« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Eki

2012

Ömer Nasuhi Bilmen

Prof. Dr. Davut Aydüz 01 Ocak 1970

Ömer Nasuhi Bilmen, son devir İslâm âlimlerinden, eserleri ve hizmetleri ile bugünkü nesil üzerinde hakkı olan mümtaz bir şahsiyettir.

1884’te Erzurum’un Salasar köyünde doğdu. Babası Hacı Ahmet Efendi, annesi Muhîbe Hanım’dır. Küçük yaşta iken babasının vefatı üzerine Erzurum Ahmediyye Medresesi müderrisi ve amcası olan Abdürrezzak İlmî Efendi’nin himayesinde yetişti. Amcasından ve Erzurum müftüsü Narmanlı Hüseyin Efendi’den ders okudu. İki hocası da yakın aralıklarla ölünce İstanbul’a gitti ve Fatih dersiâmlarından (profesörlerinden) Tokatlı Şâkir Efendi’nin derslerine devam edip icâzet (diploma) aldı. Aynı yıl hukuk tahsiline başladı ve birincilikle mezun oldu. Henüz 29 yaşındayken gerekli bütün imtihanları vererek dersiâmlık (Profesörlük) diploması aldı. Hocalığının yanında değişik devlet hizmetlerinde bulundu ve 1943’te İstanbul Müftülüğü’ne getirildi. 1960’ta Diyanet İşleri Başkanlığı’na tayin edildi ve henüz bir yılını doldurmadan 1961’de emekliye ayrıldı.

Kur’ân’a İlgisi
Dört yaşında okumaya başladığı Kur’ân-ı Kerim’e âdeta âşıktı. Hayatının son gününe dek bir gün aksatmadan Kur’ân okudu. Her gün okuduğu bir cüz Kur’ân-ı Kerîm’ini bitirince, kendini okumaya yazmaya verirdi. Cehennemden bahseden âyetleri okuduğunda gözlerinden yaşlar akar, Allah’a olan bağlılığı ve korkusundan vücudu tir tir titrerdi.

İlim Aşkı
Ö. N. Bilmen Efendi’nin en bariz vasfı, öğrenmek ve öğretmekti. Öğrenmenin yanında öğretmeye ve verdiği eserlerle dine ve ilme hizmet etmeye ömrünü vakfetmiştir. Yarım asrı geçen memleket hizmetindeki fiilî memuriyet hayatı boyunca öğretmenlik görevini de hiçbir zaman ihmal etmemiştir. Dârüşşafaka Lisesi’nde yirmi yıla yakın bir süre ahlâk ve yurttaşlık dersleri, İstanbul İmam-Hatip Okulu’nda ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde usûl-i fıkıh ve kelâm dersleri vermiştir. Talebelerini daima öz evlâtları kadar seven Nasuhi Hoca 1912 yılında başladığı öğretim görevini vefat ettiği 1971 yılına kadar sürdürmüştür.

Beğendiği eserleri emanet alıp bir gecede yazar ve onları -küçük yaşta öğrendiği ciltçilik sayesinde- ciltleyerek kütüphanesine koyardı. Bu yolla kütüphanesine pek çok eser kazandırmıştı. O devirde basma eserlerin azlığı ve temininin zorluğu dikkate alınacak olursa böyle bir gayreti takdirle karşılamak gerekir.

Arapça ve Farsçayı Türkçe kadar iyi bilen Bilmen bir ara Fransızcaya da merak sarmış ve onu da tercüme yapacak kadar öğrenmiştir.

Şeker Muallim
Altmış senelik muallimliği döneminde tek öğrencisini sınıfta bırakmadığı gibi hiçbir talebesine de zayıf not vermemiştir. Yetiştirdiği binlerce genç kendisine “Şeker Muallim” lâkabını takmıştır.

