« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

10 Eyl

2018

‘Suriye’nin toprak bütünlüğünü kaybetmesinin ABD'ye değil, Türkiye’ye zararı var’

Ceyda Karan 01 Ocak 1970

Alptekin Dursunoğlu, Suriye’nin toprak bütünlüğünü kaybetmesinin ABD’ye değil, Türkiye’ye zararı olacağını belirtti. Dursunoğlu, Türkiye’nin İdlib’te ABD ile hareket etmesinin yararına olmadığının altını çizdi.

Ortadoğu'da sıcak günlere girilirken Suriye devleti müttefiklerinin desteğiyle cihatçıların son kalesi İdlib'e operasyon hazırlığı yapıyor.

Bir yandan ülkeler arası yoğun temaslar ve diplomatik trafik devam ediyor. 7 Eylül'de İran'ın başkenti Tahran'da Rusya, İran ve Türkiye liderlerinin katılımıyla ana gündem maddesi İdlib olan zirve gerçekleştirilecek.

İdlib ile alakalı yol haritasının belirlenmesi açısından öneme sahip Tahran zirvesiyle birlikte Suriye'de yaşanan gelişmeleri, Yakın Doğu Haber internet sitesi kurucusu, gazeteci ve yazar Alptekin Dursunoğlu ile konuştuk.

‘ASTANA SÜRECİNİN ORTAĞI OLARAK TÜRKİYE'YE DE ROL DÜŞÜYOR'

Alptekin Dursunoğlu, Astana sürecinin ortağı Türkiye'nin Suriye'de önemli bir rolü olduğunu belirtti. Suriye ordusunun gerçekleştirmek üzere olduğu İdlib operasyonunu tehdit eden ABD'nin sonucu değiştiremeyeceğinin altını çizdi:

"İdlib konusunda Suriye yönetimine ve müttefiklerine yapılan tehditler pratiğe geçirilse de tehdit düzeyinde kalsa da Suriye'deki gerçekliği hiçbir şekilde değiştirebilecek nitelikte olmayacak. Suriye'ye yönelik olarak Amerika ve müttefiklerinin hem Doğu Guta'nın kurtarılması sırasında hem de daha sonra güney cephesinin güney illerinin beraber Kuneytra'nın kurtarılması sırasında da benzer tehditleri olmuştu. O tehditler hatta Fransa, Amerika ve İngiltere tarafından pratiğe de geçirildi, Nisan ayında Suriye'ye güçlü bir saldırı da yaptılar. Ama bunlar ne güney cephesinin ne de Doğu Guta'nın kurtarılmasını engelleyemedi. Şu anki tehditler de İdlib son kale olduğu için ve İdlib'in çözümlenmesiyle birlikte 2012'de vekâlet savaşına dönüştürülen proje tamamen çökeceği için Batılılar, Amerikalı müttefikler teyakkuz ve panik halinde. Ancak hiçbir şekilde sonucu değiştirmeyecek. İdlib operasyonuna madem tehditler hiçbir şekilde etkili olmayacaksa neden Suriye ve müttefikleri Rusya bunu bekletiyor. Bunun iki sebebi var. Birincisi güney cephesinin güney illeri Dera ve Kuneytra'nın kurtarılması operasyonu biteli henüz bir ay kadar oldu. Oradaki birliklerden İdlib operasyonuna katılacak olanların intikali, lojistiği bunlar bir zaman alıyor. Öte yandan işin diplomatik kısmı var. Rusya İdlib'teki silahlı grupları genel geçer ayrım çerçevesinde muhalif olanlarla terörist olanların birbirinden ayrılması için bir zemin yaratmaya çalışıyor. Burada da Astana sürecinin ortağı olarak Türkiye'ye bir rol düşüyor."

‘SAVAŞILACAK UNSUR SAYISININ AZALTILMASI SURİYE DEVLETİ AÇISINDAN OLUMLU BİR ŞEY'

Dursunoğlu, Suriye yönetimin uzlaşmacı olduğuna dikkat çekerek, silahlı grupların devletle uzlaşmasının Suriye devleti açısından olumlu bir şey olduğunu belirtti. Dursunoğlu, Suriye ordusunun İdlib'i almasıyla Amerika dâhil bütün dış güçlerin Suriye'deki varlığını anlamsız hale getireceğini söyledi:

