« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Nis

2007

Türk Milliyetçiliğinin Dayanılmazlığı…

Prof. Dr. E. Semih YALÇIN 11 Nisan 2007

Millet, kendi başına tanımlanamaz, milleti tanımlayan ve belirleyen milliyetçiliktir. Milliyetçilik, mevcut kültürün geriye giderek eski değerlerden bir millet meydana getirmesi, geçmiş kültürle birlikte bugünün milletini biçimlendirmesidir. Görüldüğü gibi milletin oluşumunda milliyetçiliğin, geçmiş kültürü bütün özellikleriyle okuyabilme ve bu normlara göre yeniden inşa etme görevi bir zorunluluktur. O hâlde Habsbawn’ın “milliyetçilik, milletten önce gelir” şeklindeki tespiti doğrudur. Çünkü devleti ve milliyetçiliği milletler yaratmaz. Aksine milleti meydana getiren olgu milliyetçilik duygusu ve devlet kurma isteğidir. Türk inkılabı ile birlikte meydana gelen değişmelerde de aynı özellikleri görmek mümkündür. Türk milliyetçiliği, Millî Mücadele ve sonrasında milleti yukarıdan aşağıya doğru şekillendirmiş ve yeniden inşa etmiştir. O hâlde Türk milliyetçiliğin anlaşılabilmesi için milletin bu gelişimi tanımlayabilmesi ve kabullenmesi gerekir.

Tarihi gerçeklik

Kuruluşu ve gelişme seyrine bakıldığında Osmanlıyı bir Türk devleti olarak görmemek imkansızdır. Ancak gerileme dönemi ile birlikte Osmanlının çok uluslu bir yapıya sahip olması devlet yapısının devamlılığına olumsuz etki yapmıştır. Üstelik devlet, 19. yüzyıl başından itibaren alışık olmadığı ve hazırlıksız yakaladığı bir milliyetçilik dalgası ile karşı karşıya kalmıştır.

Osmanlı her ne kadar Türk devlet geleneğinden gelen bir devlet anlayışına sahip olsa da Fatih’ten sonra halkla iktidar arasındaki ilişkiyi Avrupa’daki benzerleri gibi otokratik bir bağ ile sürdürmüştür. Bu ilişki devlet içindeki bütün unsurları “hükümdara sadakat” düsturu ile bir arada tutabilmiştir. Fakat Fransız inkılabı orijinli milliyetçilik fikirlerinin yayılması, “ulu’l-emre itaat” düsturunun yerine “milletin hakimiyeti” prensibinin geçmesine sebep olmuştur. Bu değişim, halk(teba) iktidar ilişkilerine yansımış ve o güne kadar olan siyasi ilişkiyi tam tersi bir istikamete çevirmiştir. Osmanlı bu tehlikeyi “Osmanlılık” fikrini ihdas ederek geçiştirmeye çalışacaktır.

Tanzimat’tan itibaren bir kurtuluş çaresi olarak düşünülen Osmanlılık fikrinin dayandığı temel düstur, devlet bünyesinde yaşayan farklı etnik unsurları “Osmanlı” adı altında tek millet haline getirmekti. Bu fikir esasında devlet katında üretilen ve resmi hüviyete sahip bir milliyetçilik anlayışından başka bir şey değildir.

Dikkat edilirse sosyal değişimler karşısında Osmanlı’nın ortaya attığı bu ideolojinin temelinde sadakat inancından uzaklaşılmama gayreti vardır. Üstelik bu devlet içgüdüsünden millî mücadeleye kadar vazgeçilmemiş, imparatorluk hassasiyeti aynen muhafaza edilmiştir. Avrupa’nın öğrettiği ve Osmanlı’nın “padişaha itaat” şekliyle sosyal ve siyasi bünyesine adapte ettiği milliyetçilik anlayışı eksik ve eskimiş olan bir form üzerine inşa edilmişti. Osmanlı bu eskimişliği yine Fransız entelektüellerinden uyarladığı salt ve sade bir vatanseverlik (patriotizm) duygusu ile telafi etmeye çalışmıştır.

Bu noktada Osmanlı aydın-yönetici elitin yapmaya çalıştığı “vatan” fikri etrafında ‘hükümdara sadakat’ yerine ‘millî sadakatin’ temel eksen olarak takdimi ve bu kabul etrafında bir mensubiyet şuuru oluşturmaktı. Osmanlının bu şuuru geliştirirken dünya insanlık tarihine hediye ettiği en önemli olgu ise “kardeşlik” ve “aynı millet” olarak ilan ettiği farklı dini ve etnik unsurları bir arada tutabilme kabiliyetidir. Esasında bu kabiliyet sadece Osmanlı’ya ait değildir. Bilinen Türk tarihine bakıldığında farklı milletlere olan bakış açısının aynilik arz ettiği görülür. Türklerin sahip olduğu bu temel özellik başlangıçtan günümüze kadar bozulmadan devam eden genel karakteristiğidir.

