« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

10 Tem

2012

FAHREDDİN ER-RAZİ

01 Ocak 1970

Ebu Abdillâh (Ebü'l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî et-Taberistânî (ö. 606/1210) Kelâm, felsefe, tefsir ve usûl-i fıkıh alanındaki çalışmalarıyla tanınan Eş'arî âlimi.
Tercih edilen görüşe göre 25 Rama¬zan 543[1] tarihinde Büyük Selçuklu Devleti'nin başşehri olan Rey'de doğdu. 544'te doğduğu da nakledilir. Bekrî, Teymî ve Kureşî nisbelerinden an¬laşıldığına göre soyu Arap asıllı bir aileye dayanır. İbnü'l-Hatîb veya İbn Hatî-bü'r-Rey diye de tanınmakla birlikte da¬ha çok Fahreddin er-Râzî adıyla meşhur olmuştur. Şâfıî ve Eş'arî kaynaklarında ise "İmâm" unvanıyla anılır. Begavî'nin yanında yetişen ve kelâm ilmine dair Ğö-yetü'l - meram adlı eseriyle tanınan ba¬bası Ömer, Fahreddin'in İlk hocasıdır. On altı yaşında iken babasının vefatı üzeri¬ne Simnan'a giderek burada Kemâled-din es-Simnânî'nin derslerine devam et¬ti. Bir süre sonra Rey'e döndü ve İşrâkî filozofu Sühreverdî el-Maktûl'ün öğren¬cilerinden olan Mecdüddin el-Cîlîden kelâm ve felsefe tahsil etti. Cîlî ile bir¬likte gittiği Merâga'da da ondan ders almaya devam etti. Üstün zekâsı ve az¬mi sayesinde kısa zamanda kendini ye¬tiştirdi. İbn Rüşd el-Hafîd, Muhyiddin Ib-nü'1-Arabî, Abdülkâdir-i Geylânî, İzzed-din b. Abdüsselâm gibi meşhur âlimler¬le çağdaş olan Fahreddin er-Râzrnin üne kavuşmasında yaptığı ilmî seyahatlerin büyük payı vardır. Cürcân, Tûs, Herat, Hârizm, Buhara, Semerkant, Hucend, Belh, Gazne ile diğer Hint beldeleri uğ-radığı belli başlı ilim ve kültür merkez¬leri arasında yer alır. Hârizm'de iken Mu'tezilî âlimlerle yaptığı münazaralar sonunda bazı olayların çıkması üzerine orayı terkedip Rey'e dönmeye mecbur kaldı. Daha sonra medreselerinde, ken¬di eserleri olan el-Mebâhişü'I-Meşri-kıyye ve Şerhu'l-İşârât gibi bazı eser¬lerinin okutulduğu Mâverâünnehir bel¬delerini dolaştı. İlk olarak Serahs'a uğ¬radı ve orada meşhur tabip Abdurrah-man b. Abdülkerim ile tanışıp dostluk kurdu. İbn Sina'nın el-Kânûn adlı ese¬rini onun için şerhetti. İki oğlunu da var¬lıklı olan bu tabibin kızlarıyla evlendirdi. Serahs'tan Buhara'ya geçince burada Hanefî âlimlerinden Şerefüddin el-Mes'û-dî, Radıyyüddin en-Nîsâbûri ve Rükned-din el-Kazvînî ile fıkhî konularda, Nû-reddin es-Sâbûnî ile itikadî meseleler üzerinde münazaralar yaptı ve büyük takdir topladı. Ayrıca Bâtınîler ve Kerrâ-mîler'le yaptığı tartışmalar da büyük yankılar uyandırdı. Bazı kaynaklarda, Râ-zî'nin Belh'te bulunduğu sırada Mevlâ-nâ Celâleddîn-i Rûmî'nin babası Bahâ-eddin Veled'i sultana şikâyet ederek şe¬hirden çıkarılmasına sebep olduğu nak-ledilirse de bu doğru değildir. Zira Râ-zî, Bahâeddin Veled'in Belh'ten ayrıldığı tarihten (616/1219) çok önce vefat et¬miştir. Râzî ziyaret ettiği beldelerin emîr ve sultanlarından iltifat ve ikram gördü.
Horasan'da Alâeddin Tekiş ile oğlu Mu¬hammed. Gur sultanları Gıyâseddin ve Şehâbeddin onun himayelerine mazhar olduğu siyaset adamlarındandır. İran, Türkistan, Afganistan ve Hindistan böl¬gesindeki bazı şehirleri dolaştıktan son¬ra Herat'a yerleşti (600/1203). Bazı mü-elliflerce, Râzî'nin Bağdat'a gittiği ve bilinmeyen bir sebeple işkence görmesi üzerine oradan Mısır'a geçtiği kaydedi¬lirse de kaynaklarda bunu doğrulayan herhangi bir bilgi yoktur. Hayatının geri kalan kısmını Herat'ta geçirdi; bir yan¬dan eserlerini telif ederken öte yandan sayıları 300'ü aşan talebe yetiştirdi. Ha¬yatının ilk döneminde fakir olmasına rağmen son döneminde muhafızlar ta-rafından korunacak derecede büyük ser¬vete sahip oldu. Bunda sultanlardan gör¬düğü ikramlarla dünürü Abdurrahman b. Abdülkerîm'den oğullarına intikal eden mirasın büyük payı olduğu nakledilir. Râzî 1 Şevval 606'da[2] He¬rat'ta vefat etti. Kerrâmîler'ce zehirleti¬lerek öldürüldüğü de nakledilir[3]. İbn Hallikân'a göre, kendisini mülhidlikle suçlayanların naaşına her¬hangi bir zarar vermemesi için vasiyeti¬ne uygun olarak Herat yakınlarındaki Muzdâhân köyü civarında defnedilmiştir[4]. İbnü'l-Kıftî'ye göre ise RâzFnin naaşı aslında kendi evine gö¬müldüğü halde Muzdâhân civarındaki bir tepede defnedilmiş gibi gösterilmiş¬tir.
