« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

24 Tem

2022

Bizim medeniyet paradigmamız

Ahmet Selim 01 Ocak 1970

"Sandıktan üç selim çıktı" diyerek "akl-ı selim, kalb-i selim, zevk-i selim" beraberliğini bir medeniyet izahı hâlinde kendi keşfi ve görüşüymüş gibi sunanlar var. İnternette görünce çok şaşırdım. Bu benim 2003'te yayınlanan Medeniyet Krizi adlı kitabımın tezidir! Aşağıdaki satırlar oradan alınmadır ve bu tutumla kıyaslanması bir negatif örneği işaretlemesi bakımından ayrıca düşündürücüdür.

'İnsan nasıl bir medeniyet düzeni içinde yaşamalı?' Medeniyet kelimesini hepsinin çerçevesi olarak kullanıyorum: "Sosyal, kültürel, hukukî, siyasî, iktisadî…' temel özellikler toplamı…

Bu soruya cevap bulacak varlık, insan. Bu sorunun konusu tabiat değil, yine insan. Yani sorunun soranı da insan, muhâtabı da insan, konusu da insan… Elcevap: "Akla uygun bir medeniyet." Akıl, insanın bir zenginliği olduğuna göre; insanın bütünlüğünü anlamadan, aklı da akla uygunluğu da anlayamayız.

... İnsanlar da akıllar da çeşit çeşit. Canavar gibi insanlar var; tıbben hasta olmayan. Böylelerin aklı sadece, yalın menfaatini düşünmeye yarar. Onun benzeri içgüdüsel olarak hayvanlarda da var: Nefsine hoş geleni ele geçirmek. Güçlüden kaçmak, güçsüzden almak... Fakat güçleri çok sınırlı olduğu için, hayvanların bu hâli bir nispet dağılımı gösterir ve ormanın dengesini bozmaz... Yaradılışıyla "insan" çok farklı. Canavarlaşmış insanlar öyle doğmamış, öyle olmaya uygun bir özle doğmamış. İnsanın özü, tekâmülü arayan bir fıtrata sahip. Ruhuyla, yüreğiyle, aklıyla, iradesiyle, bütün iç zenginliğiyle… Tekâmülü mümkün kılan iç mukayesenin ve mücadelenin menfî unsuru da nefs. Nefsini terbiye edebilirse, ruhunun bütün özellikleri ışımaya başlar. İnsan tekâmül mihverine kavuşmuş olur... Tekâmül mihveri; fıtrat mihveridir, asliyet mihveridir. Bu mihverden ayrılmamış insan, normal insandır! Daha sonra, normallik seviyesinin altında kalmaksızın, asliyet mihverinden kopmaksızın farklılaşır. Aklı ve insanı anlayabilmek için, normal olana bakmak gerekir önce. Üstün insan, normal insanın tabii hâllerinden biri.

Düşünmek, kendi içinden ufuklara bakmaktır. Düşüncenin temeli bundan dolayı samimiyettir, hasbiliktir, sevgidir. Kendi iç zenginliğini karartmış örtmüş biri, hangi gözlerle ve ışıkla ufuklara bakabilecek?

... İnsan, kendi bütünlüğündeki öz zenginliğini dışa yansıtan bir medeniyet düzeni içinde mutlu olabilir. O düzen, insanın özündeki, bütünlüğündeki sırrı, kendi özüne ve bütünlüğüne yansıtacak. Tabiattaki tek yönlü bağlılık hakikatine insanın iç zenginliğiyle buluşup "tamamlanma" boyutunu katacak.

"Akla uygun" demek yetmez. Hür insanın, aslî mihverindeki insanın aklına uygun. Aydınlanmış ve doğru (müstakim) akla uygun. Buradaki aydınlanma, Batı'daki kör edici parlamadan çok farklı bir durum.

