« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 May

2007

3 MAYIS TÜRKÇÜLER GÜNÜNÜN MENŞEİ ÜZERİNE

Prof. Dr. Semih YALÇIN 01 Ocak 1970

Türkiye'nin II. Dünya Savaşına fiilen katılmamış olmasına rağmen, yakın tarihinde geçirdiği en zor dönem 1939-1945 yıllarıdır. II. Dünya Savaşı yılları iktisadî ve siyasî sıkıntıların had safhaya ulaştığı dönemdir. Avrupa'da savaşın başlaması ile birlikte Türkiye'de kısmi seferberliğe gidilerek bir milyona yakın kişi askere alınmış, savunma ihtiyacı için bir önceki döneme oranla ülke gelirinin büyük bir bölümü ayrılmıştır. Bu gelişmeler ülkede aşırı fiyat artışları, hayat pahalılığı ve temel ihtiyaç maddelerinin yokluğunu meydana getirmiştir. Piyasada aranan temel ihtiyaç maddelerinin yokluğu yanında hükümetin ordu ihtiyaçları için elde edilen ürünün belli bir kısmına el koyması ve bunun temini için uyguladığı baskılar, özellikle dar gelirli vatandaşlar üzerinde olumsuz tesirlere yol açmıştı(1). II. Dünya Savaşının iktisadi anlamdaki sıkıntıları, Türkiye'de büyük bir sefalete neden olmuş, sefaletin artışı ise siyasî buhranı da beraberinde getirmiş, ülkede komünizmin kamçılanmasına ve Kızıl Rusya lehinde propagandaların artmasına sebep olmuştur.

Bunun yanı sıra Türk Milliyetçiliğinin ilmi ve harsi anlamda merkezi durumunda olan Türk Ocakları 1931 yılında kapatılmış ancak buna rağmen Türk Milliyetçileri faaliyetlerine son vermemişlerdir. 1931 yılında II. Dünya Savaşı'nın başladığı 1939 yılına kadar milliyetçi faaliyetler el altından yürütülmüştür. Bununla birlikte siyasi iktidarlar milliyetçilik faktörünü amaçları doğrultusunda uygulamaya ve yönlendirmeye çalışmışlardır.

Bütün olumsuzluklara rağmen Türk Milliyetçiliği, II. Dünya Savaşı öncesinde birtakım önemli isimlerin yazılarında ve fikirlerinde yaşamış ve temsil edilebilmiştir. 1939 yılında Z. Velidi Togan, Peyami Safa, Ali İhsan Sabis, M. Sadık Aran ve Abdülkadir İnan'ın yazılarını neşrettiği Bozkurt Dergisi, 1941 yılında Orhan Seyfi Orhon'un çıkarttığı Çınaraltı Dergisi, 1943 yılında yayına başlayan Gökbörü Dergisi II. Dünya Savaşı sırasında yayınlanan milliyetçi dergilerdir(2).

Bu dönemde Üniversitelerde okutulan "İnkılap Tarihi Dersleri" ve "Atatürk İhtilali" adıyla yayınlanan Mahmut Esat Bozkurt'un kitabı Turan ideallerini çağrıştıran açık ifadeler taşımaktadır. Mesela, "Devlet işlerinin başına devletin kurucusu olan kavimden başkaları gelince o devlet inkıraz bulur. Yani millet istikbalini kaybeder. Misal mi istersiniz? İşte Abbasiler, işte Endülüs, işte Osmanlılar... Yeni Türk Cumhuriyetinin devlet işlerinin başında mutlaka Türkler bulunacaktır. Türkten başkasına inanmayacağız." gibi. Bütün bunların yanı sıra asker ve sivil yatılı okullara alınacak öğrencilerin Türk ırkından olması şartı gazetelerde yayımlanarak, okullara giriş şartları arasında yer almıştır(3). Bütün bu olaylar devletin her alanda milliyetçiliği hatta daha sert bir dille "turanî idealler ihtiva eden Türkçülüğü" desteklediğinin delili olarak görülmektedir.

Türkiye'de Cumhuriyet'in ilanından sonraki ilk 25 yılda Türk toplumu milliyetçiliği "din" ile birlikte benimsemiştir. Materyalist milliyetçilik ise ufak bir aydın zümresi tarafından kabullenilmişti. Bu iki milliyetçilik anlayışı zaman zaman birbiriyle çatışmış neticede bazı pratik sonuçlar doğurmuştur. Her şeyden evvel çeşitli halk tabakalarının ortak kültürel gayeler etrafında birleşmesi kolaylaştı. Bununla birlikte milli dayanışma duygusu meydana getirdi. Memleketin kültürel gelişmesine, milletin gerçek karakterine uygun bir yön verdi. Türklere milli bir gurur aşıladı(4). Ayrıca 1930'lu ve 1940'lı yıllara kadar, Türk milliyetçiliği sağa sola kaymayan, başından sonuna kadar Kemalist çizgiye sadık kalan bir ideoloji görünümündeydi. Bu dönemde siyasi mücadele tek parti yönetimiyle sınırlandırılırken resmi milliyetçilik anlayışının dışındaki özellikle pantürkist eğilimli muhalif unsurlar sıkı bir takibata uğratılarak(5) ve saf dışı bırakılmak istendi.



Türkiye'nin II. Dünya Savaşındaki durumu stratejik konumunun önemi dolayısıyla, gerek Müttefiklerin, gerek Mihverin Türkiye'yi kendi yanlarında savaşa sokmak için harcadıkları çabaların ve Türkiye üzerinde yaptıkları baskıların hikayesinden başka bir şey değildir. Buna karşılık Türkiye'nin politikası ise savaşın dışında kalmak ve ülkeyi savaşın yıkıntılarından korumak olmuştur(6).

Almanya, Rusya üzerine saldırırken Türkiye'yi kendi yanına çekmek için gerekli teşebbüs ve baskıyı yapmış, dış politikada her türlü tedbiri almış, bununla birlikte Türkiye'nin iç siyasetine müdahale etmek istemiştir.

