(Niceleri ya ardından darbe vurup zedeleyerek ya yakın durup istismar ederek çile çektirirken, hayatında bir an ülkücülükten sapmadan ve daima hadiselere onun zaviyesinden bakarak,fazileti, feraseti, feragati ilebir sıddıkmertebesiyle Türkeş’e çile çektirmeyen,gönüllerdeki Türkeş sevgi ve saygısını örnek şahsiyetiyle kat kat arttırarak sapasağlam ve şaşmaz ölçüler bırakan M. Metin Kaplan ağabeyimize sonsuz özlemle…)
Toplam bir düzine insan. Gazeteye çıkmışlar… Biri, devlet demiryollarında gardöfren. Biri, yem sanayiinde sürveyan. Bir diğeri, Yıldız oteli kâtibi. Mühendislik bürosunda plan proje işlerinde çalışan bir teknisyen. Biri, devlet demiryollarında anbar memuru. Bir başkası, boşta gezer. Bir sobacı. Bir sobacı daha. Bir marangoz. Yanlarında bir de seyyar inşaatçı. Ayrıca, İstanbul’da Üsküdar’da Toptaşı caddesinde seyyar manav bir kadın… Yine Üsküdar’da oturur okuma yazma bilmez bir kadın daha…
Envai çeşit mesleğin en esrarengiz görüneni gardöfren ile sürveyan. Gardöfren ne demektir,ne iş yapar, bilinmez. Gar dö fren!.. Fren memuru mu acaba… Sürveyan sanki kulağa biraz daha aşina geliyor. Otel kâtibi, kolalı gömlek giymiş uzun setreli kâtiplerden ise iyi, Anayurt Oteli’nin Zebercet’ine benziyorsa her an sakatlık çıkabilir. Toptaşı’ndaki seyyar manav kadın da Şoför Nebahat’i hatırlatıyor. Kimbilir,Üsküdar çarşısında halen el arabalarıyla tezgâh açan zerzevatçılardan birionun ahfadındandır.
Bilahare, omzunda iki ucundan birer bakraç sarkan sırığı, kafasında yan yatmış kasketiyleparke taşlarıarşınlayan seyyar bir yoğurtçunun da aralarında biteceği bu nadide topluluk sıra gecelerinde türkü söyleyen bir yaren taifesi midir? İçlerinde sobacılar olunca ister istemez akla Tenekeci Mahmut ile Kazancı Bedih geliyor. Belki folklor ekibidir. Yahut amatör tiyatro grubu.
Hiçbiri…
Bunlar,27 Mayıs sonrasında kurulan devrim düşmanı gizli bir şebekeymiş!..
Sistemin ihtiyaç duydukça keyfine göre işletmekten marazi bir keyif aldığı insan öğütme çarkı,öteden beri alıştığı pervasızlıkla yine hoyratça dönmeye başlamıştır;canı isteyince altmış küsur yıl önceki kıt imkânlarla,mevcudu iki elin parmaklarına ancak ulaşan uyduruk şebekeyi yeraltından köstebek gibi tutar çıkarır,cümle aleme teşhir eder,canı istemezse ya da o an işbirliği halindeyse alemin onca ikâzına rağmen burnunun dibine kendi eliyle yuvalandırdığı devasa şebekeleri görmezden gelir, üstelik uyaranları tepeler, millet zarara uğrayıp kendisi kâra geçtikten sonra yavuz hırsız misali feryadı basar ve bütün bu düzenbazlıklara mesafeli durarak kendisine yanaşmalık etmeyenleri bu defa da, muhtemelen hâlâ münasebeti sürdürdüğü eski cürüm ortaklarını korumakla itham ederek yine tepelemeye kalkar.
1961 yılının Haziranayı başlarında, Eskişehir, Bursa ve İstanbul’da solcu ve gerici faaliyetten dolayı bazı tevkifler yapılır. Bursa’da tevkif edilenlerin arasında şair Nazım Hikmet’in hapishane arkadaşı ressam İbrahim Balaban da bulunmaktadır. Komünizm propagandası yapan zanlıların münevverleri, Aziz Nesin gibi şahıslarla temas halindelermiş, kızıl uşakları birer birer yakalanıyormuş.
Saz takımını andıran Eskişehir’dekiler ise, sekiz aydan beri gizli faaliyet gösteren ve üç buçuk aydır fasılasız olarak pek gizli şekilde takip edilen devrim düşmanı sinsi bir şebeke imiş. Reisleri, henüz ele geçmeyen, İstanbul Üsküdar’da, Balcılar yokuşu on dört numarada Biletçi Nimet’in evinde oturur okuma yazma bilmez bir kadınmış… Bu vatan haini kuyruklar, midelerinden bağlı oldukları için minnet borcu duydukları Yassıada’daki düşük iktidarın günahkâr idarecilerini kurtarmak ve devrim hükümetini devirmek istiyorlarmış.
Hikâye, Tanin gazetesinde 4 Haziran 1961 günü çıkan bir yakalama haberiyle başlar. Üç gün sonra İl Emniyet Müdürüyaptığı basın toplantısında konuyla ilgili açıklamalarda bulunur. 6-7 Haziran 1961 tarihli Yeni Eskişehir, Porsuk, Sakarya, Yeni Haber ve İstikbal olmak üzere Eskişehir’de yayınlanan beş adet mahalli gazete ile Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Dünya, Hür Vatan ve Hergün gazetelerinin ilk sayfalarını işgal eden hadisenin inkişafı şöyledir.