Üstün zekâsı, güçlü hafızası, etkili hi-tabetiyle tanınan ve VI. (XII.) yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak ka¬bul edilen Fahreddin er-Râzî kelâm, fı¬kıh usulü, tefsir, Arap dili, felsefe, man¬tık, astronomi, tıp, matematik gibi ça¬ğının hemen bütün ilimlerini öğrenip bu alanlarda eserler vermiş çok yönlü bir âlimdir. Bundan dolayı "allâme" unva¬nıyla da anılmıştır. İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynfnin eş-ŞâmiI'ini, Gazzâlî'nin el-Müstaşfâ's\n\ ve Ebü'l-Hüseyin el-Basrî'nin el-Muctemed iî uşûli'l-hkh'mı çocukken ezberlemesi güçlü hafızasının delili olarak zikredilir. Eserleri ve tale¬beleri vasıtasıyla görüşleri yayılmış, te¬sirleri çağını aşmıştır. Kutbüddin el-Mıs-rî, Zeynüddin el-Keşşî, Şerefeddin el-Herevî, Esîrüddin el-Ebherî, Tâceddin el-Urmevî, Sirâceddin el-Urmevî ve 5em-seddin Hüsrevşâhî onun yetiştirdiği ün¬lü kişilerdendir. Soyundan gelenler için¬de de âlimler yetişmiştir. Cemâleddin Aksarâyî ve Musannifek bunlardandır. İyi bir hatip olduğu için her zümreden din¬leyicileri vardı. Hitabeti sayesinde yaptı¬ğı münazaralarda başarı gösterdi ve ehl-i bid'ate mensup pek çok kişinin Ehl-i sün-net'e intisap etmesini sağladı[6]. Hıristiyanlarla da çeşitli tartış¬malar yaptı. Fikrî mücadelelerini daha çok Mu'tezile, Kerrâmiyye, Felâsife ve Bâtıniyye gruplanna karşı yürüttü. İyi bir hatip olduğu kadar hazırcevap olu¬şuyla da tanınır. Bâtıniyye'ye yönelttiği tenkitlerden rahatsız olan bir Bâtınî'nin, derslerini gizlice takip ederek yaptığı tenkitlerin ardından kendisine bıçağını gösterip onu ölümle tehdit etmesinden sonra eleştirilerini aniden kesmesi üze¬rine bunun sebebini soran öğrencileri¬ne, "Bâtnîler'İn burhân-ı kât"lan vardır* cevabını vermesi onun espri gücüne ör¬nek teşkil eder. Genellikle akaidde Eş'a-rî, fıkıhta Şafiî mezhebine bağlı olmakla birlikte bazı konularda mezhebine mu-halefet edip Mu'tezilî görüşleri benim¬semiştir. İbn Hacer tarafından Şia'ya mensup bir âlim olarak gösterilmesi[7] isabetli değildir. Zi¬ra onun Şiî ve Bâtınî görüşleri şiddetle eleştirdiği bilinmektedir.
Râzî asıl dinî ilimler alanında üne ka¬vuşmuştur. Fıkha dair görüşlerini Gaz-zâlî'nin ei-Veciz "ine yaptığı şerhte bir araya getirmişse de bu eser zamanımı¬za ulaşmadığından fıkhî görüşleri kıs-men Mündzara/'ından ve Meiâtîhu'î-gayb'ından öğrenilmektedir. Usulde ve fürüda Şâfıî mezhebini savunmuştur. Usûl-i fıkha dair yazdığı el-Mahşûl adlı eseri Gazzâlfnin el-Müstaşfâ'sı, Cüvey-nfnin el-Burhân\ Kâdî Abdülcebbâr'ın el-'Ahd'i ve Ebü'l-Hüseyin el-Basrrnin el-Mu'temed'me dayanan bir ihtisar ka¬bul edilir[8]. Şâfiî mezhebine bağlı olduğu halde nasla-rın zahirine göre hüküm vermeye mey¬letmiş. Kur'ân-ı Kerîm'in kıyasla değil haber-i vâhidle tahsis edilebileceğini sa¬vunmuştur. Ona göre haram olduğu hak¬kında nas bulunmayan her şey mubah-tır ve Ebû Müslim el-İsfahânFnin benim¬sediği gibi Kur'an'da nesih yoktur.
Dinî ilimler içinde Râzî'nin daha çok temayüz ettiği alanlar tefsir ve kelâm ilimleridir. Tefsirinde dirayet metodunu başarıyla uygulamış ve kendisinden son¬ra gelen hemen bütün müfessirlere kay¬nak olmuştur. Kur'an'ı tefsir ederken döneminde mevcut bütün ilimlerden faydalanıp ilmî tefsir hareketine öncülük yapmıştır. İbn Sînâ'nm etkisinde kala¬rak tefsirinde dünyanın yuvarlak oldu¬ğunu belirtmekle birlikte dönmediğini söylemesi[10], dev¬rindeki ilmî anlayışın tefsirine yansıma¬sı olarak görülmelidir. Ona göre aklî bir muhale götürmedikçe naslar zahirî mâ¬nalarına göre anlaşılmalı; sarih akılla sa¬hih nakil arasında çelişki bulunmadığın¬dan zahiri mânaları itibariyle aklın ilke¬lerine aykırı görünen âyetler müteşâbih kabul edilip bütün ihtimaller dikkate alı¬narak aklın ışığında ve dil kurallarına uygun şekilde te'vil edilmelidir. Râzî ge¬nellikle dirayet metodunu kullanmakla birlikte âyetlerle ilgili rivayetleri, nüzul sebeplerini ve kıraat farklılıklarını zik¬retmeye de önem vermiştir. Ancak bun¬lar arasından birini tercih ederken ter¬cih edilen anlamın âyetlerin ruhuna uy¬gun olmasına dikkat etmiştir. Ona göre en doğru tefsir Kur'an'ın yine Kur'an'la yapılan tefsiridir[11]. İbn Teymiyye. Mefâtîhu'1-ğayb'-da tefsirin dışında her şeyin, yani çağı¬nın bütün ilimlerinin mevcut olduğunu söyleyerek eseri eleştirmiş, Sübkî İse on¬da tefsirle birlikte dönemindeki ilimlere dair her şeyin bulunduğunu belirterek Râzî'yi savunmuştur[12]. Ay¬rıca M. Reşîd Rızâ da hadis ilmini bilme¬den Kur'an'ı tefsir ettiği ve Kur'an'daki bazı tabirlere onun semantiğiyle bağ¬daşmayan mânalar verdiği için Râzî'nin tefsirciliğini tenkit etmiştir.
Râzî en çok kelâm alanında eser ver¬miştir. Ona göre kelâm bütün ilimlerin en şereflisidir. Zira Kur'ân-ı Kerîm ba¬şından sonuna kadar peygamberlerle kâfirler arasındaki itikadî mücadeleleri anlatır. İslâm akaidini kesin delillerle ka¬nıtlayıp muhalif görüşleri reddetmeyi peygamber mesleği olarak gören Râzî[14], Gazzâlî'nin yaptığı gibi İslâm filozofları karşısında Eş'ariyye'nin kelâm sistemi¬ni savunmuş, Gazzâlî'ye nisbetle eserle¬rinde felsefi konulara daha geniş yer ayırmış, özellikle tabiat ilimlerine ait ko¬nularda İbn Sina'nın etkisinde kalmış ve felsefe ile kelâmın konularını birleştirip felsefî kelâm dönemini başlatmıştır[15]. Genç yaşından itibaren kelâm ve felsefe ile meşgul ol¬masına ve bu sahaların otoritelerinden biri olarak ilim tarihine geçmesine rağmen kaynaklar onun ömrünün sonuna doğru, kelâm ve felsefenin uyguladığı yöntemlerle akaid konularında insanı ke¬sin bir tatmine ulaştıramayacağı kana¬atine vardığını ve herkesi Kur'an'ın yön¬temine dönmeye davet ettiğini kayde¬der[16]. Ölümünden önce öğ¬rencisi İbrahim b. Ebü Bekir el-İsfahâ-nî'ye yazdırdığı vasiyetinde kaynakların bu tesbitini doğrulayıcı bilgiler mevcut¬tur.
