« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

21 Haz

2021

PARA VE SİYASETİN BOZAMADIĞI ADAM; MEHMET AKİF ERSOY

21 Haziran 2021

Biyografi yazmanın ustası Ahmed Güner Sayar’ı daha önce hazırladığı ve okumak nasip olan Sabri F.Ülgener’in İktisad Ahlakı ve İktisad Zihniyeti başta olma üzere diğer başka kitaplarını da yayına hazırlamış olması dikkatimi çekmişti. Daha sonra da “Şeyh Bedrin” biyografi kitabı benim kendisini okuma alışkanlığı kazanmamı sağladı. Çünkü hakkında yapılan bütün spekülâsyona rağmen eğer Şeyh Bedreddin’i Ahmed Güner Sayar yazmışsa kötü bir kişi değildir kanaatine yönlendirdi beni. Bu günde Mehmet Akif Ersoy için yazdığı “Çekiç ve Örs Arasında Mehmed Akif Ersoy” adlı kitabı ile başbaşayım.

“Çekiç ile Örs Arasında Mehmed Akif Ersoy” kitabı Ötüken yayınevi tarafından İstanbul’da 2021 yılında basılmış. Kitap; Giriş, I.Kısım Mezarlıkta Gizlenenler, II. Kısım Akif Bey’in Ateşle İmtihanı: Siyaset ve Velayet, III. Kısım İdeolojiden Ütopyaya, IV. Kısım Siyaset ve Velayet, Sonuç ve Değerlendirmeler, Ek ana başlıklı her başlık altında tali başlıkları olan 6 bölümden ve 382 sayfadan oluşmuştur.

Ahmed Güner Sayar, İsmail Kara’nın Aramakla Bulunmaz kitabından aktardığına göre “Bu günün İslamcıları, İslam’ın daha düne kadar hayatın içinden ne kadar ciddi ve derin olarak yer aldığının farkında değiller, İslam’ı yaşanmamış bir şey zannediyorlar. Bunu bir anlasalar!” (S:21) ikazıyla Mehmed Akif Ersoy kitabının yazma ateşinin içinde yandığını söylüyor. 20. Dipnotta İslamcılar arasındaki zaman içindeki değişimi “İslamcı’nın yola çıkarken Hz. Muhammed imanının yanına getirilen Adam Smith’in “kişisel çıkar” kavramıyla zaman akarken Hz. Peygamber’in önüne geçmesidir. Mehmed Akif Bay ise, zaman içersinde para ve siyasetin hiç bozamadığı ender-i nadirattan insanlardandır.” (S:22) ifadeleriyle ortaya koyar.

Aslında İslamcılar değiştiğini Üniversite yıllarımızda yaşadığımız bir “Yazı” dergisi olayı çerçevesinde daha önceki bir yazımda da anlatmıştım. ‘Doğrudan doğruya Kur’an’dan alarak ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı’ mısraları üzerinden yaşadığımız bir tartışmada “Yazı” dergisi okuyucusu ve destekçisi, daha sonra iktidar olan İslamcı bir partinin de il yönetimlerinde yer alan birsi Mehmed Akif “İslam’da reform yapalım diyor” diyerek sapık demişti de ben savunmuştum. O kişiye “Reform yapalım demiyor, içtihad kapısı kapanmadı yen içtihadlar yaparak günümüz dini problemlerini çözelim” diyor. “Bir kişiyi hem bir sözü ile değerlendirmek sağlıklı olmaz bütün hayatına ve sözlerine bakmak lazım” demiştim.

Ahmed Güner Sayar o kadar ince eleyip sık dokuyan birisi ki serdettiği fikrini desteklemek için “Günümüz de Müslüman'ın para karşısında girdiği dengelemede ya da bir arada tartılı terazili yaşama mücadelesinden yenik çıktığı ve paranın hükümranlık alanına geçtiği görülüyor.”(S:23) olduğu gibi Ergün Göze, Sebahattin Önkibar, Kur’an-ı Kerim Cuma suresi 11. Ayet ve kendi hazırladığı Sabri F. Ülgener biyografi kitabını buradaki dipnotta sayıyor ve ayrıca farklı 4 örnek olarak gösteriyor. Ahmet Güner Sayar “Çekiç ile Örs Arasında Mehmed Akif Ersoy” kitabının tanıtım bölümünde de bahsettiği gibi fazlaca dip not kullanmış olmanın yanında dipnotlarda bilgi aktarmış, diyebiliriz ki kitabın yarısı dip nottan oluşmaktadır, bazı hususlarda dördü aşan kaynaklar göstermiştir.

