« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Oca

2012

MEHMET EMİN YURDAKUL’UN ÇOCUK ŞİİRLERİ

Dr Bedri AYDOĞAN 01 Ocak 1970

ÖZET:
Tanzimat’la başlayan Batılı edebiyatımızda çocuklara yönelik şiirler de yazılır.
Çocuk şiirleri seçkileri ve kitapları oluşur. Bu konuda bizde ilk akla gelen şairler, Ali
Ulvi, İbrahim Alâettin Gövsa ve Tevfik Fikret olur. Mehmet Emin ise bu alanda
unutulanlardan biridir. O, hem genel olarak şiirlerinde gençleri ve çocukları ele alır
hem çocuklar için özel şiirler yazar. Bu makalede Mehmet Emin’in çocuklara yönelik
şiirleri biçim, öz ve üslup yönünden ele alınacaktır.

Mehmet Emin Yurdakul, 1869 yılında İstanbul’da doğan 1944 yılında yine
orada ölen Türk Edebiyatı tarihinde adı “millî şair”, “Türk şairi” unvanlarıyla birlikte
anılan hece ölçüsü ve sade Türkçeyle şiirler yazan bir şairimizdir.
Mehmet Emin, kalemini ulusuna ve toplumuna adamış, kendi deyişiyle
“elindeki üç telli saz ile dertlilerin gözyaşını silmeye” çalışmıştır1. Kendini zaman