"Suriye yönetimi bilindiği gibi öteden beri önceliğini uzlaşmaya veriyor. Yani uzlaşmaya açık olan silah bırakan veya devletle barışa olumlu yaklaşan silahlı gruplarla uzlaşma yoluna gidiyor ve çıkardığı bir yasa çerçevesinde onları affediyor. İdlib'te de böylesi bir sürecin işletilmesi ve siyasi çözüme razı olanlarla siyasi çözüme hiçbir şekilde razı olmayanların ayrıştırılması için bir zaman bırakılmak isteniyor. Burada şöyle bir gerçeklik var. Aslında ideolojik olarak bakıldığında bu grupların hiçbirisinin birbirinden çok farkı yok. Fakat kimi silahlı gruplar çok pragmatik olabiliyorlar Ahrar'uş Şam gibi, kimi silahlı gruplar ise hiçbir şekilde siyasi çözümü gündemlerine bile almak istemiyorlar. Hatta bunlardan bazıları Suriyeli bile olmadığı gibi mesela Türkistan İslam Partisi gibi, bunlar ölünceye kadar savaşmaktan başka seçenekleri yok. Çünkü Suriye'den çıkarıldıklarında nereye gidecekler veya Suriye devleti ile bunlar nasıl barış yapabilecekler? Dolayısıyla bunun ayrıştırılması gerçekleşmezse operasyon kaçınılmaz. Ne örgütsel ne yapısal olarak birbirlerinden çok ciddi farklılıkları yok. Ilımlı diye söylenen Ahrar'uş Şam'ın kurucu lideri El-Kaide. Bugün terörist diye ilan edilen Heyet Tahrir-ü Şam'ın ya da daha önceki adıyla Nusra cephesinin El-Kaide'nin Suriye kolu olduğu biliniyor. Bunlar karşı kamptalar, birbirleriyle savaşıyorlar. Veya Nureddin Zengi denilen grup, bunlar Amerika'nın füze vererek desteklediği ve ılımlı dediği bir gruptu. Önce Ahrar'uş Şam ile birlikte oldular. 2017'de Heyet Tahrir-ü Şam'ın kurulması sürecinde onlara katıldılar. Daha sonra tekrar ayrıldılar tekrar Ahrar'uş Şam'a katıldılar. Fetih ordusuyken bunlar zaten bir aradaydılar. İdlib'i Fetih ordusu adında bu gruplar birlikte ele geçirdi. Ayrıştırma derken şunu demek istiyorum. Tıpkı güney cephesinde olduğu gibi silahı bırakıp devletle uzlaşmaya girecekler mi, başka ülkelerin vekil unsurları olarak savaşa devam mı edecekler? Burada bu örgütlerin karar vermesi ve bu örgütleri destekleyenlerin karar vermesi gerekiyor. Rusya ve Suriye buna zorluyor. Verilen sayılar doğruysa, abartılı gibi geliyor ama 100 bin kadar militandan bahsediliyor, bunların ne kadarı uzlaşmaya katılırsa bunu kar olarak görüyor. Savaşılacak unsur sayısının azaltılması Suriye devleti açısından da bölge açısından da olumlu bir şey. Gerek diplomatik gerek siyasi gerekse askeri yönden tehdit edersek, baskı kurarsak, biz Suriye veya müttefiklerini bundan caydırırız. Hayır, böyle bir şey olmayacak. Suriye ve müttefikleri İdlib'i ülkenin normalleşmesinin bir dönüm noktası olarak görüyor. Bu açıdan oradan hiçbir şekilde dönüş olmayacak. İdlib'in kurtarılmasından sonra Amerika'nın Suriye'deki varlığı da diğer bütün dış güçlerin varlığı da vekâlet güçlerini destekleyen asli güçlerin Suriye topraklarındaki varlığı da anlamsız hale gelmiş olacak. Suriye devletinin açısından kaçınılmaz bir şey bu."

‘SURİYE'NİN FIRAT KALKANI VE ZEYTİN DALI İLE ELE GEÇİRİLEN TOPRAKLARININ İLHAK EDİLMESİ KONUŞULUYOR'

Dursunoğlu'na göre, Türkiye ile Amerika'nın İdlib konusunda işbirliği yapabilecek bir zemin yok. Dursunoğlu, Suriye'nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı ile ele geçirilen topraklarının ilhak edilmesinin konuşulduğunu söyledi:

"Tahran'dan çıkacak sonuç ile ilgili olarak Rusya ve İran'ın tutumu zaten ortada. Türkiye'nin de dün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun söylediği çok ilginç bir söz var ‘Kimse kimseyi kandırmasın. İdlib'i ele geçirmek istiyoruz' diye. Bu gerçekten hayret uyandırıcı bir şey. Bir devletin kendi ülkesinin bir bölümünü silahla işgal ederken kontrol dışına çıkaran grupları kendi ülkesinden temizlemesi kadar doğal bir şey var mı, bu bir suç mudur? Bir devlet yöneticisinin başka bir devlete kendi ilini yeniden kontrol altına alırken yaptığı mücadeleyi bir suç olarak nitelemesi gerçekten hayret verici bir şey. Ancak Türkiye'nin buradaki seçeneğinin çok fazla olmadığını düşünüyorum. Bu noktada Türkiye ile Amerikan perspektifi örtüşüyor olsa bile Türkiye ile Amerika'nın İdlib konusunda işbirliği yapabilecek bir zemini yok. Türkiye, İdlib ile ilgili olarak en fazla şunu yapabilir. Hala Türkiye'de şu hesaplar yapılıyor ve bu çok yanlış. 2011'de Suriye'deki yönetimi devirerek Suriyeliye kendine bağlı bir devlet yapmak projesi, Yeni Osmanlıcılık ile vs. ile harmanlanan bir proje vardı. Bu çöktü. Fakat şimdilerde de Suriye'nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı ile ele geçirilen topraklarının ilhak edilmesi konuşuluyor. Güya çöken Suriye projesinden bari bunu kurtarırız gibi bir mantık yürütülüyor, bu çok yanlış."

