« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 Oca

2012

ŞEYH GALİB’İN ŞİİR ANLAYIŞI

Mahmut KAPLAN 01 Ocak 1970

ÖZET
Şeyh Galib divan şiirinin son büyük şairidir. Bu makalede, Sebk-i
Hindî’nin bu önemli şairinin şiir ve şairle ilgili görüşleri tespit edilmeye çalışıldı.
Bu amaçla şairin Divan’ı ve Hüsn ü aşkı tarandı.
Divan şairleri genellikle kasidelerinin fahriyelerinde ilgi düşürerek şairlik
yetenekleriyle övünürler. Bu şairane övünmenin yanında şiirle ilgili
düşüncelerini de açıklama fırsatı bulurlar. Zaman zaman gazellerde de şiir
anlayışlarını sergilediklerini görmek mümkündür. Bunlara divan dibacelerini de
ekleyebiliriz. Divan şiirinin kendini tekrarlamaya, tıkanmaya başladığı bir
dönemde Sebk-i Hindî, şairlerimiz için yeni bir teneffüs imkânı sağlamıştır.
Divan şiirinin son büyük ustası Şeyh Galib, hem Divan’ında1 hem de Hüsn ü
Aşk2 adlı mesnevisinde şiir ve şair hususundaki düşüncelerini açıklamış, hangi
şairlerden etkilendiğini, hangilerini beğendiğini söyleyerek kimleri aşma
amacında olduğunu değişik vesilelerle ifade etmiştir. Bu tercihler, Galib’in şiir
anlayışını vermesi bakımından dikkate değerdir. Kasidelerinin fahriyelerinde ve
gazellerinde şairliği ile övünmüş, şiirden ne anlaşılması gerektiğini, şiirde ne gibi
özellikler bulunmasını istediğini açıkça belirtmiştir. Galib, divan şiirinin bütün
imkânlarını tükettiği bir çağda adeta bir yeniden dirilişi gerçekleştiren şairdir.
Talat Sait Halman, “Bir de hep diyoruz ki, divan edebiyatının son büyük şairidir
Şeyh Galib, ama onu söylerken unuttuğumuz bir nokta var. Belki de modern
Türk şiirinin ilk büyük şairidir. Bence Türk modernizmi, Osmanlı modernizmi,
edebiyatta Şeyh Galib’le başlar.”3 diyerek bu şairin edebiyatımızdaki önemine
vurgu yapar.Bu yazımızda Galib’in şairi nasıl tanımladığını, şiirden ne
anladığını, şiirde ne gibi hususiyetler aradığını eserlerinden yola çıkarak tespit
etmeye çalışacağız.
Şair Kimdir? Şeyh Galib4 bu soruya şöyle cevap vermektedir5: Şair,
nükte-senc(nükte tartıcı)6 , suhan-senc (hesaplı, ölçülü konuşan)7, ehl-i dil,
* Prof. Dr. Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
1 Şeyh Galib Divanı, haz. M. Muhsin Kalkışım, Ankara 1994.
2 Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk, Haz. Orhan Okay- Hüseyin Ayan, İstanbul 1975.
3 Talat Sait Halman, “Şeyh Galib ve Divan Şiirinin Değeri”, Şeyh Galib Kitabı, İstanbul 1995, ss.191-
192.
4 Metinde Divan D, Hüsn ü Aşk HA ve gazel g ile gösterilmiştir.
5 M.Kaya Bilgegil , Hüsn ü Aşk’ın başında yer alan incelemesinde , Galib’in nasıl bir şairlik tabiatı
düşündüğü sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Havz-ı feyz,-zahirî mânâlarıyla- ışığın, aydınlığın,
suyun, şarabın, mâdenin, gevherin, mücerredin... sihirli bir telkin sühunetinde yumuşayıp, eriyip
birliğe yönelen bir terkip halinde mısrâa sirâyet ettiği, her mısrâda ayrı bir tenazur aynasından içe
vuran, yalnız duyguların “âşinâ” çıkabileceği bir şiir pırıltısıdır.”. Hüsn ü aşk, s. XIII.
6 Divan, g.225, s.376
7 Hüsn ü Aşk, s. 38
güzel meşrepli ve mutedildir. Şair olacak kişide dert ve üzüntü bulunmalıdır;
onun bir çok belalara uğraması kaçınılmazdır. Galib’in bu genel tariften sonra
şair için öngördüğü husus şudur: Yanağa ve dudağa tenezzül etmeyip
görülmedik gül açmalıdır. Şiirin çıktığı bütün yollarda koşturduktan sonra
“hayâl şahini” şiir ceylanını avlamalıdır. Şair dedikodularla uğraşmamalı, fikir
şarabının denizine dalarak inci çıkarabilmelidir. Aksi halde kaş göz kelimelerini
bir araya getirerek, yerli yersiz Arapça kelimeler kullanmak şairlik değildir.
Galib, böyle şairleri bir yumurta yumurtlayıp gıdaklayarak bütün köyü ayağa
kaldıran tavuğa benzetir:
Mânende-i mâkiyân-ı garrâ
Yek beyzâ hezâr fahr ü da’vâ8
Şair, ağızlarda sakız gibi çiğnenen (hayide) sözlerle uğraşmak yerine “taze
eda”ya el atıp9
“yeni bir yol” açarak, denenmemiş ve denilmemiş olanı bulup
söylemeye çalışmalıdır:
Merd ana denir ki aça nev-râh
Erbâb-ı vukûfu ede agâh
HA.s.43
Şairlerin sözleri gönül ve aşkla ilgilidir:
Şâirleriz alaka-i dildir kelâmımız
Yek rişte üzredir güher-i intizâmımız
D.g.110, s. 312
Şairin aşktan başka bir şeye söz cevherini harcaması uygun değildir:
Hiç aşktan özge şey revâ mı
Sarf etmege gevher-i kelâmı
HA.s.44
Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi Galib , şairi şiirleri ve mazmunları
yeni bir eda ile söyleyen kişi olarak tanımlamaktadır.