Ahmed Güner Sayar, bazı yazarların Akif’i anlamak için değil de ideolojilerine destek, bazılarının atlama taşı olarak Akif hakkında yazdıklarını, bazılarının da sadece 1910-1919 arasındaki İttihad-ı İslam düşüncesini bütün hayatına yaydıklarını zikrettikten sonra “ Akif Bey, bir monarşinin nasıl dağıldığını gördü, Türk Kurtuluş Savaşı’na destek oldu ve Osmanlı’nın küllerinden doğan Cumhuriyetin uygulamaya koyduğu, metafizik asırları bitiren, maddileşmeye, kanunlar karşısında inananı inanmayanla bir tutan laisizme açık programına karşı, kendi kozmozuna sıkışmış olarak, bireysel tepki verdi. Tepkisinde hatalıydı.” (S:28) tespitini yapar ve hiç sağa sola sapmadan “hatalıydı” hükmünü de net bir şekilde verir. Bu tespitine de gerekçe olarak “Kendisinin bitirmeye çalıştığı toplumsal atâleti, onu canlı tutan bâtınî tasavvufun yaptırım gücünü bitirmeye, toplum tabanını oluşturan Müslümanlar’la işin içinden çıkılamazdı. Müslüman ana kütlenin, düşünen bir topluma dönüşümü imkânsızdı. Dolayısıyla, tepeden inme, zecri tedbirlere ihtiyaç vardı.” (S:29) cümlelerini kurar.

Ahmed Güner Sayar, Akif hakkından yapılan çalışmalar ve yazılanlar içinde en esaslısının, en tok ve güvenilir olanının Mithat Cemal Kuntay’ın Mehmed Akif olduğunu ifade eder, tabi kendi çalışması olan “Çekiç ile Örs Arasında Mehmed Akif Ersoy” kitabı hakkında kendisinin bir söz söylemesi düşünülemez ama biz arkadaşlık duygusallığından uzak olacağı için Mithat Cemal Kuntay’ın kitabından daha sağlıklı ve Mithat camal Kuntay’ın sadece kendi şahitliğini ihtva eden bir kitap yazdığı ve o zaman daha diğer şahitlerin eser vermediği düşünülürse bütün şahitleri inceleme şansını yakalamış olan Ahmed Güner Sayar çalışmasının daha zengin muhtevaya sahip bir kitap olduğunu düşünüyor ve söylüyoruz.

Ahmet Güner Sayar İslamcıların politik bağnazlık dolayısıyla Akif Bey’i rahatlıkla bir kenara bırakabileceklerini ve “Sultan II. Abdulhamid üzerinden, Akif Bey düşmanlığı da boy göstermeye başladı. Daha sonra, bu dogmatizm, onun Kurtuluş Savaşı’na verdiği destek ve İstiklal Marşı’na sirayet etti.” (S:29) ifadeleriyle de Akif düşmanlıklarını ifade eder ve buna da Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı’nın “Bireyi ve toplumu arıtıcı, yüceltici, sahih dini bilginin, bilim ve tefekkürün meyvesi olan makul ve üretken birleştiriciliğin yerini, ideoloji ve duygusallığın ürettiği kontrolsüz tepkisellik ve ayrıştırıcılık aldı. Bunu son yıllardaki belki en dramatik örneği, bazı sözde İslamcıların kopardıkları Akif karşıtlığı gürültüsüdür. Merhum Akifi bile reddeden böyle bir “İslamcı” neslin türemesinde –Kadir Mısıroğlu ile birlikte- Necip Fazıl [Kısakürek]’in de etkisi olmuştur.”(‘9-30) ifadeleriyle destek olur.

