« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Ağu

2007

Nihilizm ve Nietzsche

Ayten ÇALIŞ 01 Ocak 1970

"Nihilizm";

Bir "Kolaycılık"

Ya da "İçi Boş Bir Anarşizm" midir,

Yoksa

"Gerçek Arayışın Zorunlu Uğrak Yeri" midir?


"Zemine yeni ve sağlam bir inşada bulunmak istiyorsan önce sathı tüm pürüzlerden ve daha önce önüne koyulmuş tüm artık maddelerden temizleyecek, sıfırlayacaksın!" der mantık. Hatta inşaat sektörü de! Bu, yeni ve "sağlam" bir yapının fizik kuralıdır.

Ne var ki söz konusu "değerler alanı" olunca, buradaki temizlik çok daha farklılaşır. Zira buradaki "temizlik", nihilist olduğunun farkına dahi varmaksızın nihilizm tarafından kuşatılana hiç de sakin gelmez!

Hiç de sakin gelmeyen bu karanlık kuşatmanın,

bu kaotik ablukanın muhtevası ve anlamı nedir acep?

İşte özü itibarıyla bir "tanımlanamayan" olan nihilizmin birkaç tanımı..!


· Nihilizm, dehşetin yurdudur!

· Nihilizm, hummalı bir temizlik harekatıdır!

· Nihilizm, tırnakları ile kazanın bileklerinden aşağı süzülen kandır!

· Nihilizm, salih ve gerçek olana dokunabilmek adına tüm otoriteye başkaldırının serüvenidir!

· Nihilizm, hesapçı ve sağlamcı zihniyeti hakikatin derin sularına gömecek olan en kral meydan okumadır!

· Nihilizm, tanrılığa soyunmuş tüm sahte iyilerle kıran kırana bir restleşmedir!

· Nihilizm, "korku"nun kendisini korkutacak kadar korkusuzlaşabilmektir!

· Nihilizm, içi boş bir anarşizm ya da kolaycılık olamayacak kadar zor ve tehlikeli bir hesaplaşmadır!

· Nihilizm, kendi için yas tutanlara gülerken, kendine en hoyrat olanın zorunlu yol haritasıdır!

· Nihilizm, tepetaklak olan değerlerden duyulan derin ıstırabın tinsel genleşmesidir!

· Nihilizm, en evrensel ve şiddetli doğum sancısıdır!

· Nihilizm, "canlı bir cenaze" ile "cevher" arasında gidip gelenin yaşadığı en tehlikeli ve önemli med-cezirdir!

· Nihilizm, tüm kelepçe ve tasmaların en etkili panzehiridir!

· Nihilizm, harikalar diyarına açılan büyük bir kara deliktir!



Evet, bu karanlık kuşatmanın, bu kaotik ablukanın ete kemiğe bürünmüş hali budur işte! Nihilizm tanımlanamaz, zira o yaşantısaldır. Ancak yine de ısrar edilirse, ortaya bunlar gibi "Nasıl yani?" dedirten tümceler çıkar işte!


Hazır Yeme!
Zehirlenirsin!


Nihilizm denen hatırı sayılır girdap; hazır yemenin "sağlıklı beslenme" değil, "zehirlenme" olduğunu bilen (daha doğrusu bu gerçeği süreç içinde öğrenen) ve bunun hakkını veren her düşün insanının zorunlu uğrak yeri olmuş ve olacak olan çağlar/dönemler ötesi bir anafordur!

Bu nedenle nihilizm ontolojik bağlamda Gorgias´ın "Hiçbir şey yoktur! Olsaydı da bilemezdik! Bilseydik de başkalarına bildiremezdik!" şeklindeki tarihi sözleriyle temellendirdiği inkarcılığına dayandırılsa da, ya da "Nihilizm, 19. Yüzyıl Çarlık Rusya´sında, özellikle de Turgenyev´in Babalar ve Oğullar isimli yapıtındaki Bazarov karakteri ile tavan yapmıştır!" denilse de; o, çağlar ve dönemler ötesi olan zorunlu bir uğrak yeridir!

Zorunludur, çünkü gerçeği, hakikati "gerçekten" arayan her düşün insanı, her yolcu, o çatırdamayı iliklerinde hissetmiştir; ve şüphesiz bundan sonra da bu yolun yolcuları aynı dehşeti yalayıp geçeceklerdir.

Dolayısıyla

· "Şu anlamsız dünyada yapılacak en anlamlı iş çekip gitmektir!" diyen Albert Camus da,

· "Varlık, hiçten gelir!" diyen Heıdegger de,

· korku ve titremeye olmazsa olmaz muamelesi yapan Kierkegaard da,

· "Felsefe yolda olmaktır!" deyip, dizgesindeki "obje-suje yarılması" dediği şeyle aslında tasavvufun ta kendisini işaret eden Jaspers de,

· varoluşsal bir bulantıyı iliklerinde hisseden ve bir ateist olan Sartre da,

· kahramanını bir böceğe dönüştürecek kadar yabancılaşan Kafka da,

· "acı"yı dizgesinin zirvesine oturtacak kadar çalkalanan Schopenhauer da,

· "gerçek insan"a giden yolu deveden aslana, aslandan çocuğa kurduğu estetik ve sonuna kadar yaşantısal köprülerle veren Nietzsche de aynı yangın yerinden geçmişlerdir!


