« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Ağu

2007

İlk Cinayet

Ömer Seyfettin 15 Ağustos 2007

Ben hep acı içinde yaşayan bir adamım! Bu sıkıntı âdeta kendimi
bildiğim anda başladı. Belki daha dört yaşında yoktum. Ondan sonra yaptığım
değil, hattâ düşündüğüm kötülüklerin bile vicdanımda tutuşturduğu sonsuz
cehennem sıkıntıları içinde hâlâ kıvranıyorum. Beni üzen şeylerin hiç birini
unutmadım. Anılarım sanki yalnız hüzün için yapılmış.

***
Evet, acaba dört yaşımda var mıydım? Ondan önce hiç bir şey
bilmiyorum. Bilinç, başımıza nasıl yakmayan bir yıldırım gibi düşer. Tolstoy,
daha dokuz aylık bir çocukken kendisinin banyoya sokulduğunu hatırlıyor. İlk
duygusu bir hoşlanma! Benimki müthiş bir sıkıntıyla başladı. Ben ilk kez
kendimi Şirket vapurunda hatırlıyorum. Hâlâ gözümün önünde: Sanki dünyaya o
anda doğmuşum, annemin kucağı... Annem, yanındaki çok sarı saçlı, genç bir
hanımla gülüşerek konuşuyor, cıgara içiyorlar. Annem cıgarasını ince gümüş bir
maşaya takmış. Ben bunu istiyorum.

- Al ama ağzına sürme! diyor.

Bana bu ince maşayı veriyor, cıgarasını denize atıyor. Galiba yaz. Çok
aydınlık, çok güneşli bir hava... Annem, konuşurken mavi tüylü bir yelpazeyi
yavaş yavaş sallıyor. Ben kucağından kayıyorum. Beni kollarımdan tutarak
yanına oturtuyor. Gümüş maşacığın halkasına parmağımı takıyor, annem görmeden
ucunu ağzıma sokuyor, dişlerimle ısırıyorum. Konuştuğu sarı saçlı hanımın
çarşafı mavi... Ben beyazlar giymiştim. Başım açık. Saçlarım çok. Hem galiba
dağılmış. Annem bunları düzeltirken başımı yukarıya kaldırıyorum. Güneşten kum
kum parlayan tentenin kenarında el kadar bir gölge kımıldıyor.
- Bak, bak! diyorum.

Annem de başını kaldırıyor:
- Kuş konmuş, diyor.

Bu kuşu isteyince,
- Tutulmaz, diyor.

Ben yine istiyorum. Annem şemsiyesiyle bu gölgenin altına vuruyor. Ama
gölgede kımıltı yok. Yine yanımdaki hanıma dönüyor:

- A, kaçmadı.
- Neye acaba?
- Yavru olacak mutlaka.
- ...
- Anne, ben kuşu isterim! diye tutturuyorum.

O vakit annem yelpazesini bırakıp ayağa kalkıyor, beni koltuklarımın
altından tutuyor ve küçük bir top gibi dışarıya kaldırırken diyor ki:

- Birdenbire tut ha!

Başım keten tenteye yaklaşınca, gözlerim kamaşıyor. Ellerimi
uzatıyorum. Tutuveriyorum. Bu, beyaz bir kuş... Annem alıyor elimden, öpüyor,
sarı saçlı hanım da öpüyor, ben de öpüyorum.

- Ah, zavallı daha yavru.
- Martı yavrusu.
- Uçamıyor olmalı.
- Denize düşerse boğulur.
- ...

Öteki kadınlar da söze karışıyor, «Yaşamaz!» diyorlar. Annem beyaz
kuşu «A zavallı, a zavallı!» diye uzun uzadıya okşadıktan sonra benim kucağıma
veriyor.

- Eve götürelim, belki yaşar, diyor, ama sakın sıkma yavrum.
- Sıkmam.
- Böyle tut işte.

Gümüş maşacığına bir ince cıgara takıyor. Yanındaki hanımla yine
dalıyor söze. Kuşcağızın tüyleri o kadar beyaz ki... Dokunuyorum...
Kanatlarının kemikleri belli oluyor. Ayakları kırmızı. Kaçmak için hiç çırpınm
yor, şaşırmış. Gözleri yusyuvarlak. Kırmızı gagasının kenarında sanki sarı bir
şey yemiş de bulaşığı kalmış gibi sarı bir iz var. Boynunu uzatarak çevresine
bakmağa çalışıyor. Ben o zaman gözlerimi anneme kaldırıyorum. Yanımdaki
hanımla gülüşerek konuşuyorlar. Benimle ilgili değil. Sonra beyaz kuşun uzanan
ince boynunu yavaşça elimle tutuyorum. Bütün gücümle sıkmağa başlıyorum.
Kanatlarını açmak istiyor. Öteki elimle onları da tutuyorum. Mercan ayakları
dizlerime batıyor. Sıkıyorum, sıkıyorum, sıkıyorum. Dişlerimi, kırılacak gibi
sıkıyorum, gık diyemiyor. Sarı kenarlı gagacığı titreyerek açılıp kapanıyor.
Pembe sivri dili dışarı çıkıyor. Yuvarlak gözleri önce büyüyor. Sonra
küçülüyor, sonra sönüyor... Birdenbire, kasılmış ellerimi açıyorum. Beyaz
kuşçağızın ölüsü «pat!» diye düşüyor yere.

...


Annem dönüyor, eğiliyor. Yerden bu henüz sıcak masum ölüyü alıyor.
«A... Aaa... Ölmüş!..» dedikten sonra bana dik dik bakıyor:

- Ne yaptın?
- ...
- Sıktın mı?
- ...
- Söyle bakayım?
- ...

Karşılık veremiyor, avazım çıktığı kadar ağlamağa başlıyorum. Annemin
elinden beyaz kuşun ölüsünü sarı saçlı hanım alıyor:

- Ah, ne günah!
- ...
- Zavallıcık.
- ...

Başka kadınlar da söze karışıyor. Karşımızda oturan şişman, yaşlı bir
kadın cinayetimi bildiriyor:

- Boğdu. Gördüm vallahi, ne hain çocuk...
- ...
- Annem sapsarı kesilmiş, sesi titriyor:

«Ah insafsız!» diye bana yine acı acı bakıyor. Daha beter ağlıyorum. O
kadar ağlıyorum ki... Beni artık susturamıyorlar. Ne vakit, nerede, nasıl
sustuğumu bugün hatırlayamıyorum. Sanki sonsuza kadar ağlıyorum.

Kendimi bilir bilmez yaptığım bu cinayetin üzerinden işte otuz yıldan
fazla bir zaman geçti. Şimdi Şirket vapurlarının güvertelerinde otururken ne
zaman bir martı görsem, birdenbire, neşemi kaybederim. Bir çocuk haykırışıyle
ağlamak isterim. Yüreğimin içinde derin bir sızı büyür, büyür. Göğsümü acıtır.

«Ah insafsız!» diye beni azarlayan anneciğimin hiç bitmeyen
paylamasını duyar gibi olurum.

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 129,04 M - Bugn : 410

ulkucudunya@ulkucudunya.com