‘SURİYE SAVAŞININ DEVAM ETMESİNİN AMERİKA'YA BİR ZARARI YOK, O KASASINI DOLDURUYOR'

Dursunoğlu, Türkiye'nin Suriye'ye karşı yürüttüğü düşmanca politikanın daha büyük sorunlara neden olduğunun altını çizdi. Dursunoğlu'na göre Türkiye, daha fazla kazanç elde etme gibi bir düşünceyle İdlib operasyonunu engellemek yerine Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlayan bir ülke olmalı. Suriye'deki savaşın ABD'ye değil, Türkiye'ye zarar verdiğini belirten Dursunoğlu, Suriye'de devam eden savaş sayesinde ABD'nin Suudilerden para temin ettiğini söyledi:

"Türkiye, çöken Suriye rejimi devirme projesinde yenildi ve her yenilenin de doğal olarak bir fatura ödemesi gerekiyor. Siz kendinizi bir çukura attıysanız o çukurdan tertemiz elbisenizle çıkmanız beklenemez. Tabii ki üstünüz başınız kirlenerek o çukurdan çıkacaksınız. Ancak eğer o çukuru derinleştirmeye devam ederseniz belki çıkamayadabilirsiniz. Bu açıdan Türkiye'nin daha fazla kazanç elde etme gibi bir düşünceyle İdlib operasyonunu engelleme ve önüne taş koymak yerine Astana'daki rolünü gerçek bir şekilde oynayarak Suriye'nin toprak bütünlüğünü yeniden kuran egemen bir devlet haline gelmeyi çalışması gerekiyor. Çünkü Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruyan bir devlet olması hem Türkiye'nin beka sorunu diye nitelediği 900 km'lik sınırı hattında hem Kürtlerden yana gördüğü tehdidi ortadan kaldırmış olur hem diğer silahlı gruplardan. Türkiye'nin çıkarları aslında Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruyan egemen bir devlet olarak kalmasına bağlı. Fakat Türkiye hala 2011'deki refleksleriyle hareket ederek adeta Suriye'ye karşı düşmanca bir politika yürütüyor. Bu ise kendi çıkarları bakımından daha büyük sorunlara sebep oluyor. İdlib konusunda Türkiye'nin yapabileceği nedir? Olabildiğince kendi nüfuzu altındaki silahlı grupları devlet ile uzlaşmaya teşvik etmek yani Suriye devleti bir intikam peşinde değil. Bunu gerek Halep'te gerek Kuneytra'da, Humus'ta gördük. Düne kadar Suriye devletine karşı savaşanlar bugün Suriye ordusu ile birlikte IŞİD'e karşı savaşıyorlar. Bu konuda bir sorun yok. Bu Türkiye'nin nüfuzu altındaki veya etkileyebileceği grupların bu sürece katılması terörist diye nitelenen grupları marjinalleştirir. Bu da çözümü kolaylaştırır. Türkiye eğer Amerika ile diğer Arap müttefikleriyle İdlib operasyonunu engellemek, Suriye'nin hala savaş içinde tutmaya çalışmak gibi bir politika yürütüyorsa bu Türkiye'nin yararına olan bir politika değil. Amerika savaşı sürdürmek istiyor, bu çok anlaşılabilir. Çünkü Amerika bu sayede hem Suriye'deki üslerini koruyor hem de Suudilerden ekonomik olarak para temin ediyor. Yani kendi kasasını dolduruyor Suudiler sayesinde. Suriye savaşının Amerika açısından devam etmesinin Amerika'ya bir zararı yok. Suriye'nin toprak bütünlüğünü kaybetmesinin Türkiye'ye zararı var."

