« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

31 Eki

2022

Alışılmamış doğrular

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

Düşünceler test edilir, geliştirilir, bazı tashih ve takviye değişimlerine tabi tutulur ise düşüncedir. Hep aynı şeylerin başımıza gelmesi, alışılmamış doğruları kendi kendimize yasaklamamız ve kolaycılığa yaslanıp kalmamız yüzündendir.
Bir ülkede hukuku sadece yargıçlar mı korur?

Devleti sadece siyasiler mi işletir?

Devletin işlemesi, hukukun işlemesine; hukukun işlemesi devletin işlemesine muhtaç değil midir?

YARGI VE HUKUK

Yargıçların görevi, yasaları uygulamak ve yasalara göre karar vermek midir; yoksa, yasalar ne derse desin, soyut hukuk ilkelerine ve kavramlarına, hatta çağdaşlık gibi aydınlanma gibi, eşitlik gibi, kamu yararı gibi farklı demokrasi ve laiklik yorumları ve tanımları gibi, çeşitli kültürel-fikrî-felsefî-sosyolojik değerlendirme kabullerine ve dünya görüşü tercihlerine göre hüküm kurmak mıdır?

Yargı, anayasanın ve yasaların çerçevesi içinde mi kalacaktır; anayasaların ve yasaların kaynağı sayılan bütün kavram ve düşünce değerlerine yönelik biçimde bir ucu sonsuza kadar açık bir soyut “takdir ve hüküm” sınırsızlığını mı kullanacaktır? Mesela bir siyasi iktidarın uyguladığı iktisat politikası hakkında, yargı, “eşitlik ilkesine aykırıdır” diye engelleyici bir karar alabilir mi?

Bir çapraz soru daha soralım: hukuk mu yargıyı sınırlar, yargı mı hukuku?

Elbette ki hukuk, yargıyı sınırlar. Ona “yasalara göre karar vereceksin, doktrinlere, ideolojik yorumlara göre değil” der. “Objektif delillere göre karar vereceksin; zanlara, kuşkulara, varsayımlara göre değil” der, “Yasamanın, yürütmenin yetkilerini kullanma niteliği taşıyan sapmalar göstermeyeceksin” der. “Sadece siyaset ve partiler açısından değil, kendi ideolojik ve fikrî tercihlerine karşı da bağımsız olacaksın” der.

Yargı hukuku sınırlayamaz, ancak ona katkılar sunmaya çalışır. Hukukun literatürü, birikimi, düşünürleri, üniversiteleri, aydınları, bireylerin ve toplumların hakkaniyet inançlarına dayanma zenginlikleri vardır. Hukukun camiası, yargıçlardan ve mahkemelerden ibaret değildir; yargı o camianın sadece uygulama unsurlarından biridir ve elbette ki çok önemlidir. Fakat önemi, bütün içindeki asli yerini koruması gereğine sımsıkı bağlıdır.

Kavramların tanımını, bilimsel kurumların ve “bilgin-düşünür-aydın” emeklerinin üretimi belirler, yargı ve yargıç kararları değil. Yasaları ve anayasaları parlamentolar yapar. Yargı o birikimden yararlanarak, parlamentolar tarafından yapılmış anayasalara ve yasalara göre karar verir.

HUKUKUN VE MİLLÎ İRADENİN ÜSTÜNLÜĞÜ

Hukukun üstünlüğü, yargı’nın üstünlüğü demek değildir. Yargı, üç devlet erkinden biridir: Yasama, yürütme, yargı. Üç kuvvet de, demokratik hukukun üstünlüğünü beraberce gerçekleştirmeye çalışırlar. Yasama, görevini yapmazsa; yürütme neyi yürütecek, yargı neye göre karar verecek ve varlığının meşruiyet statüsünü nereden alacak? Yürütme görevini yapmazsa; yargı yaptırım gücüne nasıl sahip olacak? Ama yargı görevini iyi yapmazsa; yasama ve yürütme, onun görevini iyi yapmasını sağlamakla ve gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür.

Ve hukukun üstünlüğü, millî iradenin üstünlüğüne bağlıdır. Hukukun üstünlüğüne uygun bir yönetim ve uygulama, millî iradenin üstünlüğüne dayanan hür seçimler sonucunda yasamanın ve yürütmenin oluşması yoluyla gerçekleştirilebilir. Bu amacın sorumlusu, yetkilisi, dinamik gücü; yasama ve yürütmedir.

Bir demokratik ülkede yargı iyi çalışmıyorsa, bunun hesabını siyasi iktidara sorarlar; yargıçlara değil. Yargıç “dosyalar çok, kadro ve imkânlar yetersiz” diyerek kendi mazeretini söyleyebilir. Ama siyasi iktidarların mazereti olmaz. Bir başka deyişle; yargının sorumluluğu da siyasi iktidarların boynundadır. Demokratik hukuk, böyle söylüyor!

Bizde ise, “hukuk yargıdır, yasama ve yürütme hep hukuka aykırı işler yapma eğiliminde olan kuvvetlerdir!” kanaati var. Bu kadar amiyanelik taşınabilecek bir gaflet lüksü değildir! Asla değildir.

