« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Millet Nasıl Meydana Gelir?

 

Millet kelimesi dilimize Arapça'dan geçmiş ve Türkçe’de din, mezhep, bir dinde ve mezhepte bulunanların tamamı anlamlarını almıştır. Ancak, millet kelimesi Arapça olmasına rağmen, milleti sosyolojik manâsıyla ifade etmek için, Araplar, millet kelimesini değil, kavim ve şa'b kelimelerini kullanmaktadırlar. Şa'bül arabî Arap milleti, şa'büt türkî Türk milleti gibi.

Tehânevî, Keşşâf’ında şa’b’ı; meşhur bir babaya dayanan çok insan topluluğu manâsıyla izah etmektedir. İsfehânî’nin Müfredât’ında bir aileden doğup dallanan kabileler grubu manâsına alınmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de Hucurât Sûresi’nin 13. âyetinde; -Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdârdır- (Şu’ûben ve kabâile) şeklinde geçmekedir. Bugün Araplar Şa’bı halk manâsında kullanmaktadırlar.

TDK lügatinde millet kelimesi yerine ulus kelimesi kullanılmaktadır. Daha doğrusu, Türkçe Sözlük de şöyle denmektedir: Millet is. Ar. Millet 1. Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan; aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus: “Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl fikrinin lâyemut âbidesidir.” –Atatürk. 2. hlk. Benzer özellikleri olan topluluk. Şoför milleti bu, gözü açık olur. “Şu kadın milletinin kıskançlığının hiç sonu yok.” –A. Mithat. 3. Bir yerde bulunan kimselerin bütünü, herkes: “Millet tütün paralarını alınca borcunu öder.” –N. Cumalı.

Tarihimizde aynı manâ için budun kelimesi de kullanılmıştır. Ancak, gerek ulus gerekse budun bugünkü, sosyolojik manâda kullanılan, millet kelimesini karşılamamakta ve milletteki manevî, bütünleştirici hava bu kelimelerde bulunmamaktadır. Ulus ve budun kelimeleri daha çok boy birlikleri anlamına gelmektedir.

Ayrıca, bilerek veya bilmeyerek halk, usbe/asabe ve ırk kavramları ile millet kavramı birbirine karıştırılmaktadır. Oysa, daha önce de, bir müstakil bölümde ortaya koyduğumuz gibi, millet halktan da, usbeden/asabeden de, ırktan da farklı bizatîhî bir cemiyet birimidir.

Millet nasıl meydana gelir?

Millet üç şekilde meydana gelir... Bir kavmin gelişmesi veya akraba kavimlerin birleşmesi ile... Değişik kavimlerin kaynaşarak, gelişmesi ile... Bir kavmin bölünüp, gelişmesi ile...

İyi de kavim nedir?

Burada, bu sorunun cevabını kısaca da olsa vermezsek, söylediklerimizle söyleyeceklerimizin iyi anlaşılamamasından korkarız… Bu yüzden bu suali cevaplandırmak zorundayız… Kavim, boy ve soy yönünden birbirine bağlı, aralarında dil, kültür ve töre ortaklığı bulunan insan grubu veya topluluğudur. Kavim, bir bakıma, boylar veya kabileler bütününden oluşan, biyolojik köke dayansa da dış tesirlerle yabancı unsurları kendi bünyesinde eriten cinsten bir kültür topluluğu demek olan budun anlamına da gelir. Bu bakımdan kavim, biyolojik ve kültürel bakımlardan, aynı türden özelliklerle birbirine bağlanmış üyelerden meydana gelen ve bu özelliklerle hüviyet kazanan sosyal topluluk demektir. Yalnız bunu ırkla karıştırmamak lâzımdır. Çünkü bir kavim, türlü ırklardan da meydana gelebilir. Bir kavmin üyeleri ortak beden özellikleri göstermekle beraber, ilk bir cinsten oluşunu (homojenliğini) kaybetmiş olmak üzere, bir ırkın daha küçük bir parçasını teşkil edebilirler. Kavimler sonradan doğacak milletlerin, kültür bakımından temelini oluştururlar. Ancak, bir milletin bir çok kavimlerden meydana gelmesi de mümkündür. Yeni Türk Ansiklopedisi, kavimi böyle açıklıyor.

Peki, kavim için İslâm ne diyor?