Bir öğretmenin başarısının; talebelerini öz evlâtları kadar sevmesine bağlı olduğunu ifade ederek, öğretilecek hususların kısa ve öz olarak onların idrakine uygun şekilde anlatılması gerektiğini belirtmiştir; kendi başarısının sırrının da bu olduğunu söylemiştir.

Vazifesini Aksatmaması
Uzun memuriyet hayatı süresince sadece 1953 yılında Hac farizasını yerine getirebilmek için üç aylık izin almış ve 60’ncı gün görevine başlamıştır. Uzun yıllar içerisinde bir tek gün dahi vazifesine gitmediği görülmemiştir.

Siyasetten Uzak Kalması
Siyasetten dâima uzak kalmayı tercih etmiştir. Gerçek bir din adamının vazifesi “milletin, vatanın hayrına dua etmek ve siyasetten uzak kalmak” olduğunu söylemiş ve evlâtlarına tek vasiyeti de bu olmuştur.

Tevazuu
İlmine, dinî ve hukukî dehasının derinliğine rağmen tevazuu onu bir kat daha yüceltmiştir. En kolay meseleye dahi kitaba bakmadan ve soru sahibi yanında ise ona da göstermeden fetva vermemiştir. Fetvalarında hata etmemek için her ân Allah’a niyazda bulunmuştur. Kendisine her gün mektupla gelen sorulara zaman ayırıp cevap vermiştir. Sorulara verdiği cevabı, önce soru sahibinin mektubunun bir kenarına yazmış, daha sonra onu temize çekip mektubun geldiği adrese göndermiştir. Gelen soruları ve onlara verdiği cevapları da ömrü boyunca saklamıştır. Bir bardak suyunu en yakınlarından dahi istememiş, insanlara zahmet vermekten âdeta kaçınmıştır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nı Kabul Etmesi
Ömer Nasuhi Hoca, Cumhuriyet devrinde değişik zamanlarda Diyanet İşleri Başkanlığı görevi için teklifler almış; ancak bunları kabul etmemiştir. Cumhuriyet’in her devrinde olduğu gibi, 1960 İhtilâli’nden sonra da Diyanet İşleri Başkanlığı için yine Ömer Nasuhi Efendi akla gelmiş ve devrin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından bu görevi kabulü için rica ve ısrar edilmiştir. O güne kadar dâima bu görevi reddeden bu zâtın bu sefer kabulü çok mânâlıdır. Zîrâ günün havası içerisinde eğer zayıf mizaçlı bir kimse bu göreve getirilseydi Türkiye’de çok şeyler değişirdi. Çünkü ezanın Türkçe okunmasından Kur’ân-ı Kerîm’in namazlarda Türkçe okunmasına kadar değişik cereyanlar o günlerin yaygın sloganları idi.

O günlerde Türkiye’de dinle bir münasebeti olmayan kimselerin dinde reform için gösterdikleri gayret şayan-ı hayrettir. Evet, işte o günün şartlarında bu görevi kabul etmekle Türkiye’de birçok değişikliği önlemeyi başarmış ve bir müddet sonra da vazifesini yapmış bir insanın huzuru içinde emekliliğini isteyerek kendisini daha fazla çalışmaya ve son büyük eseri olan Kur’ân-ı Kerîm Tefsiri’ni yazmaya adamıştır.