“Güven” denilen kavram, en ciddi gerçekliğine, toplumsal temyiz ve eleme hiyerarşisinin, pek fark edilemeyen ama herkesin bilfiil yaşadığı sürekli işlerliğiyle kavuşur. Düşününüz ki; bir siyaset adamı, bin türlü süzgeçten geçerek bir yerlere gelebilir. Mesela bir Tayyip Erdoğan, nerelerden geçip de bu noktaya gelmiş? Önce dar çevre; sonra daha geniş, daha da geniş nice çevrelerin çeşitli sınavlarından geçiyor. Uzun yıllar süren eliminasyon… Menderes de öyleydi, Özal da. Ve yol arkadaşları da… Bunların, ülke hayrını istememeleri mümkün mü? Arkalarında binbir çeşit tanıklar var, binbir çeşit iyi niyet referansı var; milletin kademe-kademe, safha-safha, dalga-dalga, renk-renk, mevsim-mevsim, sınavlı-deneyli onayı sevgisi var.

Ben Baykal’ın da iyi niyetinden şüphe etmiyorum. Onun gerçek tavrı; ifade ettiği eleştirilerinde değil, o eleştirilerin doğru olmadığı hâlde ileri sürülmesine icazet veren ve ifade edilemeyen kanaatlerinde, değerlendirmelerinde saklıdır. Bir gün o meseleyi de ele alırız; burada sadece güven bağlamına dokunmak istedim. Ne var ki iyi niyet, soyut mevcudiyetiyle her şeyi halletmiyor. Yanlış ölçülerin iyi niyeti, bir noktadan sonra; işte o bile bile yapılan hatalara yol açıyor ve samimiyetsizlik ortamına sürükleniyor.

Bir örnek vereyim de iyi anlaşılsın:

“Ne güzel gidiyordu. Okuyanlar ve çalışanlar arttıkça, başını örtenler azalıyordu. Modernite bu yolla bu işi halledecekti. Özgürlükleri genişletme açılımı bu gidişi durdurdu” görüşü, birçoklarınca benimsendiği hâlde böyle açıkça ifade edilemiyor! Geçelim şimdilik.

GÜVEN NE DEMEKTİR?

Evet, yasamaya yürütmeye siyasete güvenmemenin hiçbir haklı gerekçesi, hiçbir demokratik samimiyeti, hiçbir rasyonel tutarlılığı yoktur. Kapalı rejimlerde hiçbir şey olmuyor zannedilir, kapalı devre yürüyen fonksiyonlarda hiçbir arızanın bilgisi ve haberi duyulmadığı için her şey mükemmelmiş izlenimi yayılır. Buna karşılık demokrasilerde siyasiler hep göz önündedir. Mesela hiçbir meslek için eleştiri yapılamaz, yapılırsa ağır ve şiddetli tepkiler gelir; fakat siyaset için hakaretten ibaret hücumlar dahi caizdir!

Bütün bunlar, çok sakat bir güven şartlanmasına yol açıyor. Lakin bu şartlandırma salgınına rağmen, medyatik etkilenme alanları dışında, milletin çoğunluğu ve vicdanı bunu yutmaz! Yassıada’da, bütün mazlumlara hırsız dediler ve bu iftirayı basın pompalayıp durdu, ama milletin çoğunluğu acı tebessümlerle sustu. Adamları mahkûm ettikten, astıktan sonra bile suiistimal dosyaları yargılama konusu olmaya devam etti; ama bütün çabalarına ve tertip azimlerine rağmen bir tek suiistimal hükmü veremediler. Hepsi beraat etti.

Fakat ihmal edilmemesi gereken çok önemli bir nokta daha var: siyasetin milletin hayrını isteme iyi niyetine güvenilmelidir ama, itidalli değerlendirmeler yapabilme basiretine güven konusunda durum farklıdır. Bütünün denge sıhhatini koruma, yargının iyi işlemesini sağlama ve yürütmenin çeşitli fonksiyonlarını gerçekleştiren her ünitenin meşruiyet çizgisinde kalması ilkesini hâkim kılma işleri de siyasi iktidarın görevi ve sorumluluğu dâhilindedir. Bu şuurda olan bir siyasi iktidar, kendini acze düşürücü sonuçların doğmaması için gerginliklerin doğmamasına dikkat etmek durumundadır. Yadırganacak bir şey söyleyelim: Yassıada tablosunda “Bu acze nasıl düştünüz, niçin gerekli itidal tavrının ve üslubunun tedbirlerini almadınız, taşıyamayacağınız yüklerin altına neden girdiniz?” sorularının muhatabı olarak Demokratik Parti de sorumludur. Sorumludur, çünkü haklı olmak hiçbir basiretsizliğin gerekçesi ve mazereti olamaz.

* * *

VE TOPLUMUN EKSİĞİ

Bunlar alışılmamış doğrular. Prim yapmaz, rağbet görmez. Peki niçin böyle oluyor, aslî meselelere sırf üslup zaruretleri ağır ve zahmetli bulunduğu için yeterli ilginin gösterilmemesini nasıl izah edeceğiz? Bu da; seçmenin, toplumun zaafıdır. Millî iradenin üstünlüğü, sadece sandıktaki tercihi doğru yapmakla değil, onun meselelerine gerekli okuma-anlama ilgilenme görevini de yerine getirmekle gerçekleşir.

Buradaki bağlamı açık değil gibi görünecek olsa da bir alışılmamış doğruyu daha belirteceğim: Liberallerin desteği pek bir şey kazandırmaz, ama desteklerini çekmeleri çok şey kaybettirir. Bu gerçeği baştan çok iyi ölçüp biçmelidir. Not defterinizde bulunsun.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,98 M - Bugn : 4617

ulkucudunya@ulkucudunya.com