Felsefe, mantık, astronomi, tıp ve ma¬tematik konularında da eserler yazan Râzî ilimler tarihi araştırmalarına konu olmuştur. Felsefe ve tabiat ilimleri ala¬nında geniş ölçüde faydalandığı İbn Sî-nâ'dan etkilenmesine rağmen atom na-zariyesiyle feyiz ve sudur teorisi başta olmak üzere bazı konularda onu eleş¬tirmiştir. İbn Haldun'a göre, kelâm âlim¬leri içinde mantığı bir alet olmaktan çok bağımsız bir ilim dalı kabul eden ilk âlim Fahreddin er-Râzî'dir[18]. Onun kuvvet hareket, ışık ve ses konularındaki görüşleri önemli bulunmuş, matematiğe dair eserleriyle devrinin matematikçileri arasında sayıl¬mıştır.
Arap dili ve edebiyat alanında Hz. Ali'¬ye nisbet edilen şiirlerle Ebü'l-Alâ el-Maarrî'nin şiirlerinden etkilenen Râzî, Şe¬rif er-Radî'nin eseri Nehcü'î-belâğa'yi şerhetmiş, belagatta Abdülkâhir el-Cür-cânfye ait Delâ'üü'l-i'câz ile Esrârü'l-belâğa adlı eserleri birlikte ihtisar edip yeniden düzenlemiş, Zemahşerî' nin ei-Mufaşşaî'ım şerhetmiştir. Ayrıca orta seviyede Arapça ve Farsça şiirler yazıp nahve dair eser de vermiştir.
Râzî'nin tasavvufa ilgi duyduğu, bun¬da çoğunlukla Eş'ari âlimlerinin tasav¬vufa meyletmiş olmalarının yanı sıra ba¬basının da aynı yolu seçmesinin ve bü¬yük çapta faydalandığı Gazzâlfnin önemli tesiri olduğu belirtilmektedir. Tefsirinde yer yer işârî te'viller yapması, Kur'an'da söz ve yazıyla ifade edilmesi mümkün olmayan sırların, tevhidin en yüksek mer¬tebesinde bulunduklarını söylediği ehl-i keşf tarafından bilinebileceğini belirtme¬si[21] onun tasavvufî temayülü¬nün işaretleri olarak görülmüştür. Ünlü sûfî İbnü'l-Arabfnin Râzî'yi tasavvuf yo¬luna girmeye davet eden mektuplar yaz¬dığı da bilinmektedir. Taşköprizâde, kay¬nağı meçhul bir rivayet naklederek onun Necmeddîn-i Kübrâ'ya intisap edip müşâhede ehli arasına giren bir sûfî oldu¬ğunu söylemiştir[22]. Çağdaş yazarlardan Muh¬sin Abdülhamîd de Râzî'nin evrâdü ezkâ-ra devam eden bir sûfî olduğunu savun¬masına karşılık Süleyman Uludağ onun bir sûfî olarak kabul edilemeyeceğini ile¬ri sürer[23]. Râ-zî'nin bir tarikata intisap ettiğine dair yeterli bilgiler yoksa da eserlerinde in¬sanda kutsiyet gücünün bulunduğunu ve sadece keşf ehlinin bilebileceği ilâhî sırların mevcudiyetine ilişkin görüşleri savunduğunu dikkate alarak onun so¬filiği benimseyen, en azından tasavvuff düşünce ve hayata değer veren bir dü¬şünür olduğu söylenebilir.
Akaidin temel konularında Eş'ariyye'ye bağlı olan Râzî'nin itikadî görüşleri gençlik döneminden ömrünün sonuna kadar çeşitli değişikliklere uğramıştır. Onun akaide dair ana görüşlerini şöyle-ce özetlemek mümkündür:
1- Bilgi. Râzrye göre bilgi üretmek ve bilgiyi kabul etmek açısından insanların kabiliyetleri farklıdır. Bazı eserlerinde[24] bilginin zaruri ol¬duğunu kabul etmesine rağmen son eserlerinden biri olan tefsirinde bedîhî bilgilerin dışında kalanların zaruri değil kesbî olduğunu söylemiştir[25]. Bununla birlikte Râzî, ba¬zı Mu'tezilfler'in görüşünü benimseyip şartlarına uygun olarak gerçekleştirilen tefekkür sonunda bilginin meydana ge¬lişini zaruri görmüştür. Ona göre haber-i vâhid zan ifade eder. Zira onu nakleden¬ler masum olmadıkları gibi İslâmî anla¬yışa göre bir kişinin şahitliği de yeter¬li değildir. Bu sebeple bir rivayetin sa¬hih olup olmadığını belirlemek için onu Kur'ân-ı Kerîm'in ışığında değerlendir¬mek gerekir[26]. Râzî'nin atom nazariyesi, te-mâsül-i ecsâm ve âlemin hudûsü konu¬larındaki görüşleri değişikliğe uğramış¬tır. İbn Sina'nın tesirinde kaldığı felsefî eserlerinde atom nazariyesini, temâsül-i ecsâm teorisini ve âlemin hudûsünü red¬dederken son eserlerinde bu konularda Eş'ariyye kelâmcılannın görüşlerini doğ¬ru bulmuştur[27]. Râzî Allah'ın âlemi yok¬tan var ettiğini, kâinatın yaratılışı ve ida¬re edilişinde arşı vasıta kıldığını söyle¬mekle birlikte yaratılış meselesini kesin bir çözüme kavuşturmanın beşerî gücü aştığını da kabul etmiştir.
2- Ulûhiyyet. Önce filozofların etkisin¬de kalarak Allah'ın varlığı ile mâhiyeti¬nin aynı olduğunu ileri sürerken[29] daha sonra varlıkla mâhiyetin ayrı olduğunu ve mâhiyetin insanlarca bilinemeyeceğini söyleyen Râzî, Allah'ın varlığını cisimlerin ve cisimlere ait va¬sıfların hudûs ve imkânına dayanan de¬lillerin yanı sıra keşf usulünü de dikka¬te alan delillerle kanıtlamaya çalışmış, ancak son merhalede Kur'ân-ı Kerîm'de üzerinde önemle durulan, kendisinin "ih-kâm ve itkân" diye adlandırdığı gaye ve nizam delilini tercih etmiştir. Zira ona göre bütün kelâmı ve felsefî deliller iti¬raza müsait olduğu halde Kur'an'daki isbât-ı vâcib delilleri kısa yoldan insa¬nı doğru sonuca ulaştıracak Özelliktedir.