Ahmet Güner Sayar; Anneannesi Müferriha Hanımın Edirne kapıda bulunan mezarına Annesi Ayşe Hayrünnisa Hanım ile gidip gelirken Edirnekapı’da bulunan Şehitlik ile tam karşısında bulunan Necatibey kabristanlığını karşılaştırır ve Necatibey kabristanını alt-üst farkı, fukarâ-i sâbirîn mezarlarının bulunduğu bir alan olduğunu ve “Bu kabristan sahipsizlik görünümünün yanında, bize kültürsüzlüğümüzü de aksetiriyordu.” (S:37) diyerek aralarındaki farkı ortaya koyuyordu ancak 2 numaralı dip notta verdiği Falih Rıfkı Atay yeni mezarlarda gördüklerinin kültürsüzlüğümüzü gösterdiğini beyan ettikten sonra “Yeni mi ölmeye başlayan bir milletiz.” (S:37 Dip Not:2) diyerek kabir yapımı ve bakımında geçmişten gelen bir birikimin olması gerektiğini ima etmiştir. Dördüncü dip notta aktarılan Rıza Tevfik (Bölükbaşı)’nın da bu mezarların bakımsızlığı ve anıtsal bir değer taşımamsı hususunda 1896 yılında yaptığı ziyaret dolayısıyla yazdığı bir şiirinin olduğunu söylemesi, bu bakımsızlığın ne cumhuriyetle ne de kültürsüzlükle izah edilemeyeceğini göstermektedir. Bizce 1896’dan önceki mezarların Karaca Ahmet Mezarlığı gibi iç açıcı ve sanatsal olmasını sebebi yükselmenin olduğu ekonominin iyi olduğu ve insanların refah içinde estetik kaygılar taşıdığı bir dönem olmasına bağlanacağı gibi 1896’dan sonra Osmanlının ekonomik olarak kötü durumda olması savaşları kaybetmesi ve insanların estetik kaygılar yerine yarını garantiye alma telaşına düştüklerini ve Cumhuriyetin ilk yıllarını da yoklukla geçen yıllar olduğu malum olduğuna göre sadece kültürsüzlüğe dayandırılamaz. Sanat kakınmış ve huzurlu insanların işidir.

Ahmed Güner Sayar “Mehmet Akif Ersoy, 27 Aralık 1936 Pazar günü, saat 16.30’da, İstanbul’da Beyoğlu- Galatasaray’da Mısır Apartmanı’nda hakkın rahmetine kavuştu. Aziz na’şı, 28 Aralık Pazartesi günü Beyazit Camii’nde kılınan öğle ve cenaze namazlarını müteakiben, resmi makamların ilgi göstermemesi, buna mukabil büyük bir cemaatin katılımıyla, çoğu üniversite talebelerinin omuzlarında, Beyazıd’den Edirnekapı’ya kadar el üstünde taşındı.” (S:51) diyerek vefat tarihi ve saati ile adresini tespit eder. Ve “Edirnekapı’daki Şehitlik’in karşı- kuzey tarafında bulunan Necatibey Aile Kabristanı, 2. Ada’ya defnedildi” (S:52) diyerek de kabrinin yerini ve ada numarasını şüpheler engel olacak şekilde gayet net olarak verir. Bu tespitleri hem kendi ziyaretleriyle bizzat görerek ve hem de o gün bizzat cenazeye katılanların yazdıkları ile sonradan ziyaret ederek yazanların tespitlerinden çıkarmıştır. Bu arada D.Mehmet Doğan’ın “Edirnekapı Şehitliğine defnedilir.”(S:50, Dipnot 21) diyerek yanlış bir tespit yaptığını da belirtir. Ahmed Güner Sayar, vefatından bir yıl sonra Akif Bey’in mezarı şu haldeydi: “[Akif Bey’in] müşkülatla bulabildikleri mezarında toprak yığını bile kaynamış, dağılmış, üzerinde yabani otlar bitmişti.” (S:57) diyerek Akif’in mezarının yaptırılmadığı ve bakım yapılmadığı için yabani otların kapladığını ve mezar taşlarının dikili olmamasından dolayı da bulunmakta güçlük çekildiğini tespit etmiştir. Üniversite öğrencileri birinci yılın sonunda mezarı başında toplanıp andıklarını ve mezarını yaptırmaya karar verdiklerini ancak öğrencilerin topladıkları paranın buna yetişmediğini ve 26.12.1938 günü vefatının ikinci yılında da mezarın bitirilemediğini ancak hayırsever Abdurrahman Naci Bey’in ustaların başında kabrin inşaatıyla yakından alakadar olduğunu ancak vefatının dördüncü yılında da 27.12.1940 günü Mehmet Akif bey’in mezarının hala yapılmadığı, öğrencilerin topladığı paranı da Maarif Vekâleti’ne gönderildiğini, Vekâlet’in icap ederse kendi bütçesinden de kabrin yapımına katkı yapacağı tespitlerini de yapmaktadır. “Görülen odur ki Mehmet Akif Bey’in kabri, vefatını 5. yılı sonunda tamamlanabildi.”(S:59) 1970’lerin başında Necatibey Kabristanı’nın bir kısmının çevre yoluna gitmesi sonucu 1971 yazında Mehmet Akif Ersoy’un kabri mahallinden alınarak Edirnekapı Şehitlik’ine nakledildi. Vefatının 50 yılı münasebetiyle yapılan düzenlemeler ile o devasa mermer blok mezar taşı kaldırılarak yerine olması gereken tipik bir mezar taşı konulmuştur. Mezar taşını ilk taşı devletin koyduğu gibi yine devlet eliyle Kültür Bakanlığı tarafından konulmuştur.