Doç Dr. Yümni SEZEN’den öğrendiğimize göre, kavim kelimesi Kur’ân’da 300’den fazla âyette geçmekte ve üç manâya delâlet etmektedir: 1. İlgili âyetlerin bir kısmında kavim, gerçek manâsında kullanılmıştır. Soy birliği ve bu istikametteki gruplar kastedilmektedir. 2. Önemli sayıda bir kısım âyet, topluluk, grup, halk manâsını vermektedir. Burada, birincisinden daha geniş bir manâ amaçlanmış gibi görünmektedir. 3. Kavim kelimesinin geçtiği âyetlerin büyük çoğunluğu, kavmi, “kimseler” manâsında vermiştir.

Birinci gruptaki manâya dönersek, özellikle soy birliği manâsındaki kavimin esasını teşkil eden ırk gerçeğine ve ırk teşekkülüne de Kur’ân’ın işaret ettiğini görürüz. Ancak uzun uzun açıklamaya ihtiyaç yoktur ki, ırk dinî bir gerçek olmakla birlikte, İslâmiyet, ırkçılığa kesin olarak karşıdır… Ne ise, kavim hakkında bu kadar açıklama yeter, herhalde. Konuya kaldığımız yerden devam edelim.

Bir kavmin gelişmesi veya akraba kavimlerin birleşip, gelişmesiyle ortaya çıkan milletlere, soy birliklerinden dolayı tarihî veya kök milletler denilmektedir. Örnek Türk Milleti...

Değişik kavimlerin kaynaşarak, gelişmesiyle meydana gelen milletlere de halita milletler denilmektedir. Örnek Galyalılar, Franklar, Burgondlar, Vizigotlar ve Normanlar gibi değişik kavimlerin birleşip, tarih içinde bütünleşmesiyle Fransız milletinin ortaya çıkmasıdır.

Bir kavmin bölünüp, gelişmesiyle ortaya çıkan milletlere örnek Almanlar, Hollandalılar, Danimarkalılardır. Bunlara da dal milletler denilmektedir.

Cemiyetler, yüzlerce yıl içinde ekonomik, sosyal, kültürel ve askerî çalkantılarla çalkalandıktan, oluşumlarla oluştuktan ve birbirlerine maddî, manevî perçinlerle perçinlendikten sonra kaynaşır ve millet olurlar. Bu, ferdî şuurun değil, içtimaî şuurun sonunda hâsıl olur... Bundan da anlaşılacağı gibi, bir cemiyetin millet olabilmesi için
başlıca iki faktör vardır. Bunlardan biri maddî yani objektif, öteki manevî yani subjektif faktördür.

Maddî olanı, geniş sosyal azınlıklar dünyasındaki millet gruplarının ortak ekonomik, sosyal, dil, soy ve vatan gibi tabii ve sosyolojik sebeplerle; manevî olanı da gene ortak ruhî, dinî, fikrî ve hissî sebeplerle; insanlar bir araya gelirler ve millet olurlar.

İlâve edelim ki, bir millet, her şeyden önce bir ruh ve gönül anlaşması ve birliğidir. Ruhları birbirleriyle sevişen, ruhları birbirlerinden hoşlanan, birbirlerine yabancılık duymayan,
birbirlerinden emin olan, birbirini kollayan ve himaye eden insanlar bir araya gelirler ve yaşarlar. Dağınık insanlarda, dağınık ailelerde ve dağınık zümrelerde ruh ve gönül birliği nasıl meydana gelebilir? İnsanlar birbirlerini nasıl severler, neden hoşlanırlar? İnsanlar birbirlerinden neden yabancılık çekmezler ve neden birbirlerini himaye ederler?

Arılar arıların, karıncalar karıncaların, koyunlar koyunların, serçeler serçelerin, güvercinler güvercinlerin, aslanlar aslanların yanına neden sokulur, neden hemcinsinin yanında kendini emniyette hissederse... İnsan da daha çok ve daha şuurlu olan bu sevkitabiinin gelişmesi, cemiyeti meydana getirir.

Bütün bu hisler ve duygular insanlarda durup dururken doğmaz. Bu hislerin ve duyguların insanlarda doğması için, her şeyden evvel müsait ve müşterek bir zemine yani, vatana ihtiyaç vardır.

Vatan evvelâ insanların Allah tarafından kendilerine verilmiş olduğuna inandıkları, üzerinde oturdukları, tarım ve hayvancılık yaptıkları topraklardır. Meralar, araziler, köyler, obalar, çiftlikler, komlar ve ağıllardır. Sonra insanların aynı soydan gelmesi, aynı dili konuşması, aynı dine ve inanç sistemlerine sahip olmasıdır. Vatan yani, o zemin, milleti oluşturan objektif, yani dış, maddî zemindir.