1 Mehmet Emin’in şiir ve şair üzerine görüşleri, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun
“Mehmed Emin Yurdakul ile Konuştum”, Yeni Adam, No: 452, 26.08.1943; Ruşen
Eşref Ünaydın’ın Diyorlar ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara, 1985. ve Adile
Ayda, Bir Demet Edebiyat, Türkiye İş Bankası, 1998. adlı yazı ve kitaplarda
bulunabilir. Bunlar kadar önemli bir kaynak da Mehmet Emin’in bazı şiirleridir. “Biz
Nasıl Şiir İsteriz”, “Bırak Beni Haykırayım”, “Benim Şiirlerim”, “Şair”, “Benim
zaman bir şair olarak nitelemekten kaçınacak kadar alçak gönüllü olan Mehmet Emin’in
şiir serüveni, bir kısmını 1897 yılında Türk Yunan savaşı sırasında bir kısmını ise
1898’de önce dergilerde yayımladığı sonra Türkçe Şiirler kitabında bir araya getirdiği
dokuz şiirle başlar. Asır gazetesinde yayımlandıktan sonra bu kitaba giren “Cenge
Giderken” adlı şiirinde “Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur” diyerek kimliğini
Türk olarak açıkça ve gururla söyleyen ilk kişidir. O zamana kadar Türk sözü bir kimlik
ögesi olarak kullanılmıyor, Türkler kendini tanımlarken Osmanlıyım, Müslümanım
diyorlardı. Bu nedenle ona Türk şairi unvanı verilmiştir2.
Ona Türk şairi denmesinin nedenlerinden biri de, ilk kez bu denli sade bir
Türkçeyle, yani kendi öz diliyle yazmasıdır. Yine ulusal ölçü heceyi çağdaş bir şair
olarak bilinçle, her zaman kullanmak amacıyla yola çıkan ilk kişi olmasının da bunda
payı vardır. Aruzu hiçbir zaman kullanmamıştır. Oysa o dönemde egemen edebiyat
anlayışını Servet-i Fünun belirliyordu. Bu anlayışın dili Osmanlıca, ölçüsü aruzdu.
Genç şairler onların etkisiyle aruzla şiire başlıyorlardı. Çoğu aruzla yazarken yalnızca
heceyi seçen ya da aruzdan heceye geçerek yalnızca heceyle yazmayı sürdüren
çıkmıyordu. İkisini birlikte kullananlar vardı. Hecenin beş şairi için bu geçerliydi. Bu
koşullarda sade Türkçe ve yalnızca heceyle yazması ona “Türk şairi”, “millî şair”
unvanlarını kazandırdı.
O bir çığır açmıştı. Tüm Türkoloji dünyası bunu onayladı. Şiirlerine ve
özellikle dilde açtığı yeni yola karşı bir hayranlık uyandı. İlk kitabındaki bu şiirler
birçok dile çevrildi ve genel olarak olumlu karşılandı3.
Ömrüm”, “Anlamayanlara”, “Büyük Sanatkar”, “Şiirimin Perisine” şiirlerinde Mehmet
Emin’in kendi sanatı üzerine önemli bilgiler ile şiir ve şair hakkındaki görüşleri yer alır.
2 Türkçe yüzyıllardan bu yana konuşulan ve edebî ürünler verilen bir dildir. Dolayısıyla
Türkçe yazan her sanatçı Türk’tü. Her şair Türk şairiydi. Ancak bu unvan Mehmet
Emin Bey için kullanılmış ve o Türk şairi olarak anılmıştır. Hatta Mehmet Emin
denilince tanınmayan şair, Türk şairi denilence herkes tarafından tanınıyordu. Diyorlar
ki de Ruşen Eşref bu durumu şöyle örnekler: “Geçkince bir kadının, bakracını yere
bırakarak, çarşafının altından elini ağzına örterek:
-Türk şairi Emin Bey mi? Şu çeşmeyi geç, sağ kolda tahini boyalı konağın
kapısını çal. Diye kınalı parmağıyle gösterdiği evde muhterem şairi buldum.” Ruşen
Eşref Ünaydın, Diyorlar ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985,s.141.
3 Türkçe Şiirler’in yayımlanması büyük ses getirdi. Bu kitap Türk edebiyatında “millî
şiir çığırı”nı açtı. Millî şiir çığırını açan Türkçe Şiirler aslında, 1911’de kendini ortaya
koyacak olan Millî Edebiyat’ın da çekirdeğini oluşturdu. Mehmet Emin o dönemin
üstad sayılacak edebiyatçılarına bu şiirleri gönderip düşüncelerini almıştı. Aralarında
Abdulhak Hamit, Recaizade Mahmut Ekrem, Rıza Tevfik, Şemsettin Sami ve Tevfik
Fikret gibi adların da bulunduğu hepsi önemli bu sanatçılar şiirler konusunda olumlu
düşünceler belirttiler. Batılı Türkologlar da bu kitaba büyük ilgi gösterdiler. Mehmet
Emin’e övgüler içeren mektuplar yazdılar. Bununla da kalmayıp bazı şiirleri kendi
dillerine çevirip yayımladılar ve üzerlerinde yorumlar yaptılar. Bunlar arasında, Macar
Vambery, İngiliz Gibb, Rus Minorskiy, Alman Giese’yi sayabiliriz. Bu konuda bk.
İçerde ise onun şairliğini de millîliğini de eleştirenler, tartışanlar oldu4.
Mehmet Emin bunları üzüntüyle izledi. Mehmet Emin’in şiirleri cephede askerlerce
okunuyor ve biliniyordu. Onun şiirleri okundukça asker coşuyordu. “Türk evladı evde
durmaz giderim” dizesini tekrar edip siperden fırlıyorlardı. Şiirlerinin ve şiir
kitaplarının bazıları binlerce nüsha bastırılıp askere dağıtılıyordu. Tan Sesleri
kitabından yirmi bin nüsha askere dağıtılmıştır. Mehmet Emin şiirini toplumun
hizmetine adamıştı. Bu nedenle şairliği, kendisine gereksinim duyulan dönemde öne
çıktı. Mehmet Emin şiirlerinin çoğunu 1914-1921 yılları arasında yazdı. Bu şiir
kitaplarının bir özelliği de tek ya da iki şiirden oluşan epik karakterde şiirleri içeren
kitaplar olmasıydı. Örneğin Ey Türk Uyan bir, Tan Sesleri iki şiirden oluşuyordu.
Mehmet Emin’in ikinci kitabı Türk Sazı adını taşıyordu. Dokuz şiirlik ilk
kitaptan sonra çıkan bu ikinci kitap şiir sayısı açısından kalabalıktı. Bu kitap, Mehmet
Emin’in şairliğinin ikinci özelliğini temsil ediyordu. Sayı arttığından temalar açısından
da bir zenginlik içeriyordu. Şöyle de söylemek mümkün: Mehmet Emin’in tek ve iki
şiirlik kitapları ülkenin içinde bulunduğu savaş ortamını konu alan ve Türk ulusuna
moral vermek amacını taşıyan epik şiirlerdi. İkinci kitap, Mehmet Emin’in değişik
temalarda yazdığı şiirlerini kapsıyordu. Bu özellikteki çok sayıda bir bölük şiiri ise,
yazıldığı yıllarda kitaplaşmamıştır. Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet Emin’in tüm
şiirlerini topladığı kitabına bunları “Dağınık Şiirler” başlığıyla koymuştur.
İkinci kitabı Türk Sazı ile “Dağınık Şiirler” başlığıyla bir araya getirilen bu
kitaptaki şiirlerin bir grubu bu makalenin konusunu oluşturan, çocuklara yönelik
şiirlerdir. Mehmet Emin’in şiirleri, öncelikle topraklarımızda süren, bizim
çıkartmadığımız ve istemediğimiz, ama içinde bulunduğumuz savaşı ve savaş ortamını
anlatan şiirler de dahil olmak üzere gençlere yöneliktir. Çünkü savaşanların çoğu
gençlerdir. Savaştan etkilenen yetim kalanlar, yoksul düşenler de yine onlardır.
Mehmet Emin’in şiirlerinin önemli bir kısmının didaktik olduğu dikkati çeker.
İşte bu öğretici şiirlerinde de yine hedef kitlesi gençler ve çocuklardır. Bu durumda
onun pek çok şiirinin gençlere yönelik olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunun dışında
bir grup şiiri de “Küçük Vatandaşlarım’a” ithafıyla yayımlanmıştır. İşte çocuklara
Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet Emin Yurdakul’un Eserleri I, Şiirler,2.b, Türk
Tarih Kurumu, Ankara 1989.
4 Mehmet Emin bugüne kadar çeşitli açılardan pek çok kişi tarafından eleştirilmiş,
özellikle şairlik yanı güçsüz bulunmuştur. Ancak en ağır eleştiri şairliği ya da şiirinden
çok ona verilen millî şair, Türk şairi unvan ve sıfatı üzerine olmuştur. Nazım Hikmet,
Resimli Ay’ın 1929 Temmuz sayısında “Putları Yıkıyoruz, No: 2 Mehmet Emin
Beyefendi” başlıklı yazısında onun bu sıfatları hak etmediğini ileri sürer. İçeriği ve
üslubu, adı kadar sert olmayan bu yazısında Nazım Hikmet’in haklı olduğu kadar haksız
olduğu noktalar da vardır. Bugün pek çok edebiyat tarihçisinin de onayladığı bir görüşü
dile getirir ve Mehmet Emin’in dilinin yapay olduğunu belirtir.
adanan bu şiirler ile yine çocuklara yönelik ve kişileri çocuk olan bir grup şiir bu
makalenin konusunu oluşturmaktadır.
Mehmet Emin’in bu yönü ve bu şiirlerinden bugüne kadar bahseden pek kimse
olmamıştır. Cüneyd Okay, Eski Harfli Çocuk Dergileri kitabının başına koyduğu
önsöz özelliğindeki bölümde “19. asrın sonlarından itibaren dönemin şöhretli yazarları
çocuk dergilerinde boy göstermeye başlarlar.” diyerek bu yazarların bir listesini verir.
Mehmet Emin’i de bu ünlü yazarlar arasında sayar. Başkaca bir bilgi vermez5.
Türk Dili dergisinin 1979 yılı Nisan (331) sayısı çocuk yazını özel sayısı
olarak çıkmıştır. A. Ferhan Oğuzkan’ın buradaki “Dünyada ve Bizde Çocuk Yazınının
Gelişmesine Toplu Bir Bakış” yazısında İbrahim Alâettin Gövsa, Ali Ulvi Elöve ve
Tevfik Fikret’in adı ve kitaplarına değinilir, ancak Mehmet Emin’in çocuk şiirleri
olduğu söylenmez. Daha sonra yazılan kitaplarda da bu durum değişmez. Ancak A.
Ferhan Oğuzkan, Çocuk Edebiyatı adlı kitabının altıncı baskısında iki yerde birer
cümleyle Mehmet Emin’in adını anar. Burada da çocuk şiirleri yazdığından söz
edilmez. İçinde Mehmet Emin’in de olduğu birkaç ad sayar ve “… gibi şairlerin duru
ve açık dille yazdıkları şiirler uzun yıllar ilk ve ortaokul çağındaki çocukların şiir
ihtiyacını karşılamıştır.”6 saptamasında bulunur. Genel olarak bu gözden kaçış şiirlere
değil, kitaplara yönelmekten kaynaklanmıştır. Yine çocuk edebiyatı kitaplarının bilgileri
birbirinden aktarmaları da buna yol açmıştır. Birinin göremediğini diğerleri de
görememiştir. Daha doğrusu bu konuda ayrıntıya yönelik bir arayış içine girilmemiştir7.
Bu makalenin bu yoldaki eksikliği giderecek küçük bir adım olacağını belirtip,
Mehmet Emin’in çocuk şiirlerinin bir listesini veriyoruz. “Küçük Vatandaşlarım’a”
ithafını taşıyanlar şunlardır:
1- “Alil” 2- “Baba Bucağı” 3- “Anneciğim” 4- “Sabah” 5- “Sofra Baş”ı 6-
“Babacığım.”
İkinci grupta yer alanları ise şunlar oluşturur:
1- “Sürücü” 2- “Kibritçi Kız” 3- “Çiçekçiğim” 4- “Bırak Şu Kuşcağızı” 5- “İlk
Yara” 6- “Çocuklar” 7- “Mektepli”
“Küçük Vatandaşlarım’a” ithaflı şiirler bir dizi olarak değerlendirilmelidir.
Çünkü hem yazılış tarihleri birbirini izlemekte hem de aralarında fazla bir zaman
aralığı yoktur.
5 Cüneyd Okay, Eski Harfli Çocuk Dergileri, Kitabevi, İstanbul 1999, s.23-24.
6 A.Ferhan Oğuzkan, Çocuk Edebiyatı, 6. b., Anı Yayıncılık, Ankara 2000, s.254-255.
7 İlk çocuk şiirleri kitabı olan İbrahim Alâettin Gövsa’nın Çocuk Şiirleri 1911 yılında
çıkmıştır. Bu yıla gelinceye kadar Osmanlı’da çıkan çocuk dergilerinin sayısı yirmi
ikidir. Bu dergilerde çocuk şiirinin durumunun ne olduğu konusunda bugün elimizde
yeterince bilgi bulunmamaktadır.
“Alil” 11 Ocak 1910, “Baba Bucağı” 18 Ocak 1910, “Anneciğim” 26 Ocak
1910, “Sabah” 1 Şubat 1910, “Sofra Başı” 8 Şubat 1910, “Babacığım” 29 Mart 1910
tarihinde yayımlanmıştır8.
Mehmet Emin’in çocuklara yönelik başka şiirleri de vardır. Ancak o şiirlerde
konuşan şairdir. Genellikle çocuklara çeşitli öğütler veren özellikte şiirlerdir. Hatta yaş
olarak çocuktan çok gençlere seslenilir. Yine “Kesildi mi Ellerin”, “Zavallılar” gibi,
kahramanları gençler olan başka şiirleri de vardır. “Sanayi Mektebi Talebesi”ne adadığı
“Çömlekçi” şiirinde toprağın bir usta elinde nasıl bir çömleğe dönüştüğünü anlatır ve
sanatın önemini vurgular. “Sakın Kesme”de seslendiği “hemşeri” olsa da bu şiir de bir
çocuk şiiri kabul edilerek okul kitaplarına konulmuştur. Bu şiirler de elbette
incelenmelidir. Ancak bu şiirlerde öğretici özellik ağır basmaktadır. Estetik duyarlılık,
estetik duygu canlılığını yitirmiştir. Makalenin dar olan sınırları düşünülerek bu şiirler
incelemeye dahil edilmedi.
Şiirlerin içerik yönünden incelenmesi:
Mehmet Emin’in “Küçük Vatandaşlarım’a” ithaflı ilk şiiri “Alil”dir. Bu şiir
manzum hikâye tarzında yazılmıştır. İki gözü kör olduğundan dilenmek zorunda kalan
bir çocuğun öyküsünü anlatır. Aslında bu öykü aracılığıyla baba, çocuğuna bir öğüt
vermek ister. Kör çocuk burada aracılık işlevini görür. Şiirin başında kaldırımda
yürüyen bir baba oğul vardır. Dilenen çocuğu görürler. Baba, kendi çocuğu ve tüm
anneli babalı çocukların mutlu yaşantısından söz eder. Bu çocuklar şanslıdırlar. Şöyle
bir yaşantı sürerler:
“Ah çocuğum, tâ küçükten siz hepiniz
“Güleryüzlü annenizi bilirsiniz.
“Bahçelerde oyunlarla yaşarsınız,
Kelebekler arasından koşarsınız.
Güzel güzel mekteplere gidersiniz;
“Or’da birçok ilim tahsil edersiniz.
Buna karşılık bu kör, alil çocuk ömrü boyunca sabahı olmayan bir gece
yaşamaktadır. Baba, oğluna gözlerinin değerini bil, bu en büyük şanstır diyerek öğüt
verir. Burada iki çocuğun durumunu karşılaştırır. Bütün olanaklar bir yana yalnızca
görebilmek bile en büyük mutluluktur.
8 Bu bilgileri ve şiir metinlerini şu kitaptan aldık. Metinlerin özgün yazılışlarına bağlı
kaldık. Şiirin sonunda sayfa numarasını verdik. Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet
Emin Yurdakul’un Eserleri I., Şiirler,2.b. , Türk Tarih Kurumu, Ankara 1989.
Küçük vatandaşlara ithaf edilen ikinci şiir “Baba Bucağı”dır. Bu şiirde de
konuşan bir büyük ve onu dinleyen küçükler vardır. Konuşan dede, dinleyen küçükler,
torunlarıdır. Dede torunlarına doğduğu evi ve orada kazandıklarını anlatır. Kundağı bu
evde bağlanmış, bu evdeki ninnilerle büyümüştür. Bu ev adeta kutsal bir okuldur.
Okulda ne öğrenilirse burada onu öğrenmiştir. Öğrendikleri, her Türk çocuğunda olması
gereken erdem ve değerlerdir. Irz, edep, ata sevgisi bunların başında yer almaktadır.
Türk olmayı, Türk kimliğinin ögelerini bu kutsal yuvada öğrenmiştir. Büyümüş, bu eve
gelin getirmiş, çocukları olmuştur. Ev, ana bağrı gibi sıcak ve sevimlidir. Ev ve aile
sevgisi her şeyin üstündedir. Baba bucağı diye nitelediği evi anne kucağı gibi sevmek
gerekir. Dede burada evin kutsallığını torunlarına anlatıyor. Ev bir okul görevi
görmekte, okul gibi orada da insan birçok değer ve erdemi tanımakta, yaşamakta ve
edinmektedir. Bu özellikleriyle ev sevilmelidir.
Üçüncü şiir “Anneciğim” adını taşır. Bu kez konuşan bir okul çocuğudur.
Annesine olan sevgisi onun ağzından dile getirilir. “Ben anneme acırım, onu üzmem,
ağlatmam” dizesi şiirde nakarat olarak tekrarlanır. İyi bir çocuktan da beklenen budur.
Aslında bunlar aynı zamanda iyi bir insanda olması gerekenlerdir. Her insan annesini
üzmemeli, ağlatmamalı, ona acımalıdır. Bu nakaratta tekrarlanan düşünceye gelirken bir
