Garip bir olay
Ertuğrul ÖZKÖK 23 Temmuz 2008
ÖNCEKİ gün, hepimizin gözü önünde, Türk hukuk tarihinin en garip olaylarından biri yaşandı.
O gün yaşadığımız olayları şöyle alt alta yazalım.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, geçen cuma günü bir açıklama yaparak, pazartesi günü saat 11.00’de Ergenekon iddianamesi ile ilgili açıklama yapacağını söyledi.
Pazartesi günü kendimi o saate göre ayarladım.
Ancak gazeteye gelirken Ankara temsilcimiz Enis Berberoğlu ile konuşuyordum ki, birden "Başsavcı açıklamalarına başlıyor" dedi.
Saate baktım, 10.45’ti.
O saatten beri basın toplantısının niye 15 dakika önceye alındığını öğrenemedim.
Başsavcı, hukuki prosedüre uygun olarak iddianamenin içeriği hakkında bilgi vermedi.
Sadece teknik bilgileri aktarmakla yetindi.
Biz de bunu "13 ay sonra ilk resmi bilgi" olarak manşetten duyurduk.
Ancak akşamüzeri geç saatlerde hem Hürriyet’in istihbaratından hem Doğan Haber Ajansı’ndan aynı haber geldi.
Başsavcı’nın, mahkeme kabul etmeden açıklanamaz dediği iddianamenin bazı bölümleri yine sızdırılmıştı.
Başsavcı, bugüne kadar sızdırılanların çok büyük bölümünün gerçekdışı olduğunu söylerken, alt katlardan başka sesler geliyordu.
Önceki akşam itibarıyla, Türk medyasında herkes "Bugüne kadarki sızdırmaların kaynağının kimler olduğu" konusunda aşağı yukarı fikir edinmişti.
* * *
Başsavcı öyle konuşurken, başkaları acaba niye böyle kritik bir günde sızdırma işine girişmişti?
Dün medya çevrelerinde konuşulan en kuvvetli ihtimal şuydu.
Başsavcı’nın açıklamasından sonra siyaset ve hukuk çevrelerinde, "Acaba iddianamenin altı boş mu" soruları sorulmaya başlamıştı.
Büyük bir ihtimalle bu yorumların yaratacağı olumsuz havayı bertaraf etmek için "gündem anında dolduruldu".
Ancak sızdıranlar bana göre büyük bir taktik hata yaptılar.
Dün, "Ergenekon davasını" büyük umutla izleyen arkadaşlarımdan biri aradı.
Sesi bozuktu.
Aynen şunu söyledi:
"Bu davayı sulandırmak için özel olarak aransa bundan daha iyi bir formül bulunamazdı."
Önce neyi kastettiğini anlamadım.
Sonra dün gazete manşetlerindeki o kelimeyi telaffuz etti:
"Agarta..."
"Eğer bu kelimeyi de iddianameye koydularsa, dava demokrasi tarihine geçecek diye beklerken, mizah tarihine geçebilir."
Baktım dünden itibaren bu kavram üzerinde acayip espriler üretilmeye başlanmış bile.
Batan Atlantis’ten, Dan Brown kitaplarındaki "İllimunati" örgütlerine kadar her şey var.
"Hitler de işin içindeymiş" diyenler bile var.
Oysa bu davayı ciddiye almak, daha da önemlisi ciddiye aldırtmak gerekir.
Ama ciddiye aldırtmanın ilk adımı, buna, hukuki anlamının çok ötesinde anlamlar ve misyonlar yüklemekten vazgeçmemiz gerekiyor.
Çünkü bir kısım ona "Askeri yıpratıp, demokrasiyi güçlendirmek" gibi bir misyon yüklemeye kalktığı zaman, bir başka kısım da onu "Atatürkçülüğü ve laik rejimi savunanları bertaraf etmek, sindirmek" girişimi olarak bakıyor.
* * *
Aklı başında insanlar ise, bu ilkel ve şematik ikilemden kurtulup, bu olaya, devlet içindeki ve dışındaki çeteleşmelere yönelik hukuki bir operasyon olarak bakmak istiyor.
Ben de bunlardan biriyim.
Hele hele soruşturma sırasında yapılan hoyratlıkları, özel hayatlara kadar giden sorgulamaları, özensizlikleri, birinin kitabını ötekine karıştıracak kadar dikkatsizlikleri görünce, benim kafamda da soru işaretleri beliriyor.
O yüzden bütün umudum mahkemede.
Umarım, Türkiye açısından fevkalade büyük öneme sahip olan bu dava, mahkemede hak ettiği ciddiyetle ele alınır.