Dünya gidişatının mahiyetini, hadiseler arasındaki sebep sonuç ilişkilerini, bunları hazırlayan tarihi şartları, hasılı kainatta cereyan eden bilcümle akıl ermez meseleyi kavradıktan sonra, nihayet yeşil kuşak projesinin de künhüne vakıf olmak suretiyle, artık aralanmadık sır perdesi bırakmayan ve böylece uzun yıllar daldıkları gaflet uykusundan uyandıklarına kanaat getiren bir taife türedi. Bittabii, her uyanan, başkalarını da uyandırmayı hak görüyor. Kimi eskiden yazdığı bir iki romanla camiada isim yapanlardan, kimi sonradan yazdığı kitaplarla iz bırakmak isteyenlerden. Aman, bir Türkçüler, bir Türkçüler ki, Atsız yanlarında yaya kalır. Arı dilcilikte ise Nurullah Ataç’a bile rahmet okuturlar.
Dillerinde bir yeşil kuşak projesi. Yeşil kuşak aşağı, yeşil kuşak yukarı. İdrakleri, izanları ve irfanları kıt olunca da zaman zaman kuyuya taş atıyorlar. Artık atılan taş kuyuda kalmıyor, lastik top misali zıplayarak şurada burada geziniyor, sosyal medyada hilkat garibesine dönüşüyor, adeta boyama yüzleri ve çırpı kollarıyla mütemadiyen sallanan aşuk maşuk gibi karşınızda raks ediyor. Bir görmezden geliyorsunuz, iki ya sabır diyorsunuz, en nihayet bir dokunmak icab ediyor.
Bir arkadaş kitap yazmış. Önsözünde esip gürlüyor. Eskiden mason zannettiği Demirel, komünist dediği Ecevit, aslında en büyük Türk milliyetçileri imiş. Bugünkülerin yanında onların çok daha milli olduğu söylenebilir elbet, dolayısıyla günümüzdekiler dururken halen eskilere sataşılması işgüzarlıktan öte gitmez. Ancak onların en büyük Türk milliyetçileri olduğunu söylemek, kendi kendini inkârdır, işe en baştan sıhhatli girişilmediğinin işaretidir, nitekim öyle de olmuştur.
Sayın yazar, kitabı niçin yazdığını açıklarken şunları söylüyor: “12 Eylül Darbesi’nde kimlerin nerelere sığındığını bildiğimiz için, tehlike geçtikten sonraki nutuklara da itibar etmediğim için bu kitabı yazdım. Türk-İslâm Ülküsü diye bir kitap yazıp da 12 Eylül sonrası ANAP’a sığınma ihtiyacı duyan adamın da yüzünü görmek gerekirdi. Bu kitabı onun için de yazdım.”
İşte bu noktada insanın, “Burada az dur, birader!” ihtarından sonra, kitabının adına ve muhtevasına izafeten de, “Keşke tâ başında ilk mahalle aşkını seçeydin de, ne kendini üzeydin, ne alemi!” diyesi geliyor.
Galip Erdem’e izafe edilen güzel bir söz var: “Velhasıl Ülkücüler; kalplerinin derin bir yerinde, bahsedemedikleri, yitik bir sevda yarası olan mert, yiğit adamlardır.”
Bakalım, her şeyi bilen yazarın, “muhteşem” kitabı karşısında yüzünün alacağı şekli merak ettiği ve 12 Eylül sonrası ANAP’a sığındığını iddia ettiği “adam”, 12 Eylül sonrasında nerede imiş?
Ve ondan başka, kaç tane “adam gibi adam” varmış?