Ö. N. Bilmen İstanbul Müftülüğü’ne tayin edildiği tarihten vefat edinceye kadar gerek ilmî ve ahlâkî otoritesi, gerekse samimî dindarlığı ve tevazuu ile dinî konularda Türkiye’de Müslüman halkın başlıca güven kaynağı olmuştur. İnançta, ibadet ve ahlâkta Ehl-i Sünnet mezhebini şahsında tam bir liyâkatle temsile gayret ettiği için herkesin saygı ve sevgisini kazanmıştır. Şüphesiz bunda yaşadığı sürece aktif siyasetin dışında kalmasının da önemli rolü vardır. Aslında Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan on ay gibi çok kısa bir süre içinde ayrılmasının gerçek sebebi, o günkü yönetimin Türkçe ezan ve benzeri konularda Ö. N. Bilmen’i kendi politik gayelerine âlet etmeye kalkışmasıdır. Zîrâ Bilmen de selefleri gibi dinî meseleler söz konusu olunca asla taviz vermeyen bir yapıya sahipti. Nitekim 1960’lı yıllarda dinde reform imajını Türkiye’nin gündeminde tutmak için büyük gayret sarf eden çevrelere karşı, “Bozulmayan bir dinde reform mu olur?” demiş ve İslâm’ın ortaya koyduğu iman, ahlâk ve hukuk kaidelerinin orijinalliğini, evrenselliğini kendinden beklenen liyakat ve cesaretle savunmuştur.

Çok Eser Vermesinin Sebebi
Okumaya ve yazmaya kendini adamış bir kimse olan Ömer Nasuhi, her öğrendiğini, her bildiğini bütün Müslüman kardeşlerine de duyurmayı kendine bir vazife edinmişti. Çok eser vermesinin sebeplerinin başında bu hakikat gelir. Her eseri basıldığında âdeta çocuk gibi sevinmiştir. Basılan kitaplarının ilk nüshasını kendisine takdim eden oğluna mutlaka parasını ödemiş ve hediye edeceği kitapların dahi bedelini ödemek istemiştir.

Ezanın Arapça Okunması
İstanbul Müftüsü iken Fatih’te oturuyordu. Bir gece sabaha karşı kapı çalınır ve ailecek uyanırlar. Kapıda motosiklete binmiş bir polis memuru, memurun elinde de resmî bir evrak vardır. Bu evrak, uzun yıllar sonra “Ezan-ı Muhammedî”nin tekrar Arapça okunacağı kararının Meclis’te kabul edildiğini bildirmektedir. O sabah çok mutludur ve erken saatte oğluyla beraber Fatih Camii’ne gider. Yakın cami ve mescitlere de haber yollar. O sabah ilk defa Fatih Camii minarelerinden “Ezan-ı Muhammedî” Allahu Ekber, Allahu Ekber diye okunur.

Bediüzzaman ve Risale-i Nur Külliyatı ile İlgili Görüşü
Bediüzzaman Said Nursî ile Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de iken tanışan ve Bediüzzaman’ın daha o zamanlarda bütün İstanbul ulemâsının takdirlerini kazandığını beyan eden Bilmen, onun sohbetlerinde bulunmuş ve o dönem yazdığı bütün makalelerini okumuştur. Bediüzzaman’ın telif ettiği eserlerden yalnızca Sözler’i tetkik etme imkânı bulduğunu söyleyen Bilmen şu itirafta bulunmaktadır: “Sözler’i mütalâa ettim, harikulâde bir eserdi. Doğrusu kelâm ilminde bir yenilik meydana getirdi. İmanın bütün rükünlerini açıkça ortaya koydu. Cenâb-ı Hak, Müslümanları hiçbir zaman sahipsiz bırakmamıştır. Her asırda büyük müçtehitler, mücedditler ve mürşitler göndermiştir. Bediüzzaman da o zâtlardan birisidir.”

Ö. N. Bilmen Hocanın 27 Mayısçılara karşı direndiği konulardan biri de onların “Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından, Risale-i Nur aleyhine yayın yapılması” isteğidir. Hoca, samimi kanaatine ters olan böyle bir yayını kabul etmemiştir. Bu da kendisinin gözden çıkarılmasında önemli bir sebep olmuştur. Kendisinin yerine getirilen değerli âlim Hasan Hüsnü Erdem de aynı isteğe karşı çıkmış, Diyanet İşleri’ni böyle bir hâdisenin içine sokmamıştır. Daha sonra ise bu konuda yazdırılmak istenen eser, Ankara İlâhiyat Fakültesi öğretim üyelerinden birine yazdırılarak yayımlanmıştır.

