« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

19 Tem

2016

DARBE’YE TEŞEBBÜS

19 Temmuz 2016

Bu yazıyı yayınladığım takdirde “Darbecileri desteklemekle” suçlanacağımı adımın Mahmut Metin KAPLAN olduğunu bildiğim gibi biliyorum… Daha evvel de “Ergenekon” ile ilgili yazdığım yazılardan dolayı “Ergenekoncu olmakla” suçlanmıştım, çünkü… -Bu dediğimden şüphesi olan varsa, Ertan ALTAN’ın Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanan 25 Kasım 2007 tarihli “Babıali’de son moda: Ulusallama” başlıklı yazısı ile A. Ömer TÜRKEŞ’in 8 Ağustos 2008 tarihli Radikal Gazetesi’nde yayınlanan “Edebiyatın Ergenekon’u” başlıklı yazılarına bakabilir-… Ne ise… Bu yazıyı her şeye rağmen yazıp yayınlayacağım; ‘aklımda durup benim başımı ağrıtacağına, internette durup gerekirse “başkalarının” başını ağrıtsın.’
Evvelâ şunu açık ve net olarak belirtmeliyim; ben cemaatçi veya moda tabirle paralel yapı mensubu yahut Fethullah Hoca Efendici değilim, hiçbir zaman da olmadım. Ben Ülkücüyüm hem de TÜRKEŞÇİ bir ülkücüyüm, bunu da cümle âlem bilir… Fakat ben bazı kimseler gibi Fethullah Hoca Efendi’ye düşman da değilim… Hatta hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı bulunmadığı halde “terör örgütü lideri” ilân edilmesinin haksızlık olduğuna inanıyorum.
İkincisi, bu “Darbe Teşebbüsü” Talat Aydemir Ayaklanmaları’nın hemen hemen aynısı gibidir… (Bkz: 22 Şubat 1962 Ayaklanması ve 20 Mayıs 1963 Ayaklanması). Ne ise… 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin merkezinde bulunmuş olan merhum Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ ‘askerî darbelerle ilgili olarak’ şöyle demektedir -ki ben yukarıda Türkeşçiliğime bu sebeple atıfta bulundum-:
“Ben 27 Mayıs tecrübesini geçirdikten sonra, o kanaate vardım ki, ihtilâl yoluyla bir memlekete hizmet etmek mümkün değildir. Ne kadar eksik, ne kadar aksayan tarafları olursa olsun hukuk yoluyla bir memlekete, bir millete hizmet en iyi yoldur... İhtilâl otoriteyi yıkar, anarşi başlar. Bu anarşiyi durdurmak, yeniden otoriteyi ve düzeni kurmak çok güç bir meseledir ve memleket bundan zarar görür. Bunun ben içinde bulundum, fiilen yaşadım, memleketin aydınlarına, vatansever insanlarına tavsiyem şudur; "En kötü hukuk nizamı, en iyi ihtilâlden iyidir".
Hayli uzattım, hemen sadede geleyim… Bu “Darbe Teşebbüsü”nde dikkatimi çeken bazı izaha muhtaç hususlar var ki bunları sizlerle maddeler halinde paylaşmak istiyorum.
Bir. Tanklar Boğaz Köprülerini, “Darbe Teşebbüsü” henüz başlamadan saatler evvel neden ulaşıma kapattılar? Ve niçin tek taraflı olarak sadece Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçişler için kapattılar? Köprülerde geçişi neden iki taraflı olarak engellemediler? Bunun, mantığı nedir?
“Darbeciler” Boğaz Köprülerine bu müdahaleyi neden yaptılar? Yapmakla ne kazandılar? Yapmasaydılar ne kaybederlerdi? Acaba “birileri” yetkili/sorumlu kişi ve kurumlara ‘olmaz bir şeyler olacak, uyanın ve tedbir alın’ diye bir mesaj mı iletmek istedi?
İki. Devlet ve Hükümet yetkilileri; bu “Darbe Teşebbüsü”nün ortaya çıktığı ilk anda, hemen Fethullah Hoca Efendi’yi ve/veya cemaati yahut paralel yapıyı nasıl teşhis ettiler? Ki “Darbe Teşebbüsü”nü anında cemaate ve/veya paralel yapıya bağladılar? Normalde böyle şeyler yakalanan darbeci subayların sorgulanmalarından sonra ortaya çıkmaz mı?
Bu “Darbe Teşebbüsü”, ya cemaatin ve/veya paralel yapının işi değilse, o vakit soruşturma daha en baştan yanlış bir yönlendirme sebebiyle akamete uğramaz mı? Türkiye bu durumu, Ergenekon soruşturmaları sırasında yaşamadı mı? Bir hata peş peşe iki defa yapılır mı? Yapılır ise bu hata sayılabilir mi?