İlk eseri “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri” olan ve bu hareket için yarım asır yiğitçe kalem mücadelesi veren o “adam”ın sadece bir tek yazısı dahi yarı cahilleri susturmaya kâfi gelir. Bu hadsizlerin, kırk yıl önceki dokuz yıldızlı hilâlin ne olduğunu anlayacak kadar ülkücülükleri varsa, az biraz da utanma duyguları mevcutsa, belki yüzleri kendiliğinden kızarır da, saçma sapan iddialar ortaya atarak, otuz beş yıl önce ahirete irtihal etmiş bulunan mübarek zatın ruhaniyetini ve ona saygı duyan onbinlerce ülkücüyü huzursuz etmezler. Türkeş çizgisinde olmak kaydıyla; Türkçülük, Türk Milliyetçiliği, Türk İslam Ülkücülüğü aynı şeylerdir. Türkçüler de, en az herkes kadar Müslümandır, Türk İslam Ülkücüleri de en koyu Türkçü kadar Türkçüdür. Mesele adam olmaktan ibarettir.
***
“Yarın Kime Oy Vereceğim?
Yarın, milletçe sandık başına koşacak, oy kullanacağız. Ülkemizi beş yıl müddetle temsil edecek “kişi” ve “kadroları” tayin etmeye çalışacağız. Ne güzel şey!
Bazı okuyucularım, ısrarla soruyorlar: “Hangi partiye oy vereceksiniz?” İster misiniz, onlara verdiğim cevapları burada da tekrarlıyayım?
Onlara diyorum ki: Siz, istediğiniz kişi ve kadrolara oy verebilirsiniz. Benim görüş ve kanaatlerim elbette sizi bağlamaz. Yalnız şunu iyi biliniz ki, ben “evet” mührünü alıp “gizli hücreye” girdiğim zaman, vicdanımla başbaşa kalıp şöyle düşüneceğim:
Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, gerçekten beni temsil etmeli, ben, ne idüğü belirsiz veya belli kişi ve kadrolara oy veremem.
Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin yoğurduğu “millî ve mukaddes terkibe” bağlı olmalı ve onu geliştirmeyi ideal edinmeli. Elbette, ben, millî ve manevî değer ve mukaddeslerine yabancılaşmış kişi ve kadrolara oy veremem.
Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, plânlarını, programlarını ve faaliyetlerini, dış mihraklarca hazırlanmış “senaryo”lara göre değil, tamamı ile “Türk Milliyetçiliği” şuuru içinde ve millî ihtiyaçlara göre tedvin etmiş olmalı.
Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, gücünü, öz tarihimden, öz kültürümden, öz medeniyetimden almalı; beni, millî ve mukaddes hüviyetimi koruyarak yüceltmeye çalışmalı; iç ve dış düşmanlarıma asla taviz vermemelidir.
Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, “yabancı desteklere” güvenerek değil, “millî isteklere” dayanarak hareket edebilmeli.
Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, dinime, dilime, tarihime, hak ve hürriyetlerime, mutlak mânâda saygı duymalı; beni kendi vatanımda parya durumuna sokmamalıdır.
Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, “inandığı gibi yaşamak” istiyen genç kızlarımı ve oğullarımı bağrına basmalı; onların mağdur ve mazlum durumuna düşmelerini önlemeli; bu ulvî gençliğin çoğalmasını sevinçlerle karşılamalıdır.
Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, bir eli yağda, bir eli balda, “hayvan kürküne bürünmekle öğünen” bayanlar, “ipek gömlekli ve altın gözlüklü” baylar olmamalı; aksine bu milletin en mazlum ve en mağdur kişi ve kadroları olmalı.
Benim oy vereceğim kişi ve kadrolar, zindanlarda, tutuk evlerinde inleyen, maddî ve manevî ıstırap çeken kardeşlerimin acısını tâ yüreğinde duymalıdır. Evet, şu anda, benim ülkemde, en çok itilen, ezilen ve kovulan kadro hangisi ise ona oy vereceğim. Evet, komünistlerin en çok korktuğu, locaların hiç sevmediği, iç ve dış, her türlü destekten mahrum kadrolara…
Yıldızlı göklerde dolaşan hilâlin mahzun olmasına gönlüm razı olmuyor.”
