiştirmiş olan Dilruba, içeri girer ve Kamer’i aşağıya gönderip, “bey”i karşılamasını söyler.

Dördüncü Meclis: Esat içeri girer. Dilruba ile lirik bir konuşma.

“Ah! Öteki burada değil ki sevmediğimi yüzüne karşı söyleyeyim!..” dediği zaman,

Beşinci Meclis: Elinde tabanca olan Âkif, kapıya bir tekme vurup içeri dalar. Dramatik ve patetik bir sahne oyunu. Âkif’in tabancasına karşı Esat da, Dilruba’yı korumak için, bıçağını çeker. Âkif’in Dilruba’ya attığı kurşun Esat’ı yaralar. Esat can havliyle bıçağını Âkif’in kalbine saplar. Âkif, yarasından çekip aldığı bıçakla Esat’ı öldürür. Bu boğuşma sırasında can kaygısına düşmüş olan Dilruba, çığlığı basar.

Altıncı Meclis: Süleyman Kaptan içeri girer. Dilruba canını kurtarmak için olanca kurnazlığıyla Süleyman Kaptan’a acındırarak sözler söylemeye başlar. Âkif kadının sesini duyunca: “Dilruba!” diyerek can verir. Süleyman Kaptan, bunun üzerine: “İki delikanlıyı zehirlemiş, helak etmiş bir yılana rast geldim, ezdim, mahvettim!..” diye Dilruba’yı öldürür.



KAYNAKLAR



1. Nihat Sami Banarlı, “Resimli Türk Edebiyatı Tarihi”, Cild: 2, sayfa: 892-895, 899, 904, 907.

2. Prof. Kenan Akyüz, “Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri”, sayfa: 47, 60-63.

3. Ahmet Hamdi Tanpınar, “19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi”, sayfa: 377-378.

4. Ahmet Kabaklı, “Türk Edebiyatı”, Cild: 2, sayfa: 569-576, 582-583.

5. Namık Kemal, “Akif Bey” Tertip Eden: Mustafa Nihat Özön, sayfa: 22-28.

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 129,27 M - Bugn : 23695

ulkucudunya@ulkucudunya.com