Ahmet Güner Sayar’ın “Çekiç ile Örs Arasında Mehmed Akif Ersoy” kitabından “Bir meczûb-ı İlâhî olan rahmetli Ayaşlı Şakir Efendi'nin şu kayda değer sözünü zikretmeliyiz: “... Siyaset velâyetten üstündür.” Osman Nûri Ergin'in, Ayaşlı Şakir Efendi'nin bu tevcîhine getirdiği yorumuna yer verecek olursak; ... Bunun mânâsı: Velâyet; Allah'ın cemâl tecellisi olduğu için hep iyi şeyler düşünür, iyi şeyler yapar. Siyâset ise, Allah'ın hem cemâl, hem celâl tecellisi olduğundan, bir siyâsî, Allah'ın zuhûr ve taayyün itibâriyle, bu birbirine zıt sıfatlarına ne derece yaklaşırsa o kadar muvaffak olur. Tevekkeli dememiştir Hazret-i Ömer: “Yemin ederim ki, Allah'ın hükümet kuvvetiyle men'ettiği şey, Kuran'ın âyetiyle men'ettiğinden ziyâdedir. ".

Osman Nuri Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun, İstanbul, 1942, s. 154-155. Osman Nuri Ergin [Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun Hayatı ve şahsiyeti adlı Eserinde]devamla: “Onun [Mustafa Kemal Atatürk'ün] 15 sene [1923-1938] içinde siyâset kuvvetiyle yapmış olduğunu, herhangi bir velînin velâyet kuvvetiyle yapmasına imkân var mıdır? Şüphesiz yoktur. Çünkü ezelî ve İlâhî kânûn böyledir” (O.N. Ergin, ae., s. 155. Vurgu: özgün).” kısmı hiç değiştirmeden görülen lüzum üzerine aynen alıyorum. Gerisini siz yorumlayın, ama önce Osman Nuri Ergin İle Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun’un kim olduğunu da bir zahmet araştırın, çünkü asıl mesel bu iki zatı muhteremin taşıdıkları kimlikle bunları söylemesidir.