Bu yazı, ülkücü mütefekkir, alim ve büyük dava adamı Seyyid Ahmed Arvasi tarafından, 29 Kasım 1987 genel seçimlerinden bir gün önce, 28 Kasım 1987 Cumartesi günü, Türkiye gazetesinin üçüncü sayfasındaki Hasbihal köşesinde yayınlanmıştı.
O günkü gazetenin ikinci sayfasında yine ülkücü fikir ve dava adamı Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun “Türkçe’nin asıl meselesi” başlıklı makalesi yer alıyor. Dört tam sayfayı ise “Çağ atlayan Türkiye” sloganıyla Anavatan Partisi, iki tam sayfayı da Doğru Yol Partisi’nin seçim reklamı kaplamış. Arvasi hocanın makalesinin hemen altında “Oylar ANAP’’a” manşeti altında il il seçim analizi yapılmış. İlk sayfada, Erdal İnönü’nün ODTÜ’de anarşistleri koruduğu, SHP’yi TKP’nin desteklediği gibi her devirde işe yarayan bayat haberler ve “analar ağlamasın”, “kanların döküldüğü günler geri gelmesin” gibi günümüzde de kullanılan harcıalem yorumlarla gazete ANAP’ı destekleyen bir politika izliyor.
Görüleceği üzere hoca, iddia edildiği gibi, arı amblemli ANAP’a gitmemiş. Kapatılan MHP’nin hilâlinin etrafında, Dokuz Işık’tan mülhem dokuz yıldız bulunan ve Alparslan Türkeş’in Genel Başkanı olduğu Milliyetçi Çalışma Partisi’ne oy vereceğini ilan etmiş. Herhalde gazete yönetimi, “Aman hocam elizine sağlık, ne iyi ettiniz de gazetemizde MÇP’yi desteklediğinizi aşikâr ettiniz.” dememiştir. Hocanın şahsiyetinin büyüklüğü, “Yayın politikamıza uymayan bu yazı da neyin nesi oluyor hocam?” diye sorulmasına da mahal vermemiştir. Ülkücü günlük gazetenin olmadığı bir dönemde, başka bir partiyi destekleyen bir gazetede köşe sahibi olmanın, o partiye sığınmak anlamına gelmediğini muhakkak, akıl sahipleri ayırt edebilirler. Belki gazete ülkücü yazarların itibarına ve ağırlığına sığınmış olabilir ki, bu da ülkücüler için gurur vesilesidir..
Seyyid Ahmed Arvasi, ülkücü hareketin en mümtaz şahsiyetlerinden biridir. Eserleri de ülkücü kitaplığın başucu abideleridir. Ulkucudunya.com sitesinde, Dokuz Işık’tan sonra ilk sırayı Türk İslam Ülküsü almaktadır. Büyük dava adamı M. Metin Kaplan ve yazı heyeti, ona o kıymeti takdir etmiştir ki, bu da onların büyüklüğünü, liyakatlerini ve konuya vukufiyetlerini gösterir. Üç ciltlik Türk İslam Ülküsü, 12 Eylül öncesi, Hergün gazetesindeki Türk-İslâm Ülküsü köşesindeki günlük makalelerinden; altı ciltlik Hasbihal dizisi ise 12 Eylül sonrası makalelerinden oluşur ve bu yazılar ertesi günü iple çeken bütün ülkücüler tarafından adeta soluk almadan okunurdu.
Bundan tam kırk yıl öncesinde, Arvasi hocanın seçimle ilgili bu yazısı ülkücü camiada ne büyük bir sevinçle karşılanmıştı, o günleri yaşayanlar ve yazıyı okuyunca gözleri yaşaranlar bilir. Nice şöhretli ülkücülerin ANAP ve DYP’de “politika yapmak” için küçüldükçe küçüldükleri, kimi eski MHP idarecilerinin MÇP’lileri “lümpen” diyerek küçümsediği, Türkeş’in liderliğinin sorgulandığı ve kapitalizmin bir ahtapot gibi ülkeyi sardığı bulanık bir dönemde, ülkücü bir münevverin, ülkücü olmayan bir gazetede, göğsünü gere gere oyunu MÇP’ye vereceğini ilan etmesi, kahramanlıkların en büyüğü değilse, nedir?