annenin çocuğu için yaptıkları anlatılır.
Anneciğim bir gece kan uykuya dalmamış,
Beni nâzik kolları üzerinde uyutmuş;
Ben uyurken korkudan hızlı nefes almamış,
Benim için zavallı her rahatı unutmuş.
Her anne çocuğu için rahatından seve seve vazgeçer. Her akşam onu pencerede
gözetler, çocuğu gülerse güler, üzgünse “yüreği yarılır”. Bu yüzden onları üzmemek
gerekir. Bu şiirde bir çocuk ağzından anne için yapılması gerekenler verilir. Çocuklar
psikolojileri gereği yer yer çok acımasız olabilmektedirler. Şair, bu nedenle çocuğa
acıma duygusunu vermek ister.
“Küçük Vatandaşlarım’a” ithaflı şiirlerin dördüncüsü “Sabah”tır. Bu şiirin ilk
bölümünde horozun ötüşüyle birlikte gelen günün ve doğanın güzelliği dikkatlere
sunulur. Şiir, çocuk ruhuna uygun bir üslup taşır. “Yavrucuğum, sen de artık kalk,
uyan!...” dizesi bir önceki şiirdeki nakarata benzer. İkinci kez tekrarlanırken dörtlüğün
içeriğine uyarak biraz değişir. Bu kez “Yavrucuğum, sen de derse hazırlan!...” olur.
Çünkü ikinci dörtlükte sabahla birlikte insanların hareketlenmesi ve işlerine sarılması
anlatılır. Kimi “sapanını sürüklemekte kimi ocağını körüklemekte”dir. Çocuğun işi ise
okula gitmektir. Mehmet Emin tüm şiirlerinde okuldan söz eder. Çocukları önce okula
yakıştırır. Onların ilk işi okumaktır. Onun şiirlerinde çalışan çocuklar da vardır. Ancak
bunlar yetim, yoksul, kimsesiz oldukları için çalışmak zorundadırlar. Şair ve şiirlerinin
kişileri, onlar için üzülür. Çocuk ruhuna ve düzeyine en uygun şiirlerinden biridir.
Burada da çocuklara bir öğüt verilir, ancak söyleyiş çok sade ve akıcı, yine biçimsel
özellikler açısından çocuk düzeyine çok uygundur.
Dizinin beşinci şiiri “Sofra Başı” adını taşır. Bu şiirin kahramanı da yine bir
çocuktur. “Baba Bucağı”nda ev, aile dedenin gözünden veriliyordu. Bu şiirde de sofra
başı; oda, ev ve aile değeri taşır. Bir odada kurulan sofra aile bireylerini çevresinde
toplamakta ve birleştirmektedir. Yemek odasındaki sininin çevresinde anne, baba ve
kardeşler vardır. Bu sofrada konuşulur, gülünür, “zevk bulunur”.
Ben burada düğün gibi zevk bulurum;
Cıvıldayan kuşlar gibi şen olurum:
Bu sofra ve sofra başı sohbetleri dededen toruna kalan bir mirastır. Bu sinide
büyükbabası da yemek yemiştir. İnsanı sevgi zenginleştirmektedir. Bu sofrada sevgiyle
yenen kuru ekmek “ballı börek” tadındadır. Bu yüzden sofra başında toplanma âdeti
korunmalı, tatlı yenen, sevgiyle yenen her lokma için Tanrı’ya şükredilmelidir.
Görüldüğü gibi Mehmet Emin değerlerine sahip çıkan çocuklar ve kuşaklar yetiştirmek
gerektiğinin altını çizer. Aile bütünlüğü korunmalıdır. Zaten aile, giderek küçülmekte ve
çekirdek aileye dönmektedir. Bu hem çağın gereği hem yaşlıların birer birer yaşamdan
ayrılmasıyla ilgilidir.
Küçük vatandaşlar için son şiir yine bir çocuğun ağzındandır. “Babacığım”
adını taşır. “Anneciğim” adlı şiirden yukarda söz etmiştik. Mehmet Emin ailenin hiçbir
bireyini unutmaz, ayırmaz. Çocuklar anne, baba ve dede için şiirler söyler. Ailede her
birey Mehmet Emin için eşittir. Anneyle kurulan ilişki daha duygusaldır. Babayla
kurulan ilişkide maddi yönler de açığa çıkar. Anneden şefkat ve sevgi istenirken
babadan yiyecek, giyecek, oyuncak istenir. Al diye diretildiği olur.
Zavallı sen elimden her gün âciz kalırdın;
Bana bir şey alırdın..
Çocuk bir gün çalışan işçiler görür. Onların baba olduğunu anlar. Farkına varır ki para
kazanmak çok zordur. Kendiliğinden bir bilince ulaşır.
Bundan sonra ben senden öyle şeyler istemem;
“Bana şunu al!” demem…
Mehmet Emin’in çocuk kahramanları gerçekten örnek çocuklardır. Gözleyerek,
sezerek gerçekleri anlarlar. Son derece uyumlu, anlayışlı davranırlar. Buradan şöyle bir
sonuca varırız: Aile, çocuğun gelişmesi ve eğitiminde çok büyük yere sahiptir. Düzenli
aile, düzenli yaşantı ve sevgi bireyleri anlayışlı kılar. Derinlemesine düşünmeyen ve hep
isteyen çocuklar dahi aile içi paylaşma, sevgi ortamını tadarlarsa büyükler gibi anlayışlı
olabilmektedirler. İşte bu tam anlamıyla aile terbiyesidir. Kişiyi olumluya, doğruya,
iyiye ve güzele götürür. Mehmet Emin, çocuklara ait duygularını kendi ağzından değil
çocukların ağzından vererek inandırıcı bir tablo yaratmıştır.
İkinci grup şiirler bu dizinin dışında kalmaktadırlar. Bunların bir bölüğünde
çocuklar kimsesiz, yoksul ve çalışmak durumundadırlar. Bir önceki dizide “Alil” şiiri
dışındaki çocuklar aile, ev sahibi mutlu çocuklardı. “Alil”de çocukların biri rahat içinde
mutluyken öbürü sakat ve yoksuldur. İkinci gruptaki şiirlerde çocukların çileli
yaşayışları yansıtılır. Buradaki çocuklar hem kendilerini hem ailelerini geçindirmek
zorundadırlar.
“Ahretlik” şiirinde Mehmet Emin, okuru bir küçük köy kızıyla tanıştırır. Bu kız
İstanbullu bir ailenin yanına çalışmaya gelmiştir. Şiirin adında geçtiği gibi ahretliktir.
Ahretlik kan kardeşi ve besleme anlamlarına gelir. Minicik ağızlı, çıkık yanaklı,
ailesinden ayrıldığı için üzüntülü, gözleri kızarmış, titrek sesli bir “Anadolu goncası”dır.
Şaire ya da şiirin konuşan kişisine kahve sunar. Sohbete başlarlar. Şair kimin kimsen
var mı, nerelisin gibi sorular sorar. Sorulara cevap veren kız geliş ve orada bulunuş
nedenini şöyle açıklar:
“Nerelisin?”
“Bolu’luyum.”
“Niçin geldin?”
“Bunaldık;
“Tarlamızı süremedik; yiyeceksiz, aç kaldık.”
“Pekiy, senin İstanbul’a gelmen ile n’olacak?”
“Benim birkaç yıllığımla babam öküz alacak!..”
Şair bu çocuk için üzülür. Babanın evladını satması olarak nitelediği bu
durumu acıklı bulur. Şairin acıma duyguları son derece yüksektir. Yalnız bu şiirinde
değil, içerik olarak buna yakın her şiirinde bu duygu görülür. Mehmet Emin’in
şiirlerinde bir de değişmeyen yapı özelliği vardır. Sorun ortaya konulur, sonra o sorunla
ve sorunu yaşayanla ilgili bir yorum yapılır. Burada okuyucuya yönelik bir seslenme
vardır. Bu şiirin son iki dörtlüğü okuyucuda acıma duygusunu uyandırmaya yönelik
seslenmeyle biter.
Bâri sizler dokunmayın, şu yuvasız kuşçuğa;
Dokunmayın, memleketin şu bereli gülüne;
Dokunmayın, annesizdir; dokunmayın çocuğa;
Dokunmayın, şimdi ağlar; dokunmayın gönlüne!..
“Sürücü” adlı şiir de aşağı yukarı “Ahretlik” şiiriyle aynı özellikleri gösterir.
“Ahretlik”teki “Anadolu goncası” kız çocuğunun yerini bu kez sürücülük yapan bir
oğlan alır. Şiir bir betimlemeyle başlar. Arabada gitmekteyken hem çevre hem kişi
betimlenir. Kar üstünde gitmektedirler. Yolcu giyimli ve arabada, sürücü yalın ayak ve
kar üzerindedir. İkinci dörtlükte sefilcik diye nitelenen çocuğun betimlemesi
ayrıntılandırılır. Bunu diyalog izler. “Ahretlik”te kıza “kimin kimsen var mı?” diye
sorulmuştu. Burada kaç lira aldığı sorulur. Bunu “Evin nerde, kimin kimsen var mı?”
sorusu izler. Çocuğun evi ve herhangi bir yakını yoktur. Ahırdaki gübrelikte yattığını
söyler. Bu diyalogu şu altılık izler:
Ey kimsesiz, sefil çocuk! Ben seksen yıl yaşasam
Bu acıklı sözlerini hiçbir vakit unutmam;
Kim bilir ki bu akşam da böyle bir kış gününde,
Sana karşı dıvar olan hangi ahır önünde
Aç ve çıplak bir dilenci gibi titrer durursun?
Ellerini, “Açın!” diye hangi taşa vurursun?..
“Ey kimsesiz” diye seslenilen çocuğa acınır. Bu çocuklar çalışmaktadırlar,
ancak bir dilenci gibi titrerler. Sonra kendisiyle kıyaslar. Şair mangalın başında sıcakta
oturmaktadır. Oda sıcaktır ama yüreği üşür. Şair, çocukla duygusal düzlemde özdeşleşir
ve bunu okura yansıtmayı amaçlar.
“Kibritçi Kız” şiirinde de yine çalışan küçük bir kız vardır. Hasta olan annesine
bakmak için kibrit satmakta ve bütün gün, frengiden bozulmuş çirkin çehrelere
yüzlerce kez “Benim güzel Beyim!” demektedir. Şair, yine kızın durumunu verip
fiziksel betimlemesini yaptıktan sonra kızla konuşur. Kız olarak çalışması nedeniyle
“Baban yok mu, evin nerde?” diye sorar. Çünkü babası ve evi olan küçük, zayıf bir kız
bu durumda sokakta on paraya kibrit satmaz. Çocuk piç sınıfına girdiğinden incitilmiş,
korunmamış, yalnız bırakılmıştır. Biçare ve masum kızın durumu belirlendikten sonra
okurla söyleşilir.
Ma‘sumcuğu alçak görmek.. Bu neden?
Bu çocuk da anasından doğarken
Mini mini bir kanadsız kuş gibi
Yaradılmak kanununa baş eğmiş;
Öyle ise suçsuz yere inciniş
Zavallının niçin olsun nasîbi?…
Çalışıyor.. Çalışmasın ne yapsın?
Çalışmaktan başka yol yok ki sapsın.
Kendisiçün çabalayan kimi var?
Kimi var ki bir ekmeği, “Al, ye!...” der;
Bir şey veren ondan da bir şey ister..
Âh yoksulluk, ah babasız çocuklar!...
Şiirde bu kez doğrudan bir seslenme yoktur. Kendi kendisine konuşur gibi
durumu sergiler. “Çalışmasın ne yapsın?” diye sorar. Kimsesiz ve koruyanı olmadığı
için çocuk yaşta çalışmak zorunda kaldığını belirtir. Çalışmazsa bir ekmeğe muhtaç
olacaktır. Kendisine en alt düzeydeki bu olanağı sağlayacak kimse yoktur. Ona bir şey
veren bir karşılık bekleyecektir. Şaire üzülmek, acımak düşer. Yoksulluğa ah eder,
babasız çocuklar için üzülür.
Mehmet Emin’in bir grup çocuk şiiri de bunlardan farklı özellik gösterir.
Bunlardan “Mektepli” ve “İlk Yara” adını taşıyanların kişileri yine çocuklardır.
“Çocuklar”, “Çiçekçiğim” ve “Bırak Şu Kuşcağızı” şiirlerinden ilkinde şair çocuklara
seslenir. Diğerlerinin kişileri belli değildir. Ancak içeriklerinden yola çıkılarak bunların
da çocuklara yönelik olduğunu ve onları hedef aldığını belirleyebiliyoruz.
“Mektepli” şiirinde kahraman tek değildir. Mektepli hitabı çoğul olarak
kullanılmış ve tüm öğrencileri kapsamaktadır. Bu şiirde “arkadaş” diye diğer çocuklara
seslenen mektepli kendisini bir asker olarak tanıtır. Cenk etmek istediğini söyler. Şiirde
ona soru soran biri vardır. Onun da kimliği belirsizdir. Hatta onu bir kişi değil bir ses
olarak değerlendirmek gerekir. O ses “Ey çocuk kuvvetin ne?” diye sorar. Yanıt tüm
çocuklar adına gelir: “Marifet”. Sonra marifetini ve savaş silahlarını sayar. Silahı
kalemi, kalesi kitabıdır. Kalemiyle, marifetiyle fetihler yapacak ve ününü her yana
yayacaktır. Sesin ikinci sorusu gelir: “Ey asker düşmanın kim?”. Yanıt, “Cehalet”tir . O
cehaletle savaşan bir askerdir. Öğrenci küçük yaşta olmasına karşılık görevini ve
sorumluluğunu bilmektedir. Özgüveni vardır. Mehmet Emin’in beklediği öğrenci tipi
budur. Özgüvenli, inançlı ve mücadeleci. Şiirde bu özgüveni ve sorumluluk bilincini
başarıyla yansıtır.
“İlk Yara” şiiri ise diğer şiirlerden biraz farklıdır. Bu kez şiirin öznesi bir
öğrenci, çalışmak zorunda kalan yoksul kız ya da oğlan değil bir bebektir. Daha
konuşmasını becerememekte, düşünce ve duygularını sözle anlatamamaktadır. Henüz
somut bazı durumları ayırt edebilmektedir. Söyleyebildikleri “deh deh” düzeyindedir.
Duygularının belirtisi gülümseme veya ağlamadır. Mutluysa gülümser, canı yanınca
ağlar. Her şeye gülümseyen bebek, kolundaki bir yaraya müdahale edilmesinden sonra
tutum değiştirir.
Şimdi her kim kendisini kucaklamak isterse,
En sevdiği oyuncağı göstererek, “Gel!” derse,
Artık öyle atılmıyor, elleriyle itiyor.
Annesinin kucağına saklanıp, “Anne, deh, deh yap” diyerek bir tavır alıyor.
Artık güvendiği ve gülümsediği tek kişi annesidir.
Mehmet Emin “Çocuklar” adlı şiirinde yine onlara seslenir. Doğayla çocukları
kıyaslar. Doğa çok güzeldir, ama her konuda insanın gerisindedir, onun önüne geçemez.
Çocuklardan doğanın iki canlısı arasında, dem çeken bülbül ile yüz yapraklı, katmerli
gül arasında seçim yapmasını ister. Gül mü bülbül mü güzeldir, kendisini sevdirtir?
Sonra kendi düşüncesini açıklar. Onun gözünde en sevimli, en güzel, en sevilecek varlık
çocuklardır. Diğer canlılar insan için vardır. İnsan için doğayı güzelleştirirler. İnsan ise
doğadaki en yüce ve değerli varlıktır. Doğa onun içindir. Bu toprağın viran yerleri insan
eliyle donanacak, bayındır kılınacaktır. Toprağı vatan edecek, canlandıracak olan
çocuklardır. Mehmet Emin, burada çocuklara verdiği üstün değeri ve yeri yansıtır. Her
şey insan, her şey önce çocuk içindir. O çocuklar da; o doğa, o toprak, o vatan için
gerektiğinde canlarını vereceklerdir.
Bu makalede değerlendireceğimiz iki şiir daha var. Bu şiirlerde çocuklar
birinci derecede bir konumda değiller. Hatta şiirin kişisi belli değildir. Şiirler doğaya ait
başka canlıları işler. Şiirin biri “Çiçekçiğim” öbürü “Bırak Şu Kuşcağızı” adını taşır.
Adları, içerikleri konusunda ipucu vermektedir. Şiirde çiçeklerin hemen solup
gittiğinden bu yüzden onu toprağından ayırmamak gerekliliğinden söz edilir. Genç
kızların başına takılmaya yaraşan çiçekler, öksüz çocuklar gibi başları okşanmalı ve
toprağından koparılmamalıdır.
Sakın sizler, ayırmayın; bir çiçeği bir toprak
Yetiştiği aziz bir yer üzerinden ayırmak
İşte böyle azab veren zâlim bir iş oluyor!...
Görüldüğü gibi bu seslenmede çocuğa ilişkin açık bir sözcük yoktur; ancak
çocukların sahip olma isteklerine uygun düşüyor. Onlar beğendikleri şeyi ele geçirmek
isterler. Şiirin üslubu bende çocuklara seslendiği düşüncesini uyandırdı. Çünkü öğüt
küçükler için geçerlidir.
“Bırak Şu Kuşcağızı” şiirinin öznesi, yaralı bir kuştur. Ormanlığın içinde bir
kara çalıyı bile yuva için yeterli görmektedir. İnsanlar ise onu rahat bırakmazlar.
Yaşama hakkına göz dikenler olur. Oysa onun sesi acıklı da olsa bir şiirdir. Kuşun
yarasının kanatılmasını istemez. Ona yakışan ufuklara yükselmektir.
Bırak, bir gün senin de pencerende cıvıldar;
Üzerine doğacak bir şafağı selâmlar;
Sana penbe baharın müjdesini getirir!...
Bu şiirde de belirginleşen bir insan yoktur. Herkese seslenilmiş. Ancak
alıntıladığımız bölüm, bu şiirinde seslendiği kesimin çocuklar olduğu izlenimini
uyandırmaktadır. Baharın müjdesi en çok çocuklar için gereklidir. Onların önlerinde
uzun bir yaşam vardır. Bu yaşamın hep bahar olması istenir.