Akif canberaberi dostları, Babanzâde Ahmet Naim, Abdulaziz Mecdi Efendi, Ömer Ferid, Hasan Basri beyler ve Tâhir’ül Mevlevi’nin tarikat eğilimlerine karşı kayıtsız ve kaygısız bir davranış sergilemiş olması (onlara tepki koymaması)nın sebebini kâmil bir insan ile sohbete karşı olmaması ile açıklayabiliriz diyen Ahmet Güner Sayar, Mehmet Akif’in “ tanımadığı nice şeyh efendilerin sönen balonlarını ibret nazarıyla izlerken onları İslamiyet’ i içinden çıkılmaz hurafelerle batıni tasavvufun batağına gömdüklerini de içi kanayarak müşahede ediyordu” (S:116) diyerek tarikatlara bakışının olumsuz olduğunu ancak yakın arkadaşlarının tarikatçı olmalarına ses çıkarmayan bir anlayışta olduğunu gösteriyor.

Ahmet Güner Sayar; Akif’in Cemalettin Afgani ve Muhammed Abduh çizgisinde olduğunu ve bu çizgideki Ferid Vecdi ile Abdullaziz Çaviş’den tercümeler yaparak kendi duruşunu ortaya koyduğunu söylemektedir.

18 Mart 1918Fransızların Bouvet zırhlısını batırıp diğerlerinin de Çanakkale boğazını geçmesine engel olan Yüzbaşı Mehmet Hilmi [Şanlıtop] bir ara izinli olarak İstanbul’a gelir, sıkıntılı günlerinde tesellisine ihtiyaç duyduğu Ahmed Amiş Efendinin bulunduğu Fatih’in Türbesine Ahmed Amiş Efendinin yanına gider. Ve o günü aktarır “Hazreti Aziz’i [Ahmed Amiş Efendiyi] bu ziyaretimde bu milletin hali ne olacak diye sordum. ‘Gâvurlar girer, yine çıkar, Allah dinini hıfzeder’ buyurdu.” (S:132) Yahya Kemal Bey’in sağduyulu tespitler yaptığını ve düşmanın İstanbul’u işgal ettiğini fakat zabtedemediğini görürüz. “İstanbul’un 1918’de, mağlup olduğumuz zaman, düşman işgaline uğrayıp da zaptedilememesi, hatta Sevr muahedesiyle –lâfzî bir Türk hâkimiyeti olsa bile- yine bize bırakılması nihayet, şerefli ordularımızın 1922’de iade olunması, öyle muammalı bir hadisedir ki, tek başına vatanımızın teşekkülünde ledünni bir sırrın mündemiç olduğunu gösterir.” (S:133) Yahya Kemal Bey vatan işgalinin sonlanacağını “Hayır bu hal uzun sürmez, sen yakındasın/Hala dayanılmayan bir sisin arkasındasın/ Fakat bu çok sürmez, mutlaka şafak sökecek.”(S:132-133) mısralarında dillendirir. Bu vatanın bağımsızlığına ilahi bir desteğin olduğu da önümüze konuyor.

Ahmet GÜner Sayar, Ahmed Amiş Efendinin sohbetlerine devam eden Babanzade Ahmed naim Bey ve Abdulaziz Mecdi Efendi olmak üzere sayıca az kişinin, o sıkıntılı mütareke günlerinde, bir sırra nüfuz ederek inşirah buldukları muhakkaktır der ve Abdulaziz Mecdi Efendiye muhtemelen 12 Kasım 1918 günü veya ertesi gün “Türk Devleti kıyamete kadar bakidir.” (S:135) dediğini Prof Dr. Bedri Gencer’in de “Ahmed Amiş Efendi de İbnü’l Arabi’den ilhamla şu gaybi haberi verir: Türk Devleti, ila yevmi’l kıyame baki kalır, payidar olur. Fakat şekl-i idaresi şekilden şekle tahavvül eder.” (S:135) ifadesini aktararak Türk Devletini ilelebet yaşayacağını ancak idare şekli olan rejiminin değişeceğini dillendirir. Hüseyin Nihal Atsızın Türk Devleti bir tanedir ancak hanedanlıklar değişmiştir tarih tezinin, evliyalar üzerinden rejimler ile ayrı bir ifade tarzıdır bu.