***

Düşünmek, bir erişme ve ihâta eylemidir. İnsanın özünden hayatın özüne, insanın bütünlüğünden hayatın bütünlüğüne... Elinize geçeni ihâta ettiğiniz zaman, ondaki bütünlük renginden ve kokusundan alacağınız mesaj, sizi yeni fetih yardımlarına kavuşturur... Tümdengelimle tümevarım (tâlil ile istikra), analitik (tahlilî) metotla sentezci (terkibi) metot, burada karşılıklı etkileşim beraberliğiyle birbirini tamamlayan bir âhenk içinde işler... Cüz'î metodik tahavvülleri bir "müstakil ve münhasır" metot saymak, metot yanlışlarının temelidir, Onların hepsi, aslî (bütünlükçü) metodun çeşitli açılardan tezâhür eden sonsuz pırıltılarından birine veya bir veçhesine takılıp kalma aldanışı biçiminde oluşur. Diyalektik metot da onlardan biridir.

... Yukarıda sözünü ettiğim "fıtrat-tekâmül-asliyet" mihverinde dengeye kavuşma keyfiyetinin ilk belirleyici meselesi, ulûhiyet inancıyla ilgili durumumuzdur. Felsefede de böyledir. Pierre Leroux'un "Felsefenin konuları dinin konularıdır." sözü bu açıdan doğrudur... İnsanların, ulûhiyet inancı konusundaki tercihleri, tercihlerinin sıhhat derecesi, tekâmül yolculuğunun fikrî-genetik ana yapısını belirler. Monoteizm (saflık ve sıhhat keyfiyetiyle), politeizm, deizm, panteizm, panenteizm, ateizm, agnostisizm, tam kayıtsızlık behimîliği, fonksiyonel ateizme müncer olan kopmuşluk gafleti... Bu tablodaki durumu bilinen bir kişinin, başka izm'ler arasında dolaşırkenki durumunu ve muhtemel etkilenişlerini limitli grafikler hâlinde riyâzî bir katiyetle göstermek mümkün ve kolay.

... Ruh, akıl-idrak-iz'an-zihin, şuur, vicdan, kalp-gönül, nefs, irade; asliyet mihverindeki iç zenginliğinin kıvamlanma dönüşümlerinde gözlenen çeşitli yansımalar. Bir asgarî kifayet seviyesinde bunlar, "akl-ı selim, kalb-i selim, zevk-i selim" yoğunlukları ve ideal yöneliş taayyünleri hâlinde kristalize olmaya başlar...

... Şimdi tekrar sorup cevaplayalım: Hangi insan? Asliyet mihverindeki insan. Hangi akıl? Akl-ı selim. Hangi medeniyet? Akl-ı selimin doğru gördüğü, kalb-i selimin sevdiği, zevk-i selimin güzel bulduğu medeniyet. İnsanın bütünlük hakikatini kendi bütünlüğünde yaşatan ve koruyan medeniyet. İnsandan aldıklarını insan için çoğaltarak insana sunan ve insanıyla beraber yaşayıp tekâmül eden bir yemlenme medeniyeti. Fitrat-tekâmül-asliyet mihveri... "Akl-ı selim+kalb-i selim+zevk-i selim", o mihverde yürürken gözetilecek denge mutluluğunun ideal tasviri... Bu bir tek boyutluluk falan değil. Herkes bu yolda kendine göre bir noktaya varır; varırken çeşitlenir, farklılaşır. Ama "insan" olmak müşterek paydasının herkesçe dikkate alınması ve korunması gereken bazı temel ölçüleri ve değerleri de var. Zaten burada onu anlatmaya çalışıyoruz. Devam edelim... "Düşüncenin temel şartı samimiyettir, hasbiliktir, sevgidir. Düşünmek kendi içinden ufuklara bakmaktır" dedik.

Düşüncenin temel şartı odur ama; "inanışın-samimiyetin hasbîliğin-sevginin" de inkişafı, hayata geçmesi, düşünmekle kaimdir. Böylesine hassas bir münasebet var... "İnandım" deyip geçmekle olmaz. Düşünmezseniz, onu yaşayamazsınız; yaşanamayanı da koruyamazsınız, yüreğinizi onunla ışılamazsanız, zihninizi hürleştiren yardımdan mahrum kalırsınız. "Okumuş"lardan olmayana kapılar kapalı mı peki? Asla! "Düşünce" şartını halkımız geçmişte, müesseseleşmiş bir şifahî kültüre dayanarak yerine getirirdi. "İlmi yoksa da irfanı var" sözü bunu ifade eder.

***

Bir adım daha atalım...