Dolayısıyla nihilizm; sancılı insanın zaruri yol arkadaşıdır, vazgeçilmezidir!

Ne var ki "değerler alanı" ve "varoluşsal bulantılar"la hemhal olan tüm düşün insanlarının geçtiği bu zorunlu uğrak yeri; dizgesindeki açık noktalar ve çelişik görünen tüm donelere rağmen en sağlam ve sistematik halini Nietzsche´de bulmuştur. En azından ben öyle olduğunu düşünüyor ve bu fikrimi, nihilizmi Nietzsche´nin insan görüşünden yola çıkarak resmedecek olan bu sunuyla biraz olsun netleştirmek istiyorum.


Nietzsche´nin Kilit Kavramları


Ve zihin dünyamızda Nietzsche´yi gerçekten oluşturabilmek için
önce onu parçalamalı!
Tıpkı onun yaptığı gibi!


İşte Nietzsche´nin dizgesini parçaladığımız vakit elimizde kalacak önemli parçalar;

Decadence/Dekadans (Çöküş)

Sonsuz/Bengi Dönüş (Ebedi Devinim)

Amor Fati (Kader Sevgisi/Devinime Duyulan Aşk, İnanç)

Üstün İnsan (Gerçek İnsan)

Köle ve Efendi Ahlakı (Hazırcı, Yem Olan Ahlak - Gerçek Ahlak)

Aktif ve Pasif Nihilizm (İyileşme ve Çürüme)



Ve işte gerçek yolcunun uğradığı sancılı mutasyonun

en net, en berrak resimleri;

DEVE..!
ASLAN..!
ÇOCUK..!


Dizgesinin nirengi noktasının, sıklet merkezinin nihilizm olduğunu söyleyebileceğimiz Nietzsche´nin en yetkin kavramı, şüphesiz ki "üstün insan"dır. Ne var ki kulaklarda ve daha ötesi zihinlerde alerji yaratabilecek kadar iddialı ve seçkinci bir kavram olan "üstün insan", aslında en büyük işçiye tekabül eder!

O, emeği sömüren, hazırcı, kolaycı, sahte bir efendi değil, en cefakar emekçidir zira! Yani Nietzsche´nin "üstün insan" kavramının alerji yaratan boyutu büyük bir yanılgıdır. Bu yanılgının en büyük nedeni bilgisizliktir belki ama Nietzsche´yi Nietzsche olmaktan çıkaran Hitler ve Nazizm de bu alerji ya da yanlış algının en etkin nedenlerinden biridir şüphesiz.

Zira Marx´ın "Marxizm buysa ben Marxist değilim!" dediği ya da aynı şeyi yaşasaydı Atatürk´ün Atatürkçülük için söyleyebileceğini ifade edebileceğimiz hal, Nietzsche´nin de başına gelmiş ve Nietzsche´nin "üstün insan" dediği kompleks yapı, Nazizm´in "Üstün Alman Irkı" konseptinin ortasına konduruluvermiştir.

Kuşkusuz bu, Nietzsche´ye yapılmış en büyük haksızlık olarak tarihteki yerini almış ancak Nietzsche türlü yanlış anlaşılma ve haksızlıklara rağmen yine de zirvede oluşundan bir şey kaybetmemiştir. Yani ne Hitler, ne de Nazizm, tüm kara çalmalarına rağmen Nietzsche´nin Azrail´i olamamışlardır!

Nietzsche´nin "üstün insan" kavramı, en yetkin tezahürünü şüphesiz ki "Böyle Buyurdu Zerdüşt" adlı yapıtta bulur. Deccal, İyinin ve Kötünün Ötesinde, Ahlakın Soy Kütüğü, Tan Kızıllığı gibi temel eserlerin ötesinde tam bir olgunluk dönemi yapıtı olan Böyle Buyurdu Zerdüşt, Nietzsche´nin dizgesindeki en tepe noktadır belki de!

Zerdüşt, sancıların en büyüğünü çekmiş, tünellerin en karanlık ve derininden geçmiş gerçek bir bilge, bir yaşam ustasıdır! O deve gibi bir yük hayvanını aslana, aslan gibi tehditkar ve kaotik bir enerjiyi de çocuğa dönüştürmüş olan ehil bir kişidir!

İşte o, hiç de hazırcı olmayan, tehlikeli ve gerçek olana uzanarak nihilizm denilen kara delikten harikalar diyarına açılmış bir "üst-insan"dır!

Ve Nietzsche ile

"deve"den "aslan"a,

"aslan"dan "çocuk"a uzanan

zorlu yolculuk başlıyor.


Heeyyyy!

Sen!

Sen Bir Devesin!

Farkında Değil misin!

Olmayacaksın Tabi!

Öyle Olsa, Nerde Kalır Develiğin!


Bunlar Nietzsche´nin söylemleri değil elbet. Benim cümlelerim. Ama Nietzsche bu cümleleri harfi harfine kurgulamamışsa da, bu kışkırtıcılığın tıpatıp aynısına tavan yaptırmış etkili bir provokatördür!