Kelâma dair çeşitli eserlerinde Eş'ariy-ye'nin sıfât-ı maânî teorisini kabul et¬mekle birlikte tefsirinde ilâhî sıfatların Allah'ın zâtından dolayı var olduğunu ve zâttan ayrı düşünülemeyeceğini söyle¬miştir[31]. İlâhî sıfatlan başta selbî. izafî ve hakîkî olmak üzere çeşitli gruplara ayırmış, aklen ispat edilebilen sıfatların Allah'a isnat edilmesini caiz görmüş ve gerçek sıfatların sayısının bilinemeye¬ceğini söylemiştir[32]. Râzî'ye göre Allah beka sıfa¬tıyla değil zâtından dolayı bakîdir. Malu¬mun değişmesine bağlı olarak ilâhî ilim¬de de değişiklik meydana gelir. Haberî sıfatlar dil kurallarına uygun şekilde ak¬lın ışığında te'vi! edilmelidir. Tekvîn müs-takil bir sıfat değil kudret, irade ve ilim sıfatlarının yaratıklara taallukundan iba¬rettir[33]. Allah'ın âhirette görülmesini aklen delillendir-mek mümkün olmamakla birlikte nas-larda haber verildiğinden buna inanmak gerekir. Bu konuda Eş'arîler'ce ileri sü¬rülen deliller zayıftır[34]. Râzî el-Erbaîn (I, 249), Muhaşşal (s. 184) ve Me'âlim (s. 61-62) adlı eserlerinde ilâhî kelâmın lafzî ve nefsî kısımlarına ayrıldığını, bun¬lardan lafzî kelâmın hadis, nefsî kelâ¬mın ise kadîm olduğunu açıkça belirtti¬ği halde onun itikadî görüşlerini incele¬yen M. Salih ez-Zerkân, el-Metâlibü'l-qd7iye'de (111. 207) Mu'tezîle adına kay¬dettiği bazı görüşleri Râzî'ye ait zanne¬derek kelâm-ı nefsîyi de hadis kabul ettiğini ileri sürmüştür.
3- Kulların Fiilleri ve Kader. Bütün be¬şerî fiiller insanların karar ve iradeleriyle yakından ilgilidir. Kula ait bir fiilin mey¬dana gelmesi için onun önce kesin bir karar vermesi ve bunu gerçekleştirecek gücünün bulunması gerekir. Kulun ka¬rar vermesini sağlayan düşüncenin kal-binde doğması ise kendi kendine değil Allah'ın yaratmasıyla gerçekleşir. Eğer bunların bir yaratıcı olmaksızın kulun kalbinde kendiliğinden meydana geldi¬ği iddia edilirse bu takdirde bütün var¬lıkların bir yaratıcıya ihtiyaç duymadan kendi kendine meydana gelebileceğini kabul etmek gerekir ki bu bizi Allah'ın varlığını inkâra götürür. Şu halde kulun kalbine doğan düşünceleri yaratan Al¬lah'tır. Fiil yaratılmış da olsa kuldaki güç ve irade ile meydana geldiğinden kul gerçek fail olur. Nitekim Kur'ân-ı Ke¬rîm'de önce Allah'ın kalplerdeki düşün¬celeri bildiği anlatılmış, sonra da kişiyi fiile sevkeden veya fiilden alıkoyan dü¬şünce ve inançlardan ibaret olan kalbin bütün fiillerini yaratan Allah'ın onları bil¬memesinin imkânsızlığına dikkat çekil¬miştir[36]. Yine Kur'an1-da ilimde derinleşmiş kimselerin, "Rab-bimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme"[37] diye niyaz ettikleri bildirilmiştir. Eğer Al¬lah kalpleri çevirmeseydi ve O'ndan dü¬şünceleri yaratma fiili sâdır olmasaydı âlimlerin bu niyazı anlamsız olurdu. Bü¬tün bunlar, iman veya inkâra elverişli olan insan kalbinin müessir bir sebep bulunmadan iki şıktan birinde karar kılmasının mümkün olmadığını ve bu ka¬rara tesir eden sebebin ilâhî irade oldu¬ğunu göstermektedir.[38] Kullara ait fiilleri Allah'ın yaratması, bütün varlık ve olay¬ların ilâhî kadere göre gerçekleştiğini de kanıtlar. Muhsin Abdülhamîd, cebir gö-rüşünü benimseyen Râzî'nin tefsirinde yaptığı bazı açıklamaları yoruma tâbi tu¬tarak onun görüşünden döndüğünü ile¬ri sürmüşse de bu doğru değildir. Zi¬ra tefsirinde bu iddiayı kanıtlayıcı ke¬sin bilgiler yoktur.