Ve… Başka hiçbir maksadım yok, sırf merak ettiğim için soruyorum: Askerî Lise’lere alınacak çocukların anneleri ile bacılarının başörtülü olup olmadığı bile yıllardan beri sıkı sıkıya araştırılırken; her YAŞ’da sırf namaz kıldığı veya oruç tuttuğu için yüzlerce subay ve/veya astsubayın TSK ile ilişiği kesilirken; ‘cemaat’, ‘paralel yapı’ ya da Fethullah Hoca Efendi, TSK’da ne ara ve nasıl bu kadar örgütlenebildi?
Üç. “Darbe Teşebbüsü”nün üzerinden henüz yirmidört saat geçmişken hangi soruşturma ve tahkikata, alınan hangi ifadelerle toplanan hangi delillere dayanarak; yüze yakın generalin, yüzlerce Subayın ve onbine yakın polisin gözaltına alınmasına, binlerce Yargıç ve Savcının açığa alınmasına, yüzden fazla Yargıtay üyesi ile iki Anayasa Mahkemesi üyesinin gözaltına alınmasına karar verilebilmiştir?
Biliyorum, “Geciken adalet, adaletsizliktir” amma ‘yahu bu ne hız?’ Bu kadar bilgi ve belge ne zaman ve nasıl toparlandı? Değerlendirildi? Bu kişiler hakkında alınan kararları hangi merci veya makam neye/nelere dayanarak verdi?
Acaba Devlet ve/veya Hükümet “Darbe Teşebbüsü”nden haberdar mıydı? Haberdar idiyse bunu, neden/niye/niçin daha tâ en baştan engellemedi? Böyle bir şey ciddi bir suç değil midir?
Dört. “Darbeye Teşebbüs” eden bu “adamlar” madem demokrasinin kutsal bir merkezi sayılan TBMM’yi hem de iki kez bombalayacak kadar “azgın” ve “azmış” kişiler idiler, neden tankların üstüne çıkan sıradan insanlara karşı bu azgınlığı göstermediler? Allah korusun, bunu, birkaç yerde yapmış olsaydılar, meydanlara bir kişi bile çıkabilir miydi?
Daha da önemlisi, millet iradesinin gerçekten tezahür ettiği yer olan TBMM’yi hem de iki defa bombalayacak kadar “azgınlaşan” bu “darbeciler” kendileri için asıl engeli teşkil edecek olan Başbakanlığı, Bakanlıkları ve/veya Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı neden bombalamadılar?
En önemlisi, gözleri iktidar hırsıyla dönmüş olan bu “azgın darbeciler” Cumhurbaşkanı’nın uçağını ya da halka hitap ettiği Atatürk Hava Limanı’nı neden bombalamadılar? Bunu, -Allah korusun- yapmış olsaydılar, “darbe teşebbüsü” gerçek bir “darbe” haline dönüşmez miydi?
Beş. “Darbeciler” tarafından rehin tutulan Genelkurmay Başkanı’nın yerine hemen vekâleten bir Genelkurmay Başkanı tayin eden Hükümet, aynı durumda olan Kuvvet Komutanlarının yerlerine de neden vekâleten Kuvvet Komutanları tayin etmemiştir? Bu dahi izaha muhtaç mühim bir sual değil midir?
Konuya biraz da değişik bir açıdan; kriminoloji ya da suç bilimi açısından yaklaşarak, başka bazı şeyleri dikkatinize arz etmek istiyorum… “Darbe Teşebbüsü” gerçekte kime/kimlere hangi menfaati/menfaatleri temin etti?
Bunları da maddeler halinde sayalım:
Bir. Son günlerde İsrail’e ve Rusya’ya teslim olmuş görüntüsü vermiş olan AKP ve Hükümeti hem kendi seçmenleri hem de genel sağ seçmen nezdinde müthiş derecede itibar kaybetmiş ve âdeta bir dağılma süreci içine girmiş gibiydi... Bu “Darbe Teşebbüsü”, AKP ile Hükümetinin kaybettikleri itibarlarını tekrar kazanmalarını sağladı. Hatta “Darbe Teşebbüsü”ne maruz kalmış mağdurlar gibi göründükleri için genel sağ seçmenin de sempatisini kazandılar.
İki. AKP ve Hükümeti, yargıda (Yargıtay ve Danıştay’da) yaptığı devrim gibi değişiklikler sebebiyle her türlü olumsuz şartlara rağmen müthiş bir muhalefet ile karşı karşıya kalmak üzereydiler… Bu “Darbe Teşebbüsü” gündemi tamamen değiştirmek suretiyle yargıda yapılmış olan bu karşı devrim gibi değişikliklerin unutulup gitmesini sağlamıştır.
Üç. Rusya’dan özür dilemesi, Mavi Marmara olayı için İsrail ile yapılmış olan kötü antlaşma, İHH’ya attığı “fırça”, Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verme vaadi ve üniversite diploması yok iddiası gibi meseleler sebebiyle itibar kaybetmiş olan Recep Tayyip ERDOĞAN, bu “Darbe Teşebbüsü” sebebiyle hem itibarını tekraren kazanmış ve hem de yapılmış olan algı çalışmaları sonunda “demokrasi kahramanı” haline getirilmiştir.