Yalnız bu provokasyon öyle bir provokasyondur ki; "manipülasyon" değil "farkındalık" odaklı ve son derece güçlü bir kışkırtmadır! Farkındalığın ve güçlü, yani gerçek ahlaka (efendi ahlakı) erişmiş üst-insanın teorik yüklemelerle vücuda gelemeyeceğini son derece iyi bilen Nietzsche, bu nedenle öyle sert, öyle taşkın ve kışkırtıcı bir söylem kullanmaktadır ki, ona yarım yamalak yaklaşan hemen hemen herkes, Nietzsche´nin, "Hayatın hiçbir anlamı yok kardeşim! Tanrı manrı da hikaye! Saçma sapan bir dünyanın ortasında insancılık oynuyoruz işte! Yok öyle bir şey!" diyerek bütün bir insanlığa küfür ettiğini sanır! Halbuki bu resmi veren Nietzsche ölümün değil, yaşamın filozofudur!

Onun meselesi "insanla" ya da "insanlık"la değil, "insancılık oynayarak yaşamın kıyısına vurmuş boş yumurtalar"ladır! Zira yaşamı kilitleyen asıl virüsler bunlardır ve bu kirli kanı temizleyecek en etkili panzehir, bu hatırı sayılır virüsleri yok edecek en etkili anti-virüs programı da, "zeminde ne var ne yoksa yerle bir edecek etkili bir temizlik harekatı"dır! Önce zeminde iğreti duran, içi boş ve çoğu sahte olan ne kadar yapı varsa yerle bir edilecek, tüm şablon ve çerçeveler bir bir parçalanacaktır!

Hıristiyanlık başta olmak üzere tüm teolojik çerçeveler, pozitivizm gibi herşeyi açıklama iddiasında olan bilimsel paradigmalar, tüm değer yargıları ve öğretiler!

Hepsi!

Ve tüm otoritelerin en güçlüsü, en dokunulmazı olan tanrı da!

..

Deve bir yük hayvanıdır ve Nietzsche´nin "deve" ile imlediği sürü insanının en büyük açmazı, en büyük yükü, sorgusuz sualsiz sırtına konulan türlü çerçeveler, türlü değer yargıları, türlü şablon ve hazır verilerdir!

"Deve ile imlenen sürü insanı", sırtına ne konmuşsa sorgusuz sualsiz yüklenmiş, o yüklendikçe sırtındakilere yenileri eklenmiş ve hazır besinlerle yemlenirken aslında farkında olmaksızın zehirlenen bu insan modeli bir "deve" olup çıkmış, sürüleşmiştir.

Onun hayatı, "Yapmalısın!"larla, "Etmelisin!"lerle işgal edilmiş bir "gölge"den, "trajik bir yanılsama"dan ibarettir! Aslında o, olmayan biri, içi boş bir kişiliktir! Henüz kuvveden fiile geçememiş boş bir yumurtadır o! Ama potansiyeldir de!

O, bilincini ve tüm kimliğini efendilerine ciro etmiş bir köle, bir gölgeden ibarettir! "Tanrı vardır!" demişler inanmış, "Falanca doktrin ve bilimsel paradigma tüm evrenin açıklayıcısıdır!" demişler o paradigmayı benimsemiş, "Orta yolculuk en sağlıklı insan modelidir!" mesajını yaymışlar, o mesajı derhal satın alıp gereğini yapmıştır!

"Yat, kalk, sürün!" talimatları eşliğinde yer yer eğilmiş, yer yer sürünmüş, yer yer de ayağa kalkmış ve neyle mutlu neyle mutsuz olacağını da bu hazır reçetelerden edindiği verilerle öğrenmiştir!

İşte Nietzsche´nin "dekadans" dediği en büyük çöküşün, "Bu ahlak değil, ahlaksızlıktır!" vurgusunu yaptığı "köle ahlakı"nın ta kendisi budur!

Nietzsche´de "köle ahlakı", karşısına dikilip "Ben senin efendinim!" diyen tüm sosyal, bilimsel ya da teolojik otoriteler karşısında ezilip büzülüp istenilen kaba sığışan sürü insanının ahlakına karşılık gelir. Ve işte bu ahlak, dekadans´ın yani çöküşün, en büyük çürüme ve yok oluşun ifadesidir. Hepsinden öte bu bir ahlak değil, ahlaksızlıktır! Bir kendini acındırmadır, bir korkaklık, kaypaklıktır. Hazırcılık, kolaycılık, ucuzluktur!

Ama kişinin bu ucuzluktan kurtulabilmesi için önce bunu istemesi, tüm bu olan bitene manidar bir alay ve küçümseme ile bakabilmesi gerekir! Kendinin de içinde bulunduğu bu içi cerahat dolu yapıya neşter vuracak kadar korkusuzlaşabilmesi şarttır!

Ancak bu zaruret kişiye bir rasyonalite ya da mantıksal bir zincir içinde değil, varoluşsal bir kasılma, bir bulantı, bir tiksinme, derin bir huysuzluk ve yıkıcılık halinde gelir! Yani eyleme geçmek için tüm otoriteyi ya da otoritecikleri yerle bir etme dürtüsü rasyonel ve akl-ı selim bir kurguyla değil, varoluşsal bir dehşetle gelir!