Cemalettin Efgani ve Muhammed Abduh Türkiye de en fazla Türkçüleri etkilemiştir. Cemalettin Efgani Mehmet Emin [Yurdakul] Bey’i takdir ve tebrik ederek “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” mahiyetinde şiirler yazmaya teşvik edecektir. Mehmet emin Bey’den sonra Türkçü yazarlardan Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet, Halim Sabit [Şibay] Beyler de Cemalettin Efgani etkisinde kalmışlardır. Hilmi Ziya Ülken bu konuda “İslamcıların arkasından, hiç beklenmedik bir ses, hem de Türk olmayan gezgin düşünürün sesi, Türkçülüğü tavsiye ediyordu. Bu kiş Cemaleddin Afgani idi. Cemaleddin Afgani’nin şair Mehmet Emin üzerinde, dolayısıyla Türk Yurdu Çevresinde etkisi büyük oldu.” (S:161) Ancak Cemalettin Efganin etkisinde sade Türkçüler kalmamış İslamcılardan da “Az bir zaman içinde, şu efkâr, bütün âlem-i İslam’a sirayet etti. Osmanlılar’da Hoca Tahsinler, Mehmet Es’adlar, Musa Kazımlar ve Naim Beyler zuhur ettiler.” (S:159) tesiri altına girdi. Mehmet Akif Ersoy’un arkadaşı Muallim Vahyi [Ölmez] Bey de bu tesir altına girenlerdendir. Sadri Ertem’e göre Akif “ Cemalettin Afgani-Muhammed Abduh cinsinden bir şahsiyet” (S:180) Ahmed Nevzad Cerrahoğlu’na göre “Akifin silüetini çizebilmek için, Efganlı Cemalettin’le Mısır’lı Abduh’un Portrelerini bir an bile göz önünden ayırma”(S:180)mamız gerekirken Ahmet Hamdi Akseki’ye göre de Akif, Muhammed Abduh’tan “müteessir” olmuş ve “çok ilham” (S:181) almıştır. Ahmet Güner Sayar, Abduh’un Wilfred Scewen Blunt’ın günlüklerinde yer aldığı siyasi tezgahlara yuvarlanışını düşündürücü bulur ancak “Bu noktada, Akif Bey’in dış âlemle bir bağlantı içine girmemiş olmasını, savunduğu her davada onun milli kalışına, safiyetine ve lekesiz fıtratına bağlayabiliriz.” (s.188) der.

Ahmet Güner Sayar; Akif’in 1910 yılına kadar selefi bir söylem ile hareket ettiğini ve kavmiyetçiliği milliyetçilik olarak gördüğünü ancak 1910 yılından sonra tehlike olarak değerlendirdiği Türkçülüğü- Milliyetçiliği devletin bekası için savunmak zorunda kaldığını söylemektedir. “İslamcılık çizgisinde seyreden Akif Bey’den en fazla eleştiriyi de dönemin Türkçüleri aldı. Gerek Ahmed Naim Bey gerekse Mehmed Akif Bey’in “milliyet”ten anladığı, farklı kavimlerden Müslümanların bütünlüğü idi. Çağdaşları Türkçüler ise, “milliyet”ten “kavmiyet”i ve “ırk”ı anlıyordu.” (S:201) Kısaca, Akif Bey İslam milleti diyor, Türkçüler ise Türk milleti diyordu. Ya da daha sonra sloganlaştığı gibi “Türk Milletinden, İslam ümmetindenim” i savunuyorlardı. İslamcılar ise Türk milletinden olmayı ırkçılık, kavmiyetçilik olarak görüyor ve savunanları da küfürle itham ediyorlardı. “İslam Milleti”ndenim demek aynı zamanda “ümmet” manasına geliyordu. Yine Ahmed Güner Sayar’a göre Mehmet Akif Bey, mütareke günlerinde Türkçü söylemlere sahip olmuş 1930’larda reel politik olarak ittihad-ı İslam fikrinden hem de dış kaynaklı Cumhuriyet muhaliflerinden daima uzak durmuştur.