Vatan üzerinde aynı soydan gelen, aynı dili konuşan, aynı dine bağlı olan insanlar, atalarının şahsında ve hayatlarında yaşanmış ortak bir hayata, ortak hatıralara, ortak ruhî, hissî ve fikrî hayatlara, dolayısıyla ortak bir geçmişe ve tarihe sahip olurlar. Bu zemin de, milleti meydana getiren subjektif, yani iç, manevî zemindir... Bu iki zemin cemiyetleri, millet haline getiren faktörlerdir. Bu iki faktör, zamanla ortak bir his ortaya çıkarır. Bu his, milliyet hissidir.
Milliyet hissi, aynı millete mensup olma hissidir.

O halde, millet oluşumu; ferdî olmayıp mâşerî yani toplumsal olduğu gibi milliyet hissinin oluşumu ve gelişimi de ferdî değil, mâşerîdir... İnsandaki, anne, baba, köy, kasaba, memleket ve vatan sevgisi ve hasreti milliyet hissinin, millî duygunun, kalplere ve zihinlere akseden belirtisidir.

TÜRK MİLLETİ NASIL OLUŞTU?

Yukarda bahsedilen geniş vatanlarda oturan, çiftçilik, hayvancılık yapan, köy ve şehir devletleri kuran, aynı soydan gelen, aynı dili konuşan aynı kültür manzumesine sahip olan, fakat önceleri ayrı ayrı siyasî organizmalar halinde bulunan insanlar M.Ö. 552 tarihine yani Göktürk'lere kadar geçen zaman içinde çeşitli isimler altında devletler ve imparatorluklar kurmuşlardır.

Bilhassa İskitler M.Ö. 625'den 220'ye kadar, 405 sene, Hun'lar MÖ. 220'den M.S. 216'ya kadar 436 sene, Türk âlemini idareleri altında tutmuşlar ve dağınık köy ve şehir devletlerini, dağınık kültür merkezlerini birleştirerek ekonomik, sosyal ve kültürel birleşme ve
kaynaşmalarda önemli ve büyük mikyasta rol oynamışlardır.

Birbirini takiben, aynı soydan gelen, aynı dili konuşan, aynı kültüre ve dinî inançlara sahip olan devlet ve imparatorlukların idaresi altında toplanan dağınık Türk zümrelerinde, ortak zaferlerin sevincini, ortak mağlubiyetlerin kederini, ortak felâketlerin yasını, ortak bayramların neşesini yaşaya yaşaya, ortak tarih şuuruna ulaşan bu insanlarda, ortak bir duygu ve ortak bir şuur meydana gelmiştir... Bu ortak duygu ve şuur Türk Milletini ve Türk millî bütünlüğünü doğurmuştur.
Ortak bir Türk zaferinden Türk Birliği'nin kurulacağını bilen İlteriş Kaan Çin'e karşı istiklâl mücadelesini ilân etti. Türk beğlerini, Çin'e karşı sefere ve savaşa dâvet etti. Ortak zaferden Türk Birliği yani Göktürk İmparatorluğu doğdu... İşte bu millî şuurla tarih sahnesine çıkmış olan bu milletin, milletimizin adı, TÜRK MİLLETİ'dir.

TÜRK, büyük ve ulu bir çınarın gövdesinin adıdır. Saka'lar, İskit'ler, Hun'lar, Avar'lar, Çerkes'ler, Cücen'ler, Hazar'lar, Göktürk'ler, Uygur'lar, Karahanlı'lar, Karahitaylı'lar, Akkoyunlu'lar, Karakoyunlu'lar.

Türkiş'ler, Oğuz'lar, Onoğuz'lar, Dokuzoğuz'lar, KÜRT'LER, Salur'lar, Bozok'lar, Üçok'lar, Kuman'lar, Kırgız'lar, Karluk'lar, Karaçay'lar, Çuvaş'lar, vb. büyük ve ulu Türk çınarının, büyük veya küçük dallarıdır. Bunların arasında devlet ve imparatorluklar kuranlar olduğu gibi, kuramayanlar da olmuştur.

Ancak, tâ,.. ilkçağlardan beri doğu'da devlet ve hükümet kavramı ve manâsı iyi anlaşılamamış, devlet kavramı ile hükümet kavramı daima birbirine karıştırılmıştır. Bu yüzden Türk tarihini inceleyen tarihçilerin de bir çoğu yanılgılara, yanlışlara düşmüş ve Türk
Milletinin kurduğu devlet sayısında tarihçiler arasında ihtilâflar olmuştur.