Şiir Nedir?10 Galib , eserlerinde şiirin tanımını bir kilim gibi ilmik ilmik
dokur. Bir resmi tamamlar gibi bu tarifi parça parça verir. Her şeyden önce söz
Allah’ın armağanıdır; insan bu hediyeye lâyıktır.11 Şiir bir mu’cize, dil kılıç,
kâğıt ise peygamberdir; güzellik ülkesi bu araçlarla fethedilir:
Feth ü teshîre yeter kişver-i hüsnü Galib
Mu’cize şi’r ü zebân tîğ ü peyember kâğıd D.g.39,s.270
Şiir, kalpten doğan bir gönül çocuğudur. Şiirde ilham ve şairlik yeteneği
her şeyden önemlidir:
Veled-i kalb yeter zâde-i tab’ım Galib
Pîr-i endîşeme etfâl-i gam olmasa mürîd
D.g.41,s.171
Galib, “lafız”larının şişesinde hayal perisinin kanat çırptığını söyler. Onun
sözleri, hayal gücünün ulaşabileceği en uç noktaya, sihir derecesine ulaşmıştır:
Kelimeler şişe, hayaller ise peri çocukları. O, kelimelere yüklediği yeni
anlamlarla onları büyüleyici bir söyleyişe ulaştırır:
Şîşe-i elfâzımız sahbâ-yı tahkîk istemez
Bir perîzâd-ı hayâle cilvegehdir her biri
D.g.325,s.427
Şair için sihir kadar etkili bir şiire ulaşmak kolay olmamıştır. O, ateşler
içinde yanarak sözü inci haline getirmiştir:
Yah-pâre kadar kıymeti yokdur bilir ammâ
Galib düşüp ateşlere nazmı güher etti
D.g.322,s.425
8 Hüsnü Aşk, s.136-137.
9 Hüsn ü Aşk, s.138.
10 M.Kaya Bilgegil, Şeyh Galib’e göre şiir nedir sorusunu, “Şu halde Galib’e göre şiir, ne önce
bulunmuş mazmunlar, ne mustalah tâbirler, ne Arapça ibâre, ne ağdalı edâ, ne belâğat kaidelerine
uygunluk, ne mânâca ilgili lafızları bir araya toplayabilme hüneri, ne çehre güzelliğinden
bahsetme, ne herkes tarafından beğenilen söz, ne de ehli dışında başkalarına açık bulundurulan
tam bedâhettir.” İfadesiyle cevaplandırır. HA, s.XI.
11 HA.s.131.
Galip şiiri, dilediği mecrada akıtma gücüne sahip olduğunu ve kimseye
geçit vermediğini söyler . Bu yüzden o, devrinde ferd-i yegâne olarak kalmıştır:
Vermedi bir kimseye Galib geçit
Kande çevirdiyse söz ırmağını
D.g.312,s.420
Şiir yüce bir saraydır.12
Gazel nazım şeklini sık sık anan şair onu, güzel
tasviri yapan şiir olarak niteler. Gazelin ödevi güzeli övmektir:
Galib ma’ârifin de safâsı değer velî
Cânân vasfıdır hele aslı tegazzülün
D.g.180,s.350
O kendisini, kalem gibi , şiir zemininde kökleri ve saçakları kıvrılıp
bükülmüş mısralarla beslenen bir ağaca benzetir:
Hâme-veş perverdeyiz Gâlib zemîn-i şi’rde
Mısra-ı pîçîdedir gûyâ ki bîh u rîşemiz
D.g.113,s.314
Şiirlerinde binlerce sır incisini gizlemek için kimsenin istif edemeyeceği
beyitler söylemiştir.13
Kalemi süratli bir at gibi aşka gelerek zemini, zamanı ve
bütün nakış ve resimleri ateş haline getirmiştir. Galib, şiirlerinin yakıcılığını şu
beyitlerle söyler:
Meğer kilk-i sebük-cevlânın olmuş germ-rev Gâlib
Zemîn âteş zamân âteş bütün nakş u nigâr âteş
D.g.139,s.328
Galib sözüm âteşîndir hep
Hâmem bana hem-zebân-ı dildir
D.g.101,s.307
Yakıcı olmayan şiirlere mana kuşları konmaz; hiç gül bahçesi
semenderlere mekân olur mu?
Nazm-ı bî-sûzişe mürgân-ı ma’ânî konmaz
Gülşen olsun mu semenderlere bâğ-ı yâkût D.g.25, s.262
Galib’in ateş , kırmızı ve yeşil dışında şiirde önemsediği renkler siyah ve
beyazdır. Siyahın, “... göz kamaştırıcı olanın rengi olduğu açıkça anlaşılıyor.
Işığın fazlalığıdır. Gündüz ışığını örtüp mahremiyete, samimiyete, saflığa davet
eder. Dışsal dünyaya ve dışsal algı organlarına göre mani olup iç dünyaya ve
içsel duyuların açılmasına imkân verir. Var olan, ama gözle görülemeyen, maddî
olmayan, anlayış gibi, sevgi gibi, muhayyile gibi zihinsel, imgesel, duyusal
şeylerin alanına götürür. Maneviyat dünyasına, gayba, ve hayale götürür hayal,
fantezi olarak değil de Galib’in bağlı olduğu düşünce geleneğindeki gibi bir yeti
ve o yetinin tecrübe alanı (Âlem-i hayal, Âlem-i misâl) olarak anlaşılırsa. Böyle
şeyler görülür olmadıklarından karanlıkta gibidirler, ama aydınlatıcı olurlar.”14
Siyah renk Hüsn ü Aşk’ta genellikle olumlu kullanılmıştır: “Hüsn ü Aşk’ta
siyahın sadece olumsuz olduğu, saf olumsuz olduğu bir tek mazmunu bile yok.