Ö. N. Hoca’nın Nur Risaleleri ve müellifi Bediüzzaman hakkındaki kanaatleri çok olumludur. Hattâ bir defasında, Bediüzzaman’ın eserlerinin kendi yazdıklarından daha fazla insanlara tesir ettiğini söyleyen bir talebesine şöyle demiştir: “Elbette evlâdım, ona yukarıdan fısıldayan var. Biz ise çalışıp çabalayıp kendi toparladıklarımızı yazıyoruz.”

Ö. N. Bilmen’in Ardından Vefatından sonra, gazetelerde çıkan yazılardan bazıları:
1. “Hiçbir şey yapmamış olsaydı ve şu fâni dünyada, geçirdiği 85 yıl içinde sadece ve sadece ‘Büyük İslâm İlmihali’ni vermekle yetinse idi ‘Büyük Âlim’ olması için yeterli idi…

‘Büyük İslâm İlmihali’ hemen hemen her Türk-Müslüman’ın evine girmiştir ve girmelidir. Dini bu eserden öğrendik, kitabın muhtevası ebediyete kadar kalacak ve İstanbul Müftüsü Ö. N. Bilmen imzası da bu eserle birlikte ölmezler arasına girecektir. Zaten bu isim bütün müminlerin kalplerine silinmeyecek şekilde işlenmiştir de.

Diyanet İşleri’ni dirayetle yürüten bu muhterem zâtın cenaze namazını kıldırmak, hiç olmazsa onun dünyevî rütbesine erişmiş bir kişiye yakışırdı. Öyle de oldu. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Lütfü Doğan bu büyük zâtın cenazesinde bulunmak için Ankara’dan kalkıp gelmiş Fatih Camii avlusunu dolduran on binlerce kadınlı erkekli cemaatin önünde yer almış ve namazı da kıldırmıştır. Yakışanı bu idi. Cenaze başında veciz bir konuşma yapan İstanbul Vaizi Abdurrahman Şeref Beyefendi konuşmasının ortasına geldiğinde dayanamamış, cemaatin hıçkırıklarına o da gözyaşları ile katılmıştır. Yalan olmasın ama, son yıllarda gördüğüm en büyük cemaati bulunan cenaze galiba bu idi. Halk sokaklara dökülmüş Fatih’ten Edirnekapı kabristanına kadar kendisi ‘Omuzlarda götürülmesi’ vasiyetinde bulunmasına rağmen eller üzerinde taşınmıştır.” (Maruf Evren, Son Havadis Gazetesi)

2. “…Ömer Nasuhi’nin ölümüyle bir ilim güneşi daha battı. Ömer Nasuhi Bilmen’i sevmeyenler, sevmesini bilmeyenlerdir. Fatih Cami-i şerifi avlusundan taşan 10 bine yakın mümin bu sözleri heyecanla dinliyordu, konuşan Abdurrahman Şeref Yazıcı Hoca idi. Fatih bu ismi aldığından beri böyle kalabalık bir cenaze görülmemişti. Kadın, erkek, çocuk bir bütün olarak Ömer Nasuhi Bilmen için Fatih’e birikmekteydi.
Camide toplu namaz kılındıktan sonra herkes son görevi yapmak için sel gibi tabutun başına koşuyordu. Yüksek İslâm Enstitüsü, İmam Hatip Okulu talebelerinin gözleri ıslaktı.” (Sahir Özbek, Bizim Anadolu Gazetesi)

3. “Yanılmıyorsam söyleyen en büyük insan, yani Peygamberimiz’dir. ‘Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür.’ diye. Son devrin, büyük âlimlerinden Ö. N. Bilmen Hocanın vefatını duyunca bu sözü hatırladım.