Şiirlerin biçimsel özellikleri:
Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinde biçimsel açıdan bazı standartlar vardır.
Başta ölçü gelir. O, şiirlerinde yalnızca hece ölçüsünü kullanır. Bu özellik çocuk şiirleri
için de geçerlidir. Ayrıca hece çocuklara yönelik şiirler için en uygun ölçüdür. Çocuk
şiirinde ölçünün olması bir avantajdır. Şiir için ölçü şart olmasa da çocuk şiirinde ölçü
ve hece içeriğin kolay algılanmasında olumlu rol oynar. Şiirin hatırda kalmasını
kolaylaştırır. Ölçünün bu avantajına karşın Mehmet Emin, çocuklara uygun bir ölçü
anlayışına önem vermez. Kısa kalıplar çocuk şiiri için uygunken o, alışkanlığı olan uzun
kalıplardan vazgeçmez.
Şiirlere göre kalıplar şöyledir:
“Mektepli” 10; “Sabah” 11; “Sofra Başı” 12 ; “Alil”, “Baba Bucağı”, “Anneciğim”
14;
“Ahretlik”, “Sürücü”, “İlk Yara”, “Çocuklar”, “Çiçekçiğim”, “Bırak Şu Kuşcağızı”,
“Kibritçi Kız” 15
En kısa kalıbı onludur. Bir 11 bir de 12’li kalıpla yazılmış şiiri vardır. Bilindiği
gibi, halk şairleri 7’li, 8’li ve 11’li kalıpları yeğ tutarlar. Kısa kalıplar şiirde hareketi,
coşkunluğu sağlamada daha başarılıdırlar. Söz kısaldıkça şiir fazlalıklardan arınır ve
özlü hâl kazanır. Mehmet Emin’in eksikliklerinden biri uzun kalıplar ve bunun yarattığı
dağınıklıktır. Çocuk şiirleri için de bu geçerlidir.
Mehmet Emin’in başarısız yönlerinden biri de uyaktı. Uyağı sağlamak için
sözcüklerin yerleştirilmesinde sorunlar yaşanır. Dizenin başka bir yerinde daha akıcı ve
ahenkli olan sözcük uyak yapılmak için sona alınınca sıkıntı yaratmaktadır. Yine
Mehmet Emin’in uyak olarak seçtiği sözcük türü arasında fiillerin çok olması şiirlerinin
ahengini yaralar. Bu kusur çocuk şiirlerinde de ne yazık ki sürdürülür. Çocuk şiirlerinin
en önemli yanı uyaktır. Anlamın kolay algılanmasında, şiirin ilgiyle izlenmesinde
uyağın etkin rolü vardır. Ne yazık ki Mehmet Emin uyağın bu etkisinden
yararlanamamıştır. Şiirlerinde fiillerle, kısa ünlülerle birçok uyak yapılmış, uyağın
sağlanamadığı da olmuştur. Yalnızca ikişer örnek veriyoruz.
Ünlüler
Ben burada her lokmamı tatlı yerim;
Allâh’ımın verdiğine şükr eylerim.
Kimi var ki bir ekmeği, “Al, ye!...” der;
Bir şey veren ondan da bir şey ister..
Uyaksız
Sofra başı…. Oh, burayı pek severim,
(…)
Gâh dinlerim, gâh söylerim, gâh gülerim
Gülüyordu: Akan suya, uçan kuşa, çiçeğe;
Gülüyordu: Yangınlara, hançerlere, her şeye.
İncelediğimiz şiirlerde uyakların önemli kısmı fiillerle yapılmıştır. Yine bu
fiiller, üst üste gelen çatı ekleriyle genişlemiştir. Çatı eklerinin uyak olup olmayışı
konusunda henüz yeteri kadar düşünülmemiştir. Yine örneklerimiz arasında tek ünlüyle
yapılmış yarım uyaklar var. Mehmet Emin bunları da sık kullanır. Oysa onun şiir
yazdığı dönemde tek ve kısa ünlü benzerliği uyak sayılmıyordu. Bugün uyak olduğu
kabul edilmekle birlikte, kaynak kitaplardaki tanımlara bu durum henüz yeterince
yansımamıştır. Uyağı sağlayamadığı dizeler de var. Son örnek bunu göstermektedir.
Uyakların dizilişi açısından da kimi sorunlar dikkati çekmektedir. Mehmet
Emin uyak dizilişi açısından yer yer arayışlara girer. Bunlar çoğunlukla şiirlerindeki
ahengin zararına olur. Bir ahenk ögesi olan uyak, ahengi bozan öge durumuna gelir.
Sofra başı…. Oh, burayı pek severim,
a
Evimizde küçük yemek odasında;
b
Annem, babam, kardeşlerim, biz hepimiz c
Bir sininin etrafına diziliriz;
c
Ben bu aziz vücutların ortasında,
b
Gâh dinlerim, gâh söylerim, gâh gülerim a
Çok sevdiği ve kullandığı bu diziliş ahengi bitirmektedir. İki uyak arasına dört
dize girmiş ve uyağı unutturmuştur. Üstelik sevmek ve gülmek fiillerinde uyak da
yoktur. Redif olan geniş zaman ekiyle ahengi sağlamaya çalışmış.
Nazım biçimi açısından baktığımızda çeşitlilik görülür. Bu şiirlerin üçü sone,
kalanı ölçülü uyaklı serbest şiir biçimiyle yazılmıştır. Sone nazım biçimiyle yazılanlar
“İlk Yara”, “Çocuklar” ve “Çiçekçiğim”dir. Sonelerde hiç kullanılmayan bir uyak
düzeni kullandığı olmuştur. Sonede düz uyak hemen hemen hiç kullanılmaz. Bu yalnız
Mehmet Emin’de görülmüştür. Şiirlerin bir kısmı ise manzum hikâye özelliğindedir.
Bunlarda uyak düzeni mesnevi dizilişindedir. En ahenkli şiirleri bunlardır.
Şiirlerin uyak dizilişi şöyledir:
“İlk Yara” :
a a b b / c c d d / e e f / g g f
İki dörtlük iki üçlükten oluşan şiirin nazım biçimi sonedir. Ancak sonenin
klasik uyak dizilişine uyulmamıştır. Sonede dörtlüklerde bu örnekteki gibi bir diziliş
bulunmaz. Ne Fransız ne İtalyan ne de Türk sonesinde böyle diziliş vardır. Üçlükler
klasik soneye uyarken dörtlükler ondan ayrılır.
“Çocuklar” :
a a b b / c c d d / e e f / g g f
Bu sone de dörtlüklerdeki uyaklanış açısından “İlk Yara” ile aynı özelliği
göstermektedir.
“Çiçekçiğim” :
a b b a / c d c d / ee f / g g f
Dörtlüklerdeki uyak dizilişi açısından bu sone de, klasik soneye aykırıdır.
“Bırak Şu Kuşcağızı” :
a b a b / c d c d / e e f / g g f
Bu şiir de sone biçiminde yazılmıştır. Yalnız üçüncü bölüm, dört dize gibi
göründüğünden ilk bakışta soneden ayrılır. Ancak, uyak ve ölçü açısından daha
dikkatlice bakıldığında üçüncü bölümün ilk iki dizesi bir bütündür. Yani tek dizedir.
Kırıldığı için iki dize izlenimi yaratır.
Bırak uçsun ufuklara...
bağımsız şiir
içinde
O ne? Düştü, yaralı!...
(15’li)
a
( e )
Aman, tırnak değmesin, çırpınmasın zavallı; (15’li)
a
( e )
Yarasını kanatmak hayatını bitirir;
(15’li)
b
( f )
“Alil” :
Yığma dizelerden oluşan bir şiirdir. Düz uyak biçiminde uyaklanmıştır. Nazım biçimi
düz uyaktır.
a a b b c c d d …. z z
“Ahretlik” :
Bu şiir de yığma dizelerden oluşur. Gözle görülen bir dize kümelenişi yoktur.
Diyaloglarda kırık dizeler bulunur. Ancak uyak dizilişi kendine özgü ve farklıdır. Bu
özelliğiyle nazım biçimi ölçülü uyaklı serbest şiirdir.
a a b c c b / d d e e f f / g h g h / ı j ı j
“Sürücü” :
İki dörtlükten sonra kırık dizelerle süren bir şiirdir. Kırık dizeler de bir dörtlük
oluşturur. Bunu iki altılık izler. Altılıklar düz olarak uyaklanmıştır.
a b a b / c d c d / e f e f ( kırık dizeli bölüm) / g g h h ı ı / j j k k l l
“Baba Bucağı” :
Bu şiirin nazım biçimi için ölçülü uyaklı serbest şiir ya da serbest düzenli nazım
biçimlerinden karışık düzenli denilebilir. İki gruba da dahil edilmesinde bir sakınca ya
da engel bulunmamaktadır.
a a b b / c d d / f f g g / c d d
“Anneciğim” :
a b a b / c nakarat / d e d e / c nakarat
Ölçülü uyaklı serbest şiir.
“Sabah” :
Dize kümelenişi ve sayısı açısından önceki şiirle aynı özellikte, ancak uyak dizilişi
farklı bir şiirdir. “Anneciğim” de dörtlükler çapraz uyaklanmışken “Sabah” ta
dörtlükler aşağıdaki şemada görüleceği gibi sarma olarak uyaklanmıştır.
a b b a / c / d e e d / c
“Sofra Başı” :
Dizelerin kümelenişi açısından dört bölümlük bir şiirdir. Kümeleniş, 6 + 2 6 + 2
biçimindedir. Bu özelliğiyle şiirin nazım biçimi için ölçülü uyaklı serbest şiir ya da
serbest düzenli nazım biçimlerinden karışık düzenlidir denilebilir. İki gruba da dahil
edilmesinde bir sakınca ve engel bulunmamaktadır.
a b cc b a / d d / e f gg f e / gg
“Babacığım” :
Bir dörtlük bir ikilik, bir dörtlük bir ikilik düzenindedir. Uyak dizilişi şöyledir.
a a b b / c c / d d f f / g g
Bu dizilişe (düz uyak biçiminde dizilmiştir) göre nazım biçimi düz uyak gibi görünse
de dizelerin kümelenişi açısından bakılınca ölçülü uyaklı serbest şiir ya da serbest
düzenli nazım biçimlerinden karışık düzenli şiirdir demek daha yerinde olacaktır.
“Mektepli” :
Bir dörtlük bir dize bir dörtlük bir dizeden oluşmuştur. Kırık dizeler var.
a b b a / c / d e d e / c
Nazım biçimi ölçülü uyaklı serbest şiirdir.
“Kibritçi Kız” :
“Kibritçi Kız” dize kümelenişi açısından yine Mehmet Emin tarzına uygun,
ilginç ve kendine özgü bir özellik taşıyan şiirdir. Mehmet Emin tarzından kastım şiirde
biçimsel arayış içinde olmak ve bunu uygulamaktır. Mehmet Emin’in her şiiri biçim
açısından farklılık ve özgünlük göstermektedir. Özgünlük uyak dizilişi ve dizelerin
kümelenişindedir. Birbiri ardına yığılı dizelerden oluşan şiirleri bile uyak açısından
farklı kümeler oluştururlar. Bu şiir de onlardan biridir. Otuz iki dizeden oluşan yekpare
bir şiirdir. Dizelerin hiç boşluk verilmeden arka arkaya yığıldığı şiir, uyak dizilişiyle
şöyle bölümlenır:
a b b c c a / d d e e f f g g / h h ı j j ı / k k l m m l / o o p r r p
Buna göre başta bir altılık sonra düz uyaklanmış dört beyit ve onu izleyen üç
altılık daha vardır. Beyitlerden sonra gelen üç altılık aynı uyak dizilişine sahip, ilk
altılık ise onlardan farklıdır.
Şiirlerin nazım biçimi açısından bir genel değerlendirmesi yapılırsa, üç sonenin
dışında kalanların hepsinin serbest şiir özelliğinde olduğu görülür. Hepsinde ölçü vardır
ve doğal olarak hecedir. Bu değişmez. Yine değişmeyen bir özellik uzun kalıpların
kullanılmış olmasıdır. İncelediğimiz şiirlerin üçü 14, yedisi 15’li hece ölçüsüyle
yazılmıştır. Uyak dizilişleri özgün ve Mehmet Emin’e özgüdür. Dolayısıyla kümelenişte
değişiklikler dikkati çeker. Kümelenişi uyak dizilişi belirler. Yığma görünen dizelerde
bile düzenli ve kendine özgü bir uyak dizilişi vardır. Bazı şiirler ise, yine Mehmet
Emin’in bir özelliğine uygun olarak manzum hikâyedir. Bunu bir yapı ve üslup özelliği
olarak görüyor, nazım biçimini belirleyen bir öge olarak değerlendirmiyoruz. Kısacası
Mehmet Emin’in çocuk şiirlerinde de diğer şiirlerinde gösterdiği kendine özgülük
geçerlidir. Bu durum, onun kendi standardını oluşturur. Bu standartta onun diğer
şiirlerinde yaşanan sıkıntı ve kusurların çocuk şiirleri için de geçerli olması vardır.
Sonuç:
Çocuk edebiyatı; 150 yıllık bir geçmişi olan Batılı Türk edebiyatı içinde
bugün için bile bebeklik çağındadır. Buna rağmen, 1859 yılında yapılan ilk roman
çevirisinin çocuklar için olduğu unutulmamalıdır9. Demek ki bugünkü anlamda bir
çocuk edebiyatı olmasa da çocuklara yönelik yazılan ürünler vardır. Çocuklara yönelik
şiirlere gelince, ilk başta şu adlar ve kitaplardan söz edilir. İbrahim Alâettin Gövsa,
Çocuk Şiirleri (1911); Ali Ulvi Elöve, Çocuklarımıza Neşideler (1912); Tevfik
Fikret, Şermin (1914). İlk önce bu adların anılması, elbette onların çocuklara yönelik
şiirlerinin bağımsız bir kitap oluşturması nedeniyledir. Yoksa çocuklara yönelik şiirler
yazan başka adlardan da söz etmek gerekecektir. İşte bu makaleyle biz de çocuklara
yönelik şiirler yazanlara bir ad daha ekliyoruz: Mehmet Emin Yurdakul. Onun çocuk
şiirleri de bir araya getirilseydi pekâlâ bir kitap boyutuna erişirdi.
Mehmet Emin, diğer çocuk şiiri yazarlarından farklı olarak çocuklar için bir
şiir dizisi oluşturmuştur. Bu diziyi “Küçük Vatandaşlarım’a” ithafıyla onlara adamıştır.
Bu önemli bir özelliktir. O, çocuklara verdiği değer ve önemi çok yüksekte tuttuğundan
onları çocuk değil, vatandaş olarak nitelemiş ve yüceltmiştir. Burada vatandaş sıfatının
önemine dikkat etmek gerekir. Ülkede yaşayan herkes vatandaşlık hakkını elde ediyor,
ancak bir de ona layık olmak var. Mehmet Emin çocukları buna layık görüyor. Onları
önemli, büyük ve değer verilen insan konumuna getiriyor. Çünkü vatandaş olmanın
9 Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’den yaptığı ilk çeviri olan Tercüme-i Telemak
çocuklar için çevrilmiştir. Bu kitap Fransa’da da çocuklara okutulmaktaydı. A. Ferhan
Oğuzkan bu kitaptan, çevrilen ilk çocuk kitabı olarak söz eder. Yazılış amacı açısından
bu doğrudur, ancak dili çocuklara hiç uygun değildir. A.Ferhan Oğuzkan, “Dünyada ve
Bizde Çocuk Yazınının Gelişmesine Toplu Bir Bakış”, Türk Dili, S.331, Nisan 1979,
s.270-277.
nitelikleri var. Belli değer ve erdemleri kazananları vatandaş olarak görüyor. Bu,
zamanla ve özellikle de eğitimle olacaktır. Ülkede aslında bu konuma en layık olan
çocuklardır. Mehmet Emin, onlara güvendiği için sürecin daha başında bu vatandaşlık
kimliğini veriyor.
Mehmet Emin’in şiirlerinde her çocuğun okula gitmesi beklenir. Çocuklar
mutlaka okutulmalıdır. Onun şiirlerinde çalışan çocuklar da var. Bunlar kimsesiz,
yoksul olduklarından küçük yaşta çalışmak zorundadırlar. Mehmet Emin’de dilenen
yaşlı vardır, ama dilenen çocuk hemen hemen yok gibidir. Yalnızca “Alil” şiirinde
dilenen bir çocukla karşılaşılır. Ancak o da şiirin öznesi konumunda değildir. Şiirin ana
kişisi mutlu bir çocuktur. Öksüz çocuk çektiği sıkıntı nedeniyle, mutlu çocuğa örnek
olsun diye şiirde yer alır. Onun aracılığıyla zor durumda olan çocuklar fark ettirilir.
Mehmet Emin’in çocuklarını mutlu ve mutsuz olarak da ayırabiliriz. Mutlu
çocuklar aile, ev bark sahibi olanlardır. Bunlar okula giderler. Okul, aile gibi kutsal bir
yuvadır. Terbiye bu iki kurumda sağlanacaktır.
Mehmet Emin’in çocukları erdemler ve değerlerle donatılmışlardır. Bunların
başında ev, aile olma gelir. Aile kutsal bir ocak ve okuldur. Irz, namus, edep, saygı,
atalarına sahip çıkma, küçükleri sevme, kardeş olma gibi duygu ve değerler önce ailede
sonra okulda kazanılacaktır. Aileyi çevreleyen, bir araya getiren mekân olarak ev, ana
bağrı gibi sevilmelidir.
Ailede ve okulda kazanılacak değer ve duygulara Mehmet Emin kısaca Türk
olmak diyor. İnsan Türk doğuyor, ama bu yetmiyor Türk olmak zamanla gerçekleşiyor.
Aile ve okul bir insanı Türk ediyor, Türk olmayı öğretiyor.
Çocuklarda bulunması gereken duygular arasında anlayışlı olmak ve acıma
duygusu taşımak yer almaktadır. Mehmet Emin’in şiirlerindeki büyükler bu duyguları
aşılamak için çalışırlar. Çocuk kahramanlarında bu duygular tamdır. Annesinin kendisi
ve ailesi için çalışıp çabaladığını, göğsünde uyuturken rahatı kaçmasın diye nefes dahi
almadığını gören çocuk “Ben anneme acırım, onu üzmem, ağlatmam” diyecek anlayışa
sahiptir. Çalışan işçileri görüp para kazanmanın ne kadar güç olduğunu anlayınca “bana
şunu al” yollu isteklerinden vazgeçme olgunluğunu gösterir.
Kimsesizlik ve yoksulluk nedeniyle çalışmak zorunda kalan çocuklara
acınması gerektiğini Mehmet Emin, şiirlerinde vurgulamış, çocuk kahramanlar da bu
duyarlığı göstermiştir. Sürekli olarak çalışmanın ayıp olmadığının ve çalışan çocuklara
saygı duymak gerektiğinin altı çizilir. Ancak Mehmet Emin çocukların önce okulda
olmalarını ister. Kimsesizlik nedeniyle bu imkana kavuşamayan çocuklar adına üzülür.
Çocuklar okula gidecek bilgi ve meslek edindikten sonra çalışacaktır. Mehmet Emin
çalışan insana hayrandır. Bir zanaat, meslek sahibi olmayı teşvik eder, onlara büyük
saygı besler. Demirci, matbaacı, çiftçi, çömlekçi onun gözünde saygındır.
Mehmet Emin’in çocuk şiirleri içerik yönünden o dönemin çocukları için
gerekli mesajları verecek özelliktedir. Mehmet Emin, iyiyi, doğruyu, güzeli, gösterir.
Çalışmayı, öğrenmeyi ve meslek sahibi olmayı teşvik eder. Herkese karşı sevgili ve
saygılı olmayı önerir. Acıma duygusunu, vicdanı akıldan çıkarmamayı hatırlatır.
Bunları verirken Mehmet Emin başarılı mıdır diye sorulursa evet diyebiliriz.
Bazı şiirlerinde manzum hikâye tarzını seçmiştir. Bu tarz, çocuklar üzerinde etkili
olmakta ve onların ilgisini çekmektedir. Çocuklar ölçülü, uyaklı, ahenkli olmasıyla şiiri
severler. Masal ve hikâyelerle büyümüş olmaları nedeniyle hikâyeye de yatkındırlar.
Dolayısıyla manzum hikâye çocuklar için biçilmiş kaftan konumundadır. Bu Mehmet
Emin’in çocuk şiirlerinin avantajıdır.
Diyalogların bu tarz şiirlere hareket kazandırdığı da bir gerçektir. Çocuklar
görselliğe ve somutluğa önem verdikleri gibi yatkınlık da gösterirler. Manzum
hikâyelerde betimlemenin olması bu tip şiirleri yine avantajlı kılmaktadır. Mehmet
Emin’in manzum hikâyelerinin zayıf yanı ise seslenme bölümleridir. Bu bölümler
öğütler içermektedir. Oysa çocukları en sıkan şey öğüt dinlemektir.
Mehmet Emin’in çocuk şiirlerinin başarısını yaralayan bir etken de uzun
kalıpları kullanmasıdır. Kalıbın uzaması şiirdeki duygu ve düşünceyi yayıp
dağıtmaktadır. Çocuklar ise, sabırsızdır ve ilgileri çabuk dağılır. Ölçüyü sağlamak için
giren sözcükler ahengi yaralarlar. Yine Mehmet Emin’in çocuk şiirlerinde ölçüyü
tutturmak için ses, hece düşmesi ve artması da söz konusudur. Bu, sözcüklerin
doğallığının ve ahenginin bozulmasına neden olur. Yalınız, uğurunda, buyurunuz,
uruba; or’da, kadınnem, pekiy, kendisiçün gibi sözcükleri buna örnektir. Bu örneklerin
de gösterdiği gibi çocuk şiiri için avantaj olan ölçü, bu tür zorlamalar yüzünden
dezavantaja dönüşür.
Uyak konusunda da aynı şeyi söyleyebiliriz. Mehmet Emin’in en dağınık ve
özensiz olduğu yandır. İçeriği öne aldığından biçim olgunluğunu ihmal eder. Pek çok
yerde uyağı sağlayamaz. Uyaklı sözcükleri fiillerden seçmesi dili, ahengi yaralar.
Üstelik fiiller çatı ekleriyle uzatıldığından ses açısından sert ve baskılı bir özellik
kazanmışlardır. Kulağı tırmalarlar. Uyaklı dizelerin arası açıldığından uyaklı sözcükler
seslerini yitirirler.
Dil açısından da Mehmet Emin’de kusurlar vardır. Ölçü, uyak gereği
sözcükleri zorlamaya ek olarak sözcük dizilişinden kaynaklanan ahenk yaralanması da
Mehmet Emin’de sık görülür. Mehmet Emin’in dili akmayan, kekeleyen, peltek bir
dildir. Söz dizimi doğallığını yitirerek kakafonik bir hâl alır. Bunda sert ünsüzlerin art
arda gelmesi ile gereksiz tekrarların payı vardır. “Kimi var ki bir ekmeği ‘Al ye’ der”,
“Vücuduma kar yağıyor gibi bir şey olmada”, “Çok geçmeden ev içine yayıldı bir
yaygara”, “Ben dahi cenk eylemek isterim” dizelerinde söylediğimiz kusurların
örnekleri yer alır. Bu cümleler Türkçenin akıcı, doğal sesini taşımaz.
Mehmet Emin’in dili kendi dönemi için sade olmakla birlikte yabancı
sözcükler içerir. İncelediğimiz şiirlerden birkaç örnek veriyoruz. Ahretlik, alil, aziz,
bahtiyar, biçare, cenk, edep, fütuhat, hasret, ırz, kadr, lütuf, mahbus, mukaddes,
mübarek, nur, vazife. Bu sözcüklerden bir kısmını konuşan çocuklar söylerler ki
düzeylerinin üstündedir. Mektepli şiirinin öznesi küçük bir okul çocuğudur. Marifet,
cehalet, fütuhat, cenk eylemek, kalelik etmek gibi kullanımlar onun dil düzeyini biraz
zorlayacak özelliktedir.
Mehmet Emin’in çocuk şiirleri üzerine yaptığımız bu incelemede şiirleri
içerik, ölçü, uyak, nazım biçimi, söz varlığı ve dil açılarından değerlendirdik. Aksayan
kimi yönler üzerinde durduk. Bu aksaklıkları dile getirmek Mehmet Emin’in çocuk
şiirlerinin zayıf olduğu sonucunu doğurmaz. Ayrıca biz değerlendirmeyi yaparken
çocuk edebiyatının bugün geldiği nokta ve çağın getirdiği düzeyi dikkate aldık. O günün
koşulları ve çocuklara yaklaşımı açısından bakacak olursak, Mehmet Emin’i takdir
etmek gerekir. Bir kere, içinde büyük bir çocuk sevgisi taşımaktadır. Bu sevgiyi onlara
yönelik şiirler yazarak ortaya koymuştur. Ayrıca romantik bir tutum içine girip pembe
tablolar da çizmemiştir. Acı çeken, yetim, yoksul çocukları toplumun dikkatine
sunmuştur. Şiirlerinin bazıları kimi kusurlarına karşılık son derece başarılıdır. “Sofra
Başı”, “Babacığım” ve “Anneciğim” şiirlerini bunun örneği olarak gösterebiliriz. Bunlar
çocukların dilinden söylenmiş başarılı şiirlerdir. “İlk Yara”, “Sabah” şiirleri de bir
büyüğün ağzından yazılmasına karşılık bugün de ilgi uyandırabilecek başarılı
şiirlerdendir. Çocuk edebiyatı kavramının ülkemizde son on beş yirmi yıldır
anlaşılmaya başladığını dikkate alırsak Mehmet Emin’in çocukları önemseyip şiirler
yazmasını ve hele hele onları “küçük vatandaşlarım” diyerek yüceltmesini takdirle
karşılamak gerekir.