Almanya I. Dünya Savaşında Osmanlı devletinin izlediği veya izlemeye çalıştığı Turancı politikayı desteklediği gibi II. Dünya Savaşında Sovyetler Birliği'ne saldırısından sonra Türkiye'yi savaşta kendi safına çekebilmek için Turancı akımları desteklemiştir. Bu şekilde Türk hükümetini Almanya'nın yanında savaşa girmesi için harekete geçirmeye çalışmış ve bu sayede Türkiye üzerinde baskı kurmak istemiştir(7). Alman ordularının II. Dünya Savaşının başında, Sovyetler Birliği topraklarında ilerledikleri sırada Almanya'nın Türkiye Büyükelçisi Von Papen, Rusya'nın Türkçe konuşulan bölgeleri hakkında bilgi edinmek, bu bölgeler halkının desteğini sağlamak ve Türkiye'deki Turancılık akımını Almanya yararına istismar etmek için bazı Turancı gruplarla ve mültecilerle temasa geçti(8).

Von Papen, Sovyetlerde yaşayan Türkler ile ilgili İsmet İnönü ile de görüşmek istemiştir. Ancak İsmet İnönü'den aldığı cevap Türkiye'nin o dönemle ilgili politikasını ana hatlarıyla ortaya koymaktadır. İsmet İnönü, "bu tür konularda ancak Sovyetler Birliği'nin yenilgisi gözle görülür şekilde gerçekleştiği vakit görüşmenin mümkün olacağını" belirtmiştir.

Görüldüğü gibi Türk hükümeti, resmi politikada ilke olarak, panturanist eğilimleri reddetmiş, ancak Kırım bölgesindeki ve Kafkaslar'daki Türk kökenli komşu halkların geleceği konusuna tamamen ilgisiz kalmak da istememiştir(9).

Türkiye'de Alman ordularının 1942 yılında Kafkaslar'a doğru ilerlemesi sırasında panturanist Alman propagandası artmış ve yoğunlaşmıştı. Cumhuriyet, Tasvir ve Vakit gazeteleri Alman yanlısıydı(10). Fakat daha sonraları bu gazeteler dava sırasında tamamen Türkçülük ve milliyetçilik aleyhi bir tutum takınmışlardır. Dönemin etkin sayılabilecek gazetelerinin tavırlarını bu derece ani ve kesin hatlarla değiştirmelerindeki en önemli sebebi Milli Şef İnönü'nün basın üzerindeki tesirinin de güçlü olmasıyla izah etmek mümkündür.

Almanya'nın iç ve dış politikayı bu şekilde yönlendirmesi, halkoyunda 3 Mayıs 1944 davasının Nazi yanlısı, anti-Sovyet ve anti-komünist hükümeti devirmeyi amaçlayan bir dava olarak algılanmasına yol açacaktır. Türk hükümetlerinin Turancılığı aktif olarak desteklemekten vazgeçmesi ve Sovyetler'in yanında yer almaya başlaması üzerine Almanya Türkiye'de bu tür hareketleri kışkırtmaktan vazgeçmiştir(11).

CHP yönetimi savaşın kaderinin değiştiği ve Alman yenilgisinin başladığı 1943 yılına kadar, açık olmasa bile ses çıkarmayarak, Alman yanlısı neşriyat ve hareketlere göz yummuştur(12). Anti-Sovyet Türkçü yayın ve etkinlikler ise tamamen İnönü yönetiminin savaş politikası ve amaçlarına uygun olarak yakından izlenmiştir(13).

II. Dünya Savaşının genel seyri içinde, Rus ordularının Avrupa'da ilerlemeleri ile orantılı olarak Türkiye'de komünist faaliyetler artmıştır(14). Ruslar galip geldikçe komünistler birer birer açığa çıkarak Rusların Polonya ve Balkanlar'dan sonra Türkiye'yi de işgal edeceği söylentisi yayılmıştır(15).

Görüldüğü gibi II. Dünya Savaşı sırasında gerek Almanya'nın durumu gerekse Rusya'nın galibiyetlerine paralel olarak Türkiye'de dış politikanın iç politikayı yönlendirmesiyle neticelenmiştir.

Rusya'nın II. Dünya Savaşı sırasında bir takım işgallere giriştiği dönemde İsmet İnönü belki de Türkiye'nin işgal edilmesi endişesiyle Sovyet yanlılarının faaliyetlerine göz yummuş(16) ve bu dönemde komünist faaliyetler başlamıştır. Türkiye Gizli Komünist Partisi Şefi olan Dr. Şefik Hüsnü'nün Moskova'ya gönderdiği gizli raporda, "1943 baharından 1944 baharına kadar olan sene, harp devresinin en verimli ve hareketimizin kredisini azami yükselten sene oldu"(17) demesi bu tür faaliyetler hakkında açıkça bilgi vermektedir. Yine Faris Erkman'ın hazırladığı "En Büyük Tehlike" adlı broşürün neşri büyük yankılar uyandırmıştır. Milliyetçiliğe, dış Türklere, milliyetçilere pervasızca saldıran ve çok sayıda bastırılıp bedava dağıtılan bu broşür komünist neşriyat arasında önemli bir yere sahiptir. Bu broşür TBMM'nin gündemine de girmiş, görüşmeler sırasında Dışişleri Bakanı'nın şu konuşması CHP'ndeki değişikliğin belirtisi kabul edilmiştir: "Bizim Türklüğümüz bu vatanın sınırları içine girmiş olan Türklere ait ve münhasırdır."(18)

1939'da Ankara Üniversitesi DTCF'de açılan felsefe kürsüsüne Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes gibi belli fikri yapıda kimselerin alınması Milli Eğitim Bakanlığı tarafından milliyetçi neşriyata karşı alınacak tedbirlerin rapor halinde hazırlanması, sosyalist ve komünist "Yurt ve Dünya" ve "Adımlar" mecmualarına Milli Eğitim Bakanlığının abone olması, Milli Eğitim Bakanı H.Ali Yücel zamanında bakanlık tarafından basılan 496 klasik eserin içinde 63 Rus klasiğinin yer almaması, komünist bir derleme şiir kitabının bütün okullara tavsiye olunması bu dönemin komünist faaliyetleri arasında yer almaktadır. Yine Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet'in himaye edilmesi bu tür faaliyetlere bir diğer örnektir. Tan gazetesi de dönemin komünist basınının önde gelen gazetesidir(19).