O seçimde MÇP yüzde üç oy almıştı, Türkeş, Ecevit ve Erbakan meclise girememişti. ANAP’ın parlak dönemleriydi. İktidardan medet uman hatırı sayılı bir ülkücü kesim de büyüklerin yönlendirmesiyle bu partiyi destekliyordu. M. Metin Kaplan’ın tabiriyle, büyüklerimiz partilere delege, küçüklerimiz şeyhlere mürit olmuştu.
Arvasi hoca, bir çok eski MHP’li gibi, “MÇP kurulurken bize sorulmadı”, dememiş, bir çok menfaatperest gibi, “ANAP’ta arkadaşlarımız var, bize faydası olur”, dememiş, bir çok münasebetsiz gibi “Türkeş yaşlandı, çekilsin artık”, dememiş, oyunu MÇP’ye vereceğini apaçık beyan etmiş.
O gün o taraklarda bezi olmayanların bu yazıdan haberdar olmaması, olduysa da fazla önemsememesi normaldir. Türkeş yaşlandı, insanların yetmiş yaşında beyin hücreleri ölmeye başlar diyenlerin bu yazıya itibar etmeleri elbette beklenemezdi. Gerçi onlar da şimdilerde yetmişi aştılar amma, beyinleri fitne fücura hâlâ zehir gibi işliyor; tıp epey ilerledi zahir.
Gerçek ülkücüler ise, Başbuğ neredeyse oradaydılar. Ozan Arif’i dinliyorlardı. Karınca kararınca MÇP’yi yaşatmaya, güçlendirmeye çalışıyorlardı. “Bağbuğ’dur liderimiz, Ülkücü derler bize”, diyorlardı. “Ölmez bu hareket, ölmez bu dava” diyorlardı. Dillerinin ucuyla değil, tâ yürekten diyorlardı. Özal’dan ve ANAP’tan hiç hazetmiyorlardı. Bir otelde Türkeş’i görmemezlikten gelerek elini sıkmaması, Özal’ı ve onunla beraber politika yapanların topunu sevmemek için zaten yeterli sebepti. Yine o yıllarda Kamer Genç’in sarhoş kafayla Türkeş’e uçakta sataşması da infiale yol açmıştı, son zamanlardaki doğru çizgisi dahi o densizliğini unutturamamıştı.
Arvasi hoca da gerçek bir ülkücüydü. Oyunu Türkeş’in başında olduğu MÇP’ye vereceğini açık açık yazıyordu. Evinde ziyaretine gelen iki genç üniversite öğrencisiyle hususi bir sohbetlerinde ise, Erbakan’ın tutuklu iken karşılaştığı Türkeş’e selam vermediği için milli olmamakla vasıflandırıyor, “Benim bir yanım Atsız’dır”, diyordu.
Evet, “Yarın kime oy vereceğim?” başlıklı makalede, yazarın ismi kapatılsa ve bu yazı Atsız’ındır denilse, kimin hangi noktada itirazı olabilir? Atsız, “ANAP’a veya DYP’ye oy vereceğim” diye mi yazardı? “Tamamı ile Türk Milliyetçiliği şuuru içindeki kişi ve kadrolara oy vereceğim.” demez miydi? Zindanlarda işkence çeken ülkücülere, o vakitler samimi inançlarından dolayı okul kapılarından kovulan kızlara sırtını mı dönerdi? Bilakis, çok daha sert ifadelerle aynı minval üzere yazılar yazardı.