Bundan sekiz ay evvel eski DP’lilerden olup Üsküdar’da oturmakta olan elebaşı kadın şehre gelerek Yıldız oteline iner ve otel kâtibiyle arkadaşlık tesis eder. Kâtibin de kendisi gibi devrim aleyhtarı olduğunu anlayınca ona tasavvurunu açıklar. Emirdağ’da hazır olan bin beş yüz kişi ile birlikte ve Ankara’da da bazı mühim şahsiyetlerin iltihakı ile radyoevi basılıp idare ele geçirilecek ve Yassıada’dakiler kurtarılacaktır. Bunun için burada da teşkilatlanmayı teklif eder. Kâtip, kadını alıp sobacılık yapan arkadaşına götürür. Kâtip ve sobacı, 27 Mayıs aleyhine propaganda yapmaktan muhakemesi devam eden şahıslardır. Üç şahıs kafa kafaya vererek inkılâp hükümetini devirmek ve düşükleri tekrar işbaşına getirmek çarelerini ararlar ve kadın bu iş için elli bin lira kadar para bulunması lazım geldiğini söyler. Sobacının dükkânında müsbet cevap alan kadın para meselesi ortada kalınca İstanbul’a döner ve okuma yazma bilmediği için başkalarına yazdırdığı müteaddit mektup ve telgraflarla buradaki elebaşları ile teması sürdürür.
Aradan bir ay geçtikten sonra, kadının mektubu ve çağrısı üzerine sobacı beraberine şebeke arkadaşı marangozu da alarak İstanbul’a gider. Üsküdar’da İsmail’in evinde buluşan üç şahıs bir anlaşmaya varamayınca ertesi gün İranlı Kazım’ın kahvesinde buluşarak tekrar lazım olan elli bin lira meselesini tartışırlar. İşi İstanbul’da bir banka soyma meselesine kadar götürürler, kadının soyulacak bankada bir de adamı vardır. Bir neticeye varamayınca ayrılırken aralarında gizli bir parola tespit ederler. Kibrit… Kibrit, silah manasına kullanılacaktır. Elebaşı kadın son mektubunda, bir binbaşı ile tekrar Eskişehir’e geleceklerini, Ankara’da Kibrit’in hazır olduğunu yazar. Sobacı da telgrafla cevap verir:“Abla, size buradan ev kiraladık. Gelmenizi bekliyoruz.”
Bu muhabereler devam ederken diğer taraftan da yeni elemanlar temin edilmiştir. Şebeke faaliyet merkezini sobacı dükkânından CKMP’li bir mühendisin yazıhanesine nakleder. Yazıhanede asılı bulunan Cemal Gürsel ve İsmet İnönü’nün fotoğraflarını parçalamak ve Son Havadis gazetesini öpüp başlarına koymak gibi[tuhaf] hareketlerden kaçınmazlar. Diğer yandan bu mühendisin yanında proje ve plan çizimi işleriyle uğraşan teknisyen aynı yazıhaneye gelip giden yem sanayii sürveyanıyla ve boşta gezer diğer eski bir DP’li ile temas kurup şehirde kadınlara Atatürk büstüne kadar sürecek bir sessiz yürüyüş yaptırma planı hazırlarlar. Bunun için de eski DP kadınlar kolu başkanı ile telefonla temasa geçmişlerdir. Bu yürüyüşe para ile tutulmuş kadınlar katılacak ve polisler de çekimser kalarak müdahale edemeyeceklerdir. Askerin müdahalesinde ise yürüyüşe katılanlar göğüslerini açarak; vurun bizi, bizim de asker evlatlarımız var, biz açız, kocalarımız işsiz, diye haykıracaklardır.
Bilahare teknisyen, yakalanırsak kendimi kurtarırım mülahazasıyla, Merkez Kumandanlığına giderek sobacı tarafından hazırlandığını söylediği bir kâğıdı Binbaşıya verir ve güya ihbarda bulunur. Kâğıtta, bin kadar adam, beşyüz tabanca, yeteri kadar el bombası, dinamit ve yüz bin lira parayazılıdır. Binbaşı derhal Emniyet Müdürünü olaydan haberdar eder ve teknisyen Merkez Kumandanlığına davet edilir. Emniyet Müdürünü karşısında gören teknisyen şaşırır ve Yeni Sinema kapısında mühendis bey beni bekliyor, sinema biletleri bende, kendilerine verip beş dakikaya kadar gelirim, diyerek ayrılır. Teknisyen geri gelmeyince yazıhaneye baskın yapılır ve orada tutulur.Adeta düşükleri kurtarma cemiyeti kuran şebekenin Eskişehir’deki on elemanı böylece yakalanmış olur.
İşin sonucunu tamamlamak için Üsküdarlı elebaşı kadının yakalanması Emniyetçe planlanır ve tebdili kıyafet eden iki polis,sobacıyı yanlarına alarak İstanbul’a giderlerve ertesi gün sabaha karşı saat 03.00’te şehre geri dönerler. Polislerelebaşı kadını bulamamışlar, onun yerine üzerinden bazı kesici alet ve evrak çıkan Üsküdarlı seyyar manav bir kadını getirmişlerdir. Sobacıyı önceki gelişinden tanıyan vegizli parola kibriti bilen manav kadın, elebaşının nerede olduğunu bilmediğini, yerine kendisini vekil bıraktığını söylemiştir.