Olumsuzluğu ya hafife alınır, ya da önce engel gibi görünen karanlık, aydınlığa
çıkar bir geçit olur, hatta aydınlığın kendisine, aydınlatıcılığa dönüşür.”15
Holbrook, Hüsn ü Aşk’ta geçen “nûr-ı siyah”la ilgili olarak şu alıntıyı verir: “nûr-ı
siyahı şöyle anlatır İzutsu: İnanın olgunlaşma evrimine, yaşantının doruk
aşamasına, aklın ve dolayısıyla dilin ötesinde birdenbire aydınlanma seviyesine
ait bir tecrübenin adı.”16 Kudret Altun da bu konuda Holbrook’un görüşlerini
paylaşır, kalbin içinde bulunan ve eskilerce anlayış ve duygunun merkezi
sayılan siyah ben, tanımını verdikten sonra Kaya Bilgegil’in nokta-i süveydayı
“Nûr-ı Muhammedî” ile ilişkilendirdiğini söyler. 17 Bu renklerden ateş, kırmızı
12 Divan,g.271,s.398.
13 Divan,g.51,s.277.
14 Victoria Holbrook, “Mazmun mu Klişe Yoksa Devralınmış Mazmun Kavramı mı? Galib’in Hayalinde
Renk ve Yorumu”, Şeyh Galib Kitabı, s.137.
15 Victoria Holbrook, a.g.m, s.139.
16 Victoria Holbrook, a.g.m, s.136.
17
Kudret Altun, “Hüsn ü Aşk’ta Gece Nur-ı Siyahtan Aydınlığa”, İlmî Araştırmalar, İstanbul
2000,S.10.ss.9-18.
rengi ve ıstırabı; yeşil yeniliği ve tazeliği; beyaz kâğıdı, temizliği ve berraklığı ifade
eder. Bu renklerin bir araya gelişi Galib’in şiirlerindeki çeşitliliği, büyüleyici renk
cümbüşünü ve estetik baharını ifade eder18:
Feyz-i midâd-ı hâme-i yâkûtum19 eyledi
Evrâkı pür-nigâr sefîd ü siyâh u sürh
Gâlib gül-i mezâmin ü elfâz-ı sâdeden
Kâğıd siyeh-bahâr-ı sefîd ü siyâh u sürh
D.g.35
Şiir, kendisinden mecazlı anlatım beklenen güzel kokulu bir “gül-i ra’nâ”
dır,20 ifadesi şairin imaja verdiği değeri ifade eder. Ona göre şiirden anlayan bir
kimsenin beğendiği, renkli hayallerle dolu bir beyit dünyalara değer:
Bir ehl-i sühân ki ide tahsîn
Bin çarha değer o beyt-i rengîn
HA.s.43
Galib’e göre şiirde, herkes tarafından bilinmeyen, herkesin kullanmadığı
(garip) kelimelere yer verilmemelidir. Çünkü gazelde manaların hareketi aşina
sözlerle olur. İnsanların bildiği, yerleşmiş kelimelerin çevresinde zengin bir
çağrışım atmosferi meydana gelmiştir. Galib, şiir dili konusunda Nabî’yi
eleştirirken kendisi de çok terkipli mısralar yazmaktan kurtulamaz: “Bir defa
Galib’in şiiri, derin hayal örgüsüyle yoğrulmuş olup fazla terkiplidir (sebk-i
Hindî). Oysa kendisi fikir olarak Nabî’yi bile, dilinin külfetli olmasından dolayı
muahaze etmektedir.”21
Okuyucu, aşina olduğu kelimelerle söylenmiş bir şiirden daha çok haz
alır. İrem bahçesine yabani ot yakışmadığı gibi şiire de garip kelimeler yakışmaz:
Aşinâ lafz iledir cünbüş-i ma’nâ-yı latîf
Gülsitân-ı İrem’e sebze-i bîgâne abes
D.g.29,s.264
Şiirde “vuzuh”a iltifat etmeyen Galib, sözün fazla açık olmasının şiirden
uzaklaştıracağına inanır. Şair bunu yakalayıncaya kadar pek çok tecrübe
geçirmelidir:
Olmaya sözü bedîhî-i tâm
Ede nice tecrübeyle itmâm
HA.s.43
Gazelin güzelliği, bir gelin gibi edebî sanatlar ve mazmunlarla süslü22;
mısralarının da birbirine uygun olması ile mümkündür. Kısacası beytin her iki
mısraı uyum içinde buluşmalıdır:
Pîrâne düştü ol kadar Es’ad ki bu gazel
Mısra’larının birbirine iltikâsı var
D.g.95,s.303
O’nun şiirdeki hedefi çok daha ötededir. Galib, şiirinin sadece yer
yüzünde değil, gökte de melekler tarafından beğenilmesini sağlamak için çok
uğraşmış, yeni zeminler yoklamış ve başarılı da olmuştur:
Ne tâze zemînler bulurdu Galib-i zâr
Sözün felekde melekler pesend edinceye dek D.g.175,s.34
Galib’in istediği şiirin tanımına ulaşabilmek için onun şiirde aradığı
özellikleri tespit etmemiz gerekir. O, şiir (özellikle gazel) bir çırpıda
söylenmişçesine güzel olmalıdır, diyerek böyle şiirler yazdığı için övünür:
Meclis-i ehl-i sühanda yek kalemdir bu gazel
Es’adâ söz var mı hüsn-i tab’ u isti’dâdıma D.g.287,s.407.