Osmanlı, kendinden önceki Türk devlet telakkisinden miras olarak devraldığı kazanımlarını, kendi asli kimliğini feda etme pahasına bir kenara iterek “millet” kelimesini büyük ölçüde dini cemaati ifade anlamında kullanmış ve bu ısrarını Millî Mücadele’ye kadar sürdürmüştür. İşte bu siyasi anlayış, Osmanlı milliyetçiliği olup, resmi karşılığı Osmanlılıktır (İttihad-ı Osmani). Osmanlının kendi bekası ve üniter yapısı adına icat ettiği bu milliyetçilik anlayışında, Cumhuriyetin kuruluşundaki kimliğine ve Türk milliyetçiliğine intikal eden en anlamlı mirası ise “vatan” mefhumu olmuştur. Ancak bu gerçek Türk milliyetçiliğinin imparatorluk mirasına bütün unsurlarıyla sahip çıktığı gerçeğini değiştirmez.

Osmanlının bu dönemde fark edemediği ise sahip olduğu zengin sosyal ve kültürel mirasıdır. Şayet Osmanlı, sosyo-kültürel değişimlerin devletin bekasını tehdit ettiği bu dönemde kendi tarihine dönüp bakabilseydi, binlerce yıllık “Türk millet bilincinin” mevcut olduğunu görebilirdi. Böylece kadim ve tarihî derinliği olan bu bilincin doğal ifadesi olan Türk milliyetçiliğini, Millî Mücadele önderlerinden önce fark edebilir ve tatbik edebilirdi.



Hâldeki gerçeklik

Osmanlının yapamadığını 1920’den itibaren yeni Türk devletinin kurucuları yapmış, devlet-halk ilişkisini yeniden düzenlemişlerdir. Türk modernleşmesi olarak da ifade ettiğimiz bu yenileşmede devlet bir otorite olmakla birlikte halkıyla bütünleşebilmiştir. Devlet otoritesinin millî iradeden aldığı destek ile meşruiyet kazanması, millî kimliğin devleti şekillendirmesine yol açmıştır. Bu hâliyle devleti kuran Türk milleti, yeni devletin ve yeni rejimin (siyasi modelin) temel referans noktası kabul edilmiş, bu suretle milliyetçilik, millî kimlik ve millî devlet mensubiyeti ile birlikte yeni devleti biçimlendirmiştir.

Görüldüğü gibi Millî mücadeleyle birlikte yeniden gelişen Türk milliyetçiliği, Türk tarihinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Türk milliyetçiliği değişimi ve yenileşmeyi yakalayabildiği için yeni yüzünü modernleşme olgusuyla eşzamanlı olarak ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle Cumhuriyetle birlikte yeniden şekillenen Türk milliyetçiliğinin temel niteliğinin modernleşme olduğunu söyleyebiliriz. Türk milliyetçiliğinin modern olmasının yanı sıra, çok zengin bir tarihi arka plana sahip olduğu için fevkalade güçlüdür. İşte bu güçlülük, toplumu siyasi ve sosyal anlamda etkilemiş ve gelişimine ön ayak olmuştur.

Burada Türk milliyetçiliğinin modern oluşunu, onun geçmişten intikal eden kültür formlarını ve değerlerini reddettiği şeklinde algılamamak gerekir. Tam tersine Türk milliyetçiliğinin mihmandarları başlangıçtan itibaren geleneksel kültür değerlerini yeniden yorumlayarak Cumhuriyeti “yüksek bir Türk kültürü”nün sonucu olarak ortaya çıkarmışlardır. Ortaya çıkan bu sonuç, bizi milliyetçilik algılamasının Türklerde bazı farklılıklarla kendini gösterdiği sonucuna götürür. Gerçekten de Türk milliyetçiliği, ABD’de olduğu gibi sadece bireyci bir yaklaşım tarzı içinde değildir. Tam tersine çoğulculuğu ve toplumculuğu temel alır. Almanya ve Rusya’daki gibi etnik unsurlara fazla vurgu yapmaz. Fransa’daki gibi melez ve karma bir anlayışın ifadesi de değildir. Bizde millî kimlik bilincinin, ortak dil ve ortak vatan düşüncesi etrafında biçimlenmesi kapsayıcı bir kimlik biçiminin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu hâliyle Türk milliyetçiliği, millet-devlet ekseninde milleti sosyalleştiren kültürel siyasi bütünlüğü ele alır. Diğer bir ifade ile Türk milliyetçiliği milleti büyük bir aile olarak görür. Bunu yaparken de sadece hakimiyetin millete ait olduğu gerçeğini esas alarak farklılıkları devletin bütünlüğü içinde törpüler.

Türk milliyetçiliğine son günlerde yapılan saldırıların artması, yukarıda ifade ettiğimiz erdemlerinden dolayıdır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesine yönelik faaliyetlerin önündeki tek engel, Türk milliyetçiliği fikriyatıdır. Ancak ithamlar ne kadar sert ve şiddetli olursa olsun Türk milliyetçiliğinin kendini koruma iç güdüsü ve savunma refleksi giderek artmakta ve “Türk milliyetçiliğinin dayanılmazlığı” onun varlığından rahatsızlık duyanları ezmektedir. Kim ne derse desin Türk milleti daima bekasını devletiyle bir görmüş ve görecektir. O halde milliyetçilik daima yükselen bir değer olarak kalmalı ve bu durumdan rahatsız olanlar ise Türk milletinin değerleri ve kıymet hükümlerine hakaret etmekten vazgeçmelidir.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,85 M - Bugn : 15339

ulkucudunya@ulkucudunya.com