Böylece, Merkez Komutanlığına yapılan ihbarı büyük bir maharet ve soğukkanlılıkla izleyen Emniyet Müdürü ve arkadaşlarının gayret ve mesaileri neticesinde şebeke gün ışığına çıkmış, meşum tasavvurları ile birlikte hesap vermek üzere cem’an on bir kişi nezarete alınmıştır.
Yeni Eskişehir’de elebaşının nasıl olup da sırra kadem bastığı şu şekilde açıklanmaktadır: Şehrin basını bu hadiseden evvelden beri haberdar oldukları halde gazetelerine bu mealde bir haber koymayarak beklemişler, buna mukabil muhtemelen Dahiliye Vekaletinden sızan bir haberi yakalayan Tanin muhabiri bu haberi gazetesine vermiştir.Tanin’de yakalanan isimleri okuyan[okuma yazma bilmez]elebaşı kadın sırra kadem basmıştır.
İstikbal gazetesinin biraz daha mantıklı yorumuna göre ise; basın toplantısında gazetecilere gösterilen aleyhtarlar pejmürde kıyafetli ayak takımından müteşekkildir, devrim aleyhtarlığı meyanında soyguncu şebekesi halinde çalıştıkları anlaşılan zavallıların, eski DP mensuplarından sızdıracakları paralarla kendilerine gayrımeşru servet teminine çalıştıkları muhtemeldir.
Yazıhanesinde faaliyet gösterilen ve CKMP’liolduğu yazılıp söylenen mühendis de üç gün sonra gözaltına alınır, yirmi gün geçince tahliye edilir (Yeni Eskişehir 10.6.1961, 1.7.1961). CKMP İl Başkanı,mühendisin partisiyle bir alakası olmadığını açıklar (Yeni Haber 12.6.1961). Devrim düşmanı şebekelerin cirit attığıbu bölgeye Emniyet Genel Müdürü de gelir, gördüğü hoş karşılama ve vazife disiplini karşısında memnuniyetini izhar eder(İstikbal 27.6.1961).
Aradan iki ay geçer.
“Şebeke Elebaşısı Üsküdarlı H.Ö. Nihayet İstanbul’da Emniyetin Ağına Düştü”. Bu defa Yeni Eskişehir sekiz sütuna manşetle ataktadır. 28 Temmuz 1961 nüshasında yaptıkları istihbarat neticesinde topladıkları malumatı nasıl çözdüklerini açıklar: 1- Emniyet Müdürünün yanına aldığı memurlar Birinci Şube elemanlarından olduğuna göre; seyahatin gaye edindiği olay doğrudan doğruya Birinci Şubeyi alakalandırmaktadır. 2- Emniyet Müdürü ile giden memurlardan bir şube şefi ve diğer iki memur aslen İstanbullu olduklarına göre, şehirden giden ekipte İstanbul polisine paralel olarak bir faaliyette bulunacaktır. 3- Emniyet Müdürü İstanbul’a giden ekibin bizzat başına geçtiğine göre, bu seyahat oldukça mühim bir olayla ilgilidir. 4- Birinci Şubenin İstanbul’da yakında ve büyük bir titizlikle takip ettiği işler içerisinde emniyet müdürünü de peşinden sürükleyebilecek tek hadise elebaşıyla ilgili olanıdır.
Bir hafta sonra Emniyet Müdürü günlerdir heyecanla beklenen basın toplantısını yapar. (Yeni Eskişehir ve İstikbal 3.8.1961, Sakarya, Porsuk, Yeni Haber, Milliyet ve Dünya 4.8.1961).Elebaşı, İstanbul teşkilatına verilen eşkal üzerine evinin devamlı kontrolü sonunda yakalanmış, otomobille şehre getirilmiştir. Üzerinin aranmasında iki yüzlü, iki oluklu, kabzası hariç on sekiz cm. uzunluğunda sivri bir bıçak, Adnan Menderes ve Celal Bayar’a ait birer resim ile rahat çalışmasını temin gayesiyle kendi resmi altında başka bir isim yazılı sahte bir CHP kimlik cüzdanı çıkmıştır. Daha sonra kendi ifadesinden pasajlar okunur.
“Ben aslen Emirdağlıyım. Otuz seneden beri İstanbul’un muhtelif semtlerinde yaşıyorum. Üsküdar kazası Balcılar yokuşu on dört numarada Biletçi Nimet hanımın evinde oturuyorum [İstikbal’de Biletçi Nimet, Porsuk’ta Biletçi Necmettin].Seyahati çok severim. Eskişehir’e yaptığım seyahat ihtilalden sonra olmuştur.” İhtilal yapmak için ilk teşebbüsün Ankara’da olacağını, DP’lilerden beşer onar lira alınmak suretiyle elli bin lira kadar temin ettikten sonra bu paralarla köylerden adam toplayıp bazı şahıslara da yarbay, albay elbisesi geydirerek silahlandırıp kamyonlarla Ankara’ya gönderileceğini ve hükümetin devrileceğini, şebekedeki marangozun;“Benim bir gedikli arkadaşım var, bize silah verecek” dediğini söylemiştir.