Mehmet Akif, Anadolu’ya geçmeden Sebilürreşadta yayınladığı imzasız yazılarında “Hiç şüphe yok ki, bu memleket yine yükselir, bu millet yine dirilir. Çünkü Türk’teki kabiliyyet-i hayatiyeye, la-yenfadır. …..Yaşayan görecektir: Türkiye ve Türklük ölmeyecektir.” (S:238-239) ve “Türkler yeryüzünde mevcûd akvam arsında, şimdiye kadar müstakil yaşamış tarihi milletlerin en kıdemlilerindendir.(…) Türkler, yirmibeş asırdan beri, istiklallerini muhafaza etmiş bir millet oldukları, tarihen müsbet bir hakikattir.” (S:139) Türklere umut aşılıyor, cesaretlendiriyordu. 1919 da “menafi-i din ve vatandan başka düşünmememiz… her Müslüman için bir fariza-ı mübremdir.” (S:240) diye yazan ve düşünen Mehmet Akif, Sultan VI. Mehmet Vahdeddin’in Şeyhülislam Haydarzade İbrahim Efendi’den istediği Kuva-ı Milliye aleyhinde istediği fetvaya Şeyhülislam Haydarzade İbrahim Efendiye vermemesi yönünde telkinde bulunarak engel olur.

Ahmet Güner Sayar “Mehmed Akif Bey, Müdafaa-ı Hukuk Hareketinde, İslamiyet’le milliyetçiliği birleştiren ideolojik kanattaki yerini almış, ancak Cumhuriyet’in ilanı sonrasında bu konumunu bireysel bir tepkiye dönüştürmüştü. Şu kadar ki ‘Kurtuluş’un mimarlarının elinde, yeni aşama olan ‘Kuruluş’taki yapılanmaya hiç de sıcak bakmamıştı.” (S:189) diyerek Mehmet Akif’in Cumhuriyet ve Kuruluş İnkılâpları karşısındaki tavır ve tutumunu tespit ederek başlar Gönüllü Sürgün başlıklı bölüme. Ahmed Güner Sayar’ın anlattıklarından tespit edebildiklerimize göre; Mehmed Akif Batının sosyal hayatını reddediyor, İslami Aile hayatının değişmesini istemiyor, Men’i Müskirat Kanununda yapılacak değişiklilere de karşı çıkıyor, bir medeniyet modeli olarak batılı yaşam tarzına kökten karşı çıkıyordu. Saltanatın Hilafetten ayrıştırılmasına da karşıydı. 03 Mart 1924 yılında çıkarılan kanunla hilafetin lağvedilmesi sessiz muhalefetinde son aşama idi. 1925 yılı Haziran ayında Abbas Hilmi Paşa’nın davetlisi olarak Mısır’a gitti. Mehmet
Akif Bey özellikle Devletle çatışmak ve hesaplaşmaktan da kaçınır. Bu minval üzere Babanzâde Naim bey’in iknası sonucu da olsa Kur’an – ı Kerim Meali çalışmasını kabul eder. Şahsi dostlarından Yusuf Hikmet Bayur’a göre “Zaferden sonra, Akif ihmal edilmiştir. Ancak, hiçbir saygısızlığa uğramamıştır.” (S:284) der. Şefik Kolaylı’ya veda ederken söylediğine göre de “Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben, vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum.”(S:286) ifadelerinde muhalefetinden dolayı takipte olduğu ve ifade ettiği şekilde vatana ihanet muamelesi görmemek için gittiği bir gerçektir.

Neyzen Teyfik Kolaylı’ya göre de Mehmet Akif’in “Konuştuklarımız arasında, iki sözünü hatırlarım. Bunlardan birincisi, Atatürk’e aittir. Atatürk’e şahsen muhabbeti vardı. Ne vakit söz edilse şöyle derdi: “Bu adam olmasaydı, Türkiye’yi hiçbir askeri kudretin kurtarmasına imkan toktu.” Fakat Kurtarılan yurdun, içtimai çehresini yapan inkılaplara karşı da aynı heyecan ve sevgiyi duyar mıydı? Orasını bilemem” (S:287) Mısır’da iken bile Atatürk’e muhabbeti vardı.