İşte Zerdüşt de bunun için

"uzun yolculuklara çıkanları, tehlikesiz yaşamayı sevmeyenleri" sever.

Korkmaktan Korkmayacak Kadar Korkusuzum Artık!

Şimdi Siz Benden Korkun!


Ve içinde bulunduğu sürü anlayışından, hazır ve kısır şablonların anlamsızlığından müthiş bir rahatsızlık duyarak tehlikenin üzerine üzerine giden deve, etkisi altına girdiği büyük bir varoluşsal kasırga ile ansızın ağzından ve kulaklarından dumanlar çıkan hararetli bir aslana dönüşüverir! Hem öyle bir aslan ki, bizzat uçurumun kendisi!

Nasıl ki uçurumun hesabı, hiçbir garantisi ve emniyeti yoksa, o da aynen öyle! Hiddetin, isyanın, yıkımın doruklarında bir aslan o! Hiçbir güçten korkmayacak, her tehdidin üzerine gidebilecek kadar korkusuz bir aslan! Huzursuz, mutsuz ve çelişkilerle dolu ama; korkunun kendisini korkutacak kadar korkusuz bir aslan!

Tüm bu toz bulutu içinde tanrıyı da öldürecek kadar hesapsız bir aslan o! Hazır kalıplar içinde servis edilen Hıristiyanlığı da, diğer tüm teolojik şablonları da, tanrının bizzat kendisini de yıkıp atabilecek kadar dehşetli bir figür!

Kendi iç yaşantımdan damıttıklarım ve Nietzsche´nin dizgesinden süzdüklerimle betimlemeye çalıştığım bu sıcak figür, nihilizmin mikserinden geçtiğim o son derece kaotik dönemlerimde şu cümlelerle dökülmüştü ağzımdan;

"Bir tanrı olsaydı bile, ona inanmadığım için alnımdan öperdi beni!"


İşte Nietzsche´nin kafa tutup yere yatırdığı tanrı da böyle bir tanrıdır!

"Ben"im Üstüne başlığıyla kaleme aldığım ve aşağıda bir kesitini sunduğum metinde resmedilen tablo ise; "yem olan tanrının keskin tuzağına ayna tutan bir aslan"ın en somut karelerinden biridir işte.

"Bu tabloda ilk göze çarpan şey, resmi ikiye bölen, geniş ve bir o kadar da derin olan ürkütücü yarıktı. Buna bir uçurum demek de mümkün. Bu derin yarıkta türlü işkence ve azaplar, karanlıkla iç içeydi. Uçurumun bir yanında yer alan insanlar, kendilerini bu faciadan uzaklaştırmak ve emniyete almak için arkalarını verdiler uçuruma ve oldukça yüksek de olsa, karşılarına düşen tanrıya doğru ilerlediler.

Onlar vaat eden tanrıya yaklaştıkça, arkada kalıyordu yarık. Ve tabi karanlıkla iç içe olan türlü ve meçhul acılar da. Geride kalan uçuruma yalnız kat ettikleri yolu görmek için dönüp bakıyorlardı ara ara. Lakin "acı"dan kaçarak değil tanrıya ulaşma, bir "hiç" olmadan öteye gidilemeyeceğini bilmiyordu hiçbiri.

Gelelim tablonun en çarpıcı kısmına. Tablonun yarısı, yani uçurumun bir yanı bu çizgilerle doluyken, diğer yarısında, yani uçurumun insanların arkalarını verdikleri diğer tarafında ise yalnız bir şey vardı. Ne mi? Asıl tanrı! Yüzünde yitmiş çoğunluğun burukluğu ve derin bir tebessümle asıl tanrı! Bahsi geçen o beylik lafta beni alnımdan öpecek olan tanrı da oydu işte. "Kendin pişir kendin ye!" diyen bir tanrı. Yani "Kendin eyle, kendin kazan!" diyen, yarattıran bir tanrı! Yaratıcı olmayan, yarattıran bir tanrı. Vaat etmeyen, eyleten ve asla hazırcı olmayan bir tanrı. Hani "katıksız" bile olmayan, hani şu var olursam var edebileceğim. Olanaklıktan gerçekliğe benim rehberliğimde taşınacak olan "katıksız" yani.

"Ben"imin en sağlam köşesine yerleştirdiğim bu tabloda üzerine konuşulması gereken iki ana nokta var. Acıdan kaçış ve yem olan tanrı. Yem olan sahte tanrıya yönelmiş insanlar acıdan kaçıyorlar bu tabloda. Yaşamın içindeki cezalardan ve ölümden sonra o uçurumun dibinde kendilerini yakalaması muhtemel olan türlü işkencelerden. Bu korkuyla karşıda "Bana gelin. Türlü hediyelerim olacak sizlere." diyen tanrıya doğru ilerliyorlar hızla. Vaatleri ve kazandırılacak olanların gereklerini veren bir reçetesi var elinde. Ve bu gereklerin yerine getirilmesi halinde gelecekteki acıdan kurtulunacağı gibi şimdide de huzur söz konusu olacak. Dolayısıyla gelecekte acı olmayacağı gibi şimdide de yok. Ama aksi takdirde, yani bu yol takip edilmezse o meşhur uçurumun dibini boylamak var elbet.