İfadesinden pasajların okunmasından sonra toplantıya getirilip gazetecilere gösterilir.Otuz beş ile kırk yaşlarında olduğu tahmin edilen kadının sert çehresi ve bozuk bir lisanı vardır. Resmini çekmek isteyen bir gazeteciye “Ne var, ne çekiyorsun gardaşım. Bir kadından ne dev olur, ne gurt” demiş ve resim çektirmek istememiştir.[Bütün nobranlıklara rağmen, arzusuna binaen resminin çıkarılmamış olması, devletin çivisinin bugüne nazaran az çok yerinde olduğuna dair bir fikir vermektedir.]
Bütün suçu evvelce yakalanan arkadaşı seyyar manav kadına yüklemeye çalışarak, “Bizim gibi adamları tuzağa düşüren bu fiskosçudur” demiştir.Ayrıca yaptıkları bu yeraltı faaliyetinin Türkeş’in yadigârı olduğunu, düşük Menderes’i sevdiğini belirtmiş ve şu şekilde konuşmuştur: “Teşkilatlanarak ihtilal yapmak isteyişimiz Türkeş hadisesinin [13 Kasım] patlak vermesinden sonra olmuştur, bütün bu işlerimizin başı Alparslan Türkeş’tir.Bize söylendiğine göre teşkilat hazırlığını Alparslan Türkeş yapacaktı.”
Elebaşı kadının ağzından Türkeş adını duyan bazı gazeteler derhal kırmızı bayrak görmüş boğa gibi atılırlar. Falih Rıfkı’nın Dünya’sıve Sakarya gazeteleri attıkları başlıklarla maksuda ererler.
“Bu İşlerin Başı Türkeş’tir”
Elebaşı kadının verdiği ek bilgiler üzerine tekrar harekete geçilir, İstanbul’a gönderilen ekip Üsküdar’da ikâmet eden bir seyyar yoğurtçu ile mesleği belirtilmeyen diğer bir şahsı yakalayarak getirir. Yoğurtçunun üzerinde muhtelif boyda üç bıçak, diğerinde ise iki satır ile suçla ilgili bazı evraklar zuhur etmiştir. (Yeni Eskişehir 16.8.1961, Sakarya ve İstikbal 17.8.1961)
Seyyar manav, seyyar inşaatçı, seyyar yoğurtçu, seyyar boşta gezer… İte kaka on dört kişiye baliğ olan ve yarısı seyyare gibi ortalıkta başıboş dolaşan bunca seyyarın arasında üzerinde iki satırla yakalanan diğer şahıs da olsa olsa kurban bayramlarının vazgeçilmezi seyyar kasaptır…Elebaşı kadının oturduğu Balcılar yokuşu Ahmediye’den Zeynepkamil’e çıkan yolun sağ tarafında Tabaklar mahallesinde kalır, ucu yukarılarda Karacaahmet’e dayanan uzunca bir sokaktır. Seyyar manav kadının muhiti Toptaşı ise Zeynepkamil’e çıkan yolun sol tarafıdır. Yani şebekenin iki lideri karşılıklı iki mahalleyi tutmuş komşulardır. Tam o kavşak noktasındaki tüpçü meşhur ve enfes Karakulak suyunun yegâne bayiidir. İranlı Kazım’ın kahvesi de, oraya çıkarken sol taraftaki küçük ağaçlık meydanda halen çay bahçesi tarzında hizmet veren yan yana üç adet kahvehaneden biri olmalı. Ancak halk o zamanlar İranlı’ya şimdiki gibi İranlı demez, Horasan’dan bu tarafa münferiden gelen Türklere Acem der. Anadolu’nun bazı yerlerinde Acemin kahvesi tabir edilen kahvehaneler vardır. Orası da muhtemelen Acem Kazım’ın kahvesi tabir ediliyormuştur, resmiyetteki kibarlık icabı ya da ara sıra yalandan milliyetçiliği kabaran ricalin, vatandaş Türkçe konuş kampanyasına ters düşmemek ve soyca Türkolan bir yurttaşı Fars hanesine kaptırmamak gayesiyle Acem yazılmamış olabilir. Elebaşı kadın besbelli bu havadar yerin müdavimi, evinden çıkıp salına salına kahveye iniyor, çantasından çıkardığı cıgara paketiyle parola kibrit kutusunu tahta masanın çiçek desenli muşamba örtüsüne bırakınca ötede işareti alan seyyar manav kadın da iki küfe marul yüklü merkebiyle yanaşıp iskemleye çöküyor, yemyeşil ağaçların gölgesinde püfür püfür esen tatlı rüzgâruzun eteklerini hafifçe uçuştururken açtıkları kahve falı doğrultusunda o günün meşum planını belirleyerek kargacık burgacık yazabildikleri şifreli gizli talimatların altına bir de kibrit resmi çizdikten sonra seyyar yoğurtçu eliyle postaya veriyorlarmış.
Mizahi binbir gece masallarını andıran bu gayrıciddi hikâyelerin Türkeş’i karalamaya yönelik bir tezgâh olduğu gayet açıktır.İşgüzar gayretkeşler incir çekirdeğini doldurmaz konularla kamuoyunu meşgul etmekte ve 13 Kasım 1960’ta Ondörtleri tasfiye ederek kalan üyelerle tekrar kurulmuş olan yeni MBK’ya yaranmaya çalışmaktadırlar. Kuvvetle muhtemel, emniyette sıkı sıkıya tembihlenmeden önce elebaşının aklında ne 13 Kasım vardı ne Türkeş.