***
Kitabın ilerleyen sayfalarında, tam kemale ermemiş dünya görüşüyle iddialarına devam ediyor:
“Ahnet Arvasî’ye Türk-İslâm Ülküsü yazdırılmıştı. Arvasi gerekçe olarak, Ziya Gökalp’in veya Aydınlar Ocağı’nın Türk-İslâm sentezine atıfta bulunarak ‘Türklükle İslâm sentezlenemez.’ diyordu. Çünkü felsefedeki tezin antitezi, ikisinin bileşkesinden çıkan yeni bir tezdi. Türklük, İslâm’la hangi tez üzerinden sentez yaratabilirdi ki?.. Felsefi açıdan mantıklıydı. Oysa Gökalp, Türk-İslâm sentezi derken bunu felesefi açıdan değil, sosyolojik açıdan söylüyordu ama Arvasi burada demagoji yaparak Türk-İslam sentezini mağlup ettiğini düşünüyordu. Bir çok ülkücü de böyle düşündü uzun zaman. Felsefi açıdan Arvasi haklıydı ama işin sosyolojik yönüne hiç değinmeyerek Gökalp’i saf dışı ettiğini düşünüyordu.
‘Yeşil Kuşak’ operasyonu Ülkücü Hareket’te böyle başlatılıyordu. ‘Yeşil Kuşak Projesi’ Amerika’nın Sovyet Rusya’yı dinle kuşatması demekti. …
Ülkücüler dinlerini öğrendiklerini sanıyordu. Bunun bir operasyon olduğunu çok zaman sonra anlayacaktık. En azından kendi açımdan durum böyledir. Bir yanda Muhsin Yazıcıoğlu, diğer yanda Ahmet Arvasi ve Necip Fazıl Kısakürek… Sonrası, ülkücüler tarikatlara, özellikle Menzil’e yönlendirilerek İslâm’ı öğrenmeleri(!) sağlanıyordu.
Atsız, Adana Kongresi’nden sonra bir kez daha sürgüne gönderiliyordu Milliyetçi Hareket Partisi’nden. Bütün emperyalistlere karşı dimdik duran Atsız bir kere daha yenilmişti. Türk milliyetçiliğinden Türkçü olması hasebiyle, dinsizlikle veya Şamanistlikle suçlanarak saf dışı edilmişti. Lakin Atsız, bütün zamanların tek karakterli ve iradeli adamı olarak zamanların üstündeydi. Lusyli Dallasların müdavimleri ona dinsiz dediler ama ahlâksız ve şerefsiz diyemediler çünkü onlar, ahlâksızlığın kendisiydi.
Muhsin Yazıcıoğlu bu projenin içindeydi ama bir hain veya bir işbirlikçi olarak değil. O, Türk-İslâm Ülküsü’ne yürekten inanan bir mümindi. Ölürken bile bu düşüncelere inanan mümin bir Türk olduğuna inananlardanım. Bunu nereden mi çıkarıyorum? Emperyalistlerle iş birliği yapmamasından tabii ki!..
Ahmet Arvasi’ye gelince, Arap asıllı olduğunu iddia eden birisi olarak kendince Türklüğe büyük atıflar yaparak yazmıştı Türk-İslâm Ülküsü’nü. Oysa bu kitapla Türk milliyetçiliğini Arap milliyetçiliğinin hizmetine soktuğunu birçoğumuz anlayamadık. Aslında, Türk milliyetçiliğinin yok ediliyor olduğuna uyanamadık. Her şey zekice hazırlanmıştı. Din soslu emperyalizm devredeydi. Tıpkı bugünlerdeki gibi…
Türk-İslâm Ülküsü, ideolojik bir kitap olmasına rağmen 12 Eylülcüler yazarının ifadesine bile başvurmadılar. 12 Eylül’den sonra siyasi seçimler olduğunda da Arvasi, kapağı Turgut Özal’ın ANAP’ına atacaktı. Ve biz, bundan hiç huylanmayacaktık. Bu kadar saf ve bilgisizdik aslında. Yeşil Kuşak’ın bile ne olduğunu hâlâ anlamayanların olması gibi…
Nasıl bugün bütün Türk milliyetçileri MHP’den tasfiye edildiyse Atsız da öyle tasfiye edildi. Atsız bir Türk olarak hiçbir emperyalizmle iş birliğine gitmedi. Bugünkü ülkücüler gibi…”
Neresine dokunulsa sakat. Bir iki cümleyi ele alıp geçmek yeterlidir.