Ö. N. Bilmen Hoca, beynelmilel müellifler listesinin başında yer alan mümtaz bir Türk âlimi idi. Tabiî bu yabancılar için böyleydi. Gerçek için böyleydi. Bizim kendi değerlerine güvenmez, kendi değerlerini bilmezler için değil. Ne var ki millet bu kendi değerlerine önem vermezlerden olmadığı için Ö. N. Hoca’yı da en değerli evlâtlarımızdan olarak bilmekte idi. Fıkıh ve her dalıyla İslâmiyet bir deryadır. Bu deryada fener yakabilmek için insanın fikir teknesinin çok sağlam, idrak yelkeninin çok geniş ve gönül rüzgârının çok devamlı olması gereklidir. Hoca ilerlemiş yaşında bu vasıfları aynen muhafaza etmiş ve mürekkebi şehitlerin mübarek kanından daha da tekrim edilmiş bahtiyarlardandı.

Mazisi ile ilgisi kopartılmış nesillere mazisinin irfan ve kültür hazinelerini usanmaz bir karınca sabır ve himmetiyle taşımayı ibadetine serlevha yapmıştı…
Cenazesinde bulunamadığım büyük İslâm âlimine borcumu (Okuyucularımın da minnet ve muhabbet borcunu) böylece ödemeye çalışıyorum...” (Ergun Göze, Tercüman Gazetesi)

4. “Merhum hocamız Ömer Nasuhi Bilmen Haz-retleri’nin, yazmış olduğu eserler, yıllardır okuyucuların ellerinden düşmediği gibi ilim ve faziletinin yüksekliğinden dolayı Müslümanlar arasında onu tanımayan yok gibidir. Bıraktığı her eser, sünnet ehli inancına dayalı, güvenilir, çok değerli bir kitaptır. Yıllardır basılmakta ve basılmaları devam etmektedir. Bir hadis-i şerifte buyrulduğuna göre ‘öldükten sonra câri (sevabı sürekli akıp gelen) sadakadan biri de kendisinden faydalanılan bir ilimdir.’ Bu bakımdan merhum hocamız geride bıraktığı birçok eseriyle bu büyük mânevî mükâfata kavuşmuş bulunmaktadır. Yüce Allah bizlere de, rızasına uygun bu gibi hizmetler nasib buyursun.” (A. Fikri Yavuz, Ö.N. Bilmen’in Büyük İslâm İlmihali’nin önsözünde)

Eserleri
Son devir âlimleri arasında müstesna bir yere sahip olan ve sınırlı imkânlara rağmen çalışkanlığı ve büyük sabrı sayesinde yaklaşık 30 cilt değerli eser veren Ömer Nasuhi Bilmen’in başlıca eserleri şunlardır:

1. Kur’ân-ı Kerîm’den Dersler ve Öğütler: Bir Ramazan ayında Fatih, Süleymaniye ve Ayasofya Camii Şeriflerinde vermiş olduğu otuz adet vaazı ihtiva etmektedir

2. Ahlâk-ı İslâmiye Dersleri.

3. Fetih Sûresi’nin Tefsiri: İlk tefsir çalışması, İstanbul’un fethinin 500. yılı münasebeti ile hazırladığı Fetih Sûresi’nin tefsiri olmuştur. Bu sûrenin tefsirini “İstanbul’umuzun 500. Fetih yıldönümünü tebrik ve Hak Teâlâ Hazretleri’ne teşekkürlerimizi arz ve takdim maksadı ile” yazdığını ifade eden Nasuhi Efendi kitabının son kısmına iki bölüm ilâve etmiştir:
Bunlar: 1. İslâmiyet’in yüksek mâhiyeti ve i’tilâsı (yükselişi)
2. İstanbul’u almak için o güne kadar yapılan muhasaralarla ilgili tarihî bilgiler ile Fatih Sultan Mehmet’in tercüme-i hâli ve fethin hikâyesidir.

4. Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kâmusu: En büyük eserleri arasındadır. Bu eser bir ömür boyu çalışmayı gerektirecek mahiyettedir ve İslâm dinine, İslâm hukukuna yapılmış büyük bir hizmettir.