KAYNAKÇA:
Ayda, Adile, (1998), Bir Demet Edebiyat, Türkiye İş Bankası.
Baltacıoğlu, İsmail Hakkı, (26.08.1943), “Mehmed Emin Yurdakul ile Konuştum”,
Yeni Adam, No: 452.
Elöve , Ali Ulvi, (1328-1912), Çocuklarımıza Neşideler, Tanin Matbaası, İstanbul.
Fenelon (1279-1862),Tercüme-i Telemak (çev: Yusuf Kamil Paşa), Tabhane-i Amire,
İstanbul.
Gövsa, İbrahim Alâettin, (1335-1911), Çocuk Şiirleri, 3.b., Matbaa-i Amire.
Nazım Hikmet, (Temmuz 1929), “Putları Yıkıyoruz, No: 2 Mehmet Emin Beyefendi”
Resimli Ay.
Oğuzkan, A.Ferhan, (Nisan 1979), “Dünyada ve Bizde Çocuk Yazınının Gelişmesine
Toplu Bir Bakış”, Türk Dili, S.331.
------------------------(2000), Çocuk Edebiyatı, 6. b., Anı Yayıncılık, Ankara.
Okay, Cüneyd, (1999), Eski Harfli Çocuk Dergileri, Kitabevi, İstanbul.
Tevfik Fikret, (1330-1914), Şermin, Kanaat Matbaa ve Kütüphanesi, İstanbul.
Tansel, Fevziye Abdullah, (1989), Mehmet Emin Yurdakul’un Eserleri I, Şiirler,2.b,
Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Ünaydın, Ruşen Eşref, (1985), Diyorlar ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara.