“Ahnet Arvasî’ye Türk-İslâm Ülküsü yazdırılmıştı.” Gizemli işleri pek severiz. Kim yazdırmış? Gaib aleminden mi yazdırılmış? Pentagon, Cia veya Jimmy Carter mi yazdırmış? Hergün gazetesindeki Türk İslam Ülküsü köşesindeki yazılardan iki yıl boyunca Alparslan Türkeş’in haberi olmamış mı? Hemfikir olmasa veya rahatsızlık duysa, itibar etmek yerine, müdahale etmez miydi?
“Arvasi burada demagoji yaparak Türk-İslam sentezini mağlup ettiğini düşünüyordu.” Demagoji yapan biri varsa muhakkak ki Arvasi değil, belki yazarın kendisidir.
“Atsız, Adana Kongresi’nden sonra bir kez daha sürgüne gönderiliyordu Milliyetçi Hareket Partisi’nden.” Bu konuda M. Metin Kaplan’ın, ulkucudunya.com sitesindeki iki bölümlük “Nereden çıktı bu. Lider, teşkilât, doktrin hikâyesi?” yazısı aydınlatıcı bilgi içermektedir.
“Ahmet Arvasi’ye gelince, Arap asıllı olduğunu iddia eden birisi olarak kendince Türklüğe büyük atıflar yaparak yazmıştı Türk-İslâm Ülküsü’nü.” 1965’te CKMP’den aday olmak için uğraşan Erbakan’ın, beş yıl sonra siyasi olarak milliyetçiliğe rakip çıkması karşısında, bir değil, onlarca din alimi, Türk Milliyetçisiyim diye haykırabilseydi, ne güneydoğu meselesi kalırdı, ne de çeyrek asırdır tatbik edilen ihanet projeleri iktidar fırsatı bulabilirdi.
“Türk-İslâm Ülküsü, ideolojik bir kitap olmasına rağmen 12 Eylülcüler yazarının ifadesine bile başvurmadılar.” Hoca 12 Eylülde bir müddet tutuklu kalmıştır. Her şeyi bilen sayın yazarın bu tutukluluktan haberi olmamış.
“Ve biz, bundan hiç huylanmayacaktık. Bu kadar saf ve bilgisizdik aslında. Yeşil Kuşak’ın bile ne olduğunu hâlâ anlamayanların olması gibi…” Böyle anlamaktansa, anlamamak evladır.
Taş yanlış yere atılmış. Merhum diye hocayı kasten mi hedef alıyorlar, niçin hayatta olup da sahiden ANAP’a gidenlere, orada bakanlık yapanlara, ülkücüleri şuraya buraya sevk edenlere, Türkeş aleyhinde faaliyet yapanlara, yarı yolda bırakanlara ve halen de uslanmayanlara bulaşmıyorlar, bilinmez. Bilinmediği için, acaba bir menfaatleri mi vardı, denilemez. Fakat bu saçmalıklar ve haksızlıklar da asla kabul edilemez.
Arkadaşın, tezyif amacıyla, “adam” tabirini kullanmak talihsizliğine düştüğü Seyyid Ahmed Arvasi, yeşil kuşak denilen projenin unsuru olmak bir yana, o dönemin sinsi ve gayrımilli radikal akımlarının tam karşısındadır. Ne idüğü belirsiz üç beş tercüme risaleyle allame kesilen, tağut, darülharb, vs diye zırvalayarak yalandan cihad sloganları atan papağanların tasallutuna ve tahribatına karşı, milli kültürü, milliyetçiliği, Türklüğü, Türkçülüğü, İslâm’ı var gücüyle savunan ve eserleriyle nesilleri aydınlatmaya devam edecek olan bu büyük şahsiyetin aziz hatırası, yaptığı hizmetlerle, binlerce ülkücüden aldığı dualarla daima yaşayacaktır.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.