4- Nübüvvet. Râzî eserlerinin birçoğun¬da nübüvveti mucize deliline dayandır¬makla birlikte bazı eserlerinde onu sos¬yolojik ve episternolojik delillerle kanıt¬lamaya çalışmıştır. Ona göre nübüvve¬tin mucize ile ispatı mümkünse de bu itiraza müsaittir. Râzî'nin sosyolojik is¬patına göre insan, tabiatı gereği mede¬nî olan ve toplum içinde yaşamaya mec¬bur kalan bir varlıktır. Sosyal düzen her¬kesin belli kurallara uymasını gerekti¬rir. İnsanlann farklı anlayışlara sahip ol¬dukları, ayrıca tam anlamıyla doğru ve adaletli ilkeleri keşfedecek bilgi kayna¬ğından da yoksun bulundukları gerçeği, herkesin kabul edip uyacağı temel ku¬ralları belirleyecek seçkin bir kimsenin varlığına ihtiyaç gösterir ki bu da sıra¬dan insanlardan farklı nitelikler taşıyan peygamberdir[40]. Râzî'nin üzerinde durduğu İkinci delil epistemolojik bir muhtevaya sahiptir. Buna göre insanlar, yetkinlik ve mutluluklarının temel dinamikleri olan kuwe-i nazariyye ile kuvve-i ameliyye açısından hem kusurlu hem de farklı de¬recelerdedirler; bu sebeple de peygam-berlerin yardımı olmadan dünya ve âhi-ret mutluluğuna erişemezler. Buna kar¬şılık peygamberler, kuvve-i nazariyye ve kuvve-i ameliyye açısından en kâmil mer¬tebede bulunduklarından insanların bu konulardaki eksikliklerini tamamlayabi¬lirler. Bütün varlıkların bitki, maden ve canlı türlerine ayrılması gibi, teorik ve pratik alanlarda bilgi edinme imkânına sahip olması itibariyle canlılar türü için¬de üstün bir konumda bulunan insan¬lar da kendi aralarında bilgi muhtevası bakımından farklı mertebelerde bulun¬maktadır. Bu açıdan insanların seçkin bir sınıfını teşkil eden peygamberler fi¬zik ötesi âlemle İlişki kurma imkânına sahip oldukları için kuvve-i nazariyye ile kuvve-i ameliyye noktasında İnsanlık uf¬kunun en üst mertebesinde yer almış¬lardır. Bundan dolayı onlar doğru inanç ve güzel davranış yönünden insanların eksiklerini tamamlarlar. Bu tesbitten hareketle Râzî, peygamber olduğunu söy¬leyen bir kimsenin insanları Allah'a inan¬maya ve doğru davranışlar yapmaya da¬vet edip onlara dünya ve âhiret mutlu¬luğuna eriştirecek bilgiler öğretmesini onun peygamberliğinin kanıtı olarak de-ğerlendirir[41]. Bu görüşleriyle Gazzâlî tarafından ortaya konulan nübüvvet anlayışına yaklaşan Râzî Hz. Peygamber'in nübüvvetini ge¬nellikle Kur'an'ın i'câzı ile kanıtlamaya çalışmış, başlangıçta İnsanların fesahat ve belagat yönünden Kur'an'ın benzeri¬ni meydana getirmelerinin mümkün ol¬madığını savunurken daha sonra sar-fe nazariyesine meyletmiştir[42]. Râzî aklın her konuda insanlar için yeterli olduğunu, bu sebeple insanların peygamberlere ihti¬yaçları bulunmadığı görüşünü, en-Nü-büvvât adlı eserinde mülhidlerin görü¬şü olarak naklettiği halde Süleyman Ulu¬dağ bir zühul eseri olarak bunları Râzî'¬nin kendi görüşleri zannetmiştir[43]. Nitekim Râzî nübüv¬vete itiraz mahiyetindeki bu görüşle¬ri, "mükellefiyet konusunda aklın yeter¬li olduğuna dayanarak nübüvveti inkâr edenlerin şüpheleri"ne ayrılan dördün¬cü fasılda sadece nakletmiş, kendi gö¬rüşlerini ise daha sonraki bölümlerde ortaya koymuştur.
5- Âhiret. Ölümden sonra bedenin çü-rüyüp dağılmasına karşılık insanın aslî unsurunu teşkil eden ruhun (nefs) yok olmayıp ruhlar âlemine intikal edeceği¬ni düşünen Râzî, önce nefsin cismanî bir cevher olduğunu kabul ederken daha sonra filozofların görüşünü benimseye¬rek onun ruhî bir cevher olduğuna inan¬mıştır[45]. Râzî, muhtemelen Ebü'l-Berekât el-Bağdâdî'nin düşüncelerinden fayda¬lanarak[46] insandaki ben¬lik şuurunu ruhun varlığına ilişkin en bü¬yük delil olarak gösterir. Zira insanın "ba¬şım, gözüm, kulağım, kalbim" diyerek organları kendine nisbet etmesi, onun cismanî varlığını kendisine atfettiği baş¬ka bir varlığının bulunduğunu gösterir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de kalbi anlama, gözü görme, kulağı işitme aleti olarak tanıtan ve insanın bunları kullanması gerektiğini belirten ifadeler[47], yine Kur'an'da Allah yolunda öldü-rülen müminlerin esasen ölü zannedil-memesi gerektiğini, bunların Allah ka¬tında diri olup nzıklandırıldıklarını, ölen kâfirlerin ise sabah akşam azaba uğra¬tıldıklarını bildiren haberler[48], insanın aslî unsurunu bedenine hâkim olan ruhî var¬lığının oluşturduğuna işaret etmektedir. Eğer ölen insan tamamen yok olup baş¬ka bir âleme intikal etmeseydi Kur'an'ın haber verdiği hususlar mümkün olmaz¬dı. Ölen insanların ruhları kıyametin kop¬masından sonra "aynıyla (aslına) iade edi¬len" bedenlerle birleşir. Bedenler diril¬tilmeden, ölen insanlara ait ruhların ye¬ni doğan başka bir canlının bedenine gir¬mesi (tenasüh) mümkün değildir. Eğer bu mümkün olsaydı tıpkı yeni bir bel¬deye tayin edilen valinin daha önce ida¬re ettiği beldeyi hatırlaması gibi yeni bir bedene intikal eden ruhun da geçmişte birlikte yaşadığı bedeni mutlaka hatır¬laması gerekirdi. Halbuki sağlıklı hiçbir insan böyle bir şey hatırlamadığı gibi hiç¬bir kimse de kendi kimliğinden şüphe etmez.
6- Hüsün-Kubuh Meselesi. Gençlik dö¬neminde Eş'ariyye'nin yaygın görüşüne uyarak hüsün ve kubhun şeriatın açık¬lamasıyla bilinebileceğini savunan Râzî, son eserlerinde Mâtürîdrnin görüşüne yaklaşarak bu değerleri taşıma açısın¬dan ilâhî fiillerle kulların fiilleri arasın¬da kesin bir ayırıma gitmiştir. Buna gö¬re ilâhî fiiller hüsün-kubuh ölçüsü dışın¬da olup O'nun fiilleri için bir değer ayırı¬mına gidilemez. Kulların fiillerine gelince bu konuda yegâne hâkim unsur akıldır.
7- İmamet. Râzî'nin imamet konusun¬da Ehl-i sünnet çoğunluğundan farklı düşünmemesine rağmen, nübüvveti açık¬larken insanlar içinde kemal mertebesi¬nin en üstünde bulunan kimseye İmâ-miyye'nin "imâm-ı ma'sûm" veya "sâhi-bü'z-zamân" dediğini belirtmesi yüzün¬den Şîa'nın imamet anlayışını benim¬sediği sanılmışsa da[51] eserlerinde Şîa'nın imamet anlayışını reddettiği bilinmektedir.