ŞİİRLER:

ALİL
Küçük Vatandaşlarım’a
Baba oğul bir kaldırım üzerinden,
Sert buzları çiğneyerek giderlerken,
Baktılar ki bir tali‘siz küçük sefil,
Yavrucağın iki gözü birden alil,
Dileniyor!
“Acıyınız bu öksüze,
“On paracık verin sizler bu gözsüze!”
Baba ona bir sadaka uzatarak,
Çocuğuna şöyle dedi:
“Evladım bak,
“O ağrıksız, o gök-elâ gözlerinle,
“Buna bak da Allâh’ına bin şükr eyle!..
“Ah çocuğum, tâ küçükten siz hepiniz
“Güleryüzlü annenizi bilirsiniz.
“Bahçelerde oyunlarla yaşarsınız,
Kelebekler arkasından koşarsınız.
Güzel güzel mekteplere gidersiniz;
“Or’da birçok ilim tahsil edersiniz.
“Ya bu alil?.. O bunlara hasret çeker.
“Bu hasretle gözlerinden yaşlar döker,
Ömür ona bir sabahsız uzun gece;
Bî-çâreye ne bir oyun, ne eğlence,
Dünyâ ona bir karanlık zindan demek;
Zavallıcık mahbus ömrü geçirecek.
“Yavrum yavrum, gözlerinin kadrini bil;
“Bir insana görmek lutfu az şey değil;
“Şu hayata işte böyle alil doğmak,
“Bak ne acı bir felaket sayılacak!”
(s.310)