Bu kurtarıcı tanrının peşine takılarak acıdan sıyrılmak ve mutlu sona erişmekse en kolay yol. Kolay olduğu kadar da sakat! Sahte bir tanrının tuzağına düşmek var çünkü bu yolda! Tanrı yüzlü bir şeytanın tuzağına düşerek asıl tanrıdan uzaklaşmak var! Yani varoluştan!

Asıl tanrı varolmayla, yani bir insanın varoluşuyla gerçekliğe taşınabilecek bir olanak yalnızca. Dolayısıyla tablonun en can alıcı noktasını oluşturan asıl tanrı, uzanışı çürüterek içe bakışı gerekli kılan varoluşun bir sembolizasyonu aslında. "Katıksız" da bu varoluşun kazanımı işte. Ancak bu kazanım belirli bir tarife göre elde edilmiş bir mükafaat değil asla. Çünkü varolmaya yönelmiş kimlikle direkt bağlantılı. Dolayısıyla aynı öze doğru ilerleniyor da olsa, her varolmanın birbirinden farklı oluşunun getirdiği bir özgünlük var bu mükafatta.

Bu yolda, yani tanrı olan ve varoluş sürecindeki yaşantıyla var edilebilecek olan "katıksız"ı gerçekleştirme yolunda acıdan kaçmak değil, salt acıya dokunmak var. Hatta bizzat "acı"nın kendisi olmak. Ama acı çekerken kendine acımak yok asla. Zira arabesk bir anlayışa bulanmış bir acı değil kesinlikle söz konusu olan. "Ben"e yerleşmiş ama dışından kaynak alan katışıksız bir acı. Kesinlikle arabesk bir anlayışa bulanmamış ve nihilizme taşmamış bir acı. Zaten nihilizme taşarsa öz yapısını yitirmiş ve varoluşun ana malzemesi olma niteliğini kaybetmiş olacak olan bir acı. Varoluşla var edilecek olan "katıksız"da ana muhtevası salt mutluluk olan bir mutluluk da yok hiçbir zaman. Ana malzemesi acı olan bir mutluluktan söz edilebilir ancak. Dolayısıyla yalnızca kaynağını acıdan alan bir mutluluk gerçektir bu yolda. Gerisi ütopya... Kimileri için varsa bile, onlar bu çizgiye dahil değillerdir zaten. Bu temel sebeple "acı"dan kaçarak gerçekleştirilebilecek bir varolma mümkün değildir. Bu mantıkla uzanılan tanrı da sahte bir tanrı olacaktır elbet. Elde kalan tek netice, arkada kalan tanrının yüzündeki alaydır. Hem yitmişliğe buruk, hem de alaylı bakar arkadan ve "O kadar kolaydı!" der, "O kadar kolaydı!".

"Ben"imde yer alan ve tasvirini ancak bu kadar yapabildiğim bu tabloda beni alnımdan öpecek olan asıl tanrı, kendi varoluşum benim. Varoluş, tanrının ötesinde yani. Ancak tanrının kurduğu tuzakları aşarak varılabilecek bir yer o. O, tanrının ötesindeki tanrı. Varoluş ve tanrının bu örtüşme noktası, tasavvuftaki "Enel Hak" anlayışıyla oldukça bağlantılı aslında. Ama tanrıyı çürütmüş birinin tasavvuftan söz etmeye hakkı var mıdır ki? İşte zırvalarla zirveleri birbirine karıştıran çoğunluğun ikna edilmesi imkansız bir anlayışı daha. Ancak benim için tekrar etmesi hayli sıkıcı da olsa, bu çoğunluğa ben de dahildim bir zamanlar. Başlığım vardı. Listelerim ve yerinden oynatılması imkansız kabullerim. Ama bugün benim işte. Bir tesadüf ya da şansla olmadı yalnız bu. Bedeli ne olursa olsun "doğru"ya varma isteği ve kararlılığıyla oldu. Bedeli ne olursa olsun. Acıysa acı, geçmişi inkarsa inkar. Acı çekmekten ve korkmaktan korkmamakla, "Ya hep ya hiç!" diyebilmekle, yarım, sakat gerçeklerle yetinmelere sırt çevirmekle, tutunmalardan ve tüm kemikleşmiş alışkanlıklardan vazgeçebilecek cesareti bulmak ve yürümekle oldu.

"Ben"im bu yolculuğuyla varlığını hayal bile edemeyeceği yerler gördü ve daha nice gizli diyarların olabileceğini anladı. Özgürlüğün dilenilecek ya da beklenilecek bir şey olmadığını öğrendi örneğin ve onun "katıksız"la kol kola olduğunu gördü. Gerçek ölümü tanıyarak ölümden sonrasını merak etmenin anlamsızlığını keşfetti. En önemli keşfi de, "eylem" oldu. Belirli eylemlerin değil, irili ufaklı her eylemin bir karakteri olduğunu gördü ve büyütmeye başladığı bebeğinin her türlü kendi eylemiyle, ama yalnız adam gibi eylemleriyle adam olabileceğinin farkına vardı. "Ben"im bu evrelerden geçti geçmesine ama burada bitmiyordu hiçbir şey. Çünkü hayat, koca bir "eylem alanı"nın kapılarını yeni yeni açıyor ve "Uygun eylemi bul, adam gibi yaşa beni!" diyordu. Şimdi "ben"ime kalansa, yakaladığı gerçekleri tatbike devam etmek ve yeni gerçeklere açılmaktı. Zira demir atmanın böyle bir bakışta, böyle bir yaşayışta yeri yoktu asla!