Prof. Dr. Ali Özek’in Hasan Basri Çantay’dan dinlediklerine gör “Çantay’ın anlattıklarından en çok aklımda kalan şudur: tarihini tam hatırlamıyorum [t.1920-1921?] ama Mehmed Akif, buradayken (Mısır’a gitmeden) Mustafa Kemal [Paşa], onun da içinde bulunduğu dindar gruba hükümet kurma yetkisini veriyor. Yani o günün muhafazakâr mebuslarına “hükümet kurun” diyor. (…) [Hasan Basri Çantay] ‘Bu görevi bize verdi. Bizde toplandık, fakat hiç kimse vazife kabul etmedi. Mehmet Akif’e Milli Eğitim Bakanlığı’nı teklif ettik, kabul etmedi. Bir gün sabah ezanı okununcaya kadar yalvardık. Gene kabul etmedi. O yüzden kabahat bizdeydi.’ derdi. İşin Özeti, Hasan Basri Çantay’dan dinlediğim; “bu işi başaramadık, hükümeti kuramadık” şeklindedir.” (S:307) Ömer Nasuhi Bilmen Hoca da eski dönem mevzuları açıldığından; “Kabahat bizdedir.” dermiş.

Akif “Gönüllü sürgün” gittiği Mısır’dan 17 Haziran 1936 da hasta olarak vatan toprağının ve havasının şifa olacağı umuduyla döndü. Atatürk’ün muvafakati ile yurda dönen Akife yine Atatürk’ün emri ile Akif’e Tarım Bakanlığındaki memuriyeti için 178 lira 25 kuruş emekli maaşı bağlandı. Mısır Apartmanında ikamet ettiği sıralarda kendisini düzenli ziyaret etmek ile Atatürk tarafından görevlendirilen hakkı Tarık Us Bey’e hasta yatağında Atatürk hakkında “ … Ben, yemin etmem. Fakat, işte yemin ediyorum. Beni Milli Mücadele’de yanında bulundum, yakından tanıdım. Vallahilazim, eğer Atatürk olmasaydı, bu zafer kazanılamazdı.” (S:333) ifadeleriyle tarihi bir gerçeği ortaya koymuştur.

Ahmet Güner Sayar’ın “Çekiç ile Örs Arasında Mehmed Akif Ersoy” kitabını yazarken ki en büyük şansı ondan çok uzun zaman sonra bu çalışmayı yapmasıdır. Çevresinden Akif’in hakkında yazılanların hemen hemen hepsi kendi şahit oldukları ve yaşadıkları ortak hatıralarına dayandığı için sübjektif tarafları fazlaca olma ihtimali yüksektir. Ancak Ahmet Güner Sayar, bu tehlikeden uzaktır, çünkü onun Akif’ten seneler sonra günümüzde yaşayan biri olması ve dostluk ve arkadaşlık gibi kendisini hissi bir bağlayıcı tarafgirlik duygusuyla bağlayacak tarzda hareket ettirecek bir bağdan mahrum olması sübjektiflikten daha uzak kalmasını sağlamıştır. Çünkü o Akif hakkında birbirine zıt, aleyhte ve lehte yazılan her şeyi incelemiş çapraz ve karşılaştırmalı olarak tetkik ederek, tarafgirlik ve düşmanlık gibi duygusallıktan arındırıp ilmi süzgeçken geçirerek yazmış ve elimizdeki en sahih Mehmet Akif biyografisini yazmıştır. Bu biyografi kitabının Akif hakkında diğer bazı yazılan biyografi yazarlarında olduğu gibi taassup, rejim karşıtlığı veya rejim taraftarlığı gibi siyasi karşıtlıklardan, tarikat cemaat mensupluğu veya sağ sol ya da İslamcı, Komünist, Milliyetçi ekol bakışı dolayısıyla kabul ve reddedilme tehlikesi taşımayan ilmi gerçekliğe dayanan ilk ve tek ihatalı bir kitap olduğu kanaatindeyiz.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

20 May 2024

İlK GÜNLER Hürriyet, 3 Ağustos 1965. Türkeş’in İlk Emri: “Kravat Takınız” Olağanüstü kongrede seçilen CKMP Genel İdare Kurulu dün ilk toplantısı yapmış, fakat bu toplantıya, eski CKMP’liler grubuna dahil üyelerin çoğu katılmamıştır.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,94 M - Bugn : 25311

ulkucudunya@ulkucudunya.com