Devlette asıl olan unsur, bütün bir millettir. Millet varsa devlet, devlet varsa millet vardır. Hür ve bağımsız bir millet varsa, onun mutlaka bir devleti, egemen bir devlet varsa, onu kuran bir millet vardır. Zaten, merhum DÜNDAR TAŞER'in dediği gibi, devlet; bir milletin en büyük siyasî teşkilâtıdır. Devlet, millete dayandığı ve millette devamlı ve sürekli olduğu için, devamlıdır. Devlet zaman zaman hükümetsiz kalabilir.

Hükümet ise, tabiri caizse, bugünkü partilerden ibarettir... Devleti teşkil eden bütün teşkilât ve müesseselerin ancak bir kısmından, bir parçasından ibarettir. Hükümet her zaman değişebilir ve her zaman yeni bir şekil alabilir. Her zaman başka bir partinin, sülâle ve hanedânın eline geçebilir. İşte bu iki kurum, doğu'da daima birbirine karıştırılmıştır... Her sülâle kendinden önceki sülâleyi yabancı ve düşman saymıştır.

Daha fenası, hükümet hükümdarlık ile karıştırılmıştır. Hükümet, hükümdar addedilmiştir. Hükümdar da, kuvvet, kudret ve yetkilerini ulu ve yüce Allah'tan alan, sorumluluğu da ancak ulu ve yüce Allah'a karşı olan kişidir, sanılmıştır.

Halbuki, İslâm'da böyle bir prensip yoktur. İslâmiyet ilâhi hukuk teorisini kabul etmemiş ve Peygamber Efendimizden sonra, -yukarda ifade ettiğimiz gibi- seçimle iktidar olma esasını kabul etmişti. Seçilen, kendisini seçenlere maddeten, ulu ve yüce Allah'a karşı da mânen ve vicdanen sorumlu sayardı.

Eski Türk tudun, yagbu ve hakanların da seçimle iş başına geldikleri bu demokratik usûle, Yıldırım Beyazıt zamanına kadar riayet edildiği bilinmektedir. Millî ve siyasî geleneklerimiz ile İslâm'da bulunmayan bu yanlış hükümdarlık zihniyeti bize, İran'dan geçmiştir.

Yani bizim de, batı demokrasisinden çok farklı olan bir demokrasimiz vardı. Beyleri Hakan seçen Kurultay'lar, yahut Hakanların müşavere meclisleri olan Divanlar bunun en açık delilidir... Hem de Kurultay ve Müşavere Meclislerinin üyeleri lalettâyin insanlar değildi. Bunlar hizmetleriyle halkın itimadını, faziletleriyle halkın itibarını, mertlik ve cesaretleriyle halkın saygısını kazanmış, insanlardı. Muhitlerinin sevilen, hürmet edilen ve itibar gören
kimseleriydi. Bunlar, Boy beyleri, Şadlar, Kabile reisleri, Tarhanlar, Yagbulardı.

Bilgisizlikten, dolayısıyla milletin hayrına olan doğruyu görememekten ileri gelen bu yanlış anlayışlardan Türk Milleti büyük zararlar görmüştür. Devlet hükümet, hükümet hükümdar zannedildiği için, hükümet ve hükümdar yıkılırsa devletin yıkılacağı sanılmıştır. Oysa bunun böyle olmadığı, birçok defalar olduğu gibi, son olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması ve yerine Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla bir kere daha ispatlanmıştır.

ESAS OLAN MİLLETTİR, MİLLET VAROLURSA, ER YA DA GEÇ DEVLETİNİ
KURAR! MİLLET YOK OLURSA, DEVLETİN BULUNMASI İŞE YARAR, FAKAT O KADAR MÜHİM DEĞİLDİR. ÇÜNKÜ, DEVLET MİLLETİ MEYDANA GETİREN UNSURLARDAN SADECE BİR TANESİDİR... VE, BİR MİLLET, KENDİ TEŞEKKÜLÜNDE TEMEL FAKTÖR OLAN KAVİM, IRK VEYA SOYUN İSMİNİ ALIR. AMA, HİÇ BİR ZAMAN, BİR MİLLETE, SAF BİR IRK VEYA KAVMİN MAHSULÜ OLARAK BAKILMAMAKTADIR.BAKILMAMALIDIR.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,01 M - Bugn : 5676

ulkucudunya@ulkucudunya.com