Öyle bir tedhiş havası estirilmektedir ki;10 Ağustos, 27 Ekim ve 7 Kasım 1960 tarihlerinde Türkeş’in çeşitli konulardaki beyanatlarını fotoğrafıyla birlikte tam sayfa vermiş olmasından şahsına yakınlık duyduğu anlaşılan Yeni Eskişehir dahil hiçbir gazete, elebaşı kadına kendini kurtarmak vaadiyle söyletildiği apaçık olan hayal mahsulü Türkeş irtibatını önemsiz sayıp temas etmemek yürekliliğini gösteremez, bir kısmı ise bu hususu özellikle vurgular.
***
Aynı sıralarda Eskişehir’de içlerinde iki astsubayın bulunduğu on bir kişilik başka bir şebekenin daha mahkemesi devam etmektedir. 16.6.1961. Milliyet, Türkeş’ten bahsetmez. Cumhuriyet ve Tanin, huzura alınan şahitlerin; bu şebekenin sabık MBK üyesi Alparslan Türkeş ile temas ettiğini söylediklerini yazar.
Son Baskı gazetesi ise; “Eskişehir’deki Bozguncuları A. Türkeş de Destekliyormuş” başlığıyla manşete taşır. “29 Ekim 1960’ta Milli Birlik Komitesi’ni devirerek yerine Yassıada’daki eski idareyi getirmek isteyen inkılâp düşmanlarının yargılanmasına Eskişehir’de dün başlandı. Huzura alınan şahitler, bu şebekenin sabık MBK üyesi Alparslan Türkeş ile temas ettiğini ve Türkeş’in desteklediğini söylemişlerdir. Önce Belediyeyi ve Vilayeti elde edecekler, Belediye Yayın Bürosundan yayına başlayacaklar ve daha sonra hava kuvvetleri kulesini ve uçaksavar birliğini elde ederek jetlerin uçuşuna mani olacaklardı, aynı anda Porsuk otelinde tertiplenecek olan baloda ise mülki erkân ile yüksek rütbeli subayları tevkif edeceklerdi.”
Bu şebekedeki şahıslar herhalde telkine daha kapalı olduklarından, Türkeş irtibatı doğrudan zanlılar ağzıyla değil de neyin nesi oldukları belirsiz şahitler marifetiyle kurulmuş. Koparılan bunca vaveyladan bir netice çıkmayacağı baştan bellidir. İlerleyen zamanda her iki şebekedeki isimler bir daha gündeme gelmez. Muhtemelen Menderes’in Eylül ayında idamından sonra peyderpey tahliye edilmişlerdir.
***
14 Nisan 1961 tarihli gazetelerde ise, Devlet Başkanı ve Milli Birlik Komitesi aleyhine beyannameleri dağıtırken 24 Aralık 1960 tarihinde yakalanan otuz yaşlarında bir kadının Ankara Örfi İdare Mahkemesinde 9 yıl 8 ayhapsine ve altı yıl altı ay İstanbul’da ikâmetine karar verildiği yer alır. Milliyet, Tanin, Öncü ve Hür Vatan kadının Türkeş ile irtibatlı olduğunu belirtir.
Ahmet Emin Yalman’ın Hür Vatan’ı,“Türkeş’e Şifreli Mektup Yazan Kadın 6 Yıla Mahkûm Oldu” başlığıyla verir. Yazı işlerinin ya da bizzat yaşlı Ahmet Emin Yalman’ın heyecandan eli ayağına dolaşmış olmalı; meraklı hikâyenin şifrelerini çözerek detaylıca dizmeye uğraşırken ceza süresi karıştırılmış, dokuz yıl hapis yerine mecburi ikamet süresi olan altı yıl başlığa taşınmış. “Kadın, düşük iktidar devrinde sakıtların himayesinde bulunan ve birçok maceralı işlere bulaşmış biriydi. Kendisini himaye edenler arasında Adnan Menderes ve Bursa milletvekillerinin bir kısmı bulunuyordu. Bu sebeple de örtülü ödenekten faydalanmış ve Yeşil Bursa adında bir kitabın hazırlanma ve yayınlanması kendisine verilmişti. 27 Mayıs’ı müteakip bu kitap dolayısıyla temin edeceği asgari yüz bin liranın bloke edilmesi yüzünden bu sefer askeri idareye yanaşmaya çalışmış ve bir müddet Başbakanlık Müsteşarı olan Alparslan Türkeş’in yakınına sokulmuştur. Ancak Türkeş’in kuvveti kendisini tam manasıyla koruyamamış ve kitap işi ile ondan sağlayacağı menfaat baltalanmıştır. Bu hadiseden sonra iktidara karşı tutumu değişmiş ve yukarıda sayılan suçları işlemeye başlamıştır. Bu arada kadının halen Yeni Delhi’de bulunan Alparslan Türkeş’le aralarında anlaştıkları bir şifre ile mektuplaştıkları tespit olunmuştur.”