Uzanış yoktu çünkü ve içe bakış sonsuzdu.

Evet, varoluşsal felsefeden tasavvufa yelken açan ve bu uçsuz bucaksız ummandan daha öte bir alem olmadığını gören biri olarak Nietzsche´nin aslanıyla boğuştuğum o dönemlerde ben de öldürdüm tanrıyı! Kendi ellerimle, bilerek ve isteyerek, korkusuzca öldürdüm onu!

Ama yem olanını!

Sahtesini!

"Sen öyle yapmışsın da, Nietzsche düpedüz yok etmiş onu!" diyenlere ise onun şu cümlesini yinelemek gerek; "Bizi farklı kılan şey; tarihte, doğada veya doğanın arkasında hiçbir tanrıyı tanımamamız değildir. Bizi farklı kılan, tanrı diye hürmet edileni tanrıya benzer bulmamamızdır!"

İşte benim "tanrının ötesindeki tanrı" diyerek "yem olan tanrının ötesindeki hakikat" olarak resmetmeye çalıştığım şeyle Nietzsche´nin bu cümlesindeki gizli tanrı tamamıyla aynı gerçeklik! Ve "tanrının ötesindeki tanrı"ya ulaşabilmek adına geçilen o karanlık tünel, kulaklarından dumanlar fışkırarak tüm hiddet ve ihtişamı ile alabildiğine şiddet ve alay kusan o aslan da, aynı aslan!

Aslan olmak öylesine zor, öylesine can yakıcı bir şeydir ki; insan kendini sonsuza dek can çekişecek sanır. Sonsuza değin can çekişecek ve bir türlü ölmeyecek olan bir canlı cenaze olarak görür kendini.

İşte yine, ateşli bir nihilistin kendine ayna tutuşu...

Sürgün

Kendimi buldum bulmasına da,
kendimi bulalı kaçacak bir yer bulamadım.
Tek tesellim, kimsenin sonsuza dek can çekişmeyeceği.
Tesellisi bu olan hayata yittim...

Bugün yine uçurumun kıyısındayım,
ve yine düşemiyorum bir türlü.
Bir ceset yine ölüm dileniyor keskin yamaçlardan,
ve yine hayata sürgün...

Uçurumun kenarında gezinip keskin yamaçlardan ölüm dilenen bu ceset, benim yine. Hayatı bir sürgün yeri olarak gören bu arabesk karakter benim. Tabi bu arabesk manzara bir dış görüntü, zira içerden bakılınca işler hiç de öyle değil! Yani bu yaşantının odağındaysan manzara hiç de arabesk falan değil, sonuna kadar gerçek!

Sonuna kadar acı var burada!

Beynini patlatırcasına üzerine gelen,

boğazına sarılan bin bir türlü soru işaretleri var!

Korkmak ya da yıkmak değil,

korkunun, dehşetin, yıkımın bizzat kendisi olmak var!

Dizleri titreten müthiş bir yükseklik var burada!

Uç denilenin bizzat kendisi olmak var!

Katil olmak var!

Anlamı gırtlaklayan ne kadar anlamsızlık varsa,

hepsinin katili olmak var burada!

Belki en önemli nokta da burası işte!


Çünkü bir nihilist ya kendi kendinin katili olur, ya da anlamsızlığın! Yani bir "aslan"; Nietzsche´nin tanımlamasıyla ya "pasif nihilizm"le tam anlamıyla anlamsızlığa teslim olur, ya da içine düştüğü bu kara delikten, onu "harikalar diyarı"na taşıyacak olan "aktif nihilizm"i çekip çıkarır! İşte burası, bir nihilistin yegane dönüm noktasıdır!

Eğer "pasif nihilizm" denilen kara delikten içeri düşer ve karanlığa teslim olursa; artık o yaşasa da bir ölüdür, yaşamasa da! Bazen intihar ederek ölür, bazen de tüm değerlere sırt dönerek ve çürümüş bir organizma olarak sözde yaşamına devam ederek.

İşte bunun içindir ki, Nietzsche´nin "aslan"la imlediği nihilist dönem, yine onun tabiri ile "hayvan ile üst-insan arasında gerili duran bir ip" olan insanın en ateşli sınav noktasıdır.

Nietzsche, "İnsan, hayvan ile üst-insan arasında gerili duran bir iptir. Uçurumun üzerinde duran bir iptir. İnsanın büyüklüğü, onun bir amaç değil de bir köprü olmasıdır. İnsanda sevebileceğimiz şey ise, onun bir geçiş ya da düşüş olmasıdır." der.

Yani "aslan" ya bu köprüden geçerek daha önce hiç görmediği, tanımadığı yaşamın kendisi ile tanışır; ya da düşer ve ölür!

Nietzsche´nin adeta tarihe şerh düşen o önemli sözü de, işte tam bu noktaya tekabül eder zaten; "Beni öldüremeyen yara güçlendirir!".