Dört. Bu yapay “demokrasi kahramanlığı”, Ağustos ayı başında yapılacak olan Yüksek Askerî Şura toplantısında, Recep Tayyip ERDOĞAN’a, TSK’nın komuta kademesini istediği gibi şekillendirme imkânını sağlamıştır.
Beş. Yine bu yapay “demokrasi kahramanlığı”, dolaylı olarak AKP’yi de güçlendireceği için hem TC Anayasa’sının değiştirilmesini hem de Recep Tayyip ERDOĞAN’ın Devlet Başkanı seçilmesini garanti altına almıştır.
Altı. TSK’nın sadece iki birimi; Ege Ordu Komutanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı NATO kontrolü dışında bulunmaktadır… Ve NATO, yıllardan beri Jandarma Genel Komutanlığı’nın ya feshedilmesini ya da NATO emrine verilmesini talep etmekte, fakat bu, Türkiye Cumhuriyeti tarafından reddedilmekteydi… NATO, bu “Darbe Teşebbüsü”nü Jandarma Genel Komutanlığı üzerine yıkmak suretiyle emrine girmekten imtina etmiş olan Jandarma Genel Komutanlığı’nın cezalandırılmasını sağlamış olacaktır.
Bu noktada bir hususa antrparantez temas etmek lâzımdır: NATO denilince herkesin aklına ABD gelmektedir. Hâlbuki bu geçmişte doğru olmakla birlikte, bugün için geçerli değildir. Çünkü NATO Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra “Küresel Sermaye”nin kontrolüne geçmiştir… NATO, artık ABD’nin değil “Küresel Sermaye”nin askerî gücüdür. Bu itibarla İncirlik Askerî Üssü’nün “Darbe Teşebbüsü”nde oynadığı rolden ötürü ABD’yi suçlamak gerçeklerle bağdaşmamaktadır… Suçlanacak bir kurum var ise bu da NATO ve “Küresel Sermaye”dir… Zaten “Darbe Teşebbüsü” ABD’nin destek ve onayıyla yapılmış olsaydı, Irakta TSK’nın başına çuval geçirmiş olan ABD’li Generalin yakasına madalya taktığı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, “Darbe Teşebbüsü”nü yapan cuntanın başında olurdu… Binali YILDIRIM ile Süleyman SOYLU’ya önemle duyurulur!
Yedi. PKK, kendisine bağlı şehir yapılandırılmasını (PKK’yı değil, PKK, PYD adı altında Suriye’de Suriye Kürdistanı’nı kurmak için mücadele etmektedir) kendi kazdıkları hendeklere gömen Jandarma Genel Komutanlığının hem de Türkiye Cumhuriyeti eliyle cezalandırılacak olmasından ötürü müthiş derecede memnundur.
Sekiz. Bu “Darbe Teşebbüsü” dolayısıyla Türkiye maalesef müthiş derecede güç ve kuvvet kaybetmiştir… Korkarım ki emperyalizm; bu zafiyetten istifade ederek Kıbrıs konusu ile Kuzey Suriye ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürtçü oluşumlar konularında tavizler elde etmek imkânına kavuşmuş olacaktır.
“Uzatma, M. Metin Kaplan… Bu yazdıklarını üç aşağı beş yukarı bizde biliyoruz… Sen ne diyorsun, onu söyle: Nedir bu olan-biten?”
Tamam, o halde dediğiniz gibi yapayım… Fikrimi eğip bükmeden dümdüz ifade edeyim. Bana kalırsa durumun özü şudur: Devlet ve Hükümet yetkilileri bir takım askerlerin “Darbeye Teşebbüs” edeceklerini önceden haber aldılar... Buna karşı alınabilecek bütün tedbirleri alıp, “Yapsınlar da görelim. Ezer geçeriz” modunda, olacakları beklemeye başladılar… Darbeciler harekete geçince onlar da tedbirleri hayata geçirdiler… Ve TÜRKİYE, İÇİNDE BOMBA OLMASINDAN ŞÜPHELENİLEN PAKETLERİN BOMBA İMHA EKİBİ TARAFINDAN KONTROLLÜ OLARAK PATLATILMASI GİBİ “KONTROLLÜ BİR DARBE TEŞEBBÜSÜ OLAYI” YAŞAMIŞ OLDU… Gerçi bazı yerlerde durum kontrol dışına çıkmadı da değil, ama olur böyle şeyler(!)… “Devlet teşkilâtında” yapılmak istenilen çok büyük dönüşüm ve muhalif tasfiyesini hiçbir ciddi muhalefete maruz kalmaksızın yapabilmenin lüksü ve rahatlığı her şeye değer(!).
Ne ise… Demokrasi bayramınız kutlu olsun!
M. Metin KAPLAN

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,78 M - Bugn : 22715

ulkucudunya@ulkucudunya.com