Tanin’de, kadının otuz yaşlarında, lise mezunu, sarışın ve çok güzel olduğu, bazı kimselerle düşüp kalktığı ve bu arada bir broşür yayınlayarak Alparslan Türkeş ile tanıştığı, gazeteci kimliğine bürünerek ileri gelen yöneticilerle yakınlık sağladığı, gazete fotoğrafçılarına poz verdiği ve gayet neşeli bir şekilde espriler yaparak cezaevine gittiği not edilmiştir.
Mektuplaşma, karşılıklı yapılan bir fiildir. Şayet Türkeş cevabi mektup yazmış olsaydı muhakkak surette mahkemede delil olarak sunulur, basında yer alır ve nihayet Dışişleri Bakanlığı kendisine konuyla ilgili soru sorardı.
Devletimkânları, korkunç olduğu vurgulanan bu düzmece şebekelere seferber edilmişken, memleketin ilk banka soyguncusu sıfatıyla azılı bir gangster türer, tek başına, hükümetle dalga geçercesine art arda üç tane banka soyar ve aylarca yakalanamaz.
***
Tam bu sıralarda, Peyami Safa vefat eder. Üç ay kadar önce de yegâne evladını kaybetmiştir. Türkeş’in, Son Havadis’egönderdiği taziye mektubu 25 Haziran 1961 günü teşekkürcümlesi altında yayınlanır.
“Türk sanat ve fikir dünyasının büyük siması gazetemiz Başyazarı Peyami Safa’nın vefatı dolayısıyla gönderilen taziyet mektupları ve telgraflar devam etmektedir. Bu arada eski MBK üyesi ve halen Delhi’de Hükümet Müşaviri Alparslan Türkeş’ten de aşağıdaki mektubu almış bulunuyoruz. Bu vesile ile gösterilen yakın alakaya teşekkür ederiz.
Sayın Hami Tezkan,
Son Havadis gazetesi
İstanbul
Muhterem Hami Beğ kardeşim.
Bugün, büyük Türk yazarı, milliyetçi, mütefekkir, edip Peyami Safa Beyefendinin ölümünü büyük bir üzüntü ile öğrendim. Cumhuriyet devrinde fikir hayatımızda büyük varlık göstermiş olan Peyami Safa, kendisini aynı zamanda yorulmaz bir fikir savaşçısı olarak da tanıtmıştır. Türk milletinin sosyal meselelerine dokunmasını bilmiş ve bunlara iyi bir çözüm bulunması için, birçok baskı ve iftiralara rağmen düşüncelerini açıkça yazmaktan çekinmemiştir. Erken sayılacak bir yaşta aramızdan ayrılışı, Türk fikir hayatında olduğu kadar, hakiki bir demokrasi ve hakiki bir hukuk nizamı kurma yolundaki davamız için de büyük bir kayıp olmuştur.
Merhumun ailesinin muhterem üyelerine ve başyazarlığını yaptığı Son Havadis ailesine baş sağlığı dileyerek, Tanrıdan geriye kalanlara sabır, sağlık ve başarılar lütfetmesini yakarırım. Selamlar ederek sizin ve arkadaşlarınızın da gözlerinden öperim.
Yeni Delhi 17 Haziran 1961
Alparslan TÜRKEŞ ”
Bu gayet insani taziye mektubuna dahi tahammül edemeyen fazilet yoksunu kimi kalemler hemen tezvirata başlarlar.Türkeş bahanesiyle Peyami Safa’ya, Peyami Safa vesilesiyle Türkeş’e kinlerini dökme fırsatıyakalamışlardır. İlk hamle, 28 Haziran 1961 tarihinde, Faik Suad isimli Yeni Gün gazetesi yazarından gelir.
“Türkeş’in Mektubu
27 Mayıs ihtilalini, Türk milletinin büyük çoğunluğunun anladığı manadan çok ayrı manada anlayan, Türk ihtilalini gerçek demokrasi hedefinden bir başka biçimde hedefe götürmek isteyenlerin başında Albay Alparslan Türkeş bulunuyordu. Hür düşünceyi Ülkü ve Kültür Birliği potasında eritmek isteyen Albay, 13 Kasım sabahı ustaca bir müdahale ile ihtilalin bünyesinden sökülüp alınmıştı. Tek tip düşünce meraklısı emekli albayın Yeni Delhi’ye yolcu edilmesiyle Türk ihtilali sıhhate ve selamete kavuşmuştu. Ondörtlerden, Türkeş’ten başkalarının neler düşündüklerini ve görüş ufuklarında aydınlık belirtileri doğup doğmadığını bilmiyoruz.
Fakat hükümet müşaviri sıfatıyla Yeni Delhi’de bulunan ve günlerini kaplan avı ile, akşamlarını da Türkiye’deki ideal arkadaşlarına mektup yazmakla geçiren emekli albayın düşünce aleminde hiçbir gelişme kaydedilmediğinin delilini bir taziyet mektubunda müşahede etmek kabildir.
Emekli albay, Yeni Delhi’den müteveffa Peyami Safa’nın gazetesine bir mektup göndermiş. 27 Mayıs sabahından itibaren ihtilalin hiçbir zümreye karşı yapılmadığı edebiyatının şampiyonu kesilen ve Bayar – Menderes takımını sahneden çekip, onların çömezlerini bağrına basmak isteyen zihniyeti bir kere daha açığa vurması bakımından bu taziyet mektubu oldukça enteresandır.