Nihal Atsız'ın Mektuplarının Yankıları

5 Ağustos 1942'de TBMM'nde kürsüde Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun okuduğu programda "Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir... Biz azalan ve azaltan Türkçü değil , çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz, ve her vakit bu istikamette çalışacağız"(20) şeklinde konuşur. İşte bu konuşma 3 Mayıs olaylarının sebebi olarak gösterilen iki mektubun çıkış noktasıdır.

II. Dünya Savaşı devam ettiği sırada zamanın başbakanının yukarıdaki konuşması dikkat çekicidir. Atatürk ülküsüne inanmış ve onun çizgisinde bir Türkçü başvekil, Türkiye'de ilk defa görülmektedir. Saraçoğlu'nun bir konuşmasına sığdırdığı bir paragraflık söz dizisi, Türkçü çevrelerde şükran duygularıyla ve çoğunlukla benimsenmiştir(21). Milliyetçi bir dergi olan Orhun, Başbakan'ın milliyetçilik anlayışına kayıtsız kalmaz ve Nihal Atsız, Başbakan'a iki açık mektup yazar. Bu mektuplar Orhun'da yayınlanır(22).


Atsız'ın açık mektupları Cumhuriyet devri basın tarihinde mühim bir yer tutar. Bugün serbest yazıp-söyleme hususunda birer kahraman kesilen pek çok yazar o günlerde tek parti devrinin ve şahıslarının şakşakçılığını yaparken, Atsız'ın bu mektubu yazması çok mühimdir(23). Cumhuriyet döneminde bir bakan hakkında böyle aleni bir tenkit görülmüş, işitilmiş değildir. Böyle açık ve şiddetli ithamlara cesaret eden olmamıştır. Bakanları ve Başbakan'ı tenkit etmek de takdir etmek de yalnız milli şefe ait bir imtiyazdır. Üstelik devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, İsmet İnönü'nün gözüne girmiş, takdirini kazanmış bir şahsiyettir. Mektupların ilk tesirinden sonra Atsız'ın bu cüretini nasıl ödeyeceği merak konusu olur. Zira Halk Partisi fena sarsılmıştır(24).

Bu mektuplarda hain ilan edilen Sabahattin Ali, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali'nin ve çevresinin teşvikiyle hakaret davası açar. Atsız'ın yazdığı mektuplarda Irkçılık ve Turancılık ile ilgili bir şey bulunmamasına rağmen 1944 yılında Sabahattin Ali tahrik edilerek Atsız ve arkadaşları aleyhine açılan dava, mecrasından saptırılarak Irkçılık ve Turancılık Davası olarak millete empoze edilmiştir(25).

3 Mayıs 1944 Tarihli Gösteriler

Kenan Öner 1944 davası ile ilgili şunları söyler: "Bu davanın temeli N.Atsız'ın zamane başvekiline hitaben Orhun mecmuasında yazdığı açık mektupla, 1944 yılı nisanında atılmış ve bundan doğan infial ile icat edilen ırkçılık ve Turancılık davasında memleketin havasını ifsat eden işkencelerle çatısı örülmüş bulunmaktadır"(26). Bu davanın başlamasında H.Ali Yücel'in 1934 tarihli "Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış" kitabının Atsız tarafından eleştirilmesinin intikamını almak istemesi de etkilidir(27).

Tarihte 3 Mayıs olayları adıyla anılan olaylar N. Atsız'ın hakkında açılan dava için Ankara'ya geldiği sırada başlamıştır. Bu tarihte gençlik komünizm aleyhine bir gösteri düzenler ve beraberinde N. Atsız'a sevgilerini belirtirler. Ancak gençliğin bu masum hareketi devrin Milli Şefine bir ihtilal olarak intikal ettirilir. H.Ali Yücel, Nevzat Tandoğan ve F.Rıfkı Atay üçlüsünün gayretleriyle ırkçılık ve Turancılık adı verilen milliyetçilik düşmanı dava ortaya çıkarılmıştır.

Bu gösteriye kadar Türkiye'de yapılan bütün mümayişlerde hep hükümet parmağı bulunmuştur. Turancılık davasının mağdurlarından Alparslan Türkeş'in konuyla ilgili tespiti şu şekildedir; "Bunlar milli şef ve onun gözde Milli Eğitim Bakanına nasıl gösteri yapabiliyorlardı? O zamana kadar milli şefin müsaade etmediği hiçbir gösteri yapılmazdı. Demokrasi... Hürriyet... Eşitlik... Gençlik... bütün bunlar Türkiye'nin 1944 iktidarında hep palavralardır. Halkın alkışları, gençlikten çıkacak "yaşa" naraları kayıtsız şartsız İnönü'nün tekelinde kalmalıdır."(28)

Esasında 3 Mayıs olayları, II. Dünya Savaşının seyri ile alakalıdır ve dönemin hükümetinin Almanlara karşı üstünlük kuran Ruslara Türkçüleri feda ederek bir siyasi rüşvet vermesi olayıdır. Türkiye Ruslara karşı, yalnızlık içinde karşı koymaya çalışmaktadır. 3 Mayıs 1944 duruşması o sırada tam aranılan fırsat olarak değerlendirilir. Türkçüler üzerinde şiddet uygulanarak Ruslar bir şekilde memnun edilmeye çalışılır(29).