Şiirde İ’câz: Şiir, mucize derecesinde benzersiz olmalıdır. Bu bütün
divan şairlerinin de biricik hedefidir. “İ’câz” her şair için bir “kızıl elma”dır;
18 Galib’in şiirlerindeki renkler başka bir makalenin konusu olacaktır.
19 Yakut kelimesi İslâm dünyasında hat tarihinin önemli merhalelerinden biri olan Yakut Musta’sımî
(ö.698/1298)’yi hatırlatacak şekilde tevriyeli kullanılmıştır. Yakut için bkz. M.Nihat Çetin, İslam
Ansiklopedisi, C.13, İstanbul1986.s. 352 vd.
20 Divan,g.88,s.300.
21 İskender Pala, “Galib Vardır Şeyh Galib’den İçerü”, Şeyh Galib Kitabı, s.163.
22 Divan,g.151,s.334.
bütün çabalar ona ulaşabilme yolunda harcanır. Şairin bu hususu işleyen bazı
beyitlerini örnek olarak sunuyoruz:
Es’ada kâdir iken mu’cize Hârût-ı kalem
Râh-ı eş’ârda sihr etme büyük câhımdır
D.g.70,s.290
Edip nazm-ı bülendim silm-i ma’nî-i Hanîf Es’ad
Mesîh-i kilk-i pâki târem-i i’câza yol bulmuş D.g.137,s.327
Sen hemân Galib hamûş ol da’vi-i i’câzdan
Bu gazel çok şa’ir-i meşhûra eyler i’tirâz
D.g.145,s.331
Ser-hadd-i nazmı bulmadı tab’-ı sühanveri
İ’câza vardı Galib’in eş’ârı neyleyim
D.g.224,s.375
Şiirde Mana yeni, örijinal ve kimse tarafından söylenmemiş olmalıdır.
Diğer şairler gibi Galib de “bikr-i mana” ardından koşarken şiiri, “bikr-i mana”yı
arama yolunda Leyla’nın düğününde feryat eden Mecnun’un mersiyyesi gibi
olur:
Bikr-i ma’nâya tahassürle nevâ-yı suhanım
Sûr-ı Leylâdaki mersiyye-i Mecnûn gibidir D.g.72,s.290
Şiiri şiiri yapan elbette yeni, yeni olduğu kadar da renkli manalardır.
Çünkü bu, gazel yazmada kalemin ödediği kan bahası sayılıp aynı zamanda
şiirin hüzün verici olması gerektiğini de ima etmektedir. Şiir, güzeli tasvir
ederken düşünce gücü ünlü ressam Mani titizliğiyle çalışır:
Es’adâ ma’nî-i nev tıfl-ı nev-âmûz bize
Fenn-i endîşede üstâd derler o biziz
D.g.122,s.319
Eylemiş ol sanemi Mânî-i fikrim tasvîr
Eser-i hâme-i pergârına mâşa’allâh
D.g.295,s.410
Şiirde söz “lafız”, mana mumunun pervanesi olmazsa bir işe yaramaz23;
kâkülden maksat yağma ve kargaşa olduğu gibi, şiirde de asıl olan manadır.24
Galib, harfleri üzerlik tohumuna, manayı ise ateşe benzetir.25 Şeker ve süt gibi
kelimeleri kullanmakla şiir tatlılaştırılamaz. Şiire tatlılık veren26, yüzünü
güldüren manadır.27
Galib bir başka beytinde manayı Hz. Musa’nın “yed-i
beyzâ”sına benzetir:
Yed-i beyzâ-yı ma’nâ âşikâr eylerse de tab’ı
Çıkan ceyb-i keremden şâ’ire dest-i du’âdır hep D.Kıt’a 18,s.438.
Şiir için mana şarap; söz “lafz” ise kadehtir.(D.g.76,s.294) Aşağıdaki
beyitte şair manayı aya, dili de onu ikiye ayıran parmağa benzeterek Hz.
Muhammed’in “şakk-ı kamer” mucizesine telmihte bulunmuştur:
Benim mu’ciz-beyân-ı nutk bürhânım dehânımdır
Meh-i ma’nâ-yı şakka tîg engüşt-i zebânımdır D.g.98,s.305
Bir başka beytinde Galib, manayı gök yüzüne, kendisini de, kelimelere
hayat vermekte, Hz. İsa’ya teşbih eder.28 Aşağıdaki beyitte ise şair manayı bir
ceylana, şiirini de onu avlayan kemende benzetmiştir:
Kemend-i nazmım ederken gazâl-ı ma’niyi râm
Yine de o şûhuma Galib gazel beğendiremem D.g.213,s.369
Şiirde manayı saraya29 ya da murg’a (kuş)30 benzeten Şeyh Galib, kalem
gibi başım kesilse bile duyulmamış, söylenmemiş manaları aramaktan
vazgeçmem diyerek orijinal bir şiir peşinde olduğunu söyler:
23 Divan, g.123,s.319.
24 Divan, g.147,s.331.
25 Divan, g.307,s.417.
26 Divan, g.43,s.272.
27 Divan, g.255,s.391.
28 Divan, g.102,s.307.
29 Divan, g.203,s.363.
Hâme-veş başım feda etsem de Galib eylemem
Kat’-ı hâhiş ma’ni-i nâ-güfteyi teftîşden
D.g.265,s.396
Ancak bu arayışın hiç de kolay olmadığını vurgulamaktan kendisini
alamaz:
Hafîdir hüsn-i ma’nâ gibi Galib
Bilen vasf edemez ma’nâ-yı hüsnü
D.g.306,s.417
Şiirde Mazmun: Şiirde mazmunların önemini her fırsatta vurgulayan
Galib, bunu gül31 ve gonca örneği ile anlatır:
Sen Es’ad düşürürsün gonca-i mazmûnu hep ammâ
Bu tarh-ı dil-keşe teşrîf eden yârâna kalmaz hîç D.g.31,s.265
Mazmunun tanımını yapmayan şair daha çok bu “gül” ve “gonca”
teşbihleriyle şiirde söylenmemiş olan mazmunu yakalamaya çalıştığını dile
getirir. Mazmun konusunda yazılanları değerlendirdiği makalesinde Kenan
Erdoğan, şairin bu husustaki düşüncelerine, “Mânâca ilgili sözleri bir araya
getirmek (ki bağlı unsur denilen mazmunun gereklerinden biridir.), sadece bir
oyun ve bir hünerdir ve musaffâ (saf) şiirden nasibi olmayanların işidir. Onlar
sözün gösterişine ve dışına bakarlar.” ifadesiyle ışık tutar.32 O, yeni bir üslûp
peşinde olup incelik ve mazmunun tek başına şiir için yeterli olmadığının da
farkındadır.
