« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

14 Kas

2007

SÖVGÜ MÜLÂHAZALARI

14 Kasım 2007

İnhirâf etmiş tabiat istikamet kalmamış
Leskofçalı Galib

SÖVGÜ MÜLÂHAZALARI

Cenazede ayyuka çıkan ''Hepimiz Ermeniyiz'' faslı herkesçe malûm. Gazetelerde çıktı mı takib edemedim; Harbiye-Elmadağ cihetinde ''Türkeş'in itleri, susturamaz bizleri…'' diye de bağırmışlar.

O esnada elleri cebinde pencereden dışarıyı seyreden bir bürokrat ülküdaşımız uğultuya kulak kabartıp yanındaki ülkücü geçinen yaşça kıdemli arkadaşına espri babında takılıyor; ''Abi farkında mısın, sanki tam bizim hizamıza gelince sloganı değiştirdiler, üstelik bu tarafa bakıyorlar. İyi güzel de bunlar bizi nasıl tanıdılar?'' Dostumuz nüktesine -çakallar kokumuzu alıyorlar besbelli- tarzında iştirak beklerken, nerede, ne zaman, nasıl davranılacağı hususunda meleke kesbetmiş 'timsah' abi bilhassa bu siyasi devirde Türkeşçiliği zımnen de olsa kabulün muhtemel tehlikelerini sezdiğinden sessizce odadan sıvışıyor.

Türkeş öleli on sene olmuş. Ne kendisinin ne muhibbanın tabuttaki garibanla bir alıp veremediği yok. Fakat idraksiz güruhun öteden beri Türklüğün mümessili Türkeş'le derdi var. Türk'e zararlı ne kadar unsur sayılabilirse tamamı emellerine mani teşkil ettiğinden Türkeş'e husûmet besliyor. Mevcudiyetlerinin mübalağasıyla ikrarına cümle âlemi cebrediyorlar, ancak suiniyetlerini ifşâya, maskelerini söküp meşum yüzlerini teşhire kalktığınızda feryad figan hakikatte var olmayan muhayyel düşmanlar vehmetmekle itham ediyorlar.

Esasen ciddiye alınacak bir yönü bulunmamakla birlikte Türkeş'in itleri tabiri bize resmen hakarettir, hatta sövgüdür. Eskiden sırtlan sürüsü gibi toplandıklarında cüret bulurlardı, üç tane kurdun zuhuru kuyruğu kısmalarına kafiydi. Bugünse muhkem plazalarda gazete köşelerinden, ekranlardan fırsat buldukça hakarete yelteniyorlar. Mâşerî hafızaları, genetik tecrübeleri günlük hayatta benzer teşebbüslerin vehametini telkin ediyordur muhakkak; bir Ülkücünün yüzüne karşı değerlerine söveceksin ve alnın karışlanmayacak!

Tabiatlarının icabını yapıyorlar, şer ittifak en azından düşmanlıklarında sadık, bize içimizden ok çeken tabiatsızlara bakınca istikrarlarını takdir etmemek mümkün değil.

Timsah, uzak diyarlarda mukim hocaefendiye râm olmayı tercih eden usta bir kalem erbabınca eski ülkücü tabiri yerine ikâme hevesiyle ihdas edilen, solcuların eski tüfek muâdili cılız bir kavram, nedense pek rağbet bulmadı, aslında meramı serahatle ifade eden bir tarifti. Oysa eski tüfekler hâlâ iş görüyorlar, mekanizmaları tıkır tıkır çalışıyor, namluların istikameti sabit, hedefleri gayet net. Bizim mürted timsahlar ise hantal gövdeleriyle gözlerine kadar çamura batmış saklanmaya çalışıyorlar, henüz yakaladıkları dişe dokunur bir av yok, ara sıra bizi ısırıyorlar.

Samimi bir vicdan muhasebesinin mahsulü olmadığı için maziye hoş bir dâüssıladan ibaret kalan 'yatağına kırgın ırmaklar' küllenmiş ocak ruhunu tazelemek iddiasını taşımıyordu; satır aralarındaki tarizler hüsnüniyete hamledilirse türünün edebi değeri haiz örnekleri arasında sayılabilir. Edebiyata meraklı mahdut mahfiller nezdinde kısmen alâka gördü; serencamın asıl kahramanları hasbelkader bir zamanlar bozkurt otağının kıyısında köşesinde gezinmiş, manialar karşısında yatağına kırılma bahanesiyle buharlaşıp başka zeminlere kayarak, icabı hale, duyulacak lüzuma, idareimaslahata göre isabetli tavırlar takınma itiyadı kazanmış, bu işler yarın bir gün belki yine revaç görür, rağbeti artar geçer akçe olur, ne tamamen içinde olmalı ne büsbütün dışında kalmalı endişesi taşıyan ihtiyatlı timsahlar farkına vardılar mı bilinmez.

Bugünlerde lümpen ve vasıfsız addettiği milliyetçi gençliğe beliğ üslûbuyla îtidâl tavsiyesiyle meşgul nasûhun vazife salâhiyetini istinat ettirdiği nostalji yazılarında muhtemelen tevazu icabı âli hizmetleri daima mestur, müphem ve muğlâk kalıyor. Buna karşın gördüğü menfilikleri burnu havada kıtasını teftişe çıkmış titiz bir kumandan edasında âdeta bastonuyla işaret buyuruyor. Başkan gelince ayağa kalkılan teşkilât disiplinini istihzayla karşılıyor, liderin bu amaçla yazdığına hükmettiği kitaplarından pasajlar okunmasına dudak büküyor, pala bıyıklı küfürbaz ozan kasetlerine ise hiç tahammül edemiyor. Şakirtleri türemese pek o kadar gam değil. Bayilerde bulunmayan resmî yayın organı hüviyetindeki gazetede yeni yetme bir yazar da geçtiğimiz yıl ozanla ilgili boyunu aşan bir iki yazı yazdıydı. Hangi ozan demeyin, kaç tane ozan var ki?