5. Büyük İslâm İlmihali: Müslümanlar için yapılmış büyük hizmetlerinin başındadır. Her Müslüman’ın evinde bulunması gereken ve bulunan bu eser ibadetlere ait bütün meseleleri ihtiva etmektedir.

6. Büyük Tefsir Tarihi ve Tabakâtü’l-Müfessirîn: Büyük sabır ve çalışma gücünün şaheserlerinden biridir. Kur’ân-ı Kerîm’e olan hayranlığı ve aşırı düşkünlüğü onu böyle bir çalışmaya sevk etmiştir.

7. Hikmet Gonceleri: Beş yüz Hadîs-i Şerîf’i derleyip bir araya getirdiği bir eser.

8. Mülehhas İlm-i Tevhîd, Akâid-i İslâmiye: İslâm akaidine ait en mühim dinî mevzuları ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okutulmak üzere tespit edilmiş konuları ihtiva eden bir eser.

9. Dinî ve Felsefî Ahlâk Lügatçesi: Bu eser edebiyatımızda ve konuşma hayatımızda kullanılan 770 kelimeyi ihtiva etmektedir.

10. Dînî Bilgiler: Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çeşitli görevler için yapılan imtihanlara girecek kimseler için sorulu cevaplı olarak hazırlanmış bir eser olup tefsir, hadîs, kelâm, usûl-i fıkıh, vakıf, ferâiz ve siyer konularını ele almaktadır.

11. İslâm Hukukunda Mânevî Zararların Tazmini.

12. Ashab-ı? Kiram Hakk?ında Müslümanları?n Nezih İtikatları.?

13. İslâmiyet’in Ulvî Mahiyeti, Müslümanlar?ın Yüksek İ’tikatları? Hakkı?nda Tedkikâtta Bulunan Bir Amerikalı?nı?n Suallerine Cevaplar.

14. Kurban: Mahiyeti, Vücûbu, Hikmet-i Te?şrîiyyesi.

15. Nüzhetü’l-Ervâh. Farsça Divançe ve Tercümesi.

16. Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsiri: Diyanet İşleri Reisliği’nden emekli olduktan sonra, yaşı 80 olmasına rağmen tam beş yıl gece ve gündüz çalışarak sekiz ciltlik bu şaheserini de tamamlamaya muvaffak olmuştur. Bu beş yılda en az yirmi yıllık bir çaba göstermiştir. Bu beş yıl içinde hiçbir gün altı saatten fazla uyumamıştır.

Sırât-ı Müstakîm, Sebîlü’r-Reşâd ve Beyânü’l-Hak gibi dönemin ilmî, edebî ve fikrî dergilerinde şiir ve makaleleri yayımlanmıştır.

Vefatı
Bu büyük âlim 12 Ekim 1971 günü 87 yaşında İstanbul’da Fatih’teki evinde vefat etti ve Edirnekapı Sakız Ağacı Şehitliği’ne defnedildi.

İstifade Edilen Kaynaklar
1. A.Selim Bilmen, Ö.N. Bilmen, Hayatı-Eserleri-Anıları ve İki Şûkufe-i Taaşşuk, İstanbul 1975.
2. Rahmi Yaran, DİA.
3. Ö. N. Bilmen, Tefsir Tarihi, İstanbul 1974.
4. Vehbi Vakkasoğlu, Osmanlıdan Cumhuriyete İslâm Âlimleri, İstanbul 2005.
5. Ö. N. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, (Sadeleş?tiren: A. Fikri Yavuz), İstanbul 1992.
6. Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi.
7. Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul.
8. Diyanet Gazetesi, sayı: 336, s.14-17, Ankara, 1987.
9. Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı, Diyanet Dergisi, 10/112-113, s.374-375, 1971 Ankara.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,82 M - Bugn : 19438

ulkucudunya@ulkucudunya.com