Çün şive-i nâza mâiliz biz
Bir tâze edâya kâiliz biz
Yoksa ne nezâket ü ne mazmûn
Da’vâ-yı fazilet ile meşhûn
HA.s.138
Şiirde Hayâl: Galib, şiirin temel öğelerinden olan hayal konusunu sık
sık işler. Hayali, sebz-âba ve kuşa 33, benzeterek şairlikte i’câz derecesinin
hayalle ölçüldüğünü belirtir:
Bu söze Kur’ân gibi îmân eder ehl-i sühân
Şâ’irin Galib tahayyül rütbe-i i’câzıdır
D.g.55,s.280
Galib, Kur’an örneğini vererek tahayyülün şiir için ne denli önemli
olduğunu anlatıp kendisini bu alanın Aristo’su olarak över . Öyle bir hayal
gücüne sahiptir ki kalbi Aristo’nun İskender’e yaptığı ayna gibi dünyayı
tarassut edebilir:
O Aristo-yı hayâlim ki cihan
Seyrgâh-ı rasad-ı kalbimdir
D.g.69,s.289
Her devirde yüksek hayal gücüne sahip ancak bir iki şair bulunduğunu
söyleyen Galib, onların da saf hayallerini sarf ederek i’caza ulaşabildiklerini
vurgular:
Her devrde bir iki sühan-sâz
Elbette eder beyân-ı i’câz
Sarfetme ile hayâl-i sâfın
Arzeyler edâ-yı i’tirâfın
HA.s.135
Kalem: Şair çoğu kez kalemi teşhis ederek şairliğinin gücünü anlatır.
Kalemini fıskiyeye ve gezdiği her yeri yeşerten Hızır’a benzetir34. Eğer der,
kalemim divan arsasını yeşertmeseydi fikir cennetinin gülleri bitmezdi(
açmazdı):
Gülleri Galib yeşermezdi behişt-i fikretin
30 Divan, g.172,s.345.
31 Divan, g.35, g.289,s.407; g.177,s.348.
32
Kenan Erdoğan, “Mazmun Üzerine Yazılanlar ve Divan Şiirinde Kullanılan Bazı Mazmun ve
Remizlerin Niyazî- i Mısrî’de Kullanılışı”, C.B.Ü Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, Manisa 1997, S.1.
s.279.
33 Divan,g.61,s.284, g.47,s.275,.
34 D,g.58,s.282.
Etmeseydi Hızr-ı hâmem arsa-i divânı sebz D.g.108,s.311
Her ne kadar baharın akıcı şiirleri eski ise de Galib ‘in kaleminin feyzi
zemini yenilemiş; köhne, eskimiş nazım meydanını yeni bir şiir vücuda getirerek
tazelemiştir:
Zemîni tâzeledi feyz-i hâme-i Galib
Egerçi köhnedir eş’âr-ı âbdâr-ı bahâr
D.g.104,s.308
Galib zemîn-i köhneyi Hızr-ı hayât-veş
Geçdikçe kilk-i sebz-pâyin nev-zemîn eder D.g.62,s.285
Galib şiirde tazelik (yenilik) kavramı üzerinde önemle durmuştur. Güzel
şiirler ortaya getirmek kolay değildir. Mutsuz kalemi, kanlı gözyaşlarını sel gibi
akıtarak şiir gül bahçesini tazeler:
Galib sirişk-i alin edip cûybâr-ı hûn
Gülzâr-ı nazmı hâme-i nâ-kâm tâzeler
D.g.75,s.293
Galib’in Şairliği Şeyh Galib’in şairliği konusunda bütün kaynaklar
birleşir. Bütün görüşleri sıralamak bu yazının uzamasına sebep olacağından
sadece bazı bilim adamlarımızın görüşlerini vermekle yetineceğiz. Sedit Yüksel,
“Galip, kendisinden önceki Türk şairlerine benzememek yolunda bir taraftan
Buharalı Şevket’in çok ince ve girift hayallere dayanan tarzı (Sebk-i Hindî)nı
örnek alırken diğer taraftan şair atalarının beş yüz yıl boyunca işleyip
olgunlaştırdıkları mistik mazmunlara tevarüs etmiş bulunuyordu. O, bu hazır
unsurları , emsalsiz tahayyül kudreti ve büyük sanatçı istidadıyle kaynaştırarak
gerçekten en güzel mistik şiiri meydana getirmekle –tâbir câizse- bir nevi neo-
mysticisme yapmış oldu.” 35, Ali Alparslan, “Şeyh Galib’in sanatının en orijinal
tarafı, bağlı olduğu Sebk-i Hindî akımının icâbı, hususî bir üslûp sahibi
olmasıdır. Bu yüzden, onun şiirleriyle karşılaşan bir kimse derin hayaller
yanında, mücerret (yalın) kelimeler isim ve sıfat tamlamaları ve birleşik sıfatlarla
örülmüş ifade tarzlarını anlamakta zorluk çekebilirler. Lâkin hemen söyleyelim
ki, bu çeşit bir ifade ve anlatım tarzı şiir diline yeni ve orijinal bir çeşni ve
zenginlikle birlikte birlikte bir de renk kazandırmıştır.”36, Orhan Okay, “Şeyh
Galib, tam bir divan şairidir şüphesiz. Onda eskiden gelen ve tekrarlanan pek
çok mazmun ve şekil vardır. Fakat o, olağanüstü yeniliklerin de peşindedir. Batı
sanatını bilmeyen veya tanımayan bu sanatkâr bir süre sonra, kendi yaşadığı
çağda, içinde bulunduğu toplumun tedrici yenileşmelerine dahi şahit olacaktır.