Öyle görünüyor ki Eş'ariyye kelâmcısı ve Şâfıî usulcüsü olarak yetişen Râzî, İbn Sînâ kanalıyla Aristo ve Eflâtun'un fel¬sefî görüşlerinden etkilenmişse de da¬ha sonra Gazzâlî'nin yolunu takip ede¬rek İslâm filozofları karşısında Eş'ariy¬ye doktrinini savunmuş ve bu doktrine aykırı gördüğü felsefî görüşleri eleştir¬miş, son dönemlerinde ise kelâmî delil¬leri de yeterli görmeyip itikadî mesele¬lerin Kur'ân-ı Kerîm'in delil ve metotla¬rıyla çözümlenmesi gerektiği kanaatine varmıştır. Genel çerçevede Eş'ariyye'ye bağlı kalmakla birlikte isbât-ı vâcib ko¬nusunda cisimlerle bunların nitelikleri¬nin hudûsu ve imkânına dayanan bir de¬lil geliştirmesi, rü'yetullahın ispatna iliş¬kin aklî delilleri zayıf bulması, kulların fiillerinde mecbur olduklarını söylemesi gibi çeşitli konularda Eş'ariyye'nin gele¬neksel anlayışlarından farklı görüşleri benimsemiş; ilâhî ilmin maluma göre değiştiği, ilâhî sıfatların ilim ve kudret sıfatlarına hasredilebileceği, hüsün ve kubhun aklîliği gibi bazı noktalarda Mu'-tezile'nin görüşlerine meyletmiştir.
Râzî kulların fiilleri ve nübüvvetin de¬lilleri gibi bazı konularda kendisinden sonra gelen kelâmcılar üzerinde etkili olmuştur. Eserlerinde yaptığı tasavvufî yorumların Muhyiddin İbnü'l-Arabfye te¬sir ettiği ve onun vahdet-i vücûd felse¬fesine şekil verdiği[53], İbn Haldun ve Ebü'l-Kâsım İbn Zeytûn Ör¬neklerinde olduğu gibi tesirlerinin Ba-tı'ya kadar uzandığı kabul edilir. Ayrıca meselelerin çözümüne dair muhtemel alternatiflerin sıralanmasından sonra bir sonuca varılması hususu, ilk defa Râzî tarafından uygulanan bir inceleme yön¬temi olarak değerlendirilir ve böylece tasnifçiliği esas alan bir Râzî ekolünden bahsedilir.[54] Râzî tefsir ko¬nusunda hemen hemen bütün müteah-hir müfessirlerin vazgeçilmez kaynağı olmuştur. Beyzâvî, ÂIûsî, M. Reşîd Rızâ, Elmalılı Muhammed Hamdi gibi âlimle¬rin tefsirlerinde ondan geniş iktibaslar yapması bunu göstermektedir.
Eserleri ve tesirleriyle İslâm düşünce tarihinde önemli mevki işgal eden bü¬yük bir şahsiyet olmasına rağmen Râzî Seyfeddin el-Âmidî, Nasîrüddîn-i Tûsî, Esîrüddin el-Ebherî, Sirâceddin el-Ur-mevî ve İbn Teymiyye gibi değişik mez¬heplere mensup âlimlerce eleştirilmiştir. Âmidî el-Me'âhiz Zale'r-Râzî fî Şerhi'l-îşâmt'mda, Nasîrüddîn-i Tûsî İbn Sînâ'-nm eJ-/şdra/'ına yaptığı şerhte Râzî'nin görüşlerini reddetmişlerdir. İbn Teymiy¬ye. şer'î delilleri zannî kabul edip nasla-rı belli felsefî anlayışlara göre yorumla¬ması, hudüs ve imkân delillerini değişik şekilde takrir edip bunları Kur'an'a da¬yandırması, haberî sıfatlarla İlgili nas-ları mecazî sayarak te'vil etmesi, Allah'ı âlemin içinde ve dışında olmakla nitele-nemeyen bir varlık olarak kabul etmesi, klasik mantık ilkelerini benimsemesi ve cismanî dirilişi kanıtlamak için atom na¬zariyesini savunması gibi çeşitli kelâmı ve felsefî konulardaki metot ve yakla¬şımları sebebiyle Râzî'yi tenkit etmiş, bununla birlikte Âmidî, Urmevî ve Ebhe-rî'nin Râzî'ye yönelttikleri eleştirileri de haksız bulmuştur[55]. İbn Teymiyye, Râ¬zî'nin Esûsü't-takdîs'me er-Red "aîâ Te'sîsi't-takdis[56] adıyla bir red- diye yazmıştır. Râzî'yi eleştirenlerden bi- ri de Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'dir. Onun eleştirileri daha çok, dinî konularda ger- çeği bulmak için kelâm metodunu kul- lanması noktasında toplanır.
Eserleri.
Râzfnin 200'ü aşkın eser yaz¬dığı nakledilirse de bunlardan bir kısmının ona ait olmadığı tesbit edilmiştir. Onun belli başlı eserleri şunlardır:
a- Kelâm.
1- el-Muhaşşaİ'. Tam adı Muhaş-sa!ü efkâri'l-mütekaddimîn ve'l-mü-te'ahhirin mine'l-c ulemâ ve'1-hüke-mâ3 ve'î - mütekellimîn olan eserin Tâ-hâ Abdürraûf Sa'd tarafından tahkikli bir neşri yapılmıştır (Kahire, ts.).
2- el-Metâlibü'l-'âliye'. Kelâma dair en ha¬cimli eseri olan bu kitabı Ahmed Hicâzî es-Sekkâ dokuz cilt olarak yayımlamıştır.
3- Kitâbö'!-Erbain fî uşûli'd-dîn.
4- Esâsü't-takdîs. Te'sîsü't-takdis adıyla da bili¬nen eseri Ahmed Hicâzî es-Sekkâ neş-retmiştir.
5- el-Me'âlim. Tam adı Me'ûlimü uşûîi'd-dîn olan eser Tâhâ Abdürraûf Sad'ın tahkikiyle ya-yımlanmıştır.
6- Levâmi'u'l-beyyinât. Şerhu esmâ'illâhi'l-hüsnâ adıyla da bilinir. Tâhâ Abdürraûf Sa'd'ın tahkikiyle neşredilmiştir.
7- 'tşmetü'l-enbiyâ. Muhammed Hi¬câzî es-Sekkâ tarafından yayımlamıştır.
8- Nihâyetü'l-'ukül. Ke¬lâm iimine dair olan eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesİ'ndedir.
9- el-Mesâ3ilü']-hamsûn fî uşûîi'd-dîn {fî 'ilmi'I-kelâm). Akaid konularını elli meselede inceleyen bu kü¬çük kitap Ahmed Hicâzî es-Sekkâ tara¬fından neşredilmiştir.
10- îcükâdötü fırâki'l-müslimîn ve'î-müş-rikîn. Belli başlı İslâmî fırkalarla Yahu¬dilik, Hıristiyanlık, Mecusîlik, Senevîlik, Sâbiîlik gibi İslâm dışı din ve mezheple¬re dair bilgi veren eser ilk defa Ali Sâmî en-Neşşâr'ın tahkikiyle yayımlanmıştır[66]. Mezheplerin görüşlerini sadece nakletmesi ve Sûfîyye'yi müstakil bir itikadı fırka olarak zikretmesi bakı¬mından önemli kabul edilmiştir.