Emekli albay Türkeş’e göre, Peyami Safa Türk milletinin sosyal meselelerine dokunmasını bilmiş ve bunlara iyi bir çözüm bulunması için birçok baskı ve iftiralara rağmen düşüncelerini açıkça yazmaktan çekinmemiştir.
Peyami Safa’nın aramızdan ayrılışı, Türk fikir hayatı için olduğu kadar, hakiki bir demokrasi ve hakiki bir hukuk nizamı kurma yolundaki davamız için de büyük bir kayıp olmuştur.
27 Mayıs ve Peyami Safa. Türkeş ve Peyami Safa. Hakiki demokrasi ve Peyami Safa. Bayar – Menderes diktasının onbeşler komisyonunun baş müdafii Peyami Safa baskı ve iftiralara uğramış!.. Ne zaman? Herhalde 27 Mayıs’tan sonra.. Daha doğrusu emekli albay Yeni Delhi’yi boyladıktan sonra.
Hayret!.. 27 Mayısın öncüleri arasında bulunmuş bir emekli albay yazıyor bunları.. Ve 27 Mayıs sabahı Türkiye radyolarından memleketi karanlık bir uçuruma sürükleyen diktatörlerin devrildiğini haber veren Türkeş, Peyami Safa’nın şahsında hakiki bir demokrasi ve hakiki bir hukuk nizamı davamızın bayraktarlarını selamlıyor.
Yeni Delhi’deki kaplan avcısı bu mektubuyla ihtilalin meşruiyetine ağır bir darbe indirmiş olmuyor mu? Ve bu emekli albay nasıl oluyor da hâlâ inkılap hükümetinin müşaviri sıfatını taşıyor?”
Sayın yazar epeyce yiğitlik sergiliyor. Altı bin kilometre uzakta, cevap verme imkânından mahrum albaya, ismindeki aslana kinaye kaplan avcısı diyerekistihza etmek cesaretini göstermiş.
12 Temmuz 1961 tarihli Dünya’da Hayri Alpar da kahramanca atılarak eli kolu bağlı Türkeş’esaldırır.
“Türkeş’in Perişanlığı!
Lütfen söyleyiniz: 27 Mayıs ihtilali ne için ve kimlere karşı yapılmıştır? Anayasamızın ayaklar altına alınıp, devrimlerimizin, demokratik hak ve hürriyetlerimizin çiğnenmesine ve çiğneyen zorbalara karşı değil mi?
27 Mayıs 1960 sabahı İstanbul’dan sonra Ankara radyosundan yükselen tok bir ses, Türk silahlı kuvvetlerinin kararını bildirirken, ihtilalin bu gerekçesini ilan ediyordu.
O zamanlar, Ankara radyosunda konuşan ihtilalci de Alparslan Türkeş’ti. 13 Kasım 1960’a kadar Başbakanlık müsteşarı ve Milli Birlik Komitesi üyesi olarak icraatta bulunan zat da, yine bu Alparslan Türkeş’ti.
Şimdi bir de geçenlerde ölen Peyami Safa için Son Havadis gazetesinde çıkan şu satırları okuyunuz: [Mektup metni].
Hiç şaşırmayınız, bu satırları yazan da Alparslan Türkeş’tir.
Önceden şu noktayı belirtmek isteriz. Evet, Peyami Safa bir yazar, şahsı nev’ine münhasır bir düşünürdü. Bugün aramızda bulunmayan Peyami Safa için bir mütalaada bulunacak değiliz. Savunmadan uzak bir ölü olarak, onun şahsını bir kenara bırakıyoruz.
Burada üzerinde durulacak mesele bugün Yeni Delhi’de Türk milletinden binlerce lira aylık alan eski bir komitecinin hazin halidir. Şu ilahi adalete bakınız ki, vaktiyle kendisinin maksatlı tutumuna karşı savaşırken, bizlere tehdit üstüne tehdit yağdıran bu Alparslan Türkeş, yazdığı mektupla üzerinde durduğumuz, memleket için ne kadar tehlikeli olduğu anlaşılan maksadını, itiraf kabilinden açıklamış bulunuyor!.. Hele, mektupta kullandığı ifade ve üslup, güttüğü zihniyeti doğrulayan yazılı belgedir.
Bu satırları okuyanların zihinlerine takılacak az soru mu vardır?
Peyami Safa kimdi? Yazar ve mütefekkir olabilirdi. Ama, o yazar ve mütefekkir zorbalık rejimi yarattıkları için alaşağı edilen DP iktidarının İstanbul organında, ön safta yer alan bir kalemşör değil mi? Yaptığı ve savunduğu fikir, düşük iktidarın fikirleri idi. Peki, madem ki bu Peyami Safa hakiki bir demokrasi ve hakiki bir hukuk nizamcısı idi, Alparslan Türkeş’in devirdiği zorba takımı arasında ne işi vardı? Yok böyle değil de madem ki DP iktidarı, başyazarının da savunduğu gibi hakiki bir demokrasi ve hakiki bir hukuk devleti nizamı zihniyetine sahipti, o halde bu Alparslan Türkeş neden ihtilale karışmış, adamları devirmişti? Bu devriliş, mektubunda yazdığı gibi bir baskı ve iftiranın sonucu mu idi ki, Alparslan Türkeş, Peyami Safa’nın şahsında, adeta itizar ediyor! peşinde koşuyor. İnsanlar, hayal kırıklığına uğrasalar bile, üç beş satırlık bir mektupta böyle fikir perişanlığına düşmemelidirler.