Bunlara paralel olarak Osmanlı şiirinin geleceğinin rüyasını görmek istiyordu.
Bunun için, şiirde yaptığı hamlenin farkında ve şuurunda bir sanatkârdır.
Mesela fahriye, divan şiirinde bir gelenektir sadece, ama Galib’de, bir erken
poetika karakterinde görünür.”37, İskender Pala, “ Şeyh Galib, Türk edebiyatının
en müstesna şairlerinden biridir. Ama hiçbir zaman Mevleviliğin dışında bir şair
değildir.”38 diyerek şairi değerlendirirler. Galib, şairliğini bir fahriye niteliğindeki
şu rubaisinde mükemmel bir şekilde dile getirmiştir.
Ol şâ’ir-i kem-yâb benim kim Galib
Mazmunlarımı anlamamak ayb olmaz
Yektâ güher-i gayb-ı hüviyyetdir hep
Gavvâs-ı hıred behrever-i gayb olmaz
D. Rubai 19,s.445
Şairliğinden emin olan Şeyh Galib, kendisi için, “mu’ciz-beyân (anlatışı
herkese benzemeyen), mu’ciz-dem(nefesi mucize gibi etkili olan)39, pür-gûluğa
heves etmez (çalçene olmayan, az şiir söyleyen)40, sühân-icâd (söz, şiir icad
35 Sedit Yüksel, Şeyh Galip Eserlerinin Dil ve Sanat Değeri, Ankara 1963, s.165.
36 Ali Alparslan, Şeyh Galib, Ankara 1988, s.18.
37 Orhan Okay, “Galib dede’nin Dramı”, Şeyh Galib Kitabı, s.82.
3838 İskender Pala, a.g.e, s.162.
39 D. s.67, g.179,s.350.
40 D. s.82.
eden,orijinal şiir söyleyen), şair-i pür-zûr (zorlu, şairliği çok güçlü)41, ummân-ı
gevher (inciler, elmaslar okyanusu)42, nakkâd (şiirin iyisini kötüsünü ayıran)43,
meşrebi hoş-âmedden berî (tabiatı başkalarının hoşuna gitmeye çalışmayan)44,
suhan-perdâz-ı aşk (güzel aşk şiirleri söyleyen)45, pâkîze-edâ (temiz, saf üslup
sahibi)46,
şeker-rîz (şeker saçan)47, tab’ının sultân-ı istignâsına
tâbi(tabiatınıntokgözlülük padişahına bağlı, başına buyruk)48, ruhu’l-kuds
(Cebrail-mecazî olarak-)49, dil-pezîr (gönle hoş gelen)50 nükte-senc-i eş’âr (şiir
nüktelerini değerlendiren)51, anka-yı ma’nâ (mana ankası)52, ser-efrâz-ı hitâb
(benzerlerinden üstün hitap eden)53
tûtî (papağan)54” gibi sıfatlar kullanır.
Bütün bu sıfat ve yakıştırmalarda haklı olduğu tezkireciler, eleştirmenler ve söz
ustaları tarafından kabul edilmiştir. Peki Galib bu övünmelere hak çıkaracak
şairlik yeteneğine nasıl ulaştı? Bu sorunun cevabı Hüsn ü Aşk’ta açıkça
verilmiştir: Şems-i Tebrizî ile Mevlana’nın feyzi, himmeti ve ilhamları sayesinde:
Dil-zinde-i feyz-i Şems-i Tebrîz
Ney pâre-i hâme-i şeker-rîz
HA.s.47
Feyz erdi Cenâb-ı Mevlevîden
Aldım nice ders Mesnevîden
HA.s.350
Her ne kadar yukarıdaki sözler adı geçen mesneviyi övme sadedinde
söylenmişse de bunun, bütün şiirleri için geçerli olacağı unutulmamalıdır. O,
fakr elbisesi içinde, Şevket-i Buharî tavrı takınmasına sebep olarak aşk hünkârı
Hz. Mevlana’ya olan hizmetini gösterir , O’ndan feyz aldığını belirterek her şair
bu ihsana mazhar olabilir mi diyerek bunu bir iftihar vesilesi sayar:
Vesîle hıdmet-i hünkâr-ı aşkdır Galib
Libâs-ı fakrımıza tavr-ı Şevketânemize
D.g.276,s.401
Galib’e feyz-i sühân Hazret-i Monladandır
Tekye-i fahr-ı mahabbetde demin çok çekdim D.g.223,s.374
Ser-be-ser eş’âr-ı Galib dil-pezîr olsa ne var
Her suhanver mazhar-ı ihsân-ı Mevlânâ mıdır
D.g.99,s.306
Bir başka beyitte ise şairliğinin Hak vergisi ya da dostların himmeti eseri
olduğunu söyler.(D.g.294,s.410) Fahriyelerindeki şairane övünme göz ardı
edilemeyecek kadar gerçekleri de içermektedir. O kendisini, vatandaşları mana
ve söz olan, şiir ülkesinin padişahı olarak görür.(D.g.2,s.249) Onun şiirleri
Hocend şairlerini kıskandıracak kadar güzeldir.(D.g.187,s.354) Galib’in, yaptığı
işin farkında olarak, Hüsn ü Aşk’ı överken söyledikleri bu hususu işaret
etmektedir:
Tarz-ı selefe tekaddüm ettim
Bir başka lûgat tekellüm ettim
.....