3 Mayısta bir araya gelen ve gösteriler yapan gençler birer birer tespit edilip toplanır ve tutuklanır. Milli Şefin şahsi emriyle saldıranlara zerre kadar merhamet tanımamışlardır. Milliyetçi gençleri kıyasıya dövülür. Nihal Atsız da aynı gün duruşmadan çıktıktan sonra polis tarafından göz altına alınır. Merhum Alparslan Türkeş anılarında bu olayları şu şekilde anlatmaktadır; "3 Mayıs 1944 günü heyecanla sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları yarıldı, gözleri patlatıldı. Bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı."(30)

19 Mayıs 1944 Nutku ve Sonrası

Gösterilerin ardından tutuklanan onlarca gencin ailesi yaklaşan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramından umutludur. Gençlik Bayramında bir yığın masum gencin bayramı zindanlarda geçirmesine Milli Şef'in gönlü razı olmayacağını sananlar çoktur. Öyle umulur ki İnönü'nün, 19 Mayısın neşesini bozmak istemeyerek ve bir emirle zindanların kapılarını açtıracağı, manasız bir sebeple tutuklanmış aydın gençleri hürriyete iade edeceği sanılmaktadır. "İnönü gençleri ve ailelerini sevindirmek şöyle dursun, bilakis Ankara Stadyumunda, 19 Mayıs günü neşe celladı gibi çıkar."(31) İsmet İnönü, 19 Mayıs 1944 günü Gençlik ve Spor Bayramı nutkunda ırkçılık ve turancılık iddiaları hakkındaki görüşünü bütün açıklığı ile ortaya koyar. Bu, milliyetçileri hayal kırıklığına uğratan bir konuşma olur. Milli Şef, henüz tahkikat safhasında bulunan olay ile Türkçüler ve milliyetçiler aleyhine çok ağır ithamlarda bulunmuştur(32). Bu konuşmada yer alan bazı ifadeler aynen şu şekildedir;

"... Turancılık fikri, yine son zamanların zararlı ve hastalıklı gösterisidir. Bu bakımdan cumhuriyeti iyi anlamak lazımdır. Milli kurtuluş sona erdiği gün, yalnız Sovyetler'le dostluk ve bütün komşularımız eski düşmanlıklarının bütün hatıralarını canlı olarak zihinlerinde tutuyorlardı. Herkesin kafasında, biraz derman bulursak sergüzeşti, saldırıcı bir siyasete kendimizi kaptıracağımız fikri yaşıyordu. Cumhuriyet kuvvetli bir medeniyet yaşayışının şartlarından bir esaslısını, milletler ailesi içinde bir emniyet havasının mevcut olmasında görmüştür. İmparatorluktan son zamanlarda ayrılmış olan komşularıyla da iyi ve samimi komşuluk şartlarının temin edilmiş olmasını, milletin saadeti için lüzumlu saymıştır. Görülüyor ki, milli politikamız memleket dışında sergüzeşt aramak zihniyetinden tamamen uzaktır. Asıl mühim olan da bunun bir zaruret politikası değil, bir anlayış ve bir inanış politikası olmasıdır. Ancak bu inanışa vardıktan sonradır ki etrafımızda bulunan milletleri daha yakından tanımak imkanlarını bulduk. Nereden zarar gelir ve nereden zarar gelmez, bunu ayırt etmek için zihinlerimizde ayarlı ölçüler hasıl oldu. İçerde milletin hayrı ve saadeti için çalışma ve dışarıya karşı milletin emniyet ve müdafaası için lazım olan tedbirler, salim ölçülerle gözümüzün önünde belirdi. Ve nihayet asırlar ve asırlar süren köklü düşmanlıklar yerine, yirmi sene gibi kısa bir müddette hürmet ve itimat duygularının uyanmasına imkan verdi.

Turancılar, Türk milletini bütün komşularıyla onulmaz bir surette derhal düşman yapmak için birebir tılsımı bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tevzirlerine Türk milletinin mukadderatını kaptırmamak için elbette Cumhuriyet'in bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar, genç çocukları ve saf vatandaşları aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve çok aldanacaklardır.

Şimdi vatandaşlarımdan iki suale zihinlerinde cevap bulmalarını isteyeceğim: Irkçılar ve Turancılar gizli tertipler ve teşkillere başvurmuşlardır. Niçin? Kandaşları arasında gizli fesat tertipleriyle fikirleri memlekette yürür mü? Hele doğudan, batıdan ülkeler gizli Turan cemiyetiyle zapt olunur mu? Bunlar o şeylerdir ki ancak devletin kanunları ve esas teşkilatı ayak altına alındıktan sonra başlanabilir. Şu halde yaldızlı fikirler perdesi altında doğrudan doğruya cumhuriyetin, Büyük Millet Meclisinin mevcudiyeti aleyhinde teşebbüsler karşısındayız. Tertipçiler, on yaşında çocuklarımızdan bize kadar derece derece, perde perde hepimizi aldatmak iddiasındadırlar.

Vatandaşlarıma ikinci sualimi soruyorum: Dünya olaylarının bugünkü durumunda Türkiye'nin ırkçı ve Turancı olması lazım geldiğini iddia edenler, hangi millete faydalı, kimlerin maksadına yararlıdırlar? Türk milletine yalnız bela ve felaket getirecek olan bu fikirleri yürütmek isteyenlerin Türk milletine hiçbir hizmetleri olamayacağı muhakkaktır. Bu hareketlerden yalnız yabancılar faydalanabilirler. Fesatçılar, yabancılara bilerek mi hizmet ediyorlar? Yabancılar, fesatçıları idare edecek kadar yakından münasebette midirler? Bunları hüküm olarak kestirmek mümkün değildir. Ama yabancıya hizmet kasti ve yabancının ilişiği hiçbir zaman meydana çıkmasa dahi hareketlerin, Türk milletine, Türk vatanına zararlı olması ve bunlardan yalnız yabancıların faydalanmış olması söz götürmez bir hakikattir.