Eğer "aslan" bu uç noktada ölmemişse, güçlenmiştir!

Ama ölmüşse, artık yapılacak hiçbir şey yok!

Ne var ki, "hakikat"i arayan, tüm sahteliklerin ötesindekine dokunmak isteyen de bu büyük kumarı oynamak, ölçüt konulamayacak denli büyük olan bu dev riske girmek zorundadır!

Hatta onu kendisi istemez bile!

Çünkü o, kendi gelir!

"Aslan" Ehlileşmiyor,
"Çocuk"laşıyor!
Özüne Dönüyor,
Yaşamla Barışıyor O!
Şükür, Öyle Bir Yer Varmış!

"Ölümün değil, yaşamın filozofudur o!" demedik mi Nietzsche için! Elbette var öyle bir yer! Aslanın soluk alacağı, yaşama kucak açacağı, çocuklaşacağı, tüm zorlu yollardan öte varacağı bir harikalar diyarı var elbet! Hem nihilizmi zor da olsa "Nihilizm, harikalar diyarına açılan büyük bir kara deliktir!" diye tanımlamadık mı en başta!

"Aslan"ın, Nietzsche´nin dekadans olarak tanımladığı çöküş psikolojisi ve tavan yapan yabancılaşma duygusu eğer "tamamıyla bir yenilgi ve çürüme olan pasif nihilizm"i değil de, "bir uyanış, bir silkiniş ve şahlanma anlamına gelen aktif nihilizm"i tetiklemişse, tetikleyebilmişse; işte sonun değil sonsuzun başlangıcı orasıdır!

Aslanın ehlileşmek ne kelime,

masum ve sonuna kadar hür ve çılgın bir çocuğa dönüştüğü yerdir orası!

İşte orası,

yıllarca dağlarda kalıp kendiyle ve yaşamla hesaplaşan,

yanan yakılan Zerdüşt´ün dağlardan inip "insan"ı onore ettiği,

onunla kucaklaştığı yerdir!

Önce "deve ile imlenen sürü insanı"nı, sonra da "aslanla imlenen ve tam bir özgürlük halini yakalayamamışsa da özgürlüğe son derece önemli bir adım atmış olan nihilist dönem"i geride bırakan o hararetli yolcu, bir "çocuk"tur artık!

Çocuk kadar özgür, çocuk kadar masum ve berraktır!

Kendi elleriyle yıkıp yok ettiği tüm değerler bilincinin de, yaşamının da derinlerine gömülmüş, yok olmuş; ve bu ürküten gömü, "ebedi bir filiz" vermiştir artık!

Onca acı, çelişki, sancı ve kasırga ile bir daha gelmemecesine hakikatin derin sularına bırakılan bu gömü, bambaşka bir şekilde dönmüştür aslana! Yeni ve ebedi olarak dönmüştür! Yepyeni bir yaşam, bir "çocuk" olarak dönmüştür!

O bir "çocuk"tur artık!

Yaşamın ta kendisidir!

O şimdi tüm yüklerinden arınmış, derinlerinde biriktirdiği tüm gücü kuvveden fiile geçirip şahlanabilecek kadar güçlü ve enerjik, yaşamın kendisiyle barışacak kadar da pozitif ve sağlıklıdır artık!

Zira önüne koyulan tüm hazır materyalleri gömmüş, tüm var olandan vazgeçmiştir ama; bu vazgeçiş en büyük hazineyi getirmiştir ona!

Kendisini!

Kolay mı olmuştur bu?

Hayır!

Ama değmiş midir buna?

Evet!
Evet!
Evet!

Binlerce kez evet!

Zerdüşt dağlarla hesaplaşmış, tanrı ve tanrılığa soyunmuş tüm değerlerle, öğreti ve çerçevelerle restleşmiş, tozu dumana katmış; ama sonunda dağlardan inmiş, o iğrendiği, yüzüne tükürdüğü kalabalığın arasına dönmüştür yeniden!
Hiç kolay olur mu bu?
Elbet kolay değildir;

ama o,

"Yığınlar içinde herhangi biri olmak istemeyen adam, kendine karşı rahat davranmayı bıraksın!

Kişi, amacı için başkalarına, özellikle de kendine sert davranmalıdır!
Dosta ihanet dışında uğruna her şeyin yapılabileceği bir amaç gerek!

Soyluluğun son örneği, üstün insanın son formülü budur!" diyen Nietzsche´dir!
Herkesten çok kendine hoyrat davranan Zerdüşt´ün mimarıdır o!




Zerdüşt dağlara teslim olmamıştır, yaşamdan öte düşmemiş, tüm hesaplaşmasından sonra "ölüm"e değil, "yaşam"a kesin dönüş yapmıştır! Hem öyle kesin bir dönüş ki, ucu bucağı, duru durağı yok!

Çünkü o, yaşamın kaynağı olan güçlü ve sonsuz devinime dönmüştür! Yaşamın her gün tazelenen yanını keşfetmiş ve her gün yeniden kurulan bu sofraya, bu sonsuz akışa teslim olmuştur! Ama bu teslimiyet öyle bir teslimiyettir ki; sonuna kadar aşk ve enerji dolu, sonuna kadar "iyileşme" ve "iyileştirme" yüklüdür!