11- Münâzarât. Râzî'nin Mâverâünnehir'e gidi¬şinde Nûreddin es-Sâbûnî ve diğer Mâ-türîdiyye âlimleriyle itikadî ve fıkhî ko¬nularda yaptığı tartışmaları ihtiva eder. Fethullah Huleyf'in tahkiki ve İngilizce tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır.
12- Halku'I-Kur'ân bey-ne'1-Mu'tezile ve Ehli's-sünne. Eseri Ahmed Hicâzî es-Sekkâ neşretmiştir.
13- en-Nübüvvât ve mâ ye-te'alleku bihâ. el-Metâlibü'l-'âliye'-nin nübüvvete dair bölümünden ibaret olan eser Ahmed Hicâzî es-Sekkâ tara¬fından yayımlanmıştır.
14- Münazara fi'r-red caie'n-naşârâ. Hıristiyanlarca Hz. îsâ'nın ulûhiyyetine ilişkin olarak ileri sürülen iddiaların red¬di, Hz. Peygamberin nübüvveti ve Hz. îsâ'ya üstünlüğü. İslâmiyet'in kılıçla ya¬yıldığı iddiasının reddi gibi konuları ihti¬va eden eser Abdülmecîd en-Neccâr'ın tahkikiyle neşredilmiştir.
15- el-Halk ve'I-ba'ş. Eserin bir nüs¬hası Köprülü Kütüphanesİ'nde mevcut¬tur.
16- el-Kazâ ve'I-kader. el-Metâlibü'l-'âliye'nm kulların fiille¬rine İlişkin bölümünden ibaret olan eser Muhammed Mutasını-Billâh el-Bağdâ-dî tarafından tahkik edilerek yayımlan¬mıştır.
17- Metâli'u'l-îmân. Süleymaniye Kütüphanesİ'nde bir nüshası vardır.
18- Şerhu r-rubâciyyât fî işbâti vâcibi'l-vücûd.
19- Hudûşü'l-Câlem.
20- Zâd-i Mecâd. Bu Farsça risa¬le Nazif Hoca tarafından Şarkiyat Mec-muası'nda yayımlanmıştır.
21- Kitâbü'1-îmân.
b- Felsefe ve Mantık.
1- el-Mebduş-Meşrikıyye. Vücûd. vücûb, imkân, vah¬det, kesret kavramlarıyla tabîiyyât ve ilâhiyyât meselelerini ihtiva eden eser Muhammed Mu'tasım-Billâh el-Bağdâ-dî tarafından iki cilt olarak yayımlanmış¬tır.
2- el-Mülahhaş fri-hik-me ve'1-mantık[79]. İbnü'l-Lebüdîtarafından ih¬tisar edilmiş olup bu muhtasann Köprü¬lü Kütüphanesİ'nde müellif hattıyla bir nüshası vardır[80]. Ali b. Ömer el-Kâtibî eseri el-Münaşşaş fî şerhi'1-Mü-lahhaş adıyla şerhetmiştir.
3- Şerhu'l-îşârât ve't- tenbîhât. İbn Sînâ'nm el-İşârât ve't-tenbîhât'm-daki ilâhiyyât kısmına yapılmış bir şerh¬tir.
4- Lübâbü'i-îşâiât. İbn Sînâ'nın el-tşârât'ma yapılmış bir tehziptir.
5- Aksâmü'1-lez-zât. Hissî. hayalî ve aklî lezzetler üzerin¬de duran bu eserin Râgıb Paşa Kütüpha-nesİ'nde bir nüshası mevcuttur.
6- Ta'cîzü'l-felâsife. Tehcînü ta'cî-zi'l-felâsife diye de bilinen eser Fars¬ça'dır.
7- Şer¬hu cUyûni'l-hikme. Öğrencisi ve Şirvan meliki olan Muhammed b. Rıdvan adına İbn Sînâ'ya ya¬pılmış bir şerhtir[86]. Eser Ahmed Hicazı es-Sekkâ tarafın¬dan yayımlanmıştır.
8- el-Âyâtü'l - beyyinât fi'l - mantık. Râzî bu adla biri büyük, diğeri küçük olmak üze¬re iki eser yazmıştır. Küçüğüne ait yaz¬ma nüshalar bilinmektedir[88]. Sirâ¬ceddin el-Urmevî eseri Gayâtü'1-Âyât adıyla şerhetmiştir.
9- en-Nefs ve'r-rûh ve şerhu ku-vâhumâ. Râzrnin ahlâk felsefesini ihti¬va eden bu eseri Muhammed Saglr Ha¬san ei-Ma'sûmî tarafından önce neşre¬dilmiş[90], ardından da İngi¬lizce'ye çevrilmiştir. Uzun bir girişle ge¬niş notları da ihtiva eden bu tercüme, imâm Râzî's cüm aî-akhlök adıyla ilki 1969'da İslâmâbâd'da olmak üzere bir¬kaç defa basılmıştır. Eseri Muhammed el-Alâî ihtisar etmiştir.
10- el-Manpku'l-kebîr.
c- Tefsir,
1- Mefâtîhu'l-ğayb. et-Tef-sîrii'l-kebîr diye de bilinir. Râzrnin tef¬sire dair en önemli eseri olup otuz iki cilt halinde yayımlanmıştır.
2- Esrârü'l-Kurbân. İhlâs, A'lâ, Tfn ve Asr sûrelerinin tefsirinden ibarettir.
3- Meîâtîhul-culûm. Fatiha sûresinin tefsiri olup Bağ¬dat Evkaf Kütüphanesi'nde bir nüshası vardır.
4- Esrâru t-tenzil ve envdrü'f-te'vî/. Telsîrü'l-Kur'âniş-şağir adıyla da tanınan bu Farsça eser¬de akaid, ah¬lâk ve fıkıh konuları Kur'an'a dayanıla¬rak izah edilir. Eser 1301'de (1884) ya-yımlanmıştır.
5- Âcâ'ibü'i-Kur'ân[98]. Kelime-i tevhidin sırlan, faydaları, değişik isimleri, müminin makamları, kelime-i tevhîdle ilgili hükümler, zühd ve takva, insanların musibetlerle imtihan edilme¬si, tövbe, hüsnüzan gibi itikadı ve tasav¬vuf? konulan ihtiva eder.
d- Fıkıh ve UsÛl-i Fıkıh.
1- el-Mahşûl. Usûl-i fıkha dair olup Tâhâ Câbir el-UI-vânî tarafından tahkik edilerek altı cilt halinde yayımlanmıştır.