Pekala, ne yapsaydı koca ozan size yaranmak için söyleyin bakalım. Ben ozan diyorum siz onu biz anlayın. Ne yapacaktık hoşunuza gitmek için? Anlaşılan evvela bıyıklarımızı kesip kulağımıza küpe takacaktık.

Sonra! Lideri zindanlara tıkıp ülkücüleri darağacına gönderenlere sövmeyip medhiye mi düzecektik, istikametimizden imanımızdan tereddüde düşüp vakar fukarası misyoner hocaların vuzuhsuz vaazlarında sahte cezbelere tutularak mahalleye abi mi tayin edilecektik, iktidar partilerine hazır delege mi yazılacaktık, oralarda ikbal azalınca her mevsim bir başkası türeyen Türkeşsiz mantar partileri mi teşkilâtlandıracaktık, fikrin fahişeliğine soyunup verilen mücadeleyi söz üstadı refikiniz şerikiniz gibi bir doktora tezine mi satacaktık yoksa zamparalığında karar kılıp hapishane nitelemesini reva gördüğümüz hafızası malül mekâna yirmi sene sonra dönerek mebus adayı mı olacaktık? Ya Ozan ne yapsaydı! Ömrümü ona ekle diye dua ettiği Başbuğu terk edip Türk Dünyasının liderine arkasını dönen Özallara mı iltica etseydi, hakkı hakikati haykırmak yerine sazını bırakıp cemaat okullarında mandolin dersi mi verseydi, Başbuğ'dan sonra yerine tüneyenlere dalkavuk mu kesilseydi, Rahşan'dan hakaret yiyen korkuluklara yağ mı çekseydi, bir neslin istikbalini karartan Ecevit'in önünde el pençe divan durup ardından ağıt mı yaksaydı, yahut yeni siyasi düzende iktidar borazanlığı mı yapsaydı?

Küfürbazmış... Sanki beyler ruhanî mahlûklar hiç küfür işitmemişler. O derece yükselmişler ki Yunus'un ayağının tozu mertebesine ermişler millete ahlakî düstur öğretiyorlar. Biz de biliyoruz sövene dilsiz gerek dövene elsiz gerek. Koyun sürüsü olun demiyor Yunus, başka şey söylüyor. Nefis terbiyesi ayrı şey haksızlık karşısında susmak ayrı şey. Yine biliyoruz ki mesleğin cellâtlık olsa ferdi kötülüğü tüketmeye ömür yetmez. Kimse sizden mayanızda mevcud olmayan efeliğe kalkmanızı, Zaloğlu Rüstem gibi bastığınız yeri titretmenizi, yek vuruşta şerrin hakkından gelmenizi istemiyor; turfanda meyvenin fiyat etiketine kasden küçücük harflerle yarım kilo ibâresi yazmak suretiyle tuzağa düşürdüğü yaşlı teyzenin titrek sesiyle buyur evlâdım diye uzattığı parasını buruşturup yüzüne fırlatarak dalga mı geçiyorsun kadın diye böğürtüyle azarlayan mel'un satıcıyı itlâf etmenizi, çoluk çocuk doluştuğunuz borç harç alınan külüstür arabaya beş dakikalığına park yeri ararken başınızda biten çarpık suratlı arsız değnekçiye kötek çekmenizi, yoldan karşıya geçmekte olan âmâ vatandaşa öfkeyle korna basan nâdan sürücüye haddini bildirmenizi, müeddep bir kızcağızı taciz eden meymenetsiz psikopatı anasından doğduğuna pişman etmenizi beklemiyor. Ancak sokakta, çarşıda, pazarda, memlekette, dünyanın herhangi bir yerinde mazlumun maruz kaldığı zulme sadece seyirci kalıyorsanız, üzülmüyorsanız, kızmıyorsanız, öfkelenmiyorsanız, en azından dilinizin ucuna basit bir küfür insiyâken gelmiyorsa haysiyetten nasibiniz yok demektir, tıynetiniz yok demektir, temel insani vasıflardan mahrumsunuz demektir. Halbuki kötülüğün ucu nazik tenlerinize biraz dokunsa çoğunuz edepsizce kıyameti koparırsınız, küfürbaz dedikleriniz hicabından yerin dibine girer. Uyuşturulduğunuz için şimdilik hissetmiyor olabilirsiniz. Sövene zehir gibi dil de gerek dövene balyoz gibi el de gerek. Yüreğiniz yetmiyor aklınız ermiyorsa Yavuz'lara ayak bağı olmamak gerek. Sizi dinlersek ne bize elde asayla gezecek çorak bir yurt, ne de size bol keseden parsa toplayacak mümbit cemaat kalmayacak.

Kimseye yaranmak için istikametimizi değiştirecek değiliz. İlk gün ne isek özü itibariyle bugün de aynıyız. Onbeş yaşındayken başkanımız geldiğinde tazimle ayağa kalkıyorduk, istikametinde daim kalanlar bugün huzura teşrif buyurursa başkan değil çocuk yaşta nefer de olsa yine hürmetle kalkarız, memleket meselelerinin hal çarelerini hâlâ liderin kitaplarında bulabiliyoruz, dün kimi ne kadar sevmiş ve bağlanmışsak bugün daha fazla seviyor ve daha çok bağlıyız. Başkasını da tanımıyoruz vesselâm…

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,81 M - Bugn : 11692

ulkucudunya@ulkucudunya.com