Kendi yaralarını saran, "bengi dönüş" adını verdiği sonsuz devinimi, ebedi akışı keşfeden ve ona aşık olan Zerdüşt´ün yaşadığı bu "iyileşme"yi, daha önce iğrendiği ve aşağı gördüğü o kalabalığa bir deva olarak sunmasının, sunabilmesinin sırrı da budur işte!

Çünkü o bir "insan" değildir artık!

O, bir "üst-insan", "üstün insan"dır!

Zerdüşt sorar kendi kendine ve yaşama;

"Maymun, insan için nedir?"

Ve yanıtlar ardından;

"Bir kahkaha ve acı veren bir utanç!

Ve işte üst-insan için insan da böyledir; bir kahkaha veya acı veren bir utanç!"

Zerdüşt kent meydanından uzaklaşarak çekildiği dağlarda o büyük hesaplaşmayı yaşamış ve yaşamın biteviye bir devinimden ibaret olduğunu keşfetmiştir artık! Ve bu devinime, bu sonsuz akışa gönülden bağlanmıştır!

Nietzsche´nin "amor-fati" dediği ve kabaca "kader sevgisi" olarak tanımlanan kavram da bunun karşılığıdır zaten. Amor-fati, "sonsuz/bengi dönüş"ün keşfi ve bu önemli keşfe teslim olmadır.

Sonuçta "deve" ile imlenen sürü insanı önce tüm yüklerinden sıyrılarak, tüm ödevlerini ayak altı ederek kendi özgürlüğünü istemiş ve "aslan"la imlenen özgür insana dönüşmüş; ve takip eden zorlu süreçte de o hararetli "aslan", "çocuk"la imlenen üst-insana ulaşmıştır.

Ve bu ulaşma, Nietzsche´ye göre kanla olmuştur, zorla olmuştur! "Tüm yazılanlar arasında en çok bir kişinin kendi kanıyla yazdığı şeyi severim. Kanla yaz! Ve göreceksin ki kan, tindir!" diyen Nietzsche´dir o! Ve yine, "Yılanın ilkin büyüyüp ejderha haline gelmesi gerekir ki, birileri onunla kahraman olabilsin." diyen Nietzsche´dir!

Kısacası "çocuk"la imlenen üstün insan yaşamın ta kendisidir, sonsuz devinimin keşfi, olağanüstü bir saadettir; ama kanla yazılmıştır o! Kişinin kendi yaşantısı, kendi kanıyla yazılmış bir mutlu son, hatta mutlu sonsuzdur o!

O, Oruç Aruoba´nın "başkalaşma"ya karşı ortaya koyduğu "kendileşme"sidir mesela!

Ya da o, sadece ve sadece "Deneyler yaparak deneyim kazanamazsınız. Deneyimi yaratamazsınız. Onu yaşamalısınız." diyen Albert Camus´nun işaret ettiği yaşantı ile inşa edilebilecek olandır!

Hatta yine nihilizmin etkili şövalyelerinden biri olan aynı Camus, şunu da der; "Hayatta ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi."

"İlkin kent meydanından uzaklaşan, sonra aynı kent meydanına yaşamın ta kendisi olarak dönen Zerdüşt, birçok şeyi riske etmiştir!" bile denilemez aslında! Çünkü onun riske etmediği hiçbir şey yoktur!

Tüm yaşamı riske etmiştir o!
Ne için?
Yaşamın kendisi için!

Ve işte Nietzsche,

Zerdüşt´ün bu risk felsefesini şu önemli tümce ile özetler;
"Yükseldikçe uçma bilmeyenlere daha küçük görünmemiz kaçınılmazdır!"

Zaten onun "üst-insan"dan da, "filozof"tan da anladığı budur!
Hesabı olmayan,
korkusu olmayan,
"Bedeli ne olursa olsun, gerçeği istiyorum!" diyen yılmaz bir şövalye,
duru durağı olmayan ateşli bir provokatör!
İşte benim filozof denince anladığım şey;
varlığıyla her şeyi tehlike içine sokan korkunç bir patlayıcı!

W. F. NİETZSCHE


Felsefeden koparılamayacak olan nihilizm

patlatacak kadar tehlikeli bir şey ise;
"hakikat" de ona değecek kadar özel ve önemlidir!
Onun için "Patlamaktan da, patlatmaktan da korkma!" diyorum.
Aksi taktirde bir daha korku nedir, onu tadamazsın bile.



Uzun lafın kısası; nihilizm, bir kolaycılık ya da içi boş bir anarşizm olamayacak kadar zor ve tehlikeli bir hesaplaşmadır! Bu dozer meydana dalıp tozu dumana katmadan, temel, kolon, kiriş namına ne varsa zemindeki her şeyi yerle bir etmeden yeni ve sağlam bir ev kurulamaz! "Kurulur!" diyense, konuşur sadece.

"Olsun! Ben yine de kırıp dökmek değil, uslu çocuk olmak istiyorum!" mu diyorsun?
Eh, sen bilirsin.
Hazır ye, zehirlen ve zehirlemeye devam et o zaman!
Ama Nietzsche´ye dokunma sakın!

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,01 M - Bugn : 4029

ulkucudunya@ulkucudunya.com