BABA BUCAĞI
Küçük Vatandaşlarım’a
Torunlarım, bu evde bana kundak bağlanmış,
Salıncağım, o tatlı ninnilerle sallanmış;
Bur’da bana kadinnem ecdâdımı öğretti,
Beni hâlis Türk etti.
Bizde olan ırz, edep bu ocakta saçıldı,
Bir mukaddes mekteptir; bu sevimli eviniz;
Siz burayı bir rahle önü gibi seviniz.
Ben bu aziz yuvada bahtıyarca yaşadım;
Şu odanın içinde babanızı okşadım;
Şu sofaya anneniz gelin gelip yürüdü;
Duvağını sürüdü.
Sizin dahi gözünüz bu çatıda açıldı,
Bir mübârek kucaktır: Bu sevimli eviniz;
Siz burayı bir ana bağrı gibi seviniz.
(s.311)

ANNECİĞİM
Küçük Vatandaşlarım’a
Anneciğim bir gece kan uykuya dalmamış,
Beni nâzik kolları üzerinde uyutmuş;
Ben uyurken korkudan hızlı nefes almamış,
Benim için zavallı her rahatı unutmuş.
Ben anneme acırım, onu üzmem, ağlatmam.
Hâlâ beni her akşam pencerede gözetler,
Ben mektepten gelince bana candan sarılır;
Ben gülersem, gözleri tatlı tatlı gülümser;
Ben mahzunca durursam, yüreciği yarılır.
Ben anneme acırım, onu üzmem, ağlatmam. (s.311)

SABAH
Küçük Vatandaşlarım’a
Sabah söktü: Çil horozun, “Kalk!” diyor,
Yeşil kırlar penbe nûra boyandı;
Yavru kuşlar yuvalarda uyandı;
Kuzucuklar otlamağa gidiyor:
Yavrucuğum, sen de artık kalk, uyan!...
Bu saatte bak her yerde gayret var;
Kimi insan sapanını sürükler,
Kimi insan ocağını körükler;
Herkes işe kendisini hazırlar:
Yavrucuğum, sen de derse hazırlan!...
(s.312)

SOFRA BAŞI
Küçük Vatandaşlarım’a
Sofra başı…. Oh, burayı pek severim,
Evimizde küçük yemek odasında;
Annem, babam, kardeşlerim, biz hepimiz
Bir sininin etrâfına diziliriz;
Ben bu aziz vücutlerin ortasında,
Gâh dinlerim, gâh söylerim, gâh gülerim.
Ben burada düğün gibi zevk bulurum;
Cıvıldayan kuşlar gibi şen olurum:
Bu sinide büyük dedem yemek yemiş
Ve babama, “En zenginlik muhabbettir,
“Bir sofrada muhabbetle yenen yemek;
“Hattâ kuru bir esmerce yavan ekmek
“En lezzetli ballı börek tadı verir,
“Bunu sen de bir vazife eyle!” demiş.
Ben burada her lokmamı tatlı yerim;
Allâh’ımın verdiğine şükr eylerim. S.313)