19 Mayıs nutku, Alman cephesinde hızla ilerleyen Ruslara karşı bir söz rüşveti olarak nitelendirilmiştir. Bu meşhur nutuktan sonra her meslekten ve her sahadan kimseler, yıldırıcı, ezici ceberutlukla sanki Türkiye'nin her yeri sıkıyönetim bölgesiymiş gibi, rasgele emri vakilerle, ceket-gömlek İstanbul'a sıkıyönetim komutanlığı emrine teslim edilmiştir33. Özellikle 47 kişi hakkında rapor hazırlanır. 3 Mayıs dava dosyasının başında yer alan bu kişiler 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesine gönderilir. Aslında bu kişilerin hiçbir zaman kafatası ölçtüğü, kaç göbek soy sop aradığı görülmemiştir.

İsmet İnönü'nün nutkundan sonra tutuklanan insanların suçlandığı temel fikirleri şunlardır;

- TBMM tayin suretiyle doldurulmuştur, hür seçim yoktur.

- Cumhuriyet lafta kalmıştır, idare şekli diktatörlüktür.

- CHP istismar ve istibdatla memleketi idare etmektedir. Halk sefalet içindedir.

- Suistimal, sefahat, israf, rüşvet, soygunculuk gittikçe gelişmektedir.

- Milliyetçilik ve Türkçülük hareketlerine tamamen muhalif bir yola sapılmıştır.

- Türkiye'de İslam düşmanlığı ilerlemiştir.

- Türk milletinin istikbali tehlikeye düşmek üzeredir(34).

Görüldüğü gibi aslında bunlar çok partili hayatın hakim olduğu dönemlerde tabi görülen fikirlerdir. Bu fikirlerin oluşması İnönü devrinin dikta rejimi olup olmadığı sorusunu akıllara getirmiş, bu konuyu tartışmaya açmıştır.

Bu davada Alparslan Türkeş ise "yalnız Türk soyundan gelenler yaşamalıdır" biçimindeki sözlerinden dolayı yargılanır.

Basın ve Turancılık Davası

İsmet İnönü'nün 19 mayıs nutkundan sonra basın ve radyo Milli Şefin ve iktidarının ithamlarına, sözlerine bin bir delil ve gerekçe bulmak gibi bir vazifeden dolayı kendilerini sorumlu hissetmişlerdir. İsmet İnönü'nün açıklamalarından sonra milliyetçilik aleyhine yapılan neşriyat artmış, Orhun dergisine abone olanlar, bu dergide bir tek yazıları çıkmış olanlar, Nihal Atsız'a sokakta bir defa selam vermiş olanlar dahi basının da etkisiyle tutuklanmışlardır.

Vatan ve Ulus gazetesinde yazan F.Rıfkı Atay'ın yazılarını esas alarak 3 Mayıs 1944 gösterisini Romanya'nın başına milli tarihlerinin en büyük felaketini getiren Gardistlere benzetmiş ve bu nümayişe katılan gençlerin aslında aldatılmış olduklarını iddia etmiştir(35). Aynı gazete daha sonraki günlerde Turancılık-Türkçülük fikriyle ilgili görüşlerini beyan etmeye devam etmiş, kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır. Gazete yine F.Rıfkı Atay'ın yazısını esas alarak; "Türkiye'yi içinden dağıtıp tahrik etmek için gökten bir bela ısmarlansa ırkçılıktan beteri Türkiye'ye inemez. İkinci bir bela ısmarlansa İslam ittihatçılığı ham hayalinin yerine Turancılık ütopyasını geçirmekten âlâsı bulunamaz."(36) tarzındaki ifadelere yer vermiştir. Vakit gazetesinin baş yazarı Asım Us da Türkçülük fikrini ırkçılık olarak ele almış, bu fikrin nifak için üretildiğini ve hatta yabancıların bu fikri ileri sürdüğünü iddia etmiştir(37). Yine aynı baş yazar dönemin Türkçülük fikirlerinin Atatürk ile bağdaşmadığını, Turancılık fikrinin ise siyasi istiklâllerini kaybetmiş olan Türkler için manevi bir teselli olabileceğini yazmıştır(38). Asım Us, 1944 davasının gençliği uyandıracağını iddia etmiş, Milli Şefin nutkuna da aynen katıldığını belirtmiştir(39).

Cumhuriyet gazetesi, Turancılık ile ilgili fikirlerini Nadir Nadi'nin kaleminden, milli şefin nutkundan sonra ifade etmiş ve milli şefin nutkunu "Türk vicdanının gür sesi"şeklinde yorumlamıştır(40). Ulus gazetesi ise hükümet yanlısı bir politika takip etmekteydi. Diğer gazeteler Ulus gazetesinin güçlü kalemi F.Rıfkı Atay'ın yazılarından devamlı alıntı yapmıştır. F.Rıfkı Atay ırkçılığı iç harp, Turancılığı dış harp kabul etmiş ve ırkçılığın ve Turancılığın herhangi bir halka ile dışarıya bağlanan tarafını cinayet olarak yorumlamıştır(41). Ulus gazetesi Türkçülük fikrine duyduğu tepkiyi Hasan Ali Yücel'in ağzından şu şekilde ifade eder: "Bunlar, mekteplere kötü bir suyun delip bulup sızması nevi'nden sızmışlardır... Bunlar okul içine sokulmadığı gibi, memleket içine de sokmamak zorunda olduğumuz mahzurlu fikirdir."(42)

Tanin Gazetesi Irkçılık, Türkçülük, Milliyetçilik fikirlerini aynı potada değerlendirerek bu tür fikirleri savunanların aslında gerçek amaçlarının bu olmadığını zira din ile ırkçılık fikirlerinin asla yan yana gelmeyeceğini baş yazarı H.Cihad Yalçın'ın kalemiyle ifade eder(43). Yine Tanin'de H.Cihad Yalçın, Türkçülük fikrinin sadece çalışmakla geçerliliğinin olacağını ifade etmiştir(44). Bir başka yazısında bu fikrin 'yutta sulh, cihanda sulh' prensibi ile uyuşmadığını iddia etmiştir. Hatta hedef gösterircesine Türk Gençliğini istismar edenler olarak Nihal Atsız, R.Oğuz Türkkan, Z.Velidi Togan, Hasan Cansever'in isimlerini açıklamıştır(45). H.Cahid Yalçın, daha sonraki yazılarında üslûbunu sertleştirerek Turancılık davasında Nazilerin rolünün olduğunu ortaya atarak, Turancılığı, "halis bir Nazi öksesi"(46) olarak yorumlama gafletinde dahi bulunmuştur.