‘IRAK'TA HÜKÜMET KURULMASI ZOR GÖZÜKÜYOR'

Irak'ta 12 Mayıs seçimlerini de değerlendiren Dursunoğlu'na göre, Irak'ta hükümet kurmak zor gözüküyor. Dursunoğlu, ABD'nin yönlendirmelerinin artık Kürtler üzerinde de işe yaramadığını, bunun da ABD açısından en büyük başarısızlıklardan biri olduğunu söyledi:

"Irak'ta bilindiği gibi daha önceki seçimlerin aksine ne Şiiler ne Sünniler ne de Kürtler bir ortak listeyle gidemediler. Kürtler Kerkük meselesinden dolayı ve Kürdistan'ın bağımsızlığı referandumunda yaşadıkları iç çelişkilerden dolayı farklı listelerle gittiler. Şiiler yine farklı farklı listelerle gittiler. Burada üç ana liste ortaya çıktı. Birincisi Başbakan Haydar İbadi'nin listesi Nasr İttifakı, ikincisi terörle mücadelede etkin rol oynayan Haşdi Şabi'nin el-Fetih listesi, üçüncüsü de eski başbakan Nuri el-Maliki'nin liderliğindeki Kanun Devleti listesi. Sünniler zaten hep parçalıydılar, bir tek 2010 seçimlerinde el-Irakiye İttifakı çerçevesinde bir araya gelebilmişlerdi. Seçimlerdeki bu farklı listeler hükümet kurma sürecinde meclis aritmetiğinden dolayı koalisyon yapmak zorundalar. Şu anda koalisyon açısından iki eksen ortaya çıktı. Birincisi Sadr grubu liderliğindeki, Başbakan İbadi'nin Nasr İttifakı da bunun içinde, bir kamp 15-20 gün önce Babil Oteli'nde bir araya gelerek parlamentoda çoğunluk grubu oluşturduklarını ve 187 sandalyeli bir ittifak kurduklarını açıkladılar. Bu arada 165 tane yetiyor. Ancak bu 187 sandalye net değil çünkü bunun karşı cephesi olan Fetih İttifakı da ona alternatif bir parlamento çoğunluğu kurduğunu söyledi. Maliki'nin olduğu tarafta İran'ın etkisini, Başbakan İbadi'nin olduğu tarafta ise Amerikan etkisini görüyoruz. Trump'ın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk, hem Sünnileri hem Barzani'yi Haydar İbadi'nin ittifaka katılmaya zorladı. Hatta Nasr ve İttifakı'nın lideri olarak İbadi de Amerika'nın yapacağı yaptırımlara destek vadetti, bundan dolayı kendi kamuoyunda kendisini çok zor durumda bıraktı. Aynı şekilde McGurk, Sünnileri katmaya çalıştı. Bu çabalardan gözüken o ki çok ciddi bir netice elde edemedi. Çünkü Nasr İttifakı şu an üçe bölünmüş durumda. İran tarafına yakın olan Haşdi Şabi'nin başkanı Falih Feyyad, Başbakan İbadi tarafından görevden alındı. Falih Feyyad ve grubunun Nasr İtiifakı'ndan ayrılmasına neden oldu. İbadi'nin İran'a yönelik yaptırımlara destek verecek olmasından dolayı kendi içerisindeki eleştirilerle grubu üçe bölünmüş durumda. Aslında ne Nasr tarafının ne de Fetih tarafının böyle çok net elde edilmiş bir parlamento çoğunluğu yok. Fakat Amerika açısından burada en önemli başarısızlık noktası şu. Barzani ile görüşmesi sırasında şunu söyledi: ‘Bizim kimseye karşı kırmızı çizgimiz yok. Biz Kürtlerin hakları ile ilgili olarak kim bize garanti ederse bunu biz onunla ittifak kurarız.' Amerikalıların söylediğini doğrudan yapamıyor. Amerikalılar şu an en yakın müttefik olarak gördükleri Kürtlere bile siyasal açıdan manipüle edebilecek, yönlendirebilecek bir durumda değildir. Bu Amerika açısından büyük bir başarısızlık. Öte taraftan Fetih İttifakı'nın parlamento çoğunluğu oluşturmaya yakın olduğunu ve 48 saat içinde bunu ilan edeceklerini söylemişlerdi. Bu gerçekleşmedi henüz. Ancak benim tahminim şu; mevcut kutuplaşma içerisinde ne Fetih'in ne de Nasr'ın hükümet kurabileceğini ben pek öngörmüyorum. Muhtemelen yeni bir kombinasyon ortaya çıkabilir. Fetih ve Nasr'ın karmasıyla yeni bir ittifak ortaya çıkabilir. Ancak bu şekilde bu kutuplaşmadan uzak durularak başka bir formül üretilebilir. Aksi halde bir tarafında İran'ın diğer tarafında Amerika'nın yönlendirmeye çalıştığı bu çekişme içerisinde mevcut parlamento aritmetiği de dikkate alınırsa hükümet kurmak biraz zor gözüküyor."

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,77 M - Bugn : 12097

ulkucudunya@ulkucudunya.com