41 D. s.84.
42 D. s.89.
43 D. s.91.
44 D. s.96. Yukarıdaki ifadenin iyi anlaşılması için beyti yazıyoruz:
Şâ’irim ammâ hoş-âmedden berîdir meşrebim
Ben mutî’im tab’ımın sultân-ı istiğnâsına
45 D. s.344.
46 D. s.355.
47 D. s.231.
48 D. s.96.
49 D. g.80,s.295.
50 D.sg.99,s.306.
51 D. g.225,s.376.
52 D. s.250, g.209,s.367.
53 D. g.128,s.321.
54 D. s.429.
Billâh bu özge mâcerâdır
Sen bakma ki defter-i belâdır
HA.s.347
O, kendisinden önceki şairleri, “başka bir lûgat” konuşarak geçmiş,
başkalarının geçmediği ender bir vadide şiirler söylemiştir. Bütün şairlere,
kendine güvenen varsa şiirlerime nazire yazsın, diyerek çağrıda bulunur:
Gördün mü bu vâdî-i kemîni
Dîvân yolu sanma bu zemîni
Engüşt-i hatâ uzatma öyle
Beş beytine bir nazîre söyle
HA.s.347-348
Galib, şiir zemininde zurefânın “mazmun gülü” yetiştirdiğini, kendisinin
ise bu güllerden bir deste devşirmeye geldiğini söyler:
Gül-i mazmûnu bitirmiş bu zeminde zurefâ
Sardı Es’ad hevesim rabtına bir destesinin D.g.177,s.348
Galib, mesnevide eşsiz olduğu gibi, gazel yazmada da ustadır. Şairliğinin
bu yönünü ihmal edenleri görmüşçesine, bu vadide iddialı olduğunu şöyle dile
getirmiştir:
Arz-ı hâl elde figân dilde zebân şekve-künân
Geldi bu Gâlib-i divâne gazel-hân olarak D.g.171,s.345
O’na göre eskilerin yazdıklarının üzerinde kendi şiirinden daha güzel şiir
incileri nazım ipliğine dizilemez.(D.g.112,s.314) Bizim için, güzellik gelininin
duvağını açmak ayıp değildir, çünkü biz şairiz, der.(D.g.126,s.321),.
Bütün şairlere meydan okuyan Galib, kendi şiirine diğer şairlerin rakip
olamayacağını, onlara meydan okuyarak dile getirir (D.g.301,s.413). Kendi şiiri
için şu sıfatları kullanır: “şi’r-i sâf(saf şiir) (D.s.252), gül-i hod-rû (kendi kendine
yetişen gül, yaban gülü) (D.s.389), sâkinân-ı arşın ezkârı (Arş meleklerinin zikri)
(D.s.172), nazm-ı rengîn( renkli, parlak nazım) (D.s.258,276,328), ferd-i
yegâne(alanında eşsiz) (D.s.277), etfâl-i mısra’ (mısra çocuğu, taze, yeni mısralar)
(D.s.298), âteşîn (ateşli, yakıcı) (D.s.307), sûret-i şîrîn (görünüşü tatlı) (D.s.315),
pür-bûy-ı ma’ânî (mana kokuları ile dolu) (D.s.323), hoş-âyende genc (hoşa
giden, beğenilen hazine) (D.s.355), evlâd-ı nefes (nefes çocukları, ilham
çocukları) (D.g.297,s.411), sühân-ı nâdire (az bulunan şiirler) (D.g.254,s.391),
dür (inci) (D.g.112,s.314), bezm-i irfâna sâki (irfan meclisine saki)
(D.g.288,s.407), sihr-i beyân (D.s.194), ayn-ı bütûn (nesiller çeşmesi)55, ta’bîr-i
abîr (güzel kokulu anlatım, üslûp) (D.g.269), rengîn-beyân (güzel, süslü anlatım,
söyleyiş) (D.g.269,s.397).