Davanın Gelişimi

3 Mayıs tarihli gösterilerin ve 19 Mayıs nutkunun ardından toplanan milliyetçilerin davası, İstanbul 1 Numaralı Örfi İdare Mahkemesinde görüşülmeye başlanmıştır. Davada toplam 23 sanık yargılanmıştır.

İstanbul Tophane Askeri hapishanesinde bulunan asker sanıklar şunlardır: Dr. Yüzbaşı Hasan Ferit Cansever, Dr. Üsteğmen Fethi Tevetoğlu, Piyade Üsteğmen Alparslan Türkeş, Piyade Teğmen Nurullah Barıman, Topçu Asteğmen Zeki Özgür (Soğuoğlu), Ulaştırma Asteğmen Fazıl Hisarcıklı.

Aynı cezaevinde bulunan sivil sanıklar: Nihal Atsız edebiyat öğretmeni, Hüseyin Namık Orkun tarih öğretmeni, Necdet Sancar edebiyat öğretmeni, Saim Bayrak Temyiz Mahkemesi Evrak Memuru, İsmet Rasin Tümtürk İstanbul Belediyesi murakkıbı, Cihat Savaşfer Y.Mühendis Mektebi öğrencisi, Fehiman Altan Y.Mühendis Mektebi öğrencisi, Yusuf Kadıgil lise öğrencisi, Cebbar Şenel Adana Adliyesinde hakim adayı.

Sansaryan Han'da bulunan Emniyet müdürlüğü hücrelerinde bulunan sivil sanıklar; Zeki Velidi Togan Türk Tarihi Profesörü, Orhan Şaik Gökyay Ankara Konservatuarı Direktörü, Hikmet Tanyu İçişleri Bakanlığında memur, Reha Oğuz Türkkan İ.O. Doktora öğrencisi, Hamza Sadi Özbek Aydın Maliye Tahsilat Şefi, Cemal Oğuz Öcal Gazi Eğitim Enstitüsü öğrencisi, Said Bilgiç Ankara Adliyesinde hakim adayı, aynı davadan sanık olarak Mehmet Külahlıoğlu ve Osman Yüksel Serdengeçti de bir süre tutuklu kalmışlardır(47).

1944 olayı sanıklarından Alparslan Türkeş, İsmet Paşanın 19 Mayıs nutkundan birkaç gün sonra görev yeri olan Erdek'te gözaltına alınmıştı. Gözaltına alma sırasında bölük odası ve evi aranmış, daha sonra İstanbul Merkez Komutanlığına götürülerek 13 Haziran 1944 günü Askeri Tutuk ve Cezaevinin hücresine kapatılmıştır. Burada beş ay tutuklu kalan Türkeş, rahatsızlığı sebebiyle Haydarpaşa Askeri Hastanesine nakledildi ve bir ay süreyle tedavi gördü. Daha sonra Sıkıyönetim Komutanlığı'nın baskısıyla hastaneden alınarak tekrar Tophane'deki hücresine konuldu. Hücreye döndükten birkaç gün sonra emniyet müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han'a götürülerek sorgulanmaya başlandı.

Alparslan Türkeş, yakın tarihimize "Tabutluklar" adı ile geçen, tavırlarında beşyüzer mumluk ampullerin yandığı işkence odalarına kapatıldı. Dönemin Emniyet Müdürü Ahmet Demir ve Savcı Kazım Alöç tarafından Nihal Atsız'a yazmış olduğu mektuplar yüzünden sorguya çekildi. Hükümeti devirmek amacıyla ihtilal hazırlığı yapmakla suçlandı. Suçlamaları kabul etmeyen Türkeş'in sorgulama sırasındaki ifadeleri ibret vericidir. Türkeş anılarında konuyu şöyle izah etmektedir; "Biz, milliyetçiyiz. Biz bütün Türklerin mutlu olmasını istiyoruz, esaretten kurtulmasını istiyoruz. Yani bu fikir, eğer Turancılıksa; bu fikri taşıyoruz. Biz komünizme karşıyız. Komünizm ideolojisi, beğenmediğimiz bir siyasi ve iktisadi görüştür. Biz milliyetçi yazılar yazmayı, memlekete hizmet kabul ettik. Onun için, Orkun dergisine yazı gönderdim.

Nihal Atsız Beyle zaman zaman memleket meseleleri üzerine mektuplaştık."(48)

Alparslan Türkeş, anılarında kendisine yapılan işkenceler hususunda ise şunları söylemektedir; "Acımasızca parmaklarımdan birini yakalayıp, tırnağımı çektiler. Aslında, ben o görevlilere acıyordum. Yönetim, bizi faşistlikle suçluyor ama, tüm faşizan yöntemleri kendileri kullanıyordu. İçimden bu da geçer yahu, diyordum. Memurların gözü bir şey görmüyordu."(49)

Turancılık Davası, 7 Eylül 1944 günü başladı. Duruşma açıldığında, Sıkıyönetim Komutanlığının son tahkikat kararı, Savcı Kazım Alöç tarafından okundu. Kararın başlangıcında yer alan "vatana ihaneti sabit olanlar..." ibaresi sanıkları daha yargılamadan suçlu ilan ediyordu. Esasında bu üslup, İsmet Paşanın 19 Mayıs Nutkunun bir taklidinden başka bir şey değildi.