2- el-Münteİıab fî uşûli'1-fıkh. el-Mah-şiU'ün muhtasarı olan eser Münteha-bü'l-Mahşûl adıyla da bilinir.
3- el-Burhânü'l-Bahâ 3iyye. eî-Berâhînü'l - Bahâ 3iyye, Risâle-İ Bahâ'îyye ve et-Tarikatü'l-Ba¬hâ* iyye diye de bilinen bu Farsça eser, Şâfiîler'in Haneffler'den ayrıldığı mese¬leleri zikredip Şafiîliği savunmak için Bâ-miyan Emîri Bahâeddin Sâm b. Muham¬med adına kaleme alınmıştır. Sirâceddin el-Hindî tarafından el-Gurretü'l-münî-fe fî tahkîki'1-îmâm Ebî Hanîfe adlı eser içinde Arapça'ya tercüme edilmiş[101], aynca görüşleri de eleşti¬rilmiştir.
4- el-Kâşif 'an uşûli'd-deîâ'il eî-Cedel ve Mebâhişü'l-cedel diye de bilinir. Usül-İ fıkha dair olan eseri Ahmed Hicâzî es-Sekka neşretmiştir[102]. Râzî'nin fıkha dair Şerhu'l-Vecîz, İbtâlü'l-kıyâs, el-Letâ'ifü'1-Gı-ydşiyye adlı bazı eserleri olduğu da nak¬ledilmektedir.
e- Tıp, Astronomi, Matematik.
1- Câ-micu'I-culûm. Çeşitli ilimlerin tarifini ih¬tiva eden Farsça ansiklopedik bir eserdir.
2- Şerhu'l-Könûn. İbn Sînâ'nın el-Könûn fi't-tıbb'\-nın şerhi olup Şerhu Külliyâti'l-Kânun ve Halîü müşkilâti'l-Kânun adıyla da bi¬linir.
3- et-Tıbbü'l-kebîr. Bizzat Râzî bu ese¬rine atıfta bulunmuştur.
4- er-Ravzü'l-'aiîz fî 'ilâci'l-marîz.
5- et-Teşrîh mine'r-re3s ile'1-halk.
6- el-Eşribe.
7- el-Ahkâmü'î- cAlâ3iy-ye fi'î-ahkâmi's-semâviyye, İhtiyârâ-tü- cAlâ iyye ve Rİsâletü 7 - cAlâ 'iyye diye de bilinen eser Alâeddin Muham¬med b. Hârizmşah adına Farsça olarak yazılmıştır.
8- es-Smü'l-mektûm fî muhâtabeti'ş-şems ve'l-ka-mer ve'n-nücûm[111]. Eserin Râzfye aidiyeti tartışmalıdır.
9- er-Riyâzü'1-münîka. Matematiğe dair olan bu eserine Râzî atıfta bulunmuştur.
10- Risale fî cilmi'1-hey.
11- Hadâ'iku'l-envâr fî ha-kâ3 iki'1-esrar. Câmicu'l-Cuîûm'a yapı¬lan ilâvelerle ortaya çıkan bu Farsça ese¬rin çeşitli yazma nüshaları vardır.
12- Risale fî 'ilmi'l-tirâse. Kitâbü'l-Firâse adıyla da bilinen bu ri¬sale fizyonomiye dair olup Yûsuf Murâd tarafından Fransızca tercümesiyle birlik¬te yayımlanmıştır.
f- Arap Dili ve Edebiyatı.
1- Nihâyetü'l-îcâz fî dirâyeti'l-iccâz. Kur'ân-ı Kerîm'in i'câzını ispatlamak amacıyla yazılan eser¬de teşbih, mecaz, istiare, nazım, İ'câz gibi belagat kaideleri üzerinde durulur. Bekrî Şeyh Emîn tarafından tahkik edilerek yayımlanmıştır.
2- Şerhu Neh-ci'î'belâğa.
3- el-Muhar-rer fi'n-nahv. Bizzat Râzî bu eserine atıf¬ta bulunmuştur.
4- Şer¬hu Saktı'z-zend. Ebü'l-Alâ el-Maarrî'nin eserine yapılmış bir şerhtir.
5- Muhaşşal fî şerhi'I-Mufassal. Şerhu'l - Mufassal diye de bilinen eser Zemahşeri'nin kitabına yapılmış bir şerh olup Râzî'ye aidiyeti tartışmalıdır.
g- Biyografi.
1- Menâkıbü'l-İmâmi'ş-Şdfief. îrşâdü't-tâlibîn ile'l-menheci'l-kavim fî beyânı menâkıbi'l-İmûmi'ş-Şâfi cj adıyla da bilinen eserde İmam Şa¬fiî'nin hayatı, İslâmî ilimlere dair görüş¬leri, münazaraları, şiirleri, nükteleri, di¬ğer müctehidlere tercih edilmesinin se¬bepleri, İmam Ebû Hanîfe'ye karşı üs¬tünlüğü ve Şâfıî mezhebine yöneltilen eleştirilerin cevaplandırılması gibi konu-lara yer verilmiştir. Ahmed Hicâzî es-Sek-kâ'nın tahkikiyle yayımlanmıştır.
2- eş-Şeceretü'1-mübâreke ti'l-ensâbi't-Tâlibiyye. Hz. Ali'nin soyuna dairdir.
3- Fe-ia'ilü'l-aşhâb[122]. Bazı kaynaklarda Fahreddin er-Râzî'ye ait olmadığı halde ona nisbet edilen eser¬ler de vardır.
Râzî'yi çeşitli yönleriyle inceleyen mo¬nografiler yazılmıştır. Fethullah Huleyf'in Fahrüddîn er-Râzî ve mevkıfuhû mi-ne'1-Kerrâmiyye[124], Mu¬hammed Hüseynî Ebû Sa'de'nin en-Nefs ve hulûîühâ 'inde Fahriddîn er-Râzî[125], HâdîAlevfnin er-Râzî fey-lesûfen[126], Mahir Mehdî Hilâl'in Fahrüddîn er-Râzî belâğıyyen[127], Muhammed Salih ez-Zerkân'm Fahrüddîn er-Râzî ve ârâ3ühü'i-kelâ-miyye ve'l- felsefiyye[128], Muhsin Abdülhamîd'in er-Râzî müfessiren[129], Muhammed İbrahim Abdurrah-man'ın Minhâcü Fahriddîn er-Râzî fit-tefsir beyne menâhici mu'âşırih[130] ve Süleyman Uludağ'ın Fahrettin Râzî[131] adlı çalışmaları bunlar¬dandır. Ayrıca Tahran'da çıkan Macârif dergisinin bir sayısı Râzî'ye tahsis edil¬miştir (111/1 (1986), 8+ 344 sayfa],

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,96 M - Bugn : 26002

ulkucudunya@ulkucudunya.com