« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

19 Ara

2016

İbret

Nuray Mert 01 Ocak 1970

Nerden başlasam, nerede bitirsem bilemiyorum. Dış politika mı, iç politika mı, yoksa tüm bunlar çerçevesinde içine düştüğümüz şu feci hal, şu ahlak zafiyeti mi, hangisi yazılmalı, hangisinden başlamalı?
Dış politikada, Türkiye’nin nasıl bir siyaset izlediği anlaşılır gibi değil artık. Halep’te yaşanan insanlık dramına kayıtsız kalmak mümkün değil, ama sonuçta, yeni müttefikimiz Rusya bu konuda çok farklı şeyler söylüyor, itirazı olan onlar ile konuşsa diyorum. İslamcı kesime göre “İran katliamın sorumlusu”, peki Yemen’de Suudlar onca sivili ve dahi hastaneleri bombalarken neden bu ülke insanlık dramı sorumlusu, kimse Suudi Arabistan elçiliği önünde gösteri yapmadı? Mesele vicdan meselesi ise, nasıl bir vicdan bu?
İnsanlık hali, insan yanılır, siyaset böyledir, hata yapılır, dahası elde olmayan nedenler ile de zora düşülür, ama kim ne konuda yanıldı, dış siyaset nasıl zora düştü muhasebesi yapılmayacak mı? Yapılmayınca, yapılamayınca, Suriye konusu sonuçta, Hüsnü Mahalli’nin gözaltına alınması ile, onun başına patladı. Oysa, İslamcı kesimde büyük laflar edenler Suriye’yi ondan öğrenmişti, Şam’a ilk kez onun çabaları ile ayak basmıştı, o zamanlar “Hüsnü Abi” idi, kendisine yapılan büyük haksızlığı, “Gözaltına alınması kötü ama, Esad da iddia ettiği gibi iyi adam değildi” diye geçiştirenler dahil hepsini, güzel ülkesi Suriye ile o tanıştırmıştı. Türkiye ile Suriye’nin yakınlaşması konusunda gösterdiği çabada niyetinin halis olduğundan kuşkulanmak için ise hiçbir neden yok.
Bu noktada, Aslı Aydıntaşbaş’ın dünkü yazısının sonunda söylediklerine katılmamak elde değil. Tamam mevcut koşullarda medyada barınmak zor zenaat, halden anlıyoruz da, karalama, sindirme kampanyalarına fazladan heveskârlığa ne demeli? Aynı şey, Kürt siyaseti konusunda geçerli, üstelik bu konuda heveskârlığın, ateşe körükle gitmek, ülkede iç savaş körüklemeye kadar varabilecek büyük vebali var. OHAL koşullarında ve mevcut atmosfer içinde, herkesin üzerinde zaten müttefik olduğu “teröre lanet” dışında Kürt meselesine dair tek laf etmek mümkün değil, oysa bu girdaptan çıkışın yolu daha fazla konuşmak, derde deva aramak olmalıydı. Hal böyle iken, zaten öfkeli olan insanlarımızı kışkırtmaktan ve de iktidarın gözüne girme çabasından başka işe yaramayan heveskârlıklara kapılmak hangi insani gerekçe ile açıklanabilir? Bugünlere gelmemizde, ülkesinden, ülkesinde yaşayanlardan ziyade kendi çıkarını düşünmenin/ düşünenlerin büyük rolü oldu, o nedenle mesele sıradan bir korkaklık, bencillik, çıkarcılık meselesi değil, daha vahim bir mesele. Zamanında, iktidar partisinden bir arkadaşıma söylemiştim, “Haysiyetsiz dostunuz olacağına, haysiyetli muhalifiniz olsun”. Haysiyetli insanlardan vatan haini, ülke düşmanı çıkmaz, sorunu yanlış yerde arıyorsunuz.
Muhalifleri, HDP’lileri hapse tıkmakla selamete çıkmayacağız, tam tersine, bu ülkede yaşayan insanlar bu yolla, birbirine daha fazla düşman olacaklar, göz göre göre böyle bir hataya nasıl düşülür, anlamakta zorlanıyorum.
Nihayet “seferberlik ilanı” ve Cumhurbaşkanı’nın vatandaşı terör ile mücadele adına bilgi sağlamaya davet ettiği söylevi, çok tehlikeli bir mecranın önünü açıyor. Normal şartlar altında, zaten bir terör eyleminden haberdar olan vatandaşın bunu gizlemek gibi bir tutumu olamaz, ancak terörle mücadelede istihbarat, devletin güvenlik birimlerinin sorumluluğudur, yoksa iş göze girmek için veya kendi husumetini dolayısı ile birilerini gammazlamaya, jurnalciliğe varır. Böylesi ortamlar tekinsiz ortamlardır, dahası tüm otoriter rejimlerde olduğu gibi toplumsal ahlakı yozlaştırır.
Her vesile ile tarihe müracaat edenler, II. Abdülhamid döneminde jurnalciliğin sonuçlarına baksınlar. Bu dönem sıklıkla resmedildiği gibi tam bir zulüm dönemi değildi, verilen jurnallerin çoğu zaten dikkate alınmıyordu, ama çok ciddi bir toplumsal yozlaşmanın kapısı açılmıştı. Makam almak isteyen, birbirinden intikam almak isteyen işi jurnalciliğe dökmüştü, en kötüsü devletin kurumları zaafa uğramıştı. Bir jurnalci “…efendim ve kulları arasında en müşkül bir cihet vardı ki, o da resmiyet idi, bu resmiyet hamdolsun bütün bütün ortadan kalktı” diye söze başlayıp “…efendimizin kılı kadar değeri olmayan valilerle resmi bırakıp, serbestane teatlı..”lıktan dem vuruyordu (Asaf Tugay, İbret/ Abdülhamid’e verilen Jurnaller ve Jurnalciler, Okat Yayınevi, 54). Devletin valisini aşıp, “efendi”sine doğrudan bağlantı kurma hevesi var ya, işte bu yol açılınca hiçbir kurum, kural, hukuk işlemez; işin kötüsü bu düzenin “efendisi”ne de faydası olmaz.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,97 M - Bugn : 34447

ulkucudunya@ulkucudunya.com