Muhakeme sırasında Türkçüler kendilerine yapılan işkencelerden bahsetmişler, savcı sanıkların ifadelerini mahkeme zabıtlarına geçirtmemiş, itirazları yapanlar ya azarlanmış ya da dışarı atılmıştır. Türk ülkesinde, Türk mahkemelerinde, suçları Türkçülük olanları cezalandırabilmek için çok değişik oyunlar oynanmıştır. İşkence iddialarıyla ilgili olarak Savcı Kazım Alöç'ün şu ifadeleri işkencelerin yapıldığını doğrular mahiyettedir: "Biz bunları huzurunuza vatan hainleri, caniler ve katiller olarak getirdik. Bunları Pera Palas Otelinde yatıracak değildik. Onlar müstehak oldukları muameleyi görmüşlerdir. Elbette onlara her nevi zulüm yapılmış ve yapılacaktır."

Muhakeme sırasında Alparslan Türkeş ile mahkeme başkanı arasında cereyan "Türk Birliği" konusunda ki tartışma sırasında Türkeş'in geleceğe matuf şu ifade ve tespitleri oldukça dikkat çekicidir: "... mesela, 1917'de olduğu gibi 1965'te veya 1990'da da Rusya'da bir ihtilal zuhur edebilir. O zamana kadar Türkiye harb endüstrisi bakımında da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur ve Türkiye'nin de yardımı ile bu birliğe doğru yürünebilir..."

1 nolu Sıkıyönetim mahkemesinde, 7 Eylül 1945 ile 29 Mart 1944 tarihleri arasında 65 oturum devam eden yargılama sonunda milliyetçiler muhtelif hapis ve sürgün cezalarına mahkum olmuş(50), verilen bu karar temyiz edilmiş ve Askeri Temyiz Mahkemesi bu mahkumiyet kararlarını esastan ve usulden bozarak 23 Türk milliyetçinin Sıkıyönetim Mahkemesinde devam edilmiş ve neticede milliyetçilerin hepsi 31 Mart 1947 tarihinde beraat etmişlerdir. Ancak bu kararı veren Ali Fuat Erden, Tümgeneral Kemal Alkan, Tümgeneral İsmail Berkok hemen tayin edilmişlerdir.

Sonuç

Türkiye'de Kemalist milliyetçilik anlayışından farklı bir milliyetçilik anlayışının yeniden baş göstermeye başlaması 30'lu yıllara tesadüf eder. Bu yeni milliyetçilik anlayışı Türk ırkının tarihi sembollerine ve kan birliğine önem vermektedir. Bu tarz bir anlayış, faaliyetlerinin ve yayınlarının kısıtlı olmasına ve şiddetli olarak 1939'da gündeme getirilmiştir. Atatürk'ün vefatından sonra kuvvetlenen ve yön değiştiren "tek parti", "tek şef", "tek millet" gibi kavramlar yeni bir anlayışa izin verecek türde değildi.

Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'nun konuşmasıyla başlayan olaylar zinciri, Nihal Atsız'ın mektuplarıyla devam etmiş, 3 Mayıs 1944 tarihli milliyetçilerin gösterisi ile sona ermiştir. 3 Mayıs gösterileri, Türk milliyetçilerinin cumhuriyet tarihimizde ilk defa ortaya koyduğu tavır ve tepkidir. İsmet İnönü'nün 19 mayıs nutku ile yeni çehreye bürünen ve çok farklı, maksatlı bir bakış açısıyla "Turancılık Davası"na dönüşen hadiseler Cumhuriyet dönemi Türk siyasi tarihinde önemli bir nirengi noktası olmuştur. İsmet İnönü için olayların ilk ve önemli ismi durumunda olan Atsız, davanın Türkçülüğü yıkmayıp güçlendirdiğini, ancak İsmet İnönü'nün yıkıldığını söylemektedir(51). 3 Mayıs, Nihal Atsız'a göre "Türkçülüğün gafletten ayrılışı, can düşmanlarını tanıdığı, dost sandığı hainleri ayırdığı"(52) gündür. Nejdet Sancar'a göre "en hain düşman komünizme dikilme"(53) günüdür.

Bütün bu tepkiler ve yorumlar içinde ele aldığımız 1944 Türkçülük davası dönemin devlet politika içinde incelendiğinde ortaya Türk milliyetçiliği adına üzücü sonuçlar çıkmaktadır. Temelinde milliyetperver idealleri her şartta ihtiva etmesi gereken Türk devleti, politikası gereği zaman zaman milliyetçi akımları el altında tutmuş, desteklemiş ve hatta kullanma yoluna gitmiştir. 1944 yılında bu tür bir davanın başlaması Rusya'nın baskıları ile yakından alakalıdır. Rusya karşısında tutunabilmek için aradığı desteği bulamayan Türk hükümeti, Alman karşıtı olduğunu göstermek için fırsat kollamıştır. Aranan bu fırsat Nihal Atsız'ın mektupları ile yakalanmıştır.

Bu olay Milliyetçilerin mağdur olmasıyla sonuçlanmış ancak bu mağduriyet milliyetçilere darbe olmamış, bilâkis onları güçlendirmiş ve Türk milliyetçilerine "Kurtuluş Günü" adıyla bilinen, manası, prensipleri ve amacı belirli bir ülkü haline gelen kutlu bir gün kazandırmıştır. 3 Mayısın ilk yıldönümü 1945 senesinde o sıralarda Tophane'deki Askeri Cezaevinde tutuklu bulunan bir avuç Türkçü tarafından örtüsüz bir masa etrafında yapılan bir toplantı ile anılmış, daha sonraki yıllarda ise çeşitli törenlerle kutlanmıştır. 3 Mayısın mağdurlarından Alparslan Türkeş de bu tarihin "Türkçüler Günü" adıyla kutlanmasını bizzat sağlamış ve bu geleneği hayatı boyunca devam ettirmiştir.