BABACIĞIM
Küçük Vatandaşlarım’a
Babacığım, her akşam dizlerine yatardım;
Seni tamam bir saat lakırdıya tutardım,
Senden yemiş, uruba, oyuncaklar isterdim;
Can sıkıcı bir sesle haykırarak, “Al!” derdim.
Zavallı sen elimden her gün âciz kalırdın;
Bana bir şey alırdın..
Lâkin bu gün, çalışan işçilere rastladım,
Herbirinin bir baba olduğunu anladım,
Öğrendim ki her baba kanlı terler döküyor;
Bin zahmetle dişini, tırnağını söküyor.
Bundan sonra ben senden öyle şeyler istemem;
“Bana şunu al!” demem…
(s.315)

MEKTEPLİ
“Arkadaş,
“Ben bir küçük askerim:
“Benim de damarımda o kan var;
“Gözlerim o ateşle parıldar,
“Ben dahi cenk eylemek isterim.”
“Ey çocuk, kuvvetin ne?”
“Marifet!
“Kalemim, bana silâh olacak,
“Kitabım, bir kal‘alık edecek,
“Günlerim futûhatla dolacak,
“Her yere benim ünüm gidecek!”
“Ey asker, düşmanın kim?”
“Cehalet!...”
(s.317)

AHRETLİK
“Buyurunuz kahvenizi!”
Baktım: Bir kız, köy kızı!..
Yanağının çıkıklığı, mini mini ağızı,
Her bir hâli: “Anadolu goncasıyım!” demekte.
İç çekişi, titrek sesi, o kızarmış gözleri,
Melûl melûl bakışları, bükük boynu, her yeri..
Birçok şeyler okutuyor bu acıklı çiçekte!..
“Kızım, senin anan, baban, kimin, kimsen var mı?
“var..”
“Neredeler?”
“Onlar, bacım hepsi böyle kaldılar.”
“Nerelisin?”
“Bolu’luyum.”
“Niçin geldin?”
“Bunaldık;
“Tarlamızı süremedik; yiyeceksiz, aç kaldık.”
“Pekiy, senin İstanbul’a gelmen ile n’olacak?”
“Benim birkaç yıllığımla babam öküz alacak!..”
“Ne acıklı bir hâldir bu?..Baba evlâd satıyor;
Bir ma‘sûmun gözlerine her gün yaşlar doluyor;
Bir el onun bal ömrüne her gün ağu katıyor;
Bir çift öküz uğurunda bir kız kurban oluyor.
Bâri sizler dokunmayın, şu yuvasız kuşçuğa;
Dokunmayın memleketin şu bereli gülüne;
Dokunmayın annesizdir; dokunmayın, çocuğa;
Dokunmayın şimdi ağlar; dokunmayın gönlüne!... (s.53)
SÜRÜCÜ
Gidiyorduk: Kar üstünde bir incecik çığırdan;
Gidiyorduk: İri buzlar sarkıtmıştı her saçak;
Gidiyorduk: Ben hayvanın üzerinde, o yayan;
Gidiyorduk: Ben giyimli, o zavallı yal’nayak.
Sefilciğin yırtık-pırtık bir uruba sırtında,
Görünüyor gibi idi vücûdünün her yeri.
O çatlamış, mosmor olmuş dudakları altında
Birbirine uruyordu beyaz, güzel dişleri.
“Oğlum, her bir seferinde sen kaç para alırsın?”
“Bir metelik.”
“Evin ner’de? Kimin kimsen var mıdır?...
“Ne evim var, ne kimsem var..”
“Gece nerde kalırsın?”
“Ahırdaki gübrelikte..Sıcak olur, ısıtır.”
Ey kimsesiz, sefil çocuk! Ben seksen yıl yaşasam
Bu acıklı sözlerini hiçbir vakit unutmam;
Kim bilir ki bu akşam da böyle bir kış gününde,
Sana karşı dıvar olan hangi ahır önünde
Aç ve çıplak bir dilenci gibi titrer durursun?
Ellerini, “Açın!” diye hangi taşa urursun?..

Âh, bu acı hâllerini düşündükçe senin ben
Soğuk bir şey duyar gibi oluyorum içimden;
Ateşleri beyaz küllü mangalımın başında
Vücûdüme kar yağıyor gibi bir şey olmada;
İşte ben de senin gibi titremeğe başladım.
Donuyorum, çekiliyor her yerimden hayâtım!..
(s.56-57)

KİBRİTÇİ KIZ
“Efendiler, kibrit kibrit.. Üç kutusu on para!..
“Merhametli Beyefendi! Annem hasta, ekmeksiz;
“Alın bunu, kuzum bana on paracık verin siz!”
Yavrucuğun o lepiska, gür saçları dağınık;
Gözlerinin altı çürük, yüzü kirli ve yanık;
Üstü eski, ayağında koca bir çift kundura.
Şu tali‘siz kızcağız da bir lokma ekmek için
Sokak sokak: “Kibrit!” diye dolaşıyor bütün gün;
Nice çirkin, firengili yüzlere:
“Benim güzel beyim!” diyor, belki günde yüz kere.
“Kızım, senin baban kimdir? Senin evin nerede?
“Bak kırk para vereceğim, sorduğumu söyle de;
“Baban yok mu, bilmez misin onu sen?”
“Benim babam yoktur, evet, bilmiyorum onu ben!...
Bîçâre kız bir yerde gariptir;
Herkes onu, “Piç!” diyerek incitir;
Onun zayıf vücûdünün üstüne
Bir kimsecik kanad gerip durmuyor;
Onun için hiçbir yürek urmuyor;
Bu güne dek bilmemiş ki baba ne?....
Ma‘sumcuğu alçak görmek.. Bu neden?
Bu çocuk da anasından doğarken
Mini mini bir kanadsız kuş gibi
Yaradılmak kanununa baş eğmiş;
Öyle ise suçsuz yere inciniş
Zavallının niçin olsun nasîbi?…
Çalışıyor.. Çalışmasın ne yapsın?
Çalışmaktan başka yol yok ki sapsın.
Kendisiçün çabalayan kimi var?
Kimi var ki bir ekmeği, “Al, ye!...” der;
Bir şey veren ondan da bir şey ister..
Âh yoksulluk, âh babasız çocuklar!...
(s.57-58)

ÇİÇEKÇİĞİM
Demiştim ki, “Oh,bu yerde kendisiçün yok korku;
“Artık onu ne hayvan yer, ne de böcek yaralar.”
Bugün baktım beniz soluk, sarımtırak yapraklar;
Uçup gitmiş o güzellik,o penbelik,o koku.
Evet, evet, dün sabahtı, çiçekliğin içinden
Baygın baygın bakınırdı,ölgün ölgün gülerdi
Âh, ben onda bir berecik görmemeyi isterken
Zavallıya ben vermişim öldürücü bir derdi.
Şu çiçekler genç kızların başlarına takılsa,
Öksüz gibi okşanılsa, alîl gibi bakılsa
Onlar yine içleniyor; böyle çabuk soluyor
Sakın sizler, ayırmayın; bir çiçeği bir toprak
Yetiştiği aziz bir yer üzerinden ayırmak
İşte böyle azab veren zâlim bir iş oluyor!... (s.62-63)

BIRAK ŞU KUŞCAĞIZI
Bırak konsun, şu koskoca ormanlığın içinden
Bîçâreye bir dikenli kara çalı çok mudur?
O da tıpkı sizin gibi bir kânunla yaşarken
Yeryüzünde onun da bir küçük hakkı yok mudur?
Bırak ötsün, mâdâm ki hep yuvalar bir yerde
Bu sevimli ruh da sizin hemşehriniz sayılır
Mâdâm ki dökülecek bir derdi var içer’de,
Bu acıklı ses de sizin bir şi‘riniz sayılır
Bırak uçsun ufuklara....
O ne? Düştü, yaralı!...
Aman, tırnak değmesin, çırpınmasın zavallı;
Yarasını kanatmak hayatını bitirir;
Bırak, birgün senin de pencerende cıvıldar;
Üzerine doğacak bir şafağı selâmlar;
Sana penbe baharın müjdesini getirir!... (s.63)

İLK YARA
Gülüyordu: Mâvi göke, bulutlara, göllere;
Gülüyordu: Minâreye, kiliseye, her yere;
Gülüyordu: Akan suya, uçan kuşa, çiçeğe;
Gülüyordu: Yangınlara, hançerlere, her şeye.
Hekim geldi, ona dahi gül dudaklar açıldı;
Tombul eller uzanarak: ‘Hıh, hıh!’diye atıldı;
Çok geçmedi, ev içine yayıldı bir yaygara;
Mini mini bir bazudan kan damlattı bir yara.
Şimdi her kim kendisini kucaklamak isterse,
En sevdiği oyuncağı göstererek, ‘Gel!’ derse,
Artık öyle atılmıyor, elleriyle itiyor.
Sonra o gül dudağını kıvırarak ağlıyor;
Ninesinin kucağında kendisini saklıyor
Ve başını kaldırarak, ‘Anne, deh, deh yap!’diyor. (s.67)

ÇOCUKLAR
Diyorlar ki, “Bak, ne güzel dem çekiyor şu bülbül;
“Bak, bir yerde yetişir mi, böyle bir has, sad-berk gül?
“İkisinden birini seç, hangisi çok güzeldir?
“Sana gül mü, şu bülbül mü kendisini sevdirtir?...
Ey çocuklar, ben sizleri onlardan çok severim;
Yüzünüze her gün baksam yine doymaz gözlerim;
Şu dünyâda sizler kadar sevecek şey bulamam;
Âh sizlerden aldığımı hiçbir şeyden alamam.
Onlar ne ki?...Bu toprağın bir çiçeği, hayvanı!
Sizler ise onun büyük bir mahlûku, insanı;
Onun viran yerlerini şenletecek evlâdı!
Sizlersiniz, onun ağlar gözlerini silecek;
Sizlersiniz, onun için candan geçip ölecek;
Sizlersiniz onun aşkı, ümidleri, hayâtı!... (s.9

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,74 M - Bugn : 10440

ulkucudunya@ulkucudunya.com