Mesele açıktır dostlar, hem de çok açık. Alparslan Türkeş, ihtilali fırsat-ı ganimet bilerek, memlekette bir nasyonal sosyalist bir rejim kurma sevdalısı bir hayalperestti. Liderleri hapsedilen, kendisi fesholunan bir partinin, yalnız İstanbul organını açık bırakması, her tarafa DP partizanları içinden koyu ırkçıları yerleştirmesi, düşük iktidara kalemi ile hizmet eden örtülü ödenek beslemelerini koğuşturma dışı bırakması, hep bu aşırı hayal ülküsünü gerçekleştirme arzusundan doğuyordu. Bu maksatlı davranışlarının, bugün memleketin başına ne belalar açtığını görüp duruyoruz. Saçtığı tohumlar yetmiyormuş gibi, Türk milletinin verdiği binlerle Yeni Delhi’ye kurulan aynı Alparslan Türkeş, hâlâ ve hâlâ uzaktan uzağa tertipler peşinde koşuyor. Ama orada kendisinin, burada yaranlarının çabaları, daima idealist cephe karşısında erimeye mahkûmdur. Türkeş’in bunca denemeden sonra hâlâ anlamadığı gerçek budur.
İtiraf edelim ki, yalnız 27 Mayıs sabahı söylediği sözlerin inkârı olan şu mektubu bile, Alparslan Türkeş’in çapını ispatlamaya yeter de artar bile. Kendisine değil, ona uyan, ona inanarak peylik yapanlara yazık olmuştur…
Ülkü arkadaşı Peyami Safa, hiç değilse hayata veda ederek aralarından ayrılmıştır. Bereket versin ki, Alparslan Türkeş, ihtirasının kurbanı olarak aralarından ayrılmıştır. Atatürkçü, devrimci, gerçek demokrat ve hukuk devleti taraflısı idealistleri memnun eden de bu değil midir zaten? İnsanlar, kurtuluşları için zekat vermezler mi?”
Muhtevası gibi Türkçesi de berbat olan bu pespaye yazı tabansızlığın dik alâsıdır.Bugün aramızda bulunmayan Peyami Safa için mütalaada bulunacak değiliz, diye başlıyor, devamında sürekli aleyhte fikir serdediyor.Vaktiyle Türkeş tehdit üstüne tehdit yağdırırken ona karşı savaşıyormuş!27 Mayıs’tan 13 Kasım’a kadar olan yazılarında ihtilalin güçlü albayı Türkeş’e karşı savaştığına dair bir cümleye rastlanılmamaktadır.Yazısının son cümlelerinde de farklı bir şeyler geveliyor ama ne dediği pek anlaşılmıyor. Sürgünle yetinildiğine şükretsindemek istiyor herhalde.
***
Türk milliyetçiliğinin mümessili ve lideri Alparslan Türkeş, 1944 yılından beri çileyle yoğrularak Türkçülük fikrini siyasi hareket haline getirmiştir. Yukarıdaki iftiralar cereyan ederken Hindistan’da sürgündedir, ne inkılâp düşmanlarıyla irtibatı bulunmaktadır ne darbe teşebbüslerinden haberi vardır. Arkasından namertçe çevrilen tezgâhlar o kadar bayağı ve yoğundur ki, en metin insanların dahi maneviyatını bozmaya yeter. Bunlar daha başlangıçtır.MBK üyesi iken insani mülahazalarla müşfik davrandığı, aşırı muamelelerden korumaya çalıştığı ve bu yüzden sürgün edildiği sözde demokratlar, ellerine fırsat geçer geçmez daha nankör ve hain darbeler indirecektir. Solculardan darbe yiyecektir. Maneviyat tacirlerinden, ırkçı geçinenlerden darbe yiyecektir. Bizzat yetiştirdiği kimi ülkücülerden darbe yiyecektir. Bütün bunları insan üstü gayretle göğüsleyerek üstesinden gelmiş, ülkücülük bayrağını şerefle dalgalandırmıştır.Tek başına, bir koç başı gibi surlara vura vura yıkarak Türklüğe sosyal ve siyasi hayatta yer açmış olması bütün ülkücüleri minnettar kılacak çok büyük bir muvaffakiyet ve çok şerefli bir milli hizmettir. Ülkücüler bu hizmetleri çok iyi kavramalı ve Türk milletine anlatmalıdır.
Sağlığında çektiği çileler bitmiş midir? Şimdiki vaziyette, dişiyle tırnağıyla var ettiği hareketin, rahat koltuklarda çilesiz, zahmetsiz, gayesiz oturanlar marifetiyle demokrasi düşmanlarıyla, hukuk düşmanlarıyla, Türklük düşmanlarıyla işbirliği karşısında ne hissederdi, onu da sadece ölçüsü sağlam samimi ülkücüler idrak edebilir. Ülkücünün çilesi esasen Türkeş’in çilesidir. Ne zaman kizulüm kaleleri yıkılır,ülkücünün çilesi o zaman sona erer. Türkeş’in ruhu ancak o zaman şad olur.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.