Yararlanılan Kaynaklar:

1. Ş. Süreyya Aydemir, İkinci Adam Cilt 2, İstanbul 1979, s.344-345.

2. Mustafa Müftüoğlu, Çankaya'da Kâbus, Yağmur Yay, İstanbul 1974, s.10-15.

3. Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, Kamer Yay., İstanbul 1992, s.28.

4. Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul 1966, s.212

5. Günay Göksu Erdoğan, "Türk Ulusçuluğunda Irkçı Temalar:1930 ve 1940'ların Türkçü Akımı", Toplumsal Tarih, Sayı 29, İstanbul 1996, s.19.

6. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 1914-1980, Cilt I, Ankara 1992, s.407.

7. Cemil Koçak, Türkiye'de Milli Şef Dönemi, C I, İstanbul 1996, s.660.

8. K. Karpat, a.g.e., s.127.

9. C. Koçak, a.g.e., s.663.

10. Tevfik Çavdar, Türkiye'nin Demokrasi Tarihi, C I, Ankara 1995, s.391.

11. K. Karpat, a.g.e., s.220.; Armaoğlu, s.411.

12. Çavdar, s.391.

13. Özdoğan, s.19.

14. Mustafa Özden, "Ölümünün 21. Yıldönümünde Kuşaklara Öncü Olmuş Büyük Önder: Nihal Atsız", Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı:121, İstanbul 1997, s. 47.

15. Reha Oğuz Türkkan, "Türkeş'in Tırnaklarını Sökemediler", (Röportaj:Haşim Akman), Aktüel, Sayı:302, İstanbul 1997, s. 32.

16. Türkkan, s. 32.

17. Mustafa Tatlısu Müftüoğlu, Çankaya'da Kabus, İstanbul 1974, s.10-15.

18. Çavdar, s.392.

19. Mustafa Müftüoğlu, Çankaya'da Kâbus, İstanbul 1974, s.10-15.

20. TBMM, Zabıt Cerideleri, Devre: 6, Cilt 27, s.24-25.

21. Bünyamin Saraç, "1944 Türkçülük Olayı ve Başvekil Saraçoğlu", 3 Mayıs 1944, 50. Yıl Türkçülük Armağanı, Akademi Kitabevi, İzmir 1994, s.170.

22. Türkeş, s. 31.

23. Mustafa Tatlısu Müftüoğlu, Milliyetçiliğimizin Meseleleri ve Kurtuluş Yollarımız, İstanbul 1970, s.18.

24. Türkeş, s. 32-33.

25. Refet Körüklü, "3 Mayıs 1944 Türk Milletinin Devletine Sahip Çıkma Hareketidir", 3 Mayıs 1944, 50.Yıl Türkçülük Armağanı, Akademi Kitabevi, İzmir 1994, s.34.

26. Hikmet Tanyu, Türkçülük Davası ve Türkiye'de İşkenceler, Kayseri 1950, s.3.

27. Mustafa Özden, "Atsız ve Irkçılık ve Turancılık Olayı", Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı:122, İstanbul 1997, s.19.

28. Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, İstanbul 1992, s. 39.

29. Özden, s.19.

30. Hulusi Turgut, Türkeş'in Anıları-Şahinlerin Dansı, İstanbul 1995, s. 40.

31. Türkeş, 1994 Milliyetçilik Olayı, s. 40.

32. Bünyamin Saraç, "1994 Türkçülük Olayı ve Başvekil Saraçoğlu", 3 Mayıs 1994 50.Yıl Türkçülük Armağanı, İzmir 1994, s.172.

33. Tanyu, s. 5.

34. Tanyu, s. 6.

35. Vakit, 7 Mayıs 1944.

36. Vakit, 9 Mayıs 1944.

37. Asım Us, "Vatanseverlik Maskesi Altındağ Sağ ve Sol İfratçılık" Vakit, 9 Mayıs 1944.

38. Asım Us, "Türkçülük Fikrinin Tarihi Tekamülünde Kargaşalık" Vakit, 10 Mayıs 1944.

39. Vakit, 20 Mayıs 1944; Asım Us, "Hadisenin Sonu", Vakit, 11 Mayıs 1944.

40. Nadir Nadi, "Türk Vicdanının Gür Sesi", Cumhuriyet, 20 Mayıs 1944.

41. Falih Rıfkı Atay, "Hak Görünürde Bir Kaygı", Ulus, 19 Mayıs 1944.

42. Ulus, 27 Mayıs 1944.

43. H. Cahit Yalçın, "Gençliğe Mal Edilmek İstenen Bir Hareket Hakkında", Tanin, 9 Mayıs 1944.

44. H. Cahit Yalçın, "Bizde Türkçülük", Tanin, 18 Mayıs 1944.

45. H. Cahit Yalçın, "Turancılık Hareketi", Tanin, 19 Mayıs 1944.

46. H. Cahit Yalçın, "Irkçılık ve Turancılık Tahriklerinde Nazilerin Rolü Var mıdır?", Tanin, 22 Mayıs 1944.

47. Türkeş, Şahinlerin Dansı, s. 41-42.

48. Türkeş, Şahinlerin Dansı, s. 53.

49. Türkeş, Şahinlerin Dansı, s. 55.

50. Ömer Faruk Akün, "Hüseyin Nihal Atsız", TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt IV, İstanbul 1991, s.87.

51. H. Nihal Atsız, Çanakkale'ye Yürüyüş, Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi, İstanbul 1992, s.308.

52. H. Nihal Atsız, "3 Mayıs 1944", 3 Mayıs 1944, 50. Yılında Türkçülük Armağanı, İzmir 1994, s. 2.

53. Necdet Sancar, "Türkçülük Günü", 3 Mayıs 1944, 50. Yılında Türkçülük Armağanı, İzmir 1994, s. 3.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,81 M - Bugn : 10528

ulkucudunya@ulkucudunya.com