Akl-ı selim, kalb-i selimden ayrı değil. Zevk-i selim, ikisinden ayrı değil. Hep etkileşirler, hep yardımlaşırlar, hep bütünleşirler. Burada devâsâ bir metodolojik problemin çözümü var; dikkatinizi çekiyorum.

İkiye ayırıyorlar: "Şurası aklın konusu, burası değil." Çok yanlış. Akılla ilgisi olmayan hiçbir konu yoktur. Tasavvuf da dahil... "Nefs, tekâmülün menfî unsuru. Onu yenip arındırmak gerekir." Ama burada da itidal şartı var: "Bazıları itminana kavuşan nefs ile de mücadele gafletinde bulunurlar. Nefs-i emmâre gibi onu da yok etmek isterler." îmam-ı Rabbani'nin bu ihtarına muhâtap olan elbette ki akıldır... Yeri gelmişken temas edelim. Tasavvufun pratik (tatbikî) yönü nefsin terbiyesiyle ilgilidir; fakat tasavvufun külli ve üst seviyedeki kuşatıcılığı fikrîdir, pratik yönüyle ilgilenmeyen bile bundan müstağni kalamaz; kalır ise, "deizm-panteizm-panenteizm..." meselelerinin içinden çıkamaz.

Evet akıl, tasavvuf üzerinde de düşünür; fakat fizikle kimyayla ilgilendiğinden farklı bir biçimde düşünür. Yani, kalb-i selimden yardım alır. Bergson'un (hatta Pascal'ın) "sezgi" dediği şey, aslında, kalbin akla yardımıyla ilgili bir durumdur. Tasavvufla ilgilenirken bu yardım en üst seviyededir; ama matematikle ilgilenirken de hiç yok değildir. Pascal'ın yaklaşımı esasen meselenin bu yönünü anlatır. Matematik düşünceyi bile sezgiden ayıramazsınız.

... Zevk-i selim, estetiğe, san'ata yakın... San'at, akılla gönül arasındadır; inceliklere, ince farklara (nüanslara) çok önem verir. Sanatla ilgilenmek, insanın ilmî meşgalesine de fayda sağlar. Dikkatlerin keskinleşmesi, arka plan sezgilerinin güçlenmesi, terkip bağlantılarının kurulması gibi konularda sanat terbiyesinin önemli rolü olabilir. "Akl-ı selim, kalb-i selim, zevk-i selim" bütünlüğünün idealine bağlı olan insan, ilimlerle, sanatlarla, düşüncelerle işte böyle bir ihata şuuru içinde meşgul olur. Onları da kendini de parçalama gafletine düşmez.

... Paradigmaysa, işte budur! Şu yazdıklarımda İslâm'ı referans göstermedim. Söylediklerimde, sadece "fıtrat" ve "tevhid" atfı var; bunlara da bütün monoteist inanışlar bağlı olmak iddiasındadır. Batı medeniyetinin üç temelinden biri olan Hıristiyanlık da aynı iddianın sahibidir. Ama o medeniyetin (modernitenin) dayandığı paradigmaya kendilerinin de itirazı vardır. Çünkü o paradigma, insanın ve hayatın bütünlüğü hakîkatine değil, parçalayıcı bir diyalektiğe göre şekillenmiştir. Postmodernist arayışlar da ondan farklı değildir; bir realite, dil ve yorum oyunlarıyla süslenebilir, boyanabilir; fakat müşahhas mevcudiyetiyle farklılaştırılamaz. Bir kayalık arazinin üzerine yemyeşil bir örtü serip "Burası verimli bir topraktır!" diye yazsanız neyi değiştirmiş olursunuz? Paradigma, kavramların ve onlarca örülecek düşüncelerin üretildiği" telakkiler algılayışlar, besleyişler" kompozisyonudur. Çarpıklık oradadır. (Batı'daki) Medeniyetin insana mutsuzluk veren kurgusu da o kompozisyonun eseridir.

"Akl-ı selim+kalb-i selim+zevk-i selim" paradigması "mutedil laiklik" ile kökten barışıktır, bunu da eklemiş olalım.

27.11.2006

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,73 M - Bugn : 5770

ulkucudunya@ulkucudunya.com