Galib yazdıklarından daha güzel şiir yazılamayacağını iddia eder:
Bu gazeldir gül-i rûy-ı seped-i eş’ârım
Komasın Gâilb anın ehl-i kemâl üstüne gül D.g.197,s.360
Galib’in Beğendiği Şairler: Şiirlerinde, özellikle fahriyelerinde Türk ve
İranlı bir çok şairin adını zikreden Şeyh Galib, bunlardan bazılarını beğendiğini,
bir kısmını da geçtiğini ifade eder. O, Fuzulî (ö.963/1555-56), Hayâlî
(ö.964/1557), Şâhidî (ö.957/1550), Fehîm(ö.1058/1648), Neşâtî (1085/1674),
Tıflî (ö.), La’lî (ö.1112/1700), Sâbit (1124/1712), Münif (ö.1156/1747), Hanîf
(1189/1775), Derviş Niyaz (1208/1793), Reisülküttâb Râşid (1212/1798),
Nevres-i Kadîm (ö.1175/1761-62), Hulûs (1220/1805), Vak’anüvis Pertev
(1222/1807)Tezkire-i sani Arif (1228/1813), Garibî Ebubekir Çelebi (1210? ) ,
Hüseyin Raif Çelebi (ö.?), gibi şairlerin manzumelerini tanzir ve tahmis etmiş,
onlar için takrizler yazmıştır. Ayrıca Nevayî (ö.906/1501) tarzında bir gazel
yazarak bu şaire duyduğu ilgi ve beğeniyi ifade etmiştir. Yine
55 Bu ifadenin geçtiği orijinal beyit şudur:
Gireli halvet-i ma’nâya lafızdan Gâlib
Râmiz’in(ö.1202/1813) bir mısraını bir terci ile tazmin etmiş; Şâkir’in
(ö.1252/1836) adını anarak bir müstezâd yazmıştır.56
Galib’n divanında en çok andığı şair, kendisine mahlas veren ünlü
Neş’et’tir (ö.1222/1807). Onun için, “kıble-i ehl-i hüner, ârif-i billâh, sırr-ı
nihân, Şirâz bülbülü gibi sıfatlar kullanırken şiirini, “metin, âb-ı revân” gibi
sıfatlar kullanarak över ve adeta Neş’et’i kıskandığını hissettirip (D.s.98), onun
takipçisi olmakla –duyduğu saygıdan ötürü- övünür:
Hazret-i Neş’et’e tâ peyrev olunca Galib
Hâme vâdî-i belağatda dahı çok tolanır
D.g.73,s.292
Galib’in andığı Türk şairleri Fehîm (D.g.5,s.250), Hamdî (D.g.141,s.329),
La’lî(D.g.292,s.409), Fasîh (D.g.191,s.356), Neşâtî (D.g.275,s.401), Münif
(D.g.79,s.295), Nâbî (D.g.98,s.305), Hanîf ve Nedîm’ (D.g.246,s.387)dir. Galib,
Sâbit’(D.g.321,s.425)ten, daha o kalem çomağıyla oynarken, “gûy-ı edâ”yı (üslûp
topunu) kaptığını söyler:
Sâbit dahı çevgân-ı kalemle gezinirken
Galib yetişip gûy-ı edâyı kapa düşdü
Galib’in övgüyle andığı ve “peyrev” olmakla övündüğü Türk şairleri Pertev
(D.g.185, s.353, g.286,s.406) ve Rıf’at’ (D.g.326,g.23,s.261)tır.
Galib İran şairlerinden Hafız( ö.792/1389), Tâlib-i Amulî (ö.1035/1625-
26), Kelîm-i Hemedânî (ö.1062/1650-51), Sâib-i Tebrizî (ö.1081/1670-71), ve
Şevket-i Buharî (ö.1108/1695-96) gibi şairlere nazireler yazmıştır.57
İran
şairlerinden adlarından söz edip beğendikleri ise Tâlib-i Amulî (D.g.319,s.424),
Şevket (D.g.235,s.381) tir.
Bu bölümü Galib’in şu beyti ile tamamlayalım:
Seyr eyle kârın âlem-i âb içre Gâlibin
Zevrak alır sefîne-i şi’r ü gazel verir
D.g.84,s.298
Evet o, yetiştiği şiir zemininden aldıklarından çok fazlasını vermiştir.
Sonuç olarak, şiire dair görüş ve düşüncelerini tespite çalıştığımız divan
şiirimizin bu büyük ustası, içinden geldiği geleneğin son büyük temsilcisi olarak
söz hazinesinin bütün imkânlarını kullanarak, söylenmedik söz bırakmamış,
adeta söze hatime çekmiş; kendine has özgün, yeni bir lugat ve yeni bir
söyleyişle Hind Üslûbunun en güzel örneklerini verdiği büyük bir divan ve
ölümsüz bir mesneviyi geleceğe emanet etmiştir:
Gencînede resm-i nev gözettim
Ben açtım o genci ben tükettim
HA.s.348

KAYNAKÇA
ALPARSLAN, Ali, Şeyh Galib, Ankara 1988
ALTUN, Kudret, “Hüsn ü Aşk’ta Gece Nur-ı Siyahtan Aydınlığa”, İlmî
Araştırmalar, İstanbul 2000, S.10.
BİLGEGİL, M.Kaya, “Hüsn ü Aşk’a Dair”, Hüsn ü Aşk, Haz. Orhan Okay-
Hüseyin Ayan, İstanbul 1975.
BROWN, E.G., Tarih-i Edebiyat-ı İran, (Farsçaya tercüme eden Behrâm Mikdadî),
C.II, Tahran 1369.
ÇETİN, M.Nihat, İslam Ansiklopedisi, C.13, İstanbul1986
ERDOĞAN, Kenan, “Mazmun Üzerine Yazılanlar ve Divan Şiirinde Kullanılan
Bazı Mazmun ve Remizlerin Niyazî-i Mısrî’de Kullanılışı”, C.B.Ü Fen-
Edebiyat Fakültesi Dergisi, S.1, 1997.
56 Bu konuda bkz.: Sedit Yüksel, a.g.e. s.114, Abdülbaki Gölpınarlı, Şeyh Galib Divanından Seçmeler,
İstanbul 1971, s. III, Abdülbaki Gölpınarlı, “Şeyh Galib”, İslam Ansiklopedisi, C.11, İstanbul 1979,
s.464.
GÖLPINARLI, Abdülbaki, Şeyh Galib Divanından Seçmeler, İstanbul 1971.
GÖLPINARLI, Abdülbaki, “Şeyh Galib”, İslam Ansiklopedisi, C.11, İstanbul 1979.
HOLBROOK, Victoria, “Mazmun mu Klişe Yoksa Devralınmış Mazmun Kavramı
mı? Galib’in Hayalinde Renk ve Yorumu”, Şeyh Galib Kitabı, İstanbul 1995.
PALA, İskender, “Galib Vardır Şeyh Galib’den İçerü”, Şeyh Galib Kitabı, İstanbul
1995.
Şeyh Galib Divanı, (haz. M. Muhsin Kalkışım), Ankara 1994.
Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk, haz. Orhan Okay- Hüseyin Ayan, İstanbul 1975.
YÜKSEL, Sedit, Şeyh Galip Eserlerinin Dil ve Sanat Değeri, Ankara 1963.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,96 M - Bugn : 26140

